2 Haziran 2024 Pazar
Zararlı Yiyecek ve İçeceklerde Devletler Ne Kadar Samimi?
Fener Cumhuriyeti
Fenerbahçe'nin başkanları eliyle yönetim anlayışını
görünce, içimden Fener Cumhuriyeti geçti ve başlıkla bir yazı yazayım dedim. Bu
ifadeyi benden önce kullanan var mı diye sanal aleme bir göz attım. Yalçın
Doğan kullanmış ilk defa. Üstelik 1989 yılında Fenerbahçe Cumhuriyeti adıyla
bir kitap bile çıkarmış. Yalçın Doğan bu ismi kullanırken bu kulübün devletin
birçok kurumundaki nüfuzuna atfen kullanmış.
Fenerbahçe'nin niçin cumhuriyet
olduğuna gelmeden önce FB hakkında birkaç kelam etmek isterim.
Kuruluşundan bu yana 120 yıl
geçmiş. Köklü bir kulüp. Ligin BJK, GS gibi olmazsa olmazıdır. Geçmiş tarihi
başarılarla doludur. Özellikle GS ile rekabeti, derbi maçları görülmeye değer.
Ayrıca Türkiye'nin her bir yerinde taraftar kitlesine sahip. Yakın zamana
gelinceye kadar GS'den fazla taraftara sahip iken son yıllarda taraftar
yönünden GS FB'yi geçti. Yine BJK ve GS'ye göre kupa ve başarı çıtası yüksek
iken başarıda son yıllarda GS'in ardına düştü. Diğer branşlarda başarısı hala
devam etse de futbolda GS'in gerisinde kaldı.
Bu yönetim anlayışıyla devam ettiği
müddetçe kanaatim FB daha da geriye gidecektir. Çünkü kulüpten ziyade
başkanlarının elinde bir oyuncak bu kulüp.
Başkanlarının yönetim tarzı ise
adeta bir cumhuriyet. Yalçın Doğan devletteki nüfuzu dolayısıyla bu ismi vermiş
olsa da benim Fener Cumhuriyeti ile kastım, bir cumhuriyetten ziyade Doğu
toplumlarındaki yönetim anlayışına dikkat çekmektir.
Gerçekten Fenerbahçe diğer
kulüplerden farklı olarak farklı bir yönetim tarzına sahip. FB'deki yönetim
anlayışını anlamak için GS kulübünün yönetim anlayışını göz önünde
bulundurmakta fayda var.
Her ikisi de köklü bir kulüp
olmasına rağmen GS'de işleyen bir sistem var. Seçimler kavgasız, gürültüsüz,
sessizce yapılır. Tüm toplantı ve açılışlarda tüm eski ve yeni başkanları bir
arada görmek mümkün. Başkanları çok uzun dönem başkanlık yapmaz. Kulüp
açıklamalarında başkan ön planda değildir. Görev taksiminde bu yetki kimde ise
açıklamayı o yapar. Kısaca GS'de bir yönetim kültürü var. Her bir yönetici GS başarısı
için kenetlenmiş durumda.
FB'de ise zengin başkanların sözü
geçer. Hep başkanlar ön plandadır. Kulüpten ziyade başkanları konuşulur.
Koskoca FB tek kişiden ibaret dense yanlış olmaz. Eski ve yeni başkanlar
birbirleriyle kanlı bıçaklı gibidir. Gelen başkan kolay kolay gitmez. Ardı
arkasına defalarca seçilir. Başkan, kulübü arkasına alarak kurum ve kişilerle
kavgaya tutuşur. Kah takımı ligden çekmeye yeltenir kah kupa maçına çıkmaz. Hak
arıyorum diyerek adeta gerilimden beslenir. Başarısızlıklarını başarı gibi göstermede
çok mahirler. Yaptıklarını ve başarılarını insanların kafasına vura vura anlatırlar.
Bu başkanlarda GS fobisi ve GS çekememezliği had safhada. GS’in başarısı arttıkça
GS kompleksi ve nefreti ön plana çıkıyor. GS istediği kadar kupa ve şampiyonluk
kazansın. Bir GS’i yenmek onlar için her şey. GS’i nasıl yendiklerini anlatır dururlar.
