19 Mayıs 2024 Pazar

Birini Oyalamak mı İstiyorsun?

Üstadım, adam geveze mi geveze. Susturabilene aşk olsun. Her konuda söyleyecek sözü var. Zira bir doğru kendisi. Lafı aldı mı, gerekli gereksiz konuşuyor durmadan. Kafam şişti. Yok mu bunu susturacak bir yol?

Ona Çin işkencesi uygulayacaksın.

İşkenceyle işim olmaz.

Mübarek, işkence demişsem, onu meşgul edecek iş vereceksin böylesine.

İyi de ne işi vereceğim? Bana iş söyle. Sonra var mı böyle onu uzun süre meşgul edecek bir iş?

Var efendim olmaz mı?

Ne olur söyle. 

Bu tiplere seçimlerde görev vereceksin. Seçimde önüne birleşik pusula ve zarfları koyacaksın. Say bunları diyeceksin. O sayarken sen epey bir dinlenirsin. Çünkü say say bitmez. Nice sonra sayıp bitirdikten sonra doğruluğunu test için saydığını bir daha saydıracaksın. Bil ki iki saydığı da farklı farklı çıkacak. Sonra tekrar üçüncü kez saydıracaksın. O sayarken sen işine, gücüne bakacaksın ve bir güzel dinleneceksin. Hatta daha da uzatmak istersen, o tam ortaya geldiğinde o değilden kendisine bir soru soracaksın. Saydığı aklından gider. Sonra başa döner. Benim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur misali saysın dursun. Tam bitirdim derken biraz dinlen de. Akşama doğru kalan zarf ve birleşik pusulaları önüne koy. Bu görev senin de. Saysın dursun.

Bu güzelmiş ama her zaman seçim olmuyor. Diğer zamanlar böylelerini nasıl oyalayıp kafa dinlendireceğiz?

Onun da kolayı var. Hep saydıracaksın.

Daha ne kaldı? Onu da söyle bari.

Para saydıracaksın durmadan. Deste deste paraları önüne koyacaksın. Senin sayman iyi diyeceksin. Ama bu verdiğin para Türk lirası olacak. Önüne koy yüzlük desteleri. Hatta ellilik daha iyi olur. Aslında hepsi beşlik, onluk, yirmilik olursa yaşadın. Çünkü saymakla baş edemez. Sayarken konuşamadığı için sen de keyif çatarsın. Elli kuruşluk ve bir kiraları varsın saydırma. Zaten piyasada pek kalmadı. Varsa da o kadar eziyet fazla olur.

Haydi parayı da saydırdım. Saydığı para bitti. Sonra?

O günün para sayması bitti. Ama para bitmez. Hele bu TL bizde oldukça, daha büyük banknotlar piyasaya sürülmedikçe piyasada para zibil gibi. Sende de işin gereği zaten para eksik olmaz. Durmadan yığacaksın önüne. Hayrın olsun, benim başımı kaşıyacak zamanım yok. Dur ben sana bir de çay söyleyeyim diyeceksin.

Sonra?

Para sayacağım derken çayını bile unutur. Çay kendi kendine soğur gider. Bu kadar işkenceden sonra o zaten bir daha yanına uğramaz. Böylece onsuz keyif çatarsın.

Bir İstanbul Beyefendisi Bakanlık Müfettişi

Akıllı telefonlar hayatımıza bir girdi, pir girdi. Bugün kullanmayan yok gibi. 

Akıllı telefonun kolaylıklarından faydalanıyoruz. Bu telefonların sunduğu kolaylıklardan biri de T9 özelliği. 

