8 Haziran 2024 Cumartesi

İş Görüşmesinde Deprem Etkisi *

Birini ziyarete gittim. Ziyarete gittiğim kişi bir cenaze dolasıyla işyerine gelmede gecikti. Beklemeye koyuldum.

Benden sonra iki kişi daha geldi. Onların da randevusu varmış.

Bir müddet sonra ziyaret edeceğimiz kişi geldi. Hepimizi odasına aldı. 

Beni onlara, onları bana tanıttı mekan sahibi. Selam kelam ve hal hatırdan sonra çaylarımızı yudumlarken mekan sahibi diğer iki kişiye yöneldi. 

Bir tanesi holdingin çalışanı imiş. Yanında getirdiği kişiye referans olmuş, bu holdingin bir sektöründe çalışmak istiyormuş. 

İşyeri sahibi cv'ni görebilir miyim dedi. Ben bugüne kadar hiç cv hazırlamadım. Bu tür görüşmelerde hep kendim anlattım dedi. İyi, anlat kendini dedi. 

Uzun yıllar falan firmada çalıştım. O firmaya emek verdim. Bir akşam patron aradı. Yollarımızı ayırıyoruz dedi. Kısaca işime son verildi dedi. 

Niye sorusuna, ben haksızlığa gelemem. Ondan dedi. Aramızda geçeni anlatayım mı diye yanındakine döndü. O anlatmadan referans sahibi sözü aldı. Bu biraz tutucu. İşyerinde çalışan bir kadın varmış. Kadınla çalışanlardan biri veya patron arasında bir gönül ilişkisi olmuş. (Bu faslı çok dinlemedim.) Sanırım bu ilişki ileri boyuta taşınmış. Bu tutucu arkadaş da "İlişkiyi sürdüreceksen, bundan çocuk yapma" demiş. İşte bu söz, çalıştığı yerden ilişkisinin kesilmesine sebep olmuş. 

Memleketini sordu. Güneydoğu illerinden birini söyledi. O ilin meşhur bir ilçesinin adını vererek orasından mısın dedi. Allah korusun dedi. Niye böyle dedin sorusuna, "O ilçe var ya o ilçe. Bizim şehirde meydana gelen depremin merkez üssü idi. Depremden önce ilçede travestiler alenen gezmeye başlamıştı. Onlar azmıştı. Allah da verdi cezalarını" dedi. 

Çaylarımızı yudumlarken travestiler yüzünden bir ilçe yerle bir olur mu? Bu, bir doğa dolayıdır. O il ve ilçe de deprem fay hattı üzerinde zaten dedim. 

Travestiyi yabana atma. Gölcük depremi öncesinde de Kur'an'a neler yapıldı, üzerine oturuldu, Kur’an çiğnendi. Orada da o yüzden büyük deprem oldu açıklaması yapıldı. 

Bu dedikleriniz şehir efsanesi. Kulaktan kulağa dolaşıyor böyle. Aslı astarı yok bunların dedim. 

İkna edemedim tabi. Olur mu öyle şey dediler. 

Dediğiniz gibiyse asrın felaketi denen son deprem hakkında ne dersiniz? Bildiğiniz gibi bu deprem dini hassasiyeti yüksek illerimizi vurdu. Özellikle Kahramanmaraş ve Adıyaman dindar ve mütedeyyin kimlikleriyle öne çıkan şehirler. Buna ne dersiniz dedim. 

Olsun. Oralarda da bir şeyler yapılmıştır. Allah cezasını böyle verir dendi.

Konuyu uzatmadım. Ama kafamda bu konu takılı kaldı. 

Buraya bir nokta koyup iş görüşmesinin sonucuna gelirsem, birbirlerinden pozitif enerji aldılar ve işe başlaması uygun görüldü. Yeni patron kaça çalışırsın dedi. Onu siz bilirsiniz. Ben bugüne kadar çalıştığım yerlerde hiç para konuşmadım dedi. Vedalaşıp ayrıldılar.

İş görüşmesinin olumlu geçmesinde, depremlerin neden olduğuna dair kanaatin etkili olup olmadığını bilmiyorum. Bana düşen, her iki tarafa da hayırlı olsun demektir. Yeni iş bulan tutucu olsa da gözlemlerime göre ona referans olan ve benim ziyaret ettiğim yeni patronun tutucu yönü yok. Hepsi fakülte mezunu olsa da deprem hakkındaki kanaatleri böyle. 