Gördünüz, nasıl yendik. Gerçek başarılı biziz derler. Bunların durumu 1.Dünya Savaşından
mağlup çıkan Osmanlı’nın ve devamı Türkiye’nin, savaşın içindeki Çanakkale Muharebesindeki
başarısıyla övünmesine benzer. Olgulardan ziyade algılarla kulübü yönetirler ve
hep gündemde kalmayı çok severler ve bu alanda çok başarılılar. Başkanlarında diğer
kulüpleri özellikle GS’i küçümseme var. Konuşma üslupları çok bozuktur. Biz büyük
bir kulübüz. Herkes bize saygı duyacak. Başarımızda takoz olmayacak anlayışı hakim.
Gelen her başkan başarıya susamış olarak gelir. Birden başarı
gelsin ister. Başarı için takımı aşağı yukarı her yıl yenilerler. Her sezon dünya
kadar para harcarlar. Kulübün para sorunu yok. Çünkü başkanları zengin. Parayı bastıran
kulübe başkan oluyor ve düdüğü hep o çalıyor. Astığım astık, kestiğim kestik diyor.
Sonuç, bu yönetim anlayışıyla FB başkanları eliyle küçültülüyor.
Gittikçe başarıdan uzaklaşıyor.
FB köklü geçmişini ve başarısını devam ettirmek istiyorsa ilk önce Doğu toplumlarının yönetim anlayışı olan tek adam yönetiminden vazgeçmeli. Bu konuda en büyük ezeli rakipleri GS’in yönetim anlayışını benimsemelidir. Parası çok zengin başkanlardan kurtulmalıdır. Nasıl ki para tek başına saadet getirmiyorsa gördüğünüz gibi başarıyı da getirmiyor.
1 Haziran 2024 Cumartesi
Zararına Kermes (2)
Günler
geçti, haftalar geçti. Öğretmenler odasında öğretmenler birbirine kermeste ne
kadar kazanıldı sorusunu sordu. Kimse bir şey bilmiyordu. Odaya gelen müdür
yardımcılarına soruldu. Söylemeyiz dediler. Israr üzerine zarar ettik dedi biri.
Yani başı çekeni. Kermesten zararı duyan kulak kesildi. Şaşırdı. Herkes küçük
dilini zaten tutmuştu. Sıra gelmişti büyük dili yutmaya.
Ardından
yılların duayen müdürü geldi odaya. Ona da soruldu piknikten elde edilen kar. O
da miktar söylemedi. Zararı tescil etti. Şu tarihi cümleyi sarf etti:
Arkadaşlar, şu anlaşıldı ki ortaokullarda kermes olmuyor, gitmiyor. Bir daha da
yapmayacağız dedi.
İyi
de okulda iki bin öğrenci var. Bu demektir iki bin müşteri. Mahalleli de geldi,
öğrenci velileri de. Öğretmenler yaptıkları görevden para almadı. Gözleme yapan
kadınlar da. Yiyecek ve içecek öğrencilerden geldi. Ücret ödenmedi. Evinden bir
şey getiremeyecek öğrenci de 15 lira para getirdi. Okul masraf etse etse
plastik tabak, çatal ve bardak masrafı yapmıştır. Gözlemenin içine ve
tereyağına para vermiştir.
Hasılı
okul yönetimi dışında şaşkınlık had safhadaydı. Ne olup bittiğini de okul
idaresi devlet sırrı gibi sakladı. Bu ekip kermesten zarar eden okul olarak
tarihe geçti. Yüzleri de kızarmadı. Halbuki daha kermes biter bitmez bir ekip
parayı sayar, masrafı çıkarır. Kermesten elde edilen net geliri tutanak altına
alır ve bunu okulun kapısına asar. Öğretmenlere de WhatsApp aracılığıyla duyururdu.
Sonra
sonra olup biten yavaştan yumurtlandı. Meğerse, öğrencilerden birkaçı sahte
bilet basıp satmış.
Biletle
alışveriş yapan, alacağını almış, biletini oraya koymuş. Ardından gelen bazı
öğrenciler de oraya bırakılan biletleri o hengamede alıp aynı biletle tekrar alışveriş
yapmış.
Müdür
yardımcısı baklavacıdan tepsi tepsi baklava satın alıp satışa sunmuş. Yalnız
baklavayı bir yanlış hesapla aldığından daha ucuza vermiş. Örnek, altmışa aldı
ise yirmiye vermiş. İnsanlık hali hepimiz yapabiliriz böyle küçük hatalar.
Siz
gördünüz mü böyle zarar eden kermesi hiç. Görmedi iseniz kısaca benden duymuş
olun.