Cep telefonu marifetiyle yazdığımız yazıları otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bir kelimeyi yazarken daha kelimeyi bitirmeden yazacağımız kelimeyi önüne seçenek olarak sunuyor. Çoğu yazım yanlışlarını ve kelimenin tamamını bu imkanla kolayca yazarken bazen de bu imkan sıkıntıya sebebiyet verebiliyor. Çünkü yazdığımız kelimeyi T9 başka bir kelimeye dönüştürüyor ya da bu kelimenin yapım veya çekim eklerini değiştiriyor. Yazdığımız yazıyı geriye dönüp kontrol etmezsek, kastetmediğimiz bir kelime veya hitap yazıya geçmiş oluyor. Nice sonra bir vesileyle yazdığımız cümleye, yazıya veya yoruma geri döndüğümüzde, ben böyle bir kelime veya hitap yazmadım. Nasıl oldu diye düşünüyorsun. Özellikle hızlı yazan, yazdığını geriye dönüp tekrar okumayan kişilerin başına geliyor bu durum. Aslında bu durum T9'un azizliğinden başkası değil. 

T9'la ilgili bu açıklamadan sonra geleyim sadede. "Tanıyamadığım Tanıdığım" başlıklı yazımı sosyal medyada paylaşmıştım. Bu yazıma bir arkadaşım, "Tuhaflıkların adamı olmak kolay mı Ramazan Hoca." şeklinde bir yorum yazmış. Yorumdaki Hoca hitabı dikkatimi çekmedi değil.

Normal şartlarda Hocam şeklinde yazılması ve hitap edilmesi daha şık olurdu. Gündelik hayatta Hoca şeklinde hitabın su götürmez bir kabalığı ifade ettiğini bilirim. Bu şekilde hitap edenler için dağdan inmiş ama medenileşememiş biri diye geçiririm içimden. Ki içimizde var böyleleri.

Yazı dilindeki Hoca hitabı ise yine bazıları için kaba ve sabalığı ifade ederken bazıları, özellikle tanıdığım kişiler için T9'un azizliğine uğramış derim. Çünkü akıllı telefon marifetiyle yazılan çoğu yazıları, T9 otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bu düzeltmeden ise yazının sahibinin haberi olmuyor. Yorum yazan arkadaşımın Hoca yazımı da bundan ibaret. Uzun yazılarımı bile cep telefonu marifetiyle hızlı ve çalakalem yazan, yazdıktan sonra geriye dönüp okumayan biri olarak bu şekil T9'un azizliğine defalarca maruz kaldığımı söylemeliyim. Şu anda yazarken bile gözüm T9'un klavye üzerinde bir kelime için sunduğu seçenekleri izliyorum bir taraftan. Mesela “taraftan” kelimesi için aynı anda "tarafta, taraftan, taraftarına" seçeneğini sundu. Bu üç seçenekten birini tercih etmezsen; klavye, üzerini kararttığı kelimeyi seçiyor. Bunu seçerken senin kastına bakmıyor ama kastetmediğini seçerek bazı insanlar gibi iyi bir niyet okuyuculuğu yapıyor. 

İlk yazmaya başladığım yazılardan birinin başlığı T9’un Azizliği başlığını taşıyordu. Orada bu kolaylığın azizliklerine değinmiştim.

Bu yazımda tekrar T9’u konu edinmemin sebebi de “Tuhaflıkların adamı olmak kolaymış Ramazan Hoca.” yorumunun sahibi oldu.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının kutlandığı Pazar günü kahvaltımı yaptım. Çayımı yudumlarken bir gün öncesinde yazıma yorum yapan bu arkadaş aradı. Uzun süredir de görüşmüyorduk. Kendisiyle 2000’li yıllarda birkaç defa aynı seminerde bulunmuştuk. Aramızda bir hukuk oluşmuştu. Yüz yüze görüşemesek de telefonumuz kayıtlı idi. Ara ara telefondan da olsa hal hatır sorarız. Aynı zamanda sosyal medyada da arkadaşız. O beni takip ediyor, ben de onu.

En son müdürlük yaparken 2016 yılında telefonla görüşmüştüm. Bir de 2023 yılında WhatsApp aracılığıyla yazışmıştık.

Ben 2016’da öğretmenliğe geçmiştim, o ise Bakanlık müfettişliği yapıyor nicedir.

Hal hatırdan, ne yapıp ettiğimizi konuştuktan sonra konuya girdi Bakanlık müfettişi arkadaşım. “Hocam, dünkü yazdığım yorumda, Ramazan Hocam yazmıştım ama bugün gördüm ki yazım Ramazan Hoca şeklinde çıkmış. Böyle yazmamıştım. Ki böyle hitap yapmam” dedi. Hocam, hassasiyetin ve inceliğin için teşekkür ederim. Biz bizi tanırız. Problem değil. Siz de benim zaman zaman maruz kaldığım gibi T9’un azizliğine uğramışsınız. T9 bunu hep yapıyor dedim. Sonra sağdan, soldan konuşup yüz yüze görüşmek üzere temennilerde bulunduk. O, Ankara’ya geldiğinde uğramamı, ben de kendisinin yolu Konya’ya düşerse beklediğimi söyledim. Ardından iyi dileklerle konuşmayı sonlandırdık. Sonra yorumuna baktım. Yorumunda da Hocam şeklinde düzeltme yapmış. 

Ardından biraz yürüyüş yapayım diye dışarı çıktım. Yolda yürürken Bakanlık müfettişinin duyarlılık ve nezaketi gözümün önüne geldi. İçim içime sığmadı. Böyle ince düşünenler, gönül alanlar, hal hatır soranlar, zarafet, incelik, nezaket ve görgünün zirvesini yaşayanlar pek kalmadı içimizde. Bu zarafet ve inceliğin üzerine bir yazı gider dedim. Attım kendimi bir çay ocağına. Edindim kendisini konu. Zira örnek olmalı hepimize bu incelik. Çünkü bu zamanda ve her zamanda bu duyarlılıklar hepimize lazım. Bu incelik bu hassasiyet ise parayla edinilmez, haydi deyince de kazanılmaz.

Hasılı sevinçliyim, mutluyum, içim içime sığmıyor pazardan başlayan pazartesi sendromunun olduğu bir günde. İzin almadığım için ismine yer vermiyorum Bakanlık müfettişinin. İyi ki tanımışım kendisini. Çünkü bir İstanbullu olmasa da bir İstanbul Beyefendisi duruyordu karşımda. Ne diyeyim. Allah sayılarını çoğaltsın.

Krizde Değil, Hep Tasarruf

Enflasyonla mücadele çerçevesinde tasarruf genelgesi nihayet yayımlandı. Kurumları harcamada kısıtlayan bir dizi karar alındı. Zorunlu olmadıkça araç kiralama yoluna gidilmeyeceği, kiralanan araçların geri verileceği de genelgede yer verilen hususlardan. 

Tasarruf genelgesinin öncelikle hayırlı olmasını, inşallah sonuç alınmasını temenni ederim. Şu var ki gecikmiş bir genelge. Zamanında enflasyonla mücadele için kısa ve orta vade programları açıklandığında, mücadelenin bir ayağı da kamuda tasarruf. Bu programın bu ayağı eksik diyenlere pek kulak verilmedi. Üstüne üstlük "İtibardan tasarruf edilmez" denmek suretiyle tasarruf diyenler tu kaka yapıldı. 

Gecikilmiş olsa da tasarruf genelgesi sadece ekonomik kriz ortamlarında değil, her daim özellikle kriz olmadığı dönemlerde bile tasarruf önceliğimiz olmalıydı. Üstelik bu ülkede enflasyon sadece bu yıla mahsus değil, 2018 yılından beri bu ülke enflasyon ve hayat pahalılığı yaşıyor. 

