2 Haziran 2024 Pazar

Zararlı Yiyecek ve İçeceklerde Devletler Ne Kadar Samimi?

Üç beyazdan sakının derler ısrarla. Bunlar: tuz, şeker ve un. Nasıl sakınacaksın. Çünkü üç beyaz bu hayatın olmazı. İçimiz, dışımız bunlardan ibaret. 
Tuzsuz yemek pişmez. Pişirilirse de o yemeğin tadı ve lezzeti olmaz. Yavan bir yemek olur. Tuzsuz yemeğin belki de en büyük faydası yemeğin tadı ve lezzeti olmadığı için insan yemeği iştahla yiyemez. Bu da kilo vermek için birebirdir.
Şeker her türlü tatlının olmazsa olmazı. Tatlıyı ise sevmeyenimiz yok. Bulursak iştahla yeriz. Bulamazsak, canım tatlı çekti, olsa da yesek deriz.
Un ise ekmeğin ana maddesi. Ekmeksiz sofra olmaz ve onsuz karnımız doymaz. Pilavı bile ekmekle yeriz. Ayrıca börek çörek, simit, poğaça, etlipide ve etliekmek gibi hamur işi yiyecekler bizim için vazgeçilmez.
Hasılı sakının. Çünkü çok tehlikeli denen üç beyaz ile ilgili ne kadar uyarı yapılırsa yapılsın, günlük en fazla tükettiğimiz üç tehlikeli şey.
Anlamadığım madem bu kadar tehlikeli. O zaman bu üç tehlikeli şeylerin alternatiflerini şimdiye kadar çoktan bulmamız gerekirdi. Bulamıyorsak, ya sesimizi çıkarmayacağız, herkes yemeye devam edecek ya da bu üçlünün üretimini kaldıracağız. Öyle piyasaya sürüp de sakının demek iş değil.
Aynı şekilde zararlı dediğimiz tütün ve sigaranın üretim ve satışına izin veriyoruz. Sonra da içmeyin, zararlı diyoruz. Hatta içki ve sigara ile mücadele için Yeşilay'ı kuruyoruz.
İçki ve türevleri de böyle. Üretimi ve satışı serbest. Ama içmeyin, zararlı deniyor. Bunlardan yüksek vergi bile alınıyor. 

Fener Cumhuriyeti

Fenerbahçe'nin başkanları eliyle yönetim anlayışını görünce, içimden Fener Cumhuriyeti geçti ve başlıkla bir yazı yazayım dedim. Bu ifadeyi benden önce kullanan var mı diye sanal aleme bir göz attım. Yalçın Doğan kullanmış ilk defa. Üstelik 1989 yılında Fenerbahçe Cumhuriyeti adıyla bir kitap bile çıkarmış. Yalçın Doğan bu ismi kullanırken bu kulübün devletin birçok kurumundaki nüfuzuna atfen kullanmış. 

Fenerbahçe'nin niçin cumhuriyet olduğuna gelmeden önce FB hakkında birkaç kelam etmek isterim. 

Kuruluşundan bu yana 120 yıl geçmiş. Köklü bir kulüp. Ligin BJK, GS gibi olmazsa olmazıdır. Geçmiş tarihi başarılarla doludur. Özellikle GS ile rekabeti, derbi maçları görülmeye değer. Ayrıca Türkiye'nin her bir yerinde taraftar kitlesine sahip. Yakın zamana gelinceye kadar GS'den fazla taraftara sahip iken son yıllarda taraftar yönünden GS FB'yi geçti. Yine BJK ve GS'ye göre kupa ve başarı çıtası yüksek iken başarıda son yıllarda GS'in ardına düştü. Diğer branşlarda başarısı hala devam etse de futbolda GS'in gerisinde kaldı. 

Bu yönetim anlayışıyla devam ettiği müddetçe kanaatim FB daha da geriye gidecektir. Çünkü kulüpten ziyade başkanlarının elinde bir oyuncak bu kulüp. 