Yıllar
önce başımdan geçen bu kermesi unutmuşum. Geçen gün bir kurumda çalışan bir
arkadaşı arayıp yanına iki arkadaş geleceğimizi söyledik. Yoğunsan sonra
gelelim dedik. Önce yoğunum dedi. Ardından telefonla arayarak haydi gelin dedi.
Öğle
arası yoğunluğu da kurumun yakınında bir okul varmış. O okulda çocuğu varmış
amirin. Okul kermes düzenlemiş. Bunları da çağırmış. Arkadaş, amirine, siz
gidin, benim misafirim gelecek demiş. İşte bu okul kermesi düzenleyen. Daha
doğrusu geçmişte düzenlediği kermesten zarar eden okul. Şimdi yönetim değişince
okul yeniden kermes düzenlemiş. Okulun adını duyunca o okul kermes yapmaya
başlamış mı? Halbuki zarar ediyordu kermesten dedim. Kermesten zarar edilir mi
abi dedi. Edilmez ama ben yaşadığımı bilirim. İnşallah yeni yönetim de zarar
etmez dedim.
Neyse
can sıkıcı bu kermes anımı sonlandıralım. Güya o kadar satışı gören öğretmenler
sevinmişti. Öğrenciyi sınav yapmak için artık öğrenciden para toplamayacaktık.
Çünkü okulun parası çok olacaktı bu kermesle. Benim gibi kimileri de öğrenciden
para toplamaktansa kendi cebinden harcamıştı fotokopi parasını.
Fotokopi
parası derken bu okul yönetimi okulun fotokopisini çekecek maaşlı birini bulmuştu.
Bu kişi de okul aile birliği yönetiminden biri imiş. Öğretmenler kaç fotokopi çekiyorsa,
görevli kadına parasını veriyordu. İnşallah okul, makinesini kiraladığı firmanın
ve fotokopi çekmek için görevlendirdiği kişinin ücretini karşılayarak zarar
etmemiştir.
Okul fakir miydi? Zengin muhittin öğrencisi fakir olur mu? Üstelik okulun kantin geliri vardı. Emsal kantinler, iki- üç bin lira iken bu kantinin aylık kirası 12.500 lira idi. Üstelik okulun bir de salon geliri vardı. Ama sermayesi bedava olan kermesten zarar eden bir okul yönetimi için salon ve kantin geliri dişlerinin kovuğunu bile doldurmaz. Öyle değil mi?
Zararına Kermes (1)
Çarşı,
pazarda ve okulların bahçesinde yılın belli aylarında bir veya birkaç kermesin düzenlendiğini
görürsünüz. Belki de katılmışsınızdır. Çünkü kermes herkese açık olduğu gibi
davetiye yoluyla katılım durumları da söz konusu.
Kermeste
satışa sunulanlar genellikle gönüllüleri eliyle karşılanır. Hummalı bir şekilde
görev yapanlar da bu işi ücretsiz yaparlar. Çünkü düzenlenen yer yararına bir
kermes bu. Elde edilen para da o kurumun giderine harcanır.
Kermese
alışverişe gelenler de harcama yaparken fiyat hesabı yapmaz. Çünkü hayır işi
söz konusu.
Kısaca
vakıf, dernek veya okul yararı olup da düzenlenen bir kermeste zarar etme söz
konusu olamaz.
Bu
genel açıklamaların ardından, katıldığım bir kermesi anlatacağım. Bakalım benim
katıldığım bu kermes zarar mı etmiş, kar mı, bunu hep birlikte görelim.
Katıldığım
kermes okul kermesi. Okul ikili öğretim yapan bir ortaokul. Okul zengin bir
muhitte. Okulun öğrenci nüfusu da iki binin üzerinde. Fakir öğrencinin yanında zengin
aile çocuğunun sayısı da çok.
Yüzden
fazla öğretmen görev yapıyor.
Dört,
beş rehber öğretmen, dört müdür yardımcısı ve müdürden ibaret kermese günler
öncesinden hazırlıklar yapıldı.
Evden
getirilecekler için öğrenciler görevlendirildi. Evinden bir şey getirmeyecek
olan öğrencilerden 15 lira para toplandı.
Alışveriş
için bilet bastırıldı. Biletler sınıf öğretmenlerine verilerek bir hafta on gün
öncesinden öğrencilere satışa sunuldu. Öyle ya o kadar kalabalıkta bir de para
işiyle uğraşılmayacaktı.
