1 Kasım 2023 Çarşamba

Eğitim ve Öğretimde Senaryo Dönemi *

Eğitim ve öğretim alanında 100 yıllık Cