Söyle, şu komutan
sandığın ve tüm cumaları kıldıran eratı dediğinizi duyar gibiyim. Ali Erbaş idi
efendim Ali Erbaş. Diyanet İşleri Başkanımız yani. Kendisiyle aynı tugayın aynı
taburunda 58 gün dirsek çürüttük. Yani asker arkadaşıyız. Ayrılırken de askerin
not defterlerine adreslerimizi yazmıştık. İl dışı programlarından vakit bulup Ankara'da
bulunduğu zaman makamında kendisini ziyarete gitsem, beni tanır mı ya da sen de
kimsin, hatırlamıyorum der mi, bunu bilmiyorum. Belki de ben o tanıdığın Ali
Erbaş değilim, görüyorum ki sen hala öğretmensin, o günkü bıraktığım yerdesin
de diyebilir. Çünkü makam insanı değiştirir derler.
58 günlük fiili
askerliğimiz bitti. Herkes yoluna gitti.
Gel zaman git zaman
yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı ile adından sıkça söz ettiren Mehmet Görmez,
süresi dolmadan Başkanlıktan emekliliğini isteyince, kamuoyunda kim başkan olur
beklentisi oluştu. Çok geçmedi. Diyanet İşleri Başkanlığına Ali Erbaş atandı.
İsmini duyar duymaz
bizim Ali ne ara Prof. oldu da başkan seçildi dedim. Meğerse çoktan Prof.
olmuş, aynı zamanda fakültesinde dekanlık yapmış. Oradan da başkanlığa gelivermiş.
Şimdi nicedir başkan. Yürü ya kulum dedikleri bu olsa gerek.
Gel de hayıflanma bu
duruma. Nasıl hayıflanmam:
İHL, ilahiyat
şeklinde aynı okulları okumuşuz.
İkimiz de o günün şartlarında
beş bin mark vererek askerliğimizi bedelli yapmışız.
İkimiz de Arapça
biliyoruz.
İkimiz de 58.Topçu
Er Eğitim Tugayının Hafif Taburunda 58 gün bilfiil askerlik yapmışız.
Hasılı kelam, şimdi
o nerede, ben neredeyim.
O olmuş DİB Başkanı.
Bende hala boz öğretmenim. Hayıflanmam bundan. Bahtıma yanayım.
Neden böyle diye kendi
kendime soruyorum. Aklıma, askerliğin ilk gününde masa başı iş verilmesi geliyor.
Bana verselerdi, bunu ben de yapardım. Nizamiyeye geç girdiğime yanayım. İki ay
boyunca askerde cumaları kıldırıp hutbe okudu. Bana geç kıldır deselerdi, bunu ben
de yapardım. Sesim güzel değil. Gündüz namazında sese ne gerek var değil mi? O Prof.
olmuş, ben değilim. Okusaydım ben de olurdum diyorum. Hele hizmet hareketi, hafızlığı
bitirir bitirmez, tüm okulları biz okutalım, her şeyi bize ait, yeter ki bize verin
dediklerinde, bunu kabul etseydim, belki de Sakarya Üniversitesinde asistan olarak
akademisyenliğe başlar, arkası gelirdi ondan sonra. Çünkü ne de olsa Sakarya bizimdi
o zamandan 2016’ya kadar. Sonra DİB Başkanı olmak için akademisyen olmak şart mı?
Mehmet Nuri Yılmaz akademisyen miydi ayrıca. Üstelik Ali Erbaş hafız değil, ben
ise hafızım. Gördüğümüz gibi ortak noktalarımız, artılarımız ve eksiklerimiz var.
Tartışsak hep berabere kalırız.
Neyse, geçmişe mazi derler,
hayıflanmanın sırası değil deyip tam bunları unutmaya yüz tutmuşken kılıçla Ayasofya’nın
minberine çıktığı heybetli görüntüsünü görünce eyvah dedim. Her şeyi yapsam ben
bunu yapamazdım. Çünkü bende heybet yok dedim. Etim ne budum ne değil mi? Bunun
farkı burada dedim anlayacağınız.
Tam bunu da unutmaya
yüz tutmuşken o işinde bense aynı yerimde sayarken bir gün bu ilahiyatçılar be iş
yapıyor. Gençlik salavatı bilmiyor deyip bana taş atmaz mı? Güya ben görevimi yapmamış
oluyorum ona göre. Ne yapaydım yani. Elimde kılıç gençlere okuyun şu salavatı mı
deseydim.
Düşenin dostu olmaz dedim ama gelin bunu bana sorun. Makamı ne olursa olsun asker arkadaşını böyle suçlar mıydı? 58 günün hukuku hiç mi kalmadı? Bana suç buluncaya kadar kendisine bağlı olan ve yaygın eğitim görevi veren cami görevlilerine de bir söz söyleseydi yine gam yemeyecektim. (Devam edecek)