Tasarruf bizim kültürümüze ve inancımıza ters olmadığı gibi dinin amir hükmü üstelik. Ayette, "Eli sıkı olma. Saçıp da savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir" buyurulur. Aynı şekilde yemek dualarında, "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" ayetini okuruz. Kısaca bu toplum israf ve savurganlık konusunda hem dinen hem kültürel olarak duyarlı olmak zorunda. Hem bunları okur hem de israf edersek, söz ve eylem çelişkisine imza attığımız gibi söylediğini yapmayanları Kur’an, kitap yüklü mektebe benzetir.

İnsanımız genel itibariyle kriz olsun veya olmasın, tasarruf konusunda gerekli özeni gösterirken nedense kamuda tasarruf sadece kriz ortamlarında akla gelir. Halbuki yokken ve sıkıntıda iken değil, varken ve sıkıntı yokken de tasarruf etme gibi bir görevimiz olmalıydı. Çünkü kamu malı yetim malı olarak görülür. Nedense biz bu yetim malını hoyratça kullanmada ve devletin malını ve imkanlarını deniz görmede adeta yarışıyoruz. Gerekçemiz de hazır. Neymiş de ihtiyaçmış efendim. Ayrıca devlet bu imkanı verdiğine göre biz de bu imkanlardan yararlanmalıymışız. Yapılıyorsa kuruma yapılıyormuş, kurumların, devletin ve makamın itibarı önemliymiş. 

Devlet imkan verse bile eğer bir şey ihtiyacımızı görüyorken yenisini almak veya kiralama yoluna gitmek israfın daniskasıdır. Bir şey ihtiyaç ise kriz döneminde bile alınır ve kullanılır. İhtiyaç değilse alma veya kiralama yoluna gitmemek lazım. Bu, ister kriz ortamında olsun veya bolluk içinde olsun. Çünkü israf bir şeyi yerli yerinde kullanmamaktır. 

Devletin imkanlarını yerli yerine kullanma konusunda kamuda üst düzey görevde bulunanlar azami gayret göstermekle yükümlüdür. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda diğer kurumlara örnek olacak şekilde başı çekmelidir. 

Gel gör ki israf konusunda Diyanet diğer kurumları aratmadı. Nitekim il dışı yoğun programlarda kullanılmak üzere kiralanan Audi A8 model araç çok eleştirildi. Eleştiriler üzerine Diyanet, bunun bir ihtiyaç olduğuna dair açıklama yaptı. 

Şimdi görüyoruz ki ihtiyaç diye belirtilen A8 tasarruf tedbirleri çerçevesinde geri verilmiş. İyi de kardeş, madem ihtiyaçtı. Niye geri veriyorsun. Al tepe tepe kullan yoğun il dışı programlarında. Geri verildiği açıklandığına göre demek ki bu işler A8 olmadan da oluyormuş. Bu durumda kiralanan bu araç israf olmadı mı? Ayrıca bu aracın geri verilmesi için illa tasarruf genelgesi mi olması gerekirdi. Diyanet'e yakışan, mevcutlar işimizi görürken bu kiralanacak araç israftır. Kullanmamız mümkün değil demek olmalıydı. 

Bir diğer husus, bundan sonra hizmet içi faaliyetlerinin ya çevrim içi ya da kuruma ait eğitim merkezlerinde yapılması üzerine alınan karar da kiralanan A8 aracından farksız. Sahi kuruma ait eğitim merkezleri varken başta Diyanet olmak üzere devletin diğer kurumları niçin bugüne kadar seminer ve toplantıların bu yerlerde değil de özel sektöre ait beş yıldızlı otellerde yapıyorlardı? Devlet bu imkanı veriyor, ödeneğimiz var, her kurum yapıyor, bizim personelimiz de bu imkanlardan yararlanmalı yarışının neresi tasarruf idi? Bu yapılanlar yani kuruma ait eğitim merkezleri varken beş yıldızlı otellerde seminer yapmak devletin imkanlarını özel sektöre peşkeş çekmek değil mi? Bunun için illa tasarruf genelgesi veya kriz mi gerekti?