Görüşme bitse de kafam travestiler ve Kur’an’ı çiğneme yüzünden gerçekleştiğine inanılan depremlerde kaldı. Devam etsem, sayfam el vermeyecek. Kafamda takılı kalan bu konu üzerine ayrı bir yazı kaleme alayım inşallah. 

*13.11.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Eski Başbakan ve Eski Bakan'dan İnciler

Sosyal medyanın anılar bölümü, daha önce yazıp paylaştığın anılara günlük yer verir ve her yıl dönümünde daha önce bunu paylaşmıştın diye sana bir yıl ve önceki yılları hatırlatır.

Merak edip bakarsın. Aynı zamanda bir ve önceki yılların gündemi ne imiş, bunu da bu vesileyle öğrenmiş oluyorsun.

7 Haziran 2022 günü paylaştığım iki yazı önüme düştü. Bu vesileyle blog arşivinde yerini alsın istedim.

Bakalım ne paylaşmışım:

Çiller, ‘İyi gidiyor işler. Türkiye rahat. Büyümesi iyi. Türkiye'de merkez sağa ihtiyaç var. Kurulmasına yardımcı olabilir, bunun başını çekebilirim’ demiş.

Sevindirici bir haber tabi bu. Öyle ya işlerin iyi gitmesi, hele büyüme hızının büyümesi insanı sevindirmez mi? Hasılı ekonomiye dair söyledikleri gözümü yaşarttı.

Halbuki ben ülkemi ne halde sanıyordum. Meğerse üstadına göre ne halde imiş. Haliyle benim iflah olmaz ön yargım maalesef çöpe gitti.

Çiller'in kendisi bir tecrübe idi ne de olsa.

Kara çarşambanın mimarıydı aynı zamanda.

Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. 

İki anahtar vaadi vardı.

Herkesin bir evi, bir arabası olacaktı.

Siyasi ömrü kifayet etmediği için bunu gerçekleştirememişti.

Bakarsınız, bunu bu sefer gerçekleştirir de bizler de ihya oluruz. Çünkü siyasilerin sözü senettir.

Yeter ki söz versinler. Er veya geç yerine getirirler. Bunun için sadece beklemek düşer bize.

Anlamadığım, ekonomik veriler iyi gidiyorsa ve işler iyiyse, Türkiye rahatsa ve büyüyorsa, yeni bir partiye yani Çiller'e ihtiyaç var mı?

Yok, illa siyasete gireceğim diyorsa, Türkiye kendisinin bu tecrübesinden faydalansın.

Mesela iktidara destek verebilir.

Biz de perşembenin gelişini çarşambadan görmüş oluruz”. 7 Haziran 2022

*

"Bütçe sonuçlarının öncü göstergesi olan Hazine nakit dengesi, Mayıs ayında 149,2 milyar TL fazla vermiştir. Özellikle bütçe gelirlerindeki olumlu performansın neticesinde, Ocak-Mayıs dönemi nakit fazlası ise 82,4 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Bu sonuçlar, uyguladığımız mali disiplinin somut bir göstergesidir.

Mali disiplinden taviz vermeden kamu maliyesindeki sağlam duruşumuzu kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz."

Siz görmek istemeseniz de Bakan Nebati, bu gerçekleri haykırmaya devam edecek. Sizin görmediğinizi bir tek o görüyorsa, bu Bakanın suçu mu? Lütfen bir sorgulayın kendinizi.

Gözlerindeki ışıltıdan, taviz vermeden uyguladığı mali disiplinden ve verdiği nakit fazlasından dolayı Sayın Bakan bir teşekkürü hak ediyor. Teşekkürler Bakan. İyi ki varsınız.

Birikiminizle bu ülkeye birkaç gömlek fazlasınız. Ama gelin görün ki bu ülke kıymetinizi bilmiyor. Nankörlük işte. Cehaletimize verin. 7 Haziran 2022

6 Haziran 2024 Perşembe

Dünya Yolculuğum Devam Ediyor

Bir yıl boyunca Trabzon'da idim. Bakım iyiydi. Sağ olsun Trabzon. 

Baktım olmayacak. Yolcu yolunda gerek dedim. Bir yolculuğa daha çıkayım istedim.