Başkanlarının yönetim tarzı ise adeta bir cumhuriyet. Yalçın Doğan devletteki nüfuzu dolayısıyla bu ismi vermiş olsa da benim Fener Cumhuriyeti ile kastım, bir cumhuriyetten ziyade Doğu toplumlarındaki yönetim anlayışına dikkat çekmektir. 

Gerçekten Fenerbahçe diğer kulüplerden farklı olarak farklı bir yönetim tarzına sahip. FB'deki yönetim anlayışını anlamak için GS kulübünün yönetim anlayışını göz önünde bulundurmakta fayda var.

Her ikisi de köklü bir kulüp olmasına rağmen GS'de işleyen bir sistem var. Seçimler kavgasız, gürültüsüz, sessizce yapılır. Tüm toplantı ve açılışlarda tüm eski ve yeni başkanları bir arada görmek mümkün. Başkanları çok uzun dönem başkanlık yapmaz. Kulüp açıklamalarında başkan ön planda değildir. Görev taksiminde bu yetki kimde ise açıklamayı o yapar. Kısaca GS'de bir yönetim kültürü var. Her bir yönetici GS başarısı için kenetlenmiş durumda.

FB'de ise zengin başkanların sözü geçer. Hep başkanlar ön plandadır. Kulüpten ziyade başkanları konuşulur. Koskoca FB tek kişiden ibaret dense yanlış olmaz. Eski ve yeni başkanlar birbirleriyle kanlı bıçaklı gibidir. Gelen başkan kolay kolay gitmez. Ardı arkasına defalarca seçilir. Başkan, kulübü arkasına alarak kurum ve kişilerle kavgaya tutuşur. Kah takımı ligden çekmeye yeltenir kah kupa maçına çıkmaz. Hak arıyorum diyerek adeta gerilimden beslenir. Başarısızlıklarını başarı gibi göstermede çok mahirler. Yaptıklarını ve başarılarını insanların kafasına vura vura anlatırlar. Bu başkanlarda GS fobisi ve GS çekememezliği had safhada. GS’in başarısı arttıkça GS kompleksi ve nefreti ön plana çıkıyor. GS istediği kadar kupa ve şampiyonluk kazansın. Bir GS’i yenmek onlar için her şey. GS’i nasıl yendiklerini anlatır dururlar. Gördünüz, nasıl yendik. Gerçek başarılı biziz derler. Bunların durumu 1.Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı’nın ve devamı Türkiye’nin, savaşın içindeki Çanakkale Muharebesindeki başarısıyla övünmesine benzer. Olgulardan ziyade algılarla kulübü yönetirler ve hep gündemde kalmayı çok severler ve bu alanda çok başarılılar. Başkanlarında diğer kulüpleri özellikle GS’i küçümseme var. Konuşma üslupları çok bozuktur. Biz büyük bir kulübüz. Herkes bize saygı duyacak. Başarımızda takoz olmayacak anlayışı hakim.

Gelen her başkan başarıya susamış olarak gelir. Birden başarı gelsin ister. Başarı için takımı aşağı yukarı her yıl yenilerler. Her sezon dünya kadar para harcarlar. Kulübün para sorunu yok. Çünkü başkanları zengin. Parayı bastıran kulübe başkan oluyor ve düdüğü hep o çalıyor. Astığım astık, kestiğim kestik diyor.

Sonuç, bu yönetim anlayışıyla FB başkanları eliyle küçültülüyor. Gittikçe başarıdan uzaklaşıyor.

FB köklü geçmişini ve başarısını devam ettirmek istiyorsa ilk önce Doğu toplumlarının yönetim anlayışı olan tek adam yönetiminden vazgeçmeli. Bu konuda en büyük ezeli rakipleri GS’in yönetim anlayışını benimsemelidir. Parası çok zengin başkanlardan kurtulmalıdır. Nasıl ki para tek başına saadet getirmiyorsa gördüğünüz gibi başarıyı da getirmiyor.