Beş yıldızlı otellerde yapılan seminer ve toplantıların zamanlaması da manidar. Genelde kış mevsiminde ve otellerin müşteri yönünden sinek avladığı dönemlerin tercih edildiği göz önüne alınırsa, bu tür seminerlerin özel sektörde birilerini koruyup kollama adına yapıldığı anlaşılır. 

Kiloyla TL Dönemine Doğru

2021 yılının Kasım ayında başımı sokacak bir eve talip oldum.

Eve bakıp beğendik. Ev eski olsa da bakımlıydı. Mevkii de iyiydi. 

Ev sahibiyle emlakçıda buluştuk. El sıkıştık. On bin lira kapora verdik. Ara tatil dönüşü de üzerimize almak üzere kavilleştik.

Tapuyu üzerimize alacağımız günün öncesinde, emlakçı, parayı tapu dairesinde kameralar önünde elden alacağız, orada sayacağız dedi.

İyi de bu parayı bankadan çekip elde nasıl getirecektik? Nasıl elimizde taşıyacaktık?

Oğlanları aldı bir telaş. Biz de gelelim dediler. Gerek yok, abartmayın, ben hallederim bir şekil dedim. 

Parayı çekmeden iki-üç gün öncesinde bankayı arayarak paramın tümünü şu gün çekeceğim dedim. Belirttiğim gün, saat 11'de paramı çekebileceğim söylendi. 

Gün geldi çattı. İşe gidecek oğlan işinden izin aldı. Evdeki oğlan ile birlikte arabaya bindik, bankanın yolunu tuttuk.

Beni bankanın önünde indirdiler. Benimle beraber oğlanın biri de indi. Diğeri, yol üzeri park sorunu olduğundan daha ileriye park etti arabayı. Planımız, ben parayı çekeceğim. Diğer oğlan beni bankanın dışında bekleyecek. Parayı çektiğim an bankadan çıkmayacağım. Diğer oğlana haydi gel diye telefon açacağım. Araba bankanın önüne gelince ben bankadan çıkıp hemen arabaya bineceğim. Tüm hesap kapkaççılara karşı tedbir almaktı. Öyle ya ev alacağız derken eldeki ev parasından da olurduk maazallah.

Bankaya girip sıramatikten sıramı aldım. Beklemeye koyuldum. Sıram gelince, tüm paramı çekme üzerine işlem yapıldı. Bir daha da bu banka ile işim olmaz diye hesapları da kapattırdım. Görevli, paranı arka tarafta verelim deyip beni bankanın iç tarafına götürdü. Önüme bir yığın para koydu. İçine koyacak çantan var mı dedi. Yok dedim. Bir ya da iki siyah poşet buldu geldi. İçine doldurduk. 

Oğlana telefon açtım. O kapının önüne arabayı getirince, dışarıda bekleyen çocuğum da bana korumalık yaptı. Arabaya bindim. Evin yolunu tuttuk.

Öğleden sonra saat dörtte tapuda olmam gerektiği telefonunu emlakçıdan aldıktan sonra yine oğlan nezaretinde poşetleri bagaja koyarak tapunun yolunu tuttuk.

Tapuda imza işimiz kısa sürdü. Çıkıp aşağıya geldik. Poşetleri uzattım eski evin sahibine. Alın sayın dedim. Karı koca ve emlakçı birbirine baktı. Bu paraları elle saymak saatler alırdı. Ancak para sayma makinesi gerekirdi. Nasıl sayacağız dediler. Bu paraları şimdi ne yapacaksınız dedim. Yetiştirebilirsek hemen bankaya yatıracağız dediler. O zaman oyalanmayın. Zaten ben de paraları bankadan çektim. Bankaya gidince banka görevlisi sayar. Eksik çıkarsa veririm dedim. Tamam dediler. Hayırlı olsun deyip vedalaştık. Bereket ikna oldular. Değilse, para saymak için mesai yetmez, geceye kalırdık.