Yarından itibaren Tunceli'ye geçiyorum. Bir yıl da orada huzurlu ve mutlu bir misafirlik yapmak niyetim. Umarım Tuncelili günlerim de iyi geçer. Tunceli'nin neyi meşhur bilmem. Bildiğim bu ülke insanının hepsi misafirperver. 

Sonrasında niyetim Şanlıurfa'ya geçmek. Halilurrahman sofrası meşhurdur orada.

Sonra 64, 65... 81 plakaya kadar dünyadaki misafirliğimi şehir şehir gezinerek sürdürme niyetim var.

Tabi bu benim evdeki hesap. Ne derece çarşıya uyar bilmem. 

Bu kadar şehir, her şehirde bir yol oyalanmak da neyin nesi demeyin. 

Dünya bir handır. Ben de bu hanlardan geçen bir yolcuyum. 

Daha doğrusu birer yıldan ibaret zorunlu iskan misafirlik benimkisi. Misafirliğin bir, bilemedin üç gün olduğunu da bilirim. 

Böyle zorunlu yolculuğum, doğduğum andan itibaren devam ediyor. Çünkü doğduğumuz andan itibaren ahirete yolculuk yapıyoruz.

Bir nevi her durak bizim için misafirliktir. 

Ömrün sağlıklı, huzurlu ve bereketli geçmesini temenni etsem de öncelikli olarak niyetim, halihazırdaki Türkiye’nin en son plakası olan 81 olan Düzce'ye de misafir olmak.

Sonrasında da zaman zaman gündemde olan il sayısının artmasını beklemek. Artan ve yeni il olacak her şehirde birer yıl misafirlik yapmak. Temennim, bu ülkenin il sayısı 100'e çıksın. Ben de her ilden böyle böyle haz alayım.

Tüm bu hazları da sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir ortamda alayım. Ele, ayağa düşmeyeyim. Kimseye muhtaç olmayayım istiyorum. 

Öyle ya daha da ne isterim bu dünyadan.

61 yıldır kahrımı çeken bu dünya herhalde bir yüzü bana çok görmez. Böyle böyle dört kişinin omzunda dünyadaki ömrümü tamamlayıp ahirete yollanmak isterim. Allah ömrün de ölümün de hayırlısını versin hem bana hem herkese.

Dört kişi zor taşır demeyin. O taşıyacak dört kişi için de bir iyilik düşünüyorum. Kilo almamaya, göbek oluşturmamaya çalışıyorum. Yediğimi eritiyorum. Yürümem de bundan. O yüzden salıma yapışmaktan korkmayın.

Elhasıl kelam, bugün benim doğum günüm. Günü gününe yazdırdığını söyleyen rahmetli babam, eğer yılı yılına yazdırmış ise bugün itibariyle 62’ye bastım. Yaşayacağım bu yılın da önceki yıllar gibi sağlıklı geçmesini isterim.

Bu arada, doğum günüm dolayısıyla doğum günü mesajı gönderen e devlete, Yapı Kredi Bankasına, Google’la, sendikama, sabahın erken saatinde işlerinden vakit ayırıp mesaj gönderen ilk üç oğluma, oğullarının mesajını gördükten sonra evde kuru kuruya doğum günümü kutlayan ve doğum günümde eve misafir çağıran eşime, doğum günümü kutlamadığı halde doğum günüm dolayısıyla benden lokantada yemek bekleyen küçük oğlum tekne kazıntısına, doğum gününde bisikletine bekçilik yaptıran arkadaşıma, son dakikada mesaj gönderen köyü gün dostu Kızılay'a, ayrıca bu günümde ek dersimi yatırarak beni sevindiren okul-MEM-banka üçlüsüne çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Burada Yapı Kredi’ye bir parantez açayım. Yatan ek ders mesajı gelince miktarı öğrenmek için İnternet bankacılığına girdim. Görülmeye değer bir manzara ile karşılaştım. Gözüm yine de ek ders miktarına idi. Ama göremedim. Sağ olsun Yapı Kredi bir sanal pasta yapmış. Üzerine de yaban bir mum. Altına da “Doğum günün kutlu olsun Ramazan” yazmamış mı? Bir de mumu söndürmek için mikrofona üfle yazıyor. O değilden üfledim. Sonra nasıl söndü bilmem. Hasılı sanaldan da olsa doğum günümü pasta ile kutladım. Sağ olsun, var olsun. Bu arada Ramazan derken kırk yıllık arkadaş gibi olduğumuz da gözümden kaçmadı. 