1 Haziran 2024 Cumartesi

Zararına Kermes (2)

Günler geçti, haftalar geçti. Öğretmenler odasında öğretmenler birbirine kermeste ne kadar kazanıldı sorusunu sordu. Kimse bir şey bilmiyordu. Odaya gelen müdür yardımcılarına soruldu. Söylemeyiz dediler. Israr üzerine zarar ettik dedi biri. Yani başı çekeni. Kermesten zararı duyan kulak kesildi. Şaşırdı. Herkes küçük dilini zaten tutmuştu. Sıra gelmişti büyük dili yutmaya.

Ardından yılların duayen müdürü geldi odaya. Ona da soruldu piknikten elde edilen kar. O da miktar söylemedi. Zararı tescil etti. Şu tarihi cümleyi sarf etti: Arkadaşlar, şu anlaşıldı ki ortaokullarda kermes olmuyor, gitmiyor. Bir daha da yapmayacağız dedi. 

İyi de okulda iki bin öğrenci var. Bu demektir iki bin müşteri. Mahalleli de geldi, öğrenci velileri de. Öğretmenler yaptıkları görevden para almadı. Gözleme yapan kadınlar da. Yiyecek ve içecek öğrencilerden geldi. Ücret ödenmedi. Evinden bir şey getiremeyecek öğrenci de 15 lira para getirdi. Okul masraf etse etse plastik tabak, çatal ve bardak masrafı yapmıştır. Gözlemenin içine ve tereyağına para vermiştir. 

Hasılı okul yönetimi dışında şaşkınlık had safhadaydı. Ne olup bittiğini de okul idaresi devlet sırrı gibi sakladı. Bu ekip kermesten zarar eden okul olarak tarihe geçti. Yüzleri de kızarmadı. Halbuki daha kermes biter bitmez bir ekip parayı sayar, masrafı çıkarır. Kermesten elde edilen net geliri tutanak altına alır ve bunu okulun kapısına asar. Öğretmenlere de WhatsApp aracılığıyla duyururdu. 

Sonra sonra olup biten yavaştan yumurtlandı. Meğerse, öğrencilerden birkaçı sahte bilet basıp satmış. 

Biletle alışveriş yapan, alacağını almış, biletini oraya koymuş. Ardından gelen bazı öğrenciler de oraya bırakılan biletleri o hengamede alıp aynı biletle tekrar alışveriş yapmış. 

Müdür yardımcısı baklavacıdan tepsi tepsi baklava satın alıp satışa sunmuş. Yalnız baklavayı bir yanlış hesapla aldığından daha ucuza vermiş. Örnek, altmışa aldı ise yirmiye vermiş. İnsanlık hali hepimiz yapabiliriz böyle küçük hatalar.

Siz gördünüz mü böyle zarar eden kermesi hiç. Görmedi iseniz kısaca benden duymuş olun.

Yıllar önce başımdan geçen bu kermesi unutmuşum. Geçen gün bir kurumda çalışan bir arkadaşı arayıp yanına iki arkadaş geleceğimizi söyledik. Yoğunsan sonra gelelim dedik. Önce yoğunum dedi. Ardından telefonla arayarak haydi gelin dedi.

Öğle arası yoğunluğu da kurumun yakınında bir okul varmış. O okulda çocuğu varmış amirin. Okul kermes düzenlemiş. Bunları da çağırmış. Arkadaş, amirine, siz gidin, benim misafirim gelecek demiş. İşte bu okul kermesi düzenleyen. Daha doğrusu geçmişte düzenlediği kermesten zarar eden okul. Şimdi yönetim değişince okul yeniden kermes düzenlemiş. Okulun adını duyunca o okul kermes yapmaya başlamış mı? Halbuki zarar ediyordu kermesten dedim. Kermesten zarar edilir mi abi dedi. Edilmez ama ben yaşadığımı bilirim. İnşallah yeni yönetim de zarar etmez dedim. 