Olmuş 2024 yılının Mayısı. Bir para çekmem gerekti. Bir günde çekebileceğim miktar en fazla on bin imiş. Yazdım on bin lira diye. ATM epey saydı geri planda. Sonra para verme haznesi açıldı. Verdiği para hep yüzlük idi. İki yüzlük verseydi ne güzel olurdu dedim içimden. Bir ara parayı geri yatırayım istedim. Sonra vazgeçtim.

Parayı cüzdana koymaya kalktım. Cüzdan bükülmedi. İkiye katlayıp yan cebime koydum. Burada para var diye bağırıyordu şişkin cebim. Sonunda üşürsem giyeyim diyerek kolumda taşıdığım yeleğin cebi aklıma geldi. Bir deste parayı oraya koydum. Koluma atıp çıktım. Allah vere de kolumdan açılıp düşmese. Çarşının ortasında bir de bununla uğraş endişesi taşımadım değil.

Yolda birkaç şey alıp yüzlüklerden çıkarıp verdim. Ne kadar harcadığımı bilmiyorum.

Eve geldikten sonra ne kadar kalmış, bir sayayım dedim. İnan, say say bitmedi. Taşıması zor olduğu gibi sayması da zor. Nasıl aramazsın şimdi para sayma makinesini dedim içimden. Eskiden para saydıkça çıkan para sesi içimi açardı. Şimdi ise tiksinti verici geldi.

Eskiden eft yapıp parayı görmeden işimizi hallediyorduk. Şimdi ise nakit deniyor. İyi de say say bitmiyor elimizin kiri para ve değeri pek bir anlam ifade etmeyen TL’miz.

Paramızın durumu bu iken hükümet her ne hikmetse hala en büyük para olarak 200 lira da direniyor. Şu ana kadar beş yüz binlik ve binlik banknotlar basılıp piyasaya sürülmesi gerekirdi.

Bir ara böyle giderse deste deste TL sayma işi kiloyla tartılmaya başlayacak yazısı yazayım dedim. Ben daha yazı konusu edinmeden esnaf bir arkadaş, yakında esnaf, paraları kiloyla tartmaya başlar dedi. Dedim böyle düşünmede yalnız değilim.

İnan böyle giderse büyük paraların döndüğü alışverişlerde para makinesi bile iş görmez. Ancak tartı çözer bu işi.

Vah ki vah bize... Vah ki vah paramıza...

Hikmet Sami Türk

Bazen sosyal medyada aklıma gelen bir konuda yazmaya başlarım. Niyetim, konuyu çok uzatmadan sadede gelmek. Yazmaya başlayınca durur muyum hiç. Bir bakmışsın epey yazıp paylaşmışım. Sanırım kısa yazma özürlüyüm. Be edersiniz ki kelamı kibar değilim. 

Paylaşımın ardından bu paylaşımım aynı zamanda bloğumda da yer alsın deyip yazıyı bloğa aktarırım. Bazen de aktarmadığım paylaşımlarım gözüme çarpar. Böyle gözden kaçan yazıları da sosyal medya anı sayfası, seneyi devriyesinde hatırlatınca, geriye dönük de olsa yazı arşivine aktarıyorum.

İşte o yazılardan biri de aşağıda. Aradan iki yıl geçmiş. Sanırım temiz siyasetçilere günümüzde ne çok ihtiyacımız olduğuna dair bir temenniyi barındırıyor yazı. Yazıda da zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e yer vermişim:

“Recep Tayyip Erdoğan, okuduğu bir şiir yüzünden mahkumiyet kararı alınca, İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığından alınıp cezaevine gönderilmişti.

TBMM'de Erdoğan'ın lehine olacak bir kanun teklifi ya da tasarısı görüşülecekti. Şu anda içeriğini hatırlamıyorum. Sanırım 312. maddenin esnetilmesi yönünde bir kanun değişikliği teklifi idi.

Bu kanunla Erdoğan’ın siyasi yasağı kalkacaktı kısaca.