Gözleme
yapacak öğrenci anneleri ve yeri de belirlendi.
Kermeste
her bir öğretmene görev verildi. Aşağı yukarı her bir satış reyonunun başında
görevli öğrencilerle birlikte birer ikişer öğretmen de görevlendirildi.
Bana
da bir arkadaşla beraber kermes günü bilet satma görevi verildi.
Biletler
bastırılıp kermesten önce satışa sunulduğunda eline bileti alıp yanıma gelen
bir öğrenci, "Hocam, bu biletlerin sahtesini biri basabilir"
dediğinde, bunu yapsan yapsan sen yaparsın deyip gülüşmüştük.
Biletlerin
beheri sanırım o zamanlar bir TL idi.
Sabahın
erken saatinde okulun girişindeki güvenlik kulübesine bilet satmak için
arkadaşla oturduk. Sabahtan, öğle nöbeti diğer bilet satıcılarına devredinceye
kadar nefes almadan bilet sattık. Çünkü gelen veli, gelen öğrenci ilk iş olarak
bilet satın aldı. Görevi teslim etmeden önce ne kadar bilet kaldığını ne kadar
nakit olduğunu sayarak teslim ettik.
Kermeste
yok yoktu. Ne satacağı görevi verilen öğretmen cebinden para vererek
toptancılardan yiyecek bile almıştı.
Gözleme
yapan kadınlar gözleme yetiştiremedi. Gözleme isteyen sıra bekledi. Hoş
gözlemelerin çoğu müdürün odasındaki protokole gitti ama neyse. Müdürün odası enfes
yiyeceklere donatılmıştı sabahtan. Protokol belki üç beş kuruş atmıştır. Elleri
yağlı olunca belki elini cebine atamamıştır.
Tüm
satış yerlerinin olduğu yer alışveriş yapan öğrenciden geçilmedi.
Sabahtan
akşama kadar devam eden satış nihayet günün inmesiyle birlikte sona erdi.
Herkes kazancını okul idaresine verip evinin yolunu tuttu. Görevini bihakkın
yerine getirmenin mutluluğuyla güzel bir uyku çekti. (Devam edecek)
FB'yi Bekleyen Son
Ellerinde, bütün istatistikleri alt üst etmiş,
Bütün rekorları kırmış,
Ezeli rakiplerini hep yenmiş,
En az yenilgi almış,
Deplasmanda hiç yenilgi
almamış,
En fazla gol atmış,
Şampiyonu kendi sahasında bir
eksikle yenmiş,
Bu skorla şampiyonluk kutlamasını
bir hafta ötelemiş, standların kurulmasını engellemiş
Ve şampiyon olmuş kadar önemli bir
başarı elde etmiş,
"Gönüllerin şampiyonu" ve
"Gerçek şampiyon" olmuş, bu şampiyonluğu şerefsizlere,
hırsızlara göstermiş bir takım, bir teknik ekip, bir başkan varken,
FB'nin kendi evladı mevcut teknik
direktörü ile yolları ayırıp Mourinho ile anlaşması anlaşılır gibi değil.
Bu teknik direktör değişiminden
anlaşılıyor ki FB yönetimi söylediklerine inanmamış.
Öyle ya başarılı bir takım ve
teknik ekip varken bu arayış niye değil mi?
Geçmişte kurşunlanmış, her
geldiğinde şampiyonluk dışında başarılı olmuş, şampiyon olamamasına rağmen
kırılması zor rekorlara imza atmış başarılı bir teknik direktörün ardından
Mourinho, İsmail Kartal'ın altında ezilmeyecek mi?
Öyle ya başarılı bir teknik
direktörün ardından gelen, öncekinin başarısı altında ezilir. Anlatıldığına
göre Mourinho kendini ispatlamış, birçok kupa kazanmış bir teknik direktör ama
görünen o ki İsmail Kartal'ın rekorları yanında vasat kalacak.
Bakalım dünya para vererek
getirecekleri Mourinho, kendi rekorlarına kendini inandırmış bir İsmail
Kartal'ın rekorlarını egale edebilecek mi?
Bekleyip göreceğiz.
Kanaatim odur ki yeni teknik direktörle birlikte FB belki şampiyon
olur ama Kulüp büyük borç batağı altına girer. Muhtemel borcun altından bu kulübü
zengin başkanları nasıl ayakta tutar, hep beraber göreceğiz.