Neyse can sıkıcı bu kermes anımı sonlandıralım. Güya o kadar satışı gören öğretmenler sevinmişti. Öğrenciyi sınav yapmak için artık öğrenciden para toplamayacaktık. Çünkü okulun parası çok olacaktı bu kermesle. Benim gibi kimileri de öğrenciden para toplamaktansa kendi cebinden harcamıştı fotokopi parasını.

Fotokopi parası derken bu okul yönetimi okulun fotokopisini çekecek maaşlı birini bulmuştu. Bu kişi de okul aile birliği yönetiminden biri imiş. Öğretmenler kaç fotokopi çekiyorsa, görevli kadına parasını veriyordu. İnşallah okul, makinesini kiraladığı firmanın ve fotokopi çekmek için görevlendirdiği kişinin ücretini karşılayarak zarar etmemiştir.

Okul fakir miydi? Zengin muhittin öğrencisi fakir olur mu? Üstelik okulun kantin geliri vardı. Emsal kantinler, iki- üç bin lira iken bu kantinin aylık kirası 12.500 lira idi. Üstelik okulun bir de salon geliri vardı. Ama sermayesi bedava olan kermesten zarar eden bir okul yönetimi için salon ve kantin geliri dişlerinin kovuğunu bile doldurmaz. Öyle değil mi?

Zararına Kermes (1)

Çarşı, pazarda ve okulların bahçesinde yılın belli aylarında bir veya birkaç kermesin düzenlendiğini görürsünüz. Belki de katılmışsınızdır. Çünkü kermes herkese açık olduğu gibi davetiye yoluyla katılım durumları da söz konusu. 

Kermeste satışa sunulanlar genellikle gönüllüleri eliyle karşılanır. Hummalı bir şekilde görev yapanlar da bu işi ücretsiz yaparlar. Çünkü düzenlenen yer yararına bir kermes bu. Elde edilen para da o kurumun giderine harcanır.

Kermese alışverişe gelenler de harcama yaparken fiyat hesabı yapmaz. Çünkü hayır işi söz konusu. 

Kısaca vakıf, dernek veya okul yararı olup da düzenlenen bir kermeste zarar etme söz konusu olamaz. 

Bu genel açıklamaların ardından, katıldığım bir kermesi anlatacağım. Bakalım benim katıldığım bu kermes zarar mı etmiş, kar mı, bunu hep birlikte görelim. 

Katıldığım kermes okul kermesi. Okul ikili öğretim yapan bir ortaokul. Okul zengin bir muhitte. Okulun öğrenci nüfusu da iki binin üzerinde. Fakir öğrencinin yanında zengin aile çocuğunun sayısı da çok.

Yüzden fazla öğretmen görev yapıyor.

Dört, beş rehber öğretmen, dört müdür yardımcısı ve müdürden ibaret kermese günler öncesinden hazırlıklar yapıldı. 

Evden getirilecekler için öğrenciler görevlendirildi. Evinden bir şey getirmeyecek olan öğrencilerden 15 lira para toplandı. 

Alışveriş için bilet bastırıldı. Biletler sınıf öğretmenlerine verilerek bir hafta on gün öncesinden öğrencilere satışa sunuldu. Öyle ya o kadar kalabalıkta bir de para işiyle uğraşılmayacaktı. 

Gözleme yapacak öğrenci anneleri ve yeri de belirlendi. 

Kermeste her bir öğretmene görev verildi. Aşağı yukarı her bir satış reyonunun başında görevli öğrencilerle birlikte birer ikişer öğretmen de görevlendirildi. 

Bana da bir arkadaşla beraber kermes günü bilet satma görevi verildi. 

Biletler bastırılıp kermesten önce satışa sunulduğunda eline bileti alıp yanıma gelen bir öğrenci, "Hocam, bu biletlerin sahtesini biri basabilir" dediğinde, bunu yapsan yapsan sen yaparsın deyip gülüşmüştük. 

Biletlerin beheri sanırım o zamanlar bir TL idi. 