Bu kanun teklifi Meclise geldi mi, gelmedi mi onu da hatırlamıyorum.

Hatırladığım, Meclis kürsüsünden Refah Partili biri, zamanın DSP'li Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevaplaması üzerine bir soru sorduğudur.

Soruda, "Askerlerin, bu kanun teklifini/tasarısını görüşmeyin. Biz Erdoğan'ın siyasi hayatını bitireceğiz deyip demediği ve baskı uygulayıp uygulamadığı" şeklinde idi.

Sorunun ardından kürsüye çıkan Sayın Türk, "Aynen dediğiniz gibi bir görüşme olduğunu teyit ederim" açıklamasını yaptı. Sözü uzatmadan, kem küm etmeden kürsüden indi.

Hikmet Sami Türk sanırım vefat etmedi. Kulakları çınlasın.

Hangi partiden olursa olsun, doğru siyaset yapan siyasetçilere bu ülkenin ne çok ihtiyacı var. 10.04.2022

Not: Kaç kişi ya da kaç siyasetçi böyle bir soruda asker bize baskı yaptı diye açıklama yapar? Zinhar yalan ve iftira deriz. Helal olsun Bakan'a. Zira böyle dürüstlük bize çok yabancı. Bakanken bile efendiliğini, duruşunu, tevazuunu, nazik ve kibar konuşmasını, devlet adamı ciddiyetini hiç değiştirmedi. Nazarımda makamın kendini değiştiremediği kişilerdendi. 

Bazı Akademisyenlerin Dünyası

Dünya bir iş bölümünden ibarettir. 

Herkes farklı farklı alanlarda rızkını temin etmenin peşinde. 

Her meslek grubunun dünyası farklıdır.

Her meslek grubu içerisinde, mesleğinin tam hakkını verenler yanında veremeyenler de vardır. Kimi o mesleğin yüz akı kimi de tabir yerindeyse yüz karasıdır. 

Okumuşlar içerisinde akademisyenlerin dünyası da farklıdır. İçlerinde, alanında kendini yetiştirmiş olanlar olduğu gibi yeterince yetiştirememiş olanlar da vardır.

Alanında kendini yetiştirmiş akademisyenlere alim diyebiliriz. Kendisini yetiştirememiş ama akademisyenlikte en yüksek seviyede kariyer edinmek için gereklerini yerine getirmiş olanlar çoğunluktadır.

Bu yazımda, genellemeden akademisyenleri ele almak istiyorum. Değerlendirirken bilgi yönünden değil, hal ve tavır yönüyle ele alacağım. Bu değerlendirmeyi yaparken istisnaların kaideyi bozmayacağını ifade etmek isterim.

Bir buğday başağını düşünelim. Buğdayda dene yoksa başı dik olur. Başakta buğday dolu ise ağırlığından öne eğilir.

Bir akademisyen alanında bilgi sahibi olunca nasıl ki buğday başak verdikçe ağırlığından başını öne eğiyorsa çoğu akademisyenlerde bir kibir hali mevcut. Halbuki bilgi, birikim arttıkça ve kariyer yükseldikçe tevazuun hakim olması gerekir. Bildiğim, gördüğüm akademisyenler arasında en mütevazı görünenin de bile o tevazu halin gerisinde kibir izlerini görmek mümkün. 

Hiçbir insanın kibirli olduğunu kabul etmediği gibi bu tip akademisyenler de kibirli olduğunu kabul etmese de belirtilerini görmek mümkün.

Eşine, dostuna mesafe koymaları,

Pek ortalarda görünmemeleri,

Bir ortamda konuşma ortamına pek girmemeleri, soğuk bir profil çizmeleri,

Sosyal medyayı pek kullanmamaları, kullanıyorlarsa bile pek paylaşım yapmamaları,

Bir WhatsApp grubunda oldukları halde yüzlerini eskitmemek adına yorum ve görüş bildirmemeleri, görüş yazanları da elleri boş olarak görmeleri,

Pek ortalıkta görünmüyorsun dendiğinde hiç vakitlerinin olmadığını ve iş yüklerinin çok olduğunu söylemeleri,

Çok gizemli bir görüntü vermeleri...