Görünen o ki bu tarihi ve köklü kulüp kendi egolarını tatmin eden ve reklamlarını yapan zengin başkanlarının elinde
şamar oğlanı olmaya devam edecek. Böyle böyle bu Kulüp sıradan bir takım olmaya doğru gider.
29 Mayıs 2024 Çarşamba
Bir Otostopçu ile Elli Dakika (4)
Ağa olmasam da zamanında böyle bir teklif yapmıştım. Teklifle
de kalmadım. Verdim:
Ortaokul veya lisede öğrenciyim 80’li yıllar. O zamanlar ilçe
değildi Güneysınır.
Bizim Karasınır’ın otobüsleri öğle oldu mu Konya’dan hareket
ederdi. Biz de akşamüstü Karaman otobüslerinden bilet alır, Karasınır’a on km.lik
mesafede inerdik. Ondan sonra kah sırtında kah elinde, içi kirli valizi yayan yapırdak
yürür dururduk. O zamanlar tekerlekli valizi nerede bulacaksın. Varsa da semtimize
uğramazdı. Kaç defa yürümüşlüğümüz var elimizde ağır valizle bu on kilometrelik
yolu.
Bazen tek tük araç gelirdi. Ama el kaldırmazdık. Çünkü cepte
beş kuruş para kalmazdı. Zaten öğrenciyiz. Olan parayı da son kuruşuna kadar Karaman
otobüslerine verirdik.
Bazen yalnız olurdum bu yolda bazen bir arkadaş.
Kendi halimde yürürken bazen arkadan gelen bir araba biz el
kaldırmadan durur, alırdı bizi.
Yine bir gün Karaman otobüsünden indim. Elimde valiz yürüyorum.
Ara ara arkaya bakıyorum gelen araba var mı diye. Çünkü cebimde bu sefer bir yirmi
vardı ama o zamanlar o para 20 bin miydi yoksa 20 milyon muydu bilmiyorum.
Baktım, bir kamyon geliyor. Hiç yapmadığımı yaptım. Bu cesaret
herhalde cebimdeki paradan olmalı.
Kamyon durdu. Kabinde yer yoktu. Kamyoncu da simaca tanıdık
geldi. Ayakkabıcı amcaoğlunun dükkanında yaz dönemlerinde birkaç defa görmüştüm.
Kamyonun üstüne binersen bin dedi. Olur dedim. Güç bela valizi
kamyona attım. Ardından ben bindim.
Karasınır’da indim. Şoföre, teşekkür ettim. Borcum ne kadar
dedim. Ne verirsen ver dedi. Elimi cebime atarak son kurşunu uzattım. Buyur dedim.
Bu fazla. Bozuk yok mu dedi. Yok dedim. Ne yapacağız ya dedi. Al fazla olsun. İşimi
gördün dedim. Aldı. O yoluna devam etti. Ben ise son sermayem olan son kurşunun
elden gitmesinden dolayı herhalde bir güzel ağırlık hissetmişimdir.
Birkaç gün sonra ayakkabıcı amcaoğlunu dükkanında ziyaret ettim.
Hoşbeşten sonra ne zaman, nasıl geldiğimi sordu. Şu gün geldim. Karaman otobüsleri
ile yolda indim. Bu tarafa da bir kamyona bindim. O şekilde geldim dedim. Tanıdık
mı kamyoncu dedi. Sizin burada görmüşlüğüm var. Sanırım falan köylü olmalı. Şöyle
biri dedi. Tarifinden şu köylü, bu olmalı dedi. O bizim tanıdık. Gelir laflarız
dedi. Ardından para aldı mı dedi. Yok mok dedim ise de amcaoğlu, doğru söyle dedi.
O istemedi de ben verdim. Almak istemedi. Zorla verdim dedim. Miktarı da söyletti
bana.
Aradan birkaç gün geçti. Yine amcaoğlunu ziyaretteyim. Al şu
paranı dedi. Ne parası dedim. Kamyoncuya verdiğin para dedi. Nasıl aldın dedim.
Dün uğradı. Geçen gün 20/bin/milyon parasını aldığın kişi benim amcamın oğlu. Nasıl
alırsın ondan? Ver şu parayı demiş. Sağ olsun benim son kurşunumu geri almış bu
şekil. Kaybettiğim eşeğimi yeniden bulmuş gibi oldum. Bir sevindim bir sevindim.
