29 Şubat 2024 Perşembe

Baz Etkisini Hemen Gösteren Büyüme

Türkiye ekonomisi 2023 yılında % 4,5 büyüyünce bu büyüme piyasaya olumlu yansıdı.

Üzerine 2024 Haziranından itibaren enflasyonun düşecek olması her şeyin ateşini söndürmeye yetti:

Gri listeden çıkacağız bir defa.

Doğal gaz ve elektriğe zam gelmedi.

Pompa fiyatlarına sürekli indirim müjdesi geliyor.

Büyükşehir-ilçeler arası otobüs fiyatlarına % elli indirimler peşi şıra gelmeye devam ediyor.

Şehir içi toplu taşıma ücretleri güncellenmedi.

Fiyatlar gıdaya da yansıdı elbette. Bu sene doya doya mandalina ve portakal yendi.

Limon ise üreticinin belini bükse de enflasyonu tepetaklak indirmeye azmetmiş görünüyor.

Her alışverişe gittiğimde fiyatı yukarı doğru değişen, hammaddesi susam olan tahini bu gidişimde aynı fiyattan aldım.

Bazı belediyelerin emeklilere 2500 ila 5000 TL verecek olması da büyüyen ekonominin tatlı meyvelerinden. Emekliler yılı denilen böyle bir şey olsa gerek.

Gördüğünüz gibi büyüme etkisini hemen göstermeye başladı.

Say say bitmeyen bu örnekler, nerede büyümeden aldığımız pay, bu bize niye yansımıyor diyenlere gelsin.

Zor geçen 2023'ü yüzde 4,5 büyüme ile kapatmışsak, şahlanış döneminde bu ülkenin tadından yanına varılmaz. Yeter ki bu can bu tende dursun. 

Tüm bu verdiğim örneklere, bunlar seçim yatırımı diyen olursa, onlara diyeceğim tek şey, Allah sizi bildiği gibi yapsın demek olur. Son sözüm budur. Başka da bir şey demem.

Futbol ve Siyaset

Futbol ve siyaset iki farklı alan olsa da takım oyunu olması yönüyle benzerlik gösterir. 

Hep zirveye oynayan takımlar sahaya çıkan 11 futbolcusundan ibaret değildir. Takım, yedekleriyle beraber bir takımdır. Yedekler, sahaya çıkan as futbolcuların aksayan yönlerini kapatmak için yedekte beklerler. Takımdan biri sakatlanınca ya da sahada işlevsiz kaldığı zaman yerine girerek as futbolcunun yokluğunu hissettirmez. Hatta öyle oynar ki oynadığı oyunla ve takıma yaptığı katkıyla takıma uyum sağlar, as futbolcusunun yerine takımın vazgeçilmez oyuncusu olur çıkar ve formayı kapar. Bundandır ki as futbolcu yedeğe düşmemek, yedek futbolcu da yedeklikten kurtulmak için görevini en iyi şekilde yapmaya çalışır.

Takımdaki as futbolcuların yerine monte edilecek yedek olmayınca daima ilk on birde sahaya çıkan futbolcu alternatifsiz kalır ve nasılsa alternatifim yok diye sahada doğru dürüst koşturmaz. Antrenmanlarda ise kendini yormaz. 

Buradan siyasete gelelim. Siyasette de iktidar var, muhalefet var. İktidardaki siyasiler bir takımdır. Muhalefette kalanlar da bir takımdır. Muhalefette olan siyasiler iktidar olmak için vardır ve iktidarın alternatifidir. Futbola benzetirsek, iktidardakiler asıl futbolcu ise muhalefettekiler yedek futbolcudur. İktidar görevini yaptığı müddetçe yedek futbolcuya yani muhalefete ihtiyaç kalmaz. Bu durumda muhalefet yedekte kalmaya devam edecektir.

 İktidarda görev zaafı olduğu zaman teknik direktör olan halk yedekteki muhalefete bakar. Acaba bu zaafı nasıl giderir, hangisiyle çözerim diye. Şayet yedekte bekleyen muhalefette bir ışık göremezse iktidarı değiştirmeye yeltenmez. Eğer muhalefette bir ışık görürse iktidarı indirmeye, yerine muhalefeti iktidar yapmaya yönelir. Siyasetin futboldan farkı, futbolda değişmesi gereken futbolcu sayısı sınırlı iken siyasette toptan değişim olur. Yani iktidar muhalefete düşer, muhalefet iktidara çıkar.