Ülkeyi Bekleyen Muhtemel Yabancı Tehlikesi *

Bir önceki yazımda İstanbul’da bir cinayete kurban giden okul müdürü ve Çorum’da müdüre zincirle dayak atma olayına ve failleri olan Iraklılara değinmiştim. Bu yazımda da ülkemizdeki yabancılar üzerinden muhtemel tehlikelere işaret edeceğim.

 Öyle görünüyor ki yabancıların bu ülkeyi yol ve mesken edinmesi bir proje sonucu.

Yolgeçen hanı gibi bu ülkeye Ortadoğu'dan, Afganistan'dan ve Afrika'dan akın akın insanlar geliyor ve gelmeye devam edecek. Kavimler göçünün bir benzeri bu.

Belki de nüfus artışı 1,1'e düşen Türkiye'nin nüfusu bu yabancılarla katlanarak artmaya devam edecek.

Belki de böyle böyle demografik yapı değişikliği umuluyor.

Belki de bu yabancılar ucuz işçilik görülüyor. Sigortasız, kaçak ve düşük fiyata çalıştırarak üretime katkı yapıp dendiği gibi Çin gibi olacağız.

Belki de PKK ve FETÖ ile Türkiye'nin belini büküp Irak, Suriye, Libya ve Afganistan yapamadık. Ülkenin demografik yapısını değiştirerek ileride düşünülen iç karışıklığın temelleri atılıyor.

Belki de bizim insanımız, fırsatını bulunca Batı'ya göç ediyor ama ülkemiz o kadar cazibe merkezi ki 72 milletten ülkemize bakın insanlar geliyor. Sizler bu ülkenin kadir kıymetini bilmiyorsunuz. Elinizdeki nimeti tepiyorsunuz. Bakın bu ülkedeki nimetlere konmak için dışarıdan akın akın insanlar geliyor mesajı veriliyor.

Belki de Celalettin Rumi'ye atfedilen "Gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir ister Mecusi ister puta tapan ol, yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değil. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel" sözünü hatırladık. Ülkende, ister hırsız ister dolandırıcı ister düzgün ol ister meslek sahibi ol ister mesleğin olmasın. Ülkende huzurun yoksa kapımız hepinize açık, hepinize iş var burada. Buyurun gelin, başımız üstünde yeriniz var" deniyor. 

Evet bir proje ile karşı karşıyayız. Ama bu projenin müellifi kim bilmiyorum. Biz mi istiyoruz, başkası mı bize dayatıyor bilmiyorum. Ülkemizi yönetenler muhtemel tehlikenin ne kadar farkında onu da bilmiyorum. Ümit ediyorum ki bir bildikleri vardır.

Niyet okuyucusu olmasam da ülkenin bu şekil yabancılara yolgeçen hanı olması düşündürücü. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan belli. Git gide olacakları kestiremiyorum ve olup biteni hayra yoramıyorum.

Düşünsenize, daha misafirlikleri çıkmadan, bizim insanımızın yaptığı gibi cinayetlere ve şiddete başvurabiliyorlarsa, yani bu ülkenin kırk yıllık sahibi gibi davranabiliyorlarsa iyice yerleşip dal budak saldıklarında, yapacaklarını ve olacakları kestiremiyorum. Öyle ya acemilikleri bu ise ustalıkları nasıl olur?

Yabancıların bu şekil cinayet ve şiddetleri ortaya çıktıkça, Almanya’daki ırkçı, faşist Dazlakların Türklere yaptığı gibi bu ülkede de yabancı düşmanlığı baş gösterecek.

Belki de dün Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye kırdıramayanlar yarın Türk-yabancı düşmanlığını körükleyecek.

Hasılı, amacımın yabancı düşmanlığını körüklemek olmadığını anlatmaya çalıştım. Muhtemel tehlikesine işaret ettim.

Yabancıların yerinde olsam, bu ülkenin asli unsuru olmadığımı bilir, adam gibi efendi efendi otururum. En ufak şeyleri kendi bildik yöntemlerimle çözmeye kalkışmam. Kendi ülkemdeki dağ kanununu bu ülkeye getirmem. Çarşı, pazar ve işyerinde çok dikkat ve tepki çekmemeye çalışırım. Sorunumu devletin ilgili mercilerine iletirim.