Tüm bu ve daha fazla görüntüleri, biz sizden farklıyız imajı veriyor muhataba. Kısaca pek doğal olamıyor çoğu akademisyen.

Elhasıl, katılır veya katılmazsınız. Nazarımda akademisyenlerin dünyası çok farklı.

18 Mayıs 2024 Cumartesi

Bilinen Yere Acil Ambulans

Arka Sokaklar adında Kanal D televizyonunda yıllardır yayımlanan bir dizi var.

Yıllar yılı ekranlarda yer bulduğuna göre bu dizi tutmuş olmalı ve izleyicisi de olmalı.

Herhalde bu dizi bugüne kadar yayımlanan dizilere göre rekoru elinde bulunduruyordur. 

Başını ve önceki yıllarını bilmesem de bu diziye vaktim oldukça bu sene bakmaya başladım. Dizi fena değil. Toplumsal suçlara değiniyor, güncel konuları da hemen işliyor. 

Her dizi gibi -yeter ki bakmaya başla- bir sürükleyiciliği var. Dizideki çoğu oyuncunun sahici rolü de diziyi izletiyor.

Bu diziyi yazı konusu edinmemin iki sebebi var. Dizide işlenecek konu kalmayınca, dizi süresini tamamlamak için Hüsnü'nün ailesi devreye giriyor. Bu yönüyle dizi bir güzel sulandırılıyor. Ceremesini de ve ailesinin arkasını toplamak da Hüsnü komisere kalıyor.

Diziyi ele almamdaki esas sebep dizinin sahiciliğini bozan bir sahnenin, aşağı yukarı her bölümde sırıtması.

İzliyorsanız, farkına varmış olmalısınız. Farkına varmadı iseniz, kısaca anlatayım. Hak vereceksiniz. 

Malumunuz dizi polisiye bir dizi. Hüsnü'nün de içinde bulunduğu polis rolünde aktörler sahnede. Her bölümde mutlaka birkaç suç örgütünü başarıyla çökertiyor.

Bu dizideki polis rolündeki oyuncuların, diğer Türk filmlerindeki polisten farkı, dizideki polislerin suçu zamanında bastırması, çoğu suçu önceden çözmeleri. Türk filmlerinde ise olay bittikten, kan gövdeyi götürdükten sonra polisin olay mahalline geliyor.

Neyse gelelim, Arka Sokaklar dizisindeki sırıtan sahneye. Başlarında baba rolündeki sanatçının emriyle operasyona giden, gittikleri operasyonda çatışmaya giren ekip, rol gereği ölen ya da yaralanan olursa, ekipten birinin telefona sarılarak, "Bilinen Yere Acil ambulans" anonsunu geçmesi. İyi de neresi o bilinen yer. Tamam ekip sahnenin nerede çekildiğini biliyor. Ama ekibe değil, izleyiciye mesaj verilmeli değil mi? 

Bu sözleri kaç sahnede duydum. Hepsinde de olacak şey değil dedim. Hayali bir adres söyleyip anons geçemezler mi?

Dizi yeni olsa, oyuncular acemi olsa, dizinin senaristi değişse eh dersin, bu kadar acemilik olur. Ama yılların efsane isimleriyle, kaç yıllardır devam eden tecrübeli bir dizinin bu yaptığı gaf yabana atılacak bir gaf değil. Dizide bu sahne hep sırıtıyor. Bu bir değil, beş değil, hiçbirinin mi bu sırıtma dikkatini çekmez, inanın çok anlamış değilim. 

Dizinin sürükleyici ve sahici olması bakımından, bu sırıtan sahne, en kısa zamanda kaldırılmalı. Yerine şuraya ambulans denmeli.