Kısaca iktidarı iktidar yapan, güçlü muhalefettir. İktidar olan kişiler güçlü muhalefeti gördükleri zaman yerlerini sağlamlaştırmak için görevlerine dört elle sarılır. Bundan da ülke kazançlı çıkar. Şayet iktidar, yerine iktidar olacak güçlü bir muhalefet göremezse, nasılsa yerime geçecek bir muhalefet yok diye işini savsaklar. Sorunları çözmediği gibi iyice berbat eder. Çünkü alternatifsizdir.

Anlatmak istediğim, futbol yedekleriyle güçlü bir takım oyunu ise siyasette de güçlü muhalefet, iktidarıyla bir takımdır. Muhalefet ne kadar görevini iyi yaparsa iktidar da o derece görevini iyi yapar. O yüzden bir ülkenin geleceği güçlü muhalefetten geçer. Güçlü muhalefetin olmadığı yerlerde iktidar tek partiye kalır. Alternatifi olmayan parti niye çalışsın değil mi? 

Sonuç olarak bu ülkede bir şeyler iyi gitmiyorsa, iktidara kızmaktan ziyade iktidar alternatifi olma gibi bir derdi olmayan ve bu ülke insanını tek parti zihniyetine mahkum eden muhalefete kızalım.

28 Şubat 2024 Çarşamba

Muhalefetin Hali Pürmelali

Evlerden ve ülkeden ırak olası evlere şenlik bir muhalefetimiz var.

Irak olası diyorum. Çünkü vatandaşla alay eden, dalga geçen bir muhalefet bizdeki. 

Başka ülkelerin muhalefeti iktidar olmak için muhalefet yapar. Nedense bizdekiler siyaseti kalabalık etmek, vatandaşı oyalamak ve iktidar olmamak için yapıyorlar. Kısaca iktidar olmak, vatandaşa hizmet etmek, ülkenin sorunlarını çözmek gibi bir dertleri hiç olmadı. Bunu da yirmi küsur senedir yaptıkları muhalefetten, oynadıkları tiyatrodan anlayabiliyoruz. 

Gördüğüm kadarıyla 20 küsur senedir iktidar olan, bulunduğu zirveden, yirmi küsur yıldır muhalefette olan muhalefet de bulunduğu yerden memnun. 

Artık şu iyice anlaşıldı ki vatandaş muhalefete artık sıra sizde. Sizi iktidarda ve belediye başkanlıklarında görmek istiyoruz dese bizdeki irili ufaklı muhalefet altın tepside Sunulan iktidarı almamak için kırk takla atar, kazanmamak ve kaybetmek için oynamadığı Bizans oyunu kalmaz. 

Bizdeki muhalefet Allah var kendilerine verilen rolü iyi oynuyor. 

Kazara içlerinden biri iktidar olmaya yeltense şu fıkranın gereğini yetine getiriyor. Önce fıkrayı anlatayım:

Öbür dünyada aynı milletten cehennemlikler bir çukura doldurulur. Kimse kaçmasın diye her çukura ikişer tane zebani görevlendirilir. Bizim cehennemliklerin başına görevli verilmez. Diğer milletler: “Ya Rabbi! Haksızlık bu, neden bizim başımızda zebaniler var da onların başında zebani yok”.

Allah der ki “Haksızlık yok. Çünkü onlardan biri çukurdan çıkmaya çalışırsa diğerleri ayaklarından tutar. Çukurdan çıkmaya çalışanı aşağıya çekerler ve kimse kaçamaz der”.

Evet bizim muhalefetin hali pürmelali tam bu fıkradaki hal. Hiçbiri birbirinin olmasını ve onmasını istemez. Hiçbiri muhalefet ligini terk etmek istemez. Bu ligden kurtulup birinci lige çıkmaya kalkan olursa da diğerleri yaka paça aşağı indirir. İçlerinden biri iktidar olacağına,  mevcut iktidarın iktidarına devam etmesini yeğlerler.

İktidarın muhalefet, muhalefetin iktidar olamadığı bu ülkede meydan hep iktidar olana kalır ve istediği şekilde at koşturur. Ülke alternatifsiz kalır. Alternatifin olmadığı yerde ise rekabet olmaz.

Bu durumdan iktidar ve muhalefet memnun olsa da rekabetin olmadığı yerde rehavet, başına buyruk hareket etme, kendini yenilememe, geliştirmeme, ben yaptım oldu, ardı arkasına yanlışlara imza atma, kokuşmuşluk, güç zehirlenmesi, rehavet ve vurdumduymazlık alır başını gider. Zararını da ülke çeker.

Hasılı böyle muhalefet düşman başına. 

27 Şubat 2024 Salı

Yazma Kesatlığım

Şubat ayını bitiriyoruz. Kış mevsimindeyiz güya. Havalar güllük gülistanlık. Ağaçlar çiçek açtı açacak. Adeta bahar havası yaşıyoruz.

Kar görmedik. Yağmuru ise ara ara gördük. Hasılı kesat bir kış mevsimi geçiriyoruz. Bu demektir ki havalar böyle giderse susuzluk kapıda demektir.

Kışın kesat geçtiği gibi yazı yönünden de şubat ayı benim için kesat geçiyor. Elim yazmaya varmıyor. Bir iştahsızlık var. Gündemden uzak olunca yazı konusu bulmada da zorluk çekiyorum. Bir konu buluyorum. Başlıyorum yazmaya. Daha bir paragraf yazmadan canım çekmiyor. Boş ver bu konuyu diyorum. Başka bir konuya geçiyorum. Onu da daha baştan bırakıyorum. Bir konuya dair ne içimden bir şey geliyor ne de elim tuşlara gidiyor. 

Eskiden böyle miydim halbuki. Aklımda konu çok olur, çoğunun başlığı yazılmış, sırasını bekliyor olurdu. Bir gördüğümden, bir konuşmadan bir konu çıkarır; yolda, çarşı ve pazarda giderken elim klavyede olmasa da zihnimde yazmaya başlardım. Bir boşluk bulsam da şöyle bir döşeyiversem derdim. Şimdi ise aklıma gelen hiçbir konu haydi beni yaz demediği gibi boş ver diyor sanki. İçimden bir şey dökülmüyor. Galiba köreldi iyice.

Gündemi takip etmesem de aslında yazılacak konu çok. Ama hangi konu aklıma gelirse içimden bir ses cıs, aman ha diyor. Hoş bugüne kadar nice cıs konular yazdım. Yazarken de tehlikeli sularda yüzdüğümü bile bile gözümü budaktan esirgemeyip çalakalem yazdım. Olumlu, olumsuz tepkiler aldım. Olumlu tepkiler kimsenin görmediği ve duymadığı ortamlarda ifade edildi. Olumsuz tepkiler ise mimlemek, uzaklaşmak ve acıyarak bakmak şeklinde kendini gösterdi. 

Korkuyor muyum? Korku insani bir şey. Fakat korku değil benimki. Zira ölmüş eşek zaten kurttan korkmaz. Üstelik sırtımda yumurta küfem yok. Beklentim zaten hiç olmadı. Sadece adım çıkmış dokuza, inmez sekize. 

O zaman nedir yazıya karşı bendeki bu isteksizlik? Olmadık konulardan yazı çıkarırken niye şimdi konu sıkıntısı çekiyorum? Soruları soruyorum ama cevabı bende yok. O zaman ne olabileceğine dair yorum yapabilirim. Cevap ya bunlardan biridir ya hepsidir ya da yazmadığım başka bir şey.

Bir bakalım, nelermiş:

Yazıda doyuma ulaşmış, yazdığım kendimi tekrardan ibaret ve yeni şey üretemiyor olabilirim.

Yazdıklarımın karşılığı olmayabilir.

Yazılarım, toplumun kahir ekseriyetinin fikir ve düşüncesine uyum göstermiyor olabilir. Topluma yabancılaşmış, aynı dili konuşmuyor ve toplumda bir karşılığı yok.

Yazılarım, toplumun gerisinde kalmış, ne toplumu ne çağı okuyabiliyor. Gündem dışı kalmış.

İnan hangisi bilemiyorum. Galiba yazmak için biraz gündemi takip etmek gerek. Bir de okumak gerek.