Sormayın.
Gördüğünüz gibi benim de yine bu yolda, zamanın behrinde otostopçuluk
yapmışlığım var. Her ne kadar nakliye parası versem de ve bu otostopçuluk bana pahalıya
patlasa da amcaoğlu sayesinde sermayemi geri aldım. Siz siz olun, otostopçuluk yapandan
para falan ne umun ne de isteyin. Otostopçuluk yaptığına göre vardır bir derdi.
Neyse biz gelelim tekrar otostopçu Ali’ye.
Namı diğer Siverekli Ali ile arabada 50 dakika böyle hasbihâl ettik. Hoşsohbet biriydi
bu arada. Araya benim eski defterler girince hoşsohbetin içine ettim gördüğünüz
gibi.
Sonunda Ali gitti geri yoluna, biz gittik yolumuza. Ali'nin
başka da akıbetini bilmiyorum.
İstedim ki bu anekdotu yazıp paylaşayım. Ülkemdeki insan manzaralarından bir kesit sunayım. Daha böyle ne kesitler ne hayatlar var bu ülkede, kim bilir...
Bir Otostopçu ile Elli Dakika (3)
Üçüncü evliliği de düşünüyor musun dedim. Düşünüyorum da
şimdilik değil dedi. Niye dedim. Evlilik iyi bir şey değil. Ama nüfus için
evlenirim dedi. Çok çocuğum olmalı. Biz de hem hasım eksik olmaz hem de Türkler
çok çocuk yapmıyor. Onlar askere fazla çocuk gönderemiyor. Biz daha çok
gönderiyoruz. Bize terörist diyorlar ama biz terörist değiliz. Askerlik yapacak
çocuklar büyüteceğiz. Terörist olmadığımızı da göstereceğiz dedi.
Nereye gittiğini sorduk. Siverek'e
gidip gelecekmiş.
Ailen burada imiş. Tek başına ne iş
dedik. Benim hanımın biri orada. Onun yanına gidiyorum. Biri de burada
dedi.
İki hanım arasında kıskançlık
oluyor mu dedik. Kaçırdığım dayımın kızı çok kıskanç. Ama sorun yok. Evde biri
sağımda, diğeri solumda yatar. Bir şey de diyemezler. Çünkü ben öyle istiyorum dedi. Ben
kazara iki evlensem, yalarsan şayet, biriniz sağımda, biriniz de solumda yatacak,
itiraz yok desem, en hafifiyle tavayı başıma yerim. Kafam önemli değil de tavalar
da pahalıdır bu aralar.
Böyle laflara laflaya Konya'ya
girdik. Yakıt için bir petrole girdim. Yakıt dolarken yanımdaki arkadaş, şimdi
biz Ali'yi indirdikten sonra Karaman'a geri döneceğiz değil mi dedi şakasından.
Ben de öyle dedim. Benim için mi geldiniz. Bileydim binmezdim dedi Ali. Yok
yok. Biz de Konya'ya gidiyorduk dedim.
Karaman yolundan çevre yolu
kavşağına yaklaşırken Ali'ye bir telefon geldi. Konuştular karşılıklı.
Seni nerede bırakalım demeye
kalmadan, ben ineyim dedi. Hayırdır, Siverek'e gitmekten vaz mı geçtin dedik.
Hasımlar Güneysınır'da görülmüş.
Onu haber verdiler. Belki bir şey yaparlar. Yanlarında bulunmam lazım
dedi.
Boşuna söylememiş, biz isimsiz
yaşarız hasımsız yaşamayız diye.
Buradan nasıl gideceksin demedim.
Otostopla gelen, karşı yola geçerek tekrar otostopla geri döner gayri. Nasılsa
bu işin yolunu ve yordamını öğrenmiş.
Burada mı indireyim dedim. Şu polis
çevirmesini geçince. Şimdi burada insem, polis bir şey var sanır dedi. Bizden
de dikkatli maşallah.
Polis önümüzdeki beş altı aracı
durdurdu. Bize geç dedi.
Geçince, arka sağ, makam koltuğunda misafir ettiğimiz Ali'yi indirdik. Sağ ol dedi mi, hatırlamıyorum. Demiştir. Demese de önemli değil. Ağalığını da görmedik. Hoş ağalığı da sökmezdi ama yine bir teklif fena olmazdı. (Devam edecek)