Sabahın erken saatinde okulun girişindeki güvenlik kulübesine bilet satmak için arkadaşla oturduk. Sabahtan, öğle nöbeti diğer bilet satıcılarına devredinceye kadar nefes almadan bilet sattık. Çünkü gelen veli, gelen öğrenci ilk iş olarak bilet satın aldı. Görevi teslim etmeden önce ne kadar bilet kaldığını ne kadar nakit olduğunu sayarak teslim ettik. 

Kermeste yok yoktu. Ne satacağı görevi verilen öğretmen cebinden para vererek toptancılardan yiyecek bile almıştı. 

Gözleme yapan kadınlar gözleme yetiştiremedi. Gözleme isteyen sıra bekledi. Hoş gözlemelerin çoğu müdürün odasındaki protokole gitti ama neyse. Müdürün odası enfes yiyeceklere donatılmıştı sabahtan. Protokol belki üç beş kuruş atmıştır. Elleri yağlı olunca belki elini cebine atamamıştır.

Tüm satış yerlerinin olduğu yer alışveriş yapan öğrenciden geçilmedi. 

Sabahtan akşama kadar devam eden satış nihayet günün inmesiyle birlikte sona erdi. Herkes kazancını okul idaresine verip evinin yolunu tuttu. Görevini bihakkın yerine getirmenin mutluluğuyla güzel bir uyku çekti. (Devam edecek) 

FB'yi Bekleyen Son

Ellerinde, bütün istatistikleri alt üst etmiş,

Bütün rekorları kırmış,

Ezeli rakiplerini hep yenmiş,

En az yenilgi almış,

Deplasmanda hiç yenilgi almamış, 

En fazla gol atmış,

Şampiyonu kendi sahasında bir eksikle yenmiş,

Bu skorla şampiyonluk kutlamasını bir hafta ötelemiş, standların kurulmasını engellemiş

Ve şampiyon olmuş kadar önemli bir başarı elde etmiş, 

"Gönüllerin şampiyonu" ve "Gerçek şampiyon"  olmuş, bu şampiyonluğu şerefsizlere, hırsızlara göstermiş bir takım, bir teknik ekip, bir başkan varken, 

FB'nin kendi evladı mevcut teknik direktörü ile yolları ayırıp Mourinho ile anlaşması anlaşılır gibi değil.

Bu teknik direktör değişiminden anlaşılıyor ki FB yönetimi söylediklerine inanmamış.

Öyle ya başarılı bir takım ve teknik ekip varken bu arayış niye değil mi?

Geçmişte kurşunlanmış, her geldiğinde şampiyonluk dışında başarılı olmuş, şampiyon olamamasına rağmen kırılması zor rekorlara imza atmış başarılı bir teknik direktörün ardından Mourinho, İsmail Kartal'ın altında ezilmeyecek mi?

Öyle ya başarılı bir teknik direktörün ardından gelen, öncekinin başarısı altında ezilir. Anlatıldığına göre Mourinho kendini ispatlamış, birçok kupa kazanmış bir teknik direktör ama görünen o ki İsmail Kartal'ın rekorları yanında vasat kalacak. 

Bakalım dünya para vererek getirecekleri Mourinho, kendi rekorlarına kendini inandırmış bir İsmail Kartal'ın rekorlarını egale edebilecek mi?

Bekleyip göreceğiz.

Kanaatim odur ki yeni teknik direktörle birlikte FB belki şampiyon olur ama Kulüp büyük borç batağı altına girer. Muhtemel borcun altından bu kulübü zengin başkanları nasıl ayakta tutar, hep beraber göreceğiz.

Görünen o ki bu tarihi ve köklü kulüp kendi egolarını tatmin eden ve reklamlarını yapan zengin başkanlarının elinde şamar oğlanı olmaya devam edecek. Böyle böyle bu Kulüp sıradan bir takım olmaya doğru gider. 

29 Mayıs 2024 Çarşamba

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (4)

Ağa olmasam da zamanında böyle bir teklif yapmıştım. Teklifle de kalmadım. Verdim:

Ortaokul veya lisede öğrenciyim 80’li yıllar. O zamanlar ilçe değildi Güneysınır.