Yazmaya başlarken neyi dert edinirsem, onu yazacağım demiştim. Galiba dert edindiğim kalmamış olabilir. Öyle ya derdi olmayan niye yazsın.

25 Şubat 2024 Pazar

Siyaset Panoramamız

31 Mart seçimlerine ramak kalmış, partilerin adayları belli olmuş, her şey YSK'nin açıkladığı takvime göre işliyor. Yalnız daha önceki seçimlerde alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıyayız. 

Ne partilerde ne de meydanlarda bir seçim yarışı var. 

7/24 siyaset konuşan seçmende ise hiç seçim havası yok. 

Partiler, kale adı verilen ilçe ve illerde kimi aday gösterirse göstersin, nasılsa kaybetmiyor. O yüzden çok rahatlar. Kale olmayan yerlerde formalite aday gösteriyor. Partilerin tüm çabası seçimin bıçak sırtı olduğu ilçe ve iller. 

Partiler için bir belediye özellikle büyükşehir çok önemli. Çünkü belediyeler paranın en kolay harcandığı yerlerdir. Pekala siyasi partiye kaynak aktarılabilir. 

Siyasi partiler için ne kadar belediye demek o kadar para ve imkanlara konmak demektir. 

Seçmene gelince, seçmen hiç olmadığı kadar siyasetten uzak. Şu, bu belediyeyi hangi partinin adayının kazanması hiç umurunda değil. Çünkü o kadar parti arasında kendisini temsil eden bir parti bulamıyor. Partisi varsa da oy oranı küçük ve kazanamama durumu varsa oyunu kerhen bir başka partiye verip kötünün iyisine verecek. 

Eskiden böyle miydi? İki kişi bir araya gelse çaylarını yudumlarken konu döner dolaşır, siyasete gelirdi. Şimdi ise siyasetin dışında her şey konuşuluyor ama iş siyasete gelmiyor. Adeta herkes yeminli ve ağzı yanmış gibi.

Açıkçası, seçmen iktidardan sıdkını sıyırmış durumda, illallah diyor. Alternatif olan partilere bakıyor. Hiçbiri güven vermiyor. Adeta seçimi kazanmamak üzerine siyaset yapıyor. 

Bu durumda seçmenin önemli bir oranı ya sandığa gitmeyecek, giderse de oyunu iptal edecek ya da öylesine oyunu verip gelecek. Belki de adam gibi alternatif olamayan partisine kızıp madem öyle deyip aynı zihniyetin devam ettiği belediye adayına oyunu verip gelecek. 

Seçmenin bu noktaya gelmesinde en önemli sebep, seçmenin siyaset kurumuna verdiği kredinin hoyratça kullanılması yatıyor. Seçmen adeta hayal kırıklığı yaşıyor. İrili, ufaklı, hangi parti olursa olsun hepsini kendine çalışan nefsine Müslüman görüyor. Partiler ikbal peşinde koşarken fatura hep oy veren seçmene çıkıyor ve ceremesini halk çekiyor. 

Sahi siz iktidar ve muhalefette aktif siyaset yapıp da bedel ödeyenini gördünüz mü? 

Seçmenin siyasete ve seçime bu kadar bigane kalması, normal şartlarda belki olması gerekendir. Yalnız bugüne kadar gecesi ve gündüzü siyaset olan bu millet için anormal bir durumla karşı karşıyayız. Belki böyle böyle normalleşeceğiz. 

Hasılı bu seçimde hiçbir parti umut dağıtmıyor. Seçmenin ilgisizliği de bundan. Al birini vur ötekine misali.

Kısaca mevcut siyasi tablo, 2000 öncesi birbirine yakın oy alan parçalanmış, birbiriyle yenişemeyen tablodan beter. Siyaset adeta onca parti arasından tek zihniyetli bir partiye doğru gidiyor.

Seçmen her bir partiyi, koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali yüz ağartmaz görüyor ve hepsini sandığa gömecek bir alternatif arıyor. Alternatifini bulsa hepsine tekmeyi vuracak.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Ömrünü Kur'an'a Adayanlarla İmtihanımız

Kendisini Kur'an'ı anlamaya ve anladığını anlatmaya çalışan o kadar insan tanırım ki nazarımda Mehmet Okuyan gibisi yoktur. Adeta kendini Kur'an'a vakfetmiş bir bilim insanıdır. Kur’an’ı yemiş yutmuş dense yeridir. Yine bu konuda kendisine allameicihan dense yakışır.