Kısaca hem misafirliğimi bilirim hem de haddimi. Ev sahibime asla eziyet etmem.

*12.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bu Yabancılara Ne Oluyor Böyle? *

İstanbul'da bir özel okulun müdürü, daha önce disiplinsiz davranışları nedeniyle okuldan uzaklaştırılan bir lise öğrencisi tarafından öldürüldü. 

Bu menfur olayın üzerinden çok geçmedi. Şimdi de Çorum'dan bir dayak olayı ajanslara düştü. 

İlk olay bir lisede geçiyor. Cinayetin gerekçesi, okuldan atılan öğrencinin okuldan atılma nedenini okul müdüründen bilmesi.

İkinci olay bir ortaokulda geçiyor. Çocuk okulda fenalaşmış. Okul müdürü de ambulans çağırarak çocuğu hastaneye göndermiş. Çocuklarının hastalığını haber alan iki yakını, okula gelerek "Bize niye haber vermedin" diyerek okul müdürünü evden getirdikleri zincirle dövmüşler. Güya yakınlarını koruyor bu iki aklı evvel. Okul müdürü hastaneye göndererek iyilik yapmış. Öyle zannediyorum, ambulansa da yanında nöbetçi öğretmeni bindirmiştir. Gelip teşekkür edecekleri yerde müdürü bir güzel dövmüşler. Üstelik zincirle. İyilik yap, kötülük gör dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Herhalde müdürden bekledikleri, çocukları hastalanınca telefon açıp gelin çocuğunuzu götürün demek olmalı.

Bu ülkede sağlık çalışanları ve eğitimciler zaman zaman erten püften nedenlerle bu şekil cinayet ve dayağa maruz kalırlar. Maalesef bu ülkede bunlar oluyor. 

Vakayıadiyeden olan bu iki olayı ele almamın sebebi, cinayet ve şiddet uygulayanların faillerinin Irak uyruklu olması.

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zamanda ülkemize gelen bu Iraklılar ne ara cinayeti ve şiddeti öğrendi de bizim insanımız üzerinde uygulamaya kalkar oldu böyle? 

Bunlar cinayet ve şiddeti bizden mi öğrendiler yoksa daha önce ülkelerinde bu şekil cinayet ve şiddete imza atıyorlar mıydı? 

Belli ki Türkiye, Irak, Suriye gibi ülkeler aynı havzanın insanıyız ve birbirimize benzeriz. Bizim onlara, onların bize verebileceği bir şey yok. Kavga, şiddet, cinayet, kaba kuvvetin her türlüsü bu iklimde var. Bu yönümüz belki de genlerimizden geliyor. 

Bugün Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin kan gölüne dönmesinde, bölünmüşlük ve parçalanmışlıklarında, bugün istikrar vadetmeyen bir devlete sahip olmalarında, yaşanmaz hale gelen ülkelerini terk edip ülkemize sığınmalarında, belki de aklı bir tarafa bırakıp tüm işlerini böyle kaba kuvvetle çözmeye çalışmalarından kaynaklanıyordur. Çünkü rüzgar eken fırtına biçer misali bunlar da şiddet eke eke fırtınaya maruz kalıyorlar. 

Bu değerlendirmeyi yaparken tüm Iraklılar, Suriyeliler, Afganlar vs. yabancılar için rüzgar ekip fırtına biçiyor şeklinde bir genelleme yapamam. Çünkü hepsinin içlerinde tertemiz olan ve aklıselim kişiler de var. Bunları istisna tutuyorum. 

Ayrıca yabancı düşmanı değilim. Irkçı hiç değilim. Yabancı düşmanlığı da yapacak değilim. Yalnız bu bireysel olaylar bu şekil artarak devam ederse, muhtemel sonuçlara dair endişelerimi dile getireceğim. Iraklılardan hareketle ülkemizdeki yabancılardan bahsedeceğim. Bunu da bir sonraki yazımda ele almak istiyorum.

*10.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Futbolumuz Ne Alemde? *

Futbolla çok bir ilgim yok. Süper ligin şampiyonluğa oynayan takımlarla düşme potasındaki takımların özellikle GS'in ve Konyaspor'un sıralamasını takip ederim. Bunun dışında bir merakım yok.