Bizim Karasınır’ın otobüsleri öğle oldu mu Konya’dan hareket ederdi. Biz de akşamüstü Karaman otobüslerinden bilet alır, Karasınır’a on km.lik mesafede inerdik. Ondan sonra kah sırtında kah elinde, içi kirli valizi yayan yapırdak yürür dururduk. O zamanlar tekerlekli valizi nerede bulacaksın. Varsa da semtimize uğramazdı. Kaç defa yürümüşlüğümüz var elimizde ağır valizle bu on kilometrelik yolu.

Bazen tek tük araç gelirdi. Ama el kaldırmazdık. Çünkü cepte beş kuruş para kalmazdı. Zaten öğrenciyiz. Olan parayı da son kuruşuna kadar Karaman otobüslerine verirdik.

Bazen yalnız olurdum bu yolda bazen bir arkadaş.

Kendi halimde yürürken bazen arkadan gelen bir araba biz el kaldırmadan durur, alırdı bizi.

Yine bir gün Karaman otobüsünden indim. Elimde valiz yürüyorum. Ara ara arkaya bakıyorum gelen araba var mı diye. Çünkü cebimde bu sefer bir yirmi vardı ama o zamanlar o para 20 bin miydi yoksa 20 milyon muydu bilmiyorum.

Baktım, bir kamyon geliyor. Hiç yapmadığımı yaptım. Bu cesaret herhalde cebimdeki paradan olmalı.

Kamyon durdu. Kabinde yer yoktu. Kamyoncu da simaca tanıdık geldi. Ayakkabıcı amcaoğlunun dükkanında yaz dönemlerinde birkaç defa görmüştüm.

Kamyonun üstüne binersen bin dedi. Olur dedim. Güç bela valizi kamyona attım. Ardından ben bindim.

Karasınır’da indim. Şoföre, teşekkür ettim. Borcum ne kadar dedim. Ne verirsen ver dedi. Elimi cebime atarak son kurşunu uzattım. Buyur dedim. Bu fazla. Bozuk yok mu dedi. Yok dedim. Ne yapacağız ya dedi. Al fazla olsun. İşimi gördün dedim. Aldı. O yoluna devam etti. Ben ise son sermayem olan son kurşunun elden gitmesinden dolayı herhalde bir güzel ağırlık hissetmişimdir.

Birkaç gün sonra ayakkabıcı amcaoğlunu dükkanında ziyaret ettim. Hoşbeşten sonra ne zaman, nasıl geldiğimi sordu. Şu gün geldim. Karaman otobüsleri ile yolda indim. Bu tarafa da bir kamyona bindim. O şekilde geldim dedim. Tanıdık mı kamyoncu dedi. Sizin burada görmüşlüğüm var. Sanırım falan köylü olmalı. Şöyle biri dedi. Tarifinden şu köylü, bu olmalı dedi. O bizim tanıdık. Gelir laflarız dedi. Ardından para aldı mı dedi. Yok mok dedim ise de amcaoğlu, doğru söyle dedi. O istemedi de ben verdim. Almak istemedi. Zorla verdim dedim. Miktarı da söyletti bana.

Aradan birkaç gün geçti. Yine amcaoğlunu ziyaretteyim. Al şu paranı dedi. Ne parası dedim. Kamyoncuya verdiğin para dedi. Nasıl aldın dedim. Dün uğradı. Geçen gün 20/bin/milyon parasını aldığın kişi benim amcamın oğlu. Nasıl alırsın ondan? Ver şu parayı demiş. Sağ olsun benim son kurşunumu geri almış bu şekil. Kaybettiğim eşeğimi yeniden bulmuş gibi oldum. Bir sevindim bir sevindim. Sormayın.

Gördüğünüz gibi benim de yine bu yolda, zamanın behrinde otostopçuluk yapmışlığım var. Her ne kadar nakliye parası versem de ve bu otostopçuluk bana pahalıya patlasa da amcaoğlu sayesinde sermayemi geri aldım. Siz siz olun, otostopçuluk yapandan para falan ne umun ne de isteyin. Otostopçuluk yaptığına göre vardır bir derdi.