Kendisini Kur’an’a vakfetmesinde bir otobüs yolculuğunun etkisi büyüktür. Oturduğu oturağın arkasındaki iki yabancı kişiyle tanışması esnasında, onlara ilahiyat mezunu ve hafız olduğunu söyleyince, Bakara süresinde neden bahsedilir sorusunu sorar iki yabancı. İsrail oğullarından bahseder demiş. 286 ayet var bu sürede. Başka hangi konular var demişler. Birkaç konu daha saymış. Arkası gelmemiş ve mahcup olmuş. Öyle zannediyorum, bu anekdotun ardından kendini Kur’an’a adamış olmalı.

Geldiği nokta itibariyle Kur’an’a vukufiyet konusunda, Kur’an ayetlerini Kur’an ayetleriyle tefsir etmede üstüne yoktur. Ki Kır’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesi tercih edilendir ve makbul kabul edilir.

Kendisini Kur’an’a adamış ve öğrenmiş. Bununla da yetinmemiş. Öğretmeye devam etmiş. Öğretmesi halen öğretim üyesi olduğu Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle de sınırlı kalmamış. Kur’an’ın anlaşılmasını anlatmak için adeta Türkiye’yi karış karış dolaşıyor. Yeter ki herhangi bir il ve ilçeden talep gelsin.

Bildiğim kadarıyla uçak fobisi de var. Gideceği her yere otobüsle seyahat ediyor. Kur’an sohbetini veriyor. O kadar teptiği yolu yeniden tepiyor. Gittiği her yerde dolu salonlara hitap ediyor. Yeter ki bir salon bulunabilsin ve izin verilsin. Çünkü seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Gittiği her ilde kendisini dinlemeye gelen kadar onu konuşturmamak için lobi faaliyetinde bulunan ve sesleri çok çıkan kişiler de vardır.

Davet edilen televizyonlara çıkıyor, konferanslara gidiyor. Ne televizyondan ne de konferans için gittiği yerlerden bir kuruş para alıyor. Yani meccanen yapıyor bu işi.

Kuran meali yazdı. Herkesin istifadesi için dijital ortama aktarttı. İsteyen herkes ücretsiz dinleyebiliyor.

Mealle de yetinmedi. Otuz cilt Kur’an’ın tefsirini yazdı.

Kur’an’la hemhal olması, konferans ve TV programlarından bir kuruş almaması, üzerine meal ve tefsir yazması takdir edileceği yerde, bugünlerde yerden yere vuruluyor. Vay efendim, “Kur’an bize yeter” dediği halde 21 tane kitap yazmış. Halbuki onlara göre Kur’an varken ne gerek vardı bu kadar kitap ve otuz ciltlik tefsir yazmaya. Okuyanın yanına Mustafa İslamoğlu (80), Caner Taslaman (17), Sait Çamlıca (31), Emre Dorman (10), Bayraktar Bayraklı (36) tarafından yazılan kitap adetleri de eklenmiş. Ayrıca her birinin fotoğraflarına da yer verilerek sosyal medyada afişe ediliyor bu kişiler. Sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, sapık vs. ithamları, yapılan ithamların yanında pek masum kalır. Adeta hedef gösteriliyor.

Bu kişiler niçin zaman zaman ve şimdi temcit pilavı gibi böyle hedef gösterilir? İnsanımızın bu insanlarla alıp veremediği nedir, çok anlamış değilim. Öyle zannediyorum, belli kişi ve mahfillerin bu kişileri hedef almasında, bunların hadis ve sünnete bakışları yatmaktadır. Diğerleri için bir şey söylemeyeceğim. Yalnız Mehmet Okuyan hadis ve sünnet inkarcısı değil. Kendi ifadesiyle, hadisleri “Ne süpürüp atanlardan ne de süpürüp alanlardandır”. Yani Okuyanın suçu, hadislere temkinli yaklaşması, hadisleri Kur’an, akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi.

Bildiğim kadarıyla hadisler konusundaki bu metot Okuyan’a ait değil. Bu metot aynı zamanda İmamı Azam ve İmamı Maturidi’nin yoludur. Bu ikisinin yolundan gidiyoruz. Biri amelde, diğeri itikatta mezhep imamımız.