Birkaç defa evde zorunluluktan şampiyonlar liginin bazı maçlarına baktım. Oynanan oyun ve başa baş mücadeleler bir seyir zevki verdi bana. 

Yabancıların oynadığı bu maçları görünce niye benim ülkemde böyle futbol yok diyorum. Niye benim ülkemde Real Madrid gibi oynayan ve her sene Şampiyonlar liginde final oynayan, kupaya doymayan ve kalitesi hiç düşmeyen takımımız yok diyorum. Real Madrid çok mu köklü kulüp, başarısı buna mı bağlı diye bakıyorum. Bizim üç büyükler gibi 1900'lü (1902) yıllarda kurulmuş. Fakat Real Madrid nerede, bizimkiler nerede? Real Madrid olmuş bir marka. Ününü duyurmuş dünyaya. Bizimkilerin ünü ise ülke sınırlarını aşamamış. Sadece GS'in UEFA ve Süper kupası var. Bunun da arkası gelmedi.

Neyi eksik bizim ülke takımlarının, marka olmuş ve her yıl şampiyonlar liginde yer alan takımlardan? Onlarda da yabancı teknik direktörler var, bizde de. Onlarda yabancı futbolcular var, bizde de. Süper ligdeki kulüplerin yerli ve yabancı futbolcularına baksak, bizim ligimizde oynayan yabancı futbolcu sayısı yerli futbolcudan daha çok. FB ve GS'de doğru dürüst yerli futbolcu yok. 

Başka ülke kulüpleri yabancı futbolcuya para veriyor ve karşılığını alıyor. Bizde ise ülke adeta yabancı futbolcu cenneti. Maalesef karşılığı yok. 

Başka ülke kulüplerinde futbolcu transferinde gelir gider dengesi varken bizimkiler borç batağı içinde.

Başka ülkeler, geleceği olan genç futbolcuları alıp faydalandıktan sonra futbolcunun jübile zamanı yaklaşınca elden çıkarıyor, bizimkiler jübilesi gelmiş futbolcuları havada kapıyor. Biz bize gelenlerden doğru dürüst para kazanmadan jübilesini yapıyoruz. 

Başka ülkeler alırken de kazanıyor, satarken de. Biz ise dünyanın parasını verip transfer ediyoruz. Elimizde kalıyor. Yani ölü yatırım yapıyoruz. Sonra da borcu çevireceğiz diye dokuz takla atıyoruz. 

Yaşlı yabancı ağırlıklı ligimizin ne kalitesi var ne de dışarıda başarımız. İstisnalar hariç ne aldığımız futbolcudan kazanıyoruz ne de futbolcuyu satarken. Kulüplerimiz de ülke bütçesi gibi borçla yaşıyor. Daha doğrusu borcun faizini ödeyip duruyor. 

İyi de Türkiye ligi dışında gözle görülür bir başarı elde edemiyorsak, bizim bu takımlar ne için var? 

Başka ülkelerin kulüpleri de çoğunlukla yabancı futbolcu transfer ediyor ama bu ülkelerin milli takımları da başarılı. Çünkü o ülkelerin futbolcuları da başka ülkelerin takımlarında oynuyor. Bizim takımların eme yarar bir başarısı yok. Milli takımın da bir başarısı yok. 

Bizim kulüplerde yabancı futbolcu gani iken bizim başka ülkelerde oynayan futbolcu sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor. Oynayanların çoğu da yabancı kulüplerin alt yapısından yetişmiş.

Hasılı her alanda olduğu gibi bir oyun olan futbolu da beceremiyoruz, ağzımıza ve yüzümüze bulaştırıyoruz. Başkası oyunu kuralına göre oynuyor. Bizimki de dostlar alışverişte görsün türünden oyun.

Sahi bizim neyimiz iyi ki futbolumuz iyi olsun. Öyle değil mi?

*14.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Haziran 2024 Çarşamba

Huzur ve Mutluluğun İlacı

Ömür dediğimiz bir beklenti, umut  ve hayal kırıklığı ile geçiyor dense yeridir.

Küçüksün. Birçok şeyleri yapmaya gücün yoktur. Tüm yapamadıklarını yapmak için ah bir büyüsem dersin. 