Neyse biz gelelim tekrar otostopçu Ali’ye. Namı diğer Siverekli Ali ile arabada 50 dakika böyle hasbihâl ettik. Hoşsohbet biriydi bu arada. Araya benim eski defterler girince hoşsohbetin içine ettim gördüğünüz gibi.

Sonunda Ali gitti geri yoluna, biz gittik yolumuza. Ali'nin başka da akıbetini bilmiyorum. 

İstedim ki bu anekdotu yazıp paylaşayım. Ülkemdeki insan manzaralarından bir kesit sunayım. Daha böyle ne kesitler ne hayatlar var bu ülkede, kim bilir... 

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (3)

Üçüncü evliliği de düşünüyor musun dedim. Düşünüyorum da şimdilik değil dedi. Niye dedim. Evlilik iyi bir şey değil. Ama nüfus için evlenirim dedi. Çok çocuğum olmalı. Biz de hem hasım eksik olmaz hem de Türkler çok çocuk yapmıyor. Onlar askere fazla çocuk gönderemiyor. Biz daha çok gönderiyoruz. Bize terörist diyorlar ama biz terörist değiliz. Askerlik yapacak çocuklar büyüteceğiz. Terörist olmadığımızı da göstereceğiz dedi. 

Nereye gittiğini sorduk. Siverek'e gidip gelecekmiş. 

Ailen burada imiş. Tek başına ne iş dedik. Benim hanımın biri orada. Onun yanına gidiyorum. Biri de burada dedi. 

İki hanım arasında kıskançlık oluyor mu dedik. Kaçırdığım dayımın kızı çok kıskanç. Ama sorun yok. Evde biri sağımda, diğeri solumda yatar. Bir şey de diyemezler. Çünkü ben öyle istiyorum dedi. Ben kazara iki evlensem, yalarsan şayet, biriniz sağımda, biriniz de solumda yatacak, itiraz yok desem, en hafifiyle tavayı başıma yerim. Kafam önemli değil de tavalar da pahalıdır bu aralar.

Böyle laflara laflaya Konya'ya girdik. Yakıt için bir petrole girdim. Yakıt dolarken yanımdaki arkadaş, şimdi biz Ali'yi indirdikten sonra Karaman'a geri döneceğiz değil mi dedi şakasından. Ben de öyle dedim. Benim için mi geldiniz. Bileydim binmezdim dedi Ali. Yok yok. Biz de Konya'ya gidiyorduk dedim. 

Karaman yolundan çevre yolu kavşağına yaklaşırken Ali'ye bir telefon geldi. Konuştular karşılıklı. 

Seni nerede bırakalım demeye kalmadan, ben ineyim dedi. Hayırdır, Siverek'e gitmekten vaz mı geçtin dedik.

Hasımlar Güneysınır'da görülmüş. Onu haber verdiler. Belki bir şey yaparlar. Yanlarında bulunmam lazım dedi. 

Boşuna söylememiş, biz isimsiz yaşarız hasımsız yaşamayız diye. 

Buradan nasıl gideceksin demedim. Otostopla gelen, karşı yola geçerek tekrar otostopla geri döner gayri. Nasılsa bu işin yolunu ve yordamını öğrenmiş. 

Burada mı indireyim dedim. Şu polis çevirmesini geçince. Şimdi burada insem, polis bir şey var sanır dedi. Bizden de dikkatli maşallah.

Polis önümüzdeki beş altı aracı durdurdu. Bize geç dedi.

Geçince, arka sağ, makam koltuğunda misafir ettiğimiz Ali'yi indirdik. Sağ ol dedi mi, hatırlamıyorum. Demiştir. Demese de önemli değil. Ağalığını da görmedik. Hoş ağalığı da sökmezdi ama yine bir teklif fena olmazdı. (Devam edecek)