Adı geçen kişileri savunmayacağım. Zira onlar kendilerini savunur. Yalnız bir hakkı teslim etme adına şunu söylemeden geçemeyeceğim. İslam ileri çağlara hitap edecekse, ileride İslam halkın gündeminde olacaksa, bunda adı geçen kişilerin payı büyük olacaktır. Bu demek değildir ki bu kişilerin her söylediği, yazıp çizdiği doğrudur. Tefsir yaparken bazı ayetlerde zorlama yorum yaptıkları da oluyor. Bunu da anlamak ve anlaşılmak için yaptıkları aşikardır.

Hasılı Mehmet Okuyan’ın Kur’an’ın anlaşılması üzerine hizmeti, çaba ve gayreti takdir edilmelidir. Taslaman’ın günümüz gençliğinin deist, ateist, agnostik olmaması, olduysa da oradan kurtulmaları için gösterdiği eforlar bir takdiri hak ediyor.

Okuyan ve diğerleri bir metot geliştirip yollarına revan olurlarken sahi biz ne yapıyoruz? Onların yaptıklarına burun kıvırıyoruz. Durmadan onları hedef gösteriyoruz. Birilerinin onlar adına oluşturup servis ettiği algıyı paylaşıp duruyoruz. Böyle yapacağımıza, kendimiz de bir metot geliştirip tefsir yazsak, meal yazsak, kitaplar yazsak daha iyi olmaz mı?

Meal ve tefsir yazmak kolay mı demeyin? Öyle kelli felli ilahiyatçılar ve kendilerini ehlisünnet savunucusu gören ve dinî bildiğini sanan öyle güney müftüleri var ki onlar için meal ve tefsir vız gelir. Yeter ki sosyal medyada Okuyan ve diğerlerine saldırma vazifesini bırakıp bir işe yaramaya odaklanabilsinler. Sahi işiniz yok mu sizin? Bir de Okuyan ve diğerleri hadislere temkinli yaklaşmasalar, tüm hadisleri süpürüp alsalar, size göre İslam’ın ve Müslümanların tüm dertleri bitecek mi? Tek derdimiz bu mu kaldı? Öyle zannediyorum, bunu muhabbetini yapmayı ve insanımıza saldırmayı meslek edinmişiz. Merak ediyorum, ne zamandan beri Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri suç oldu? Siz de Kur’an’ın hadisle tefsirini yapın. Elinizden alan mı var mübarekler...

18 Şubat 2024 Pazar

Bize Her Yol Mubah

Bu yazımı, İnternet sitelerinde ve sosyal medyada yer verilen bir alıntıya ayırdım.

“BİZ BÖYLE ÇÜRÜDÜK...” başlığıyla çoğu kimse tarafından paylaşılan bu alıntıya imzamı atıyorum.

Güzel tespitleri bir arada bulunca istedim ki bu yazı bloğumda yerini alsın.

Yazımda yazının yazarına da yer vermek isterdim ama failini bulamadım. Emeğine sağlık bu tespitleri bir araya getiren yazarımıza.

Alıntıya dair yaptığım tek şey görebildiğim yazım ve imla yanlışlarını düzeltmek oldu.

“Bal tutan parmağını yalar" dedik; hırsızlığı mubah gösterdik.

“Devletin malı deniz, yemeyen keriz" dedik; devleti soymayı mubah gösterdik.

“Yemeyenin malını yerler" dedik; dolandırıcılığı mubah gösterdik.

“At binenin, kılıç kuşananın dedik; gaspçılığı mubah gösterdik.

“Kol kırılır, yen içinde kalır" dedik; kendi yakınımızdaki hırsızların hırsızlıklarını mubah gördük.

“Söz gümüş ise sükut altındır” dedik; ortamı yalancıya bırakmayı  mubah gösterdik.

“Komşuda pişer bize de düşer” dedik; hazırcılığı mubah gösterdik.

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” dedik; menfaatçılığı mubah gösterdik.

“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" dedik; yalan söylemeyi mubah gösterdik.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dedik; bencilliği mubah gösterdik.

“Üzümünü ye bağını sorma" dedik; haramı mubah gösterdik.

“Köprüden geçene kadar ayıya dayı denir” dedik; kurnazlığı ve takiyeyi mubah gösterdik.