Büyüyünce keşke büyümeseydim dersin. Çünkü büyüdükçe hayatın tüm yükleri ve sorumluluğu biniyor üstüne. Sorumluluk arttıkça hayatın bir anlamı kalmıyor ve hep çocukluğunun özlemini çekersin.

Evliliğe büyük umut bağlarız. Nikahta keramet var. Evlilikte şöyle bir hayatım olacak, böyle mutlu olacağım dersin. Adeta tüm dertlerimiz bitecek.

Evlenirsin. Evlilik umduğun gibi çıkar ve beklentilerine cevap verirse, keyfine diyecek yoktur. Tüm mutluluklar senindir. Ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman hayal kırıklığı yaşarsın.  

Bu aşamadan sonra kendinize ve eşinize hayatı zehir ederek  evliliği devam ettirirsin. Bu durumda ömrün bu dertle geçecek. Ayrılma yoluna gidersen, umulan mutluluk yakalanabilecek mi? Eskiyle bağını koparabilecek misin? Hele bir de çocuk varsa.

Bir takımı tutuyorsun. Yıllardır her yolu deneyip şampiyon olamıyor. Dünyanın parasını verip dünyaca ünlü bir hoca getirip takımı emanet ediyorsun. Hocaya çok güveniyorsun. Çünkü gittiği her takımı şampiyon yapmış, birçok kupayı çalıştırdığı takımların müzesine götürmüş. Kurtuluşunuz bu hoca artık. 

Hoca, beklentiye cevap verirse ne âlâ. Zevkten dört köşe olunur. Ya işler beklendiği gibi gitmezse, ortaya büyük bir hayal kırıklığı çıkar. Çünkü o kadar ünlü hoca da derdinize çare olamamıştır. Saçtığın büyük para da cabası.

Ülkenin sıkıntısı çoktur. Ah biri gelse de bizi bu dertlerden kurtarsa. İşte şu bizi kurtarır dersin. Desteğini verirsin. O gelen biri beklentilerine cevap verirse tüm dertlerin biter. Ama ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman yaşanacak olan bir hayal kırıklığıdır.

Çocuğunuz vardır. En iyi okul en iyi hoca en iyi muhit arayışına girersin. Çocuğunun iyi bir şekilde yetişmesi için saçını süpürge edersin. Çocuğun başarırsa o okul o hoca o muhit bir numaradır. Tersi çıkarsa yine hayal kırıklığı yaşarsın.

Örnekleri çoğaltabilirim. Bence fazlasına gerek yok. Tüm bu örneklerden ortaya şu çıkıyor ki yaşadığımız hayat hep bir beklenti bir umut bir mutluluk bir kurtuluş ve hayal kırıklığından ibarettir.

Hayal kırıklığı yaşamamak için hiçbir şeyde fazla beklentiye girmemek, çok umut bağlamamak, azla ve mevcutla yetinmeyi bilmek, azla mutlu olmak, olana rıza göstermek ve kimseyi, hiçbir şeyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü ne kadar beklenti o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar umut o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar mutluluk o kadar hüsrandır. Ne kadar kurtarıcı peşinde koşmak insanı o kadar yorar, bitap düşürür ve gittikçe insanlara güveni yok eder.

Kısaca, ne kadar az beklenti o kadar çok mutluluktur. Ne kadar az umut bağlamak, insana az hayal kırıklığı yaşatır. Kimseyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü kimse de sihirli değnek yoktur. Ayrıca her kurtarıcı önce kendisini ihya eder ve kendisini kurtarır. Kendisi beş kazanmadan sana zırnık koklatmaz.

Hasılı beklentisi olmamak, çok şeye ve her şeye umut bağlamamak, kimseyi kurtarıcı görmemek, insanın kurtuluşudur. Özellikle kurtarıcılardan kurtulmak, onlarda bir hikmet aramamak, bizi bu kurtaracak beklentisine girmemek, en büyük mutluluktur. Bu mutluluk ise yaşanacak hayal kırıklığından iyidir.

Belki de bunların da ötesinde hayatın her alanında, kişilere bağlı olmadan, işleyen bir sisteme sahip olmak, mutluluk ve huzurun yegane kaynağıdır. İşleyen bir sistem yoksa her şeyin sonu hüsrandır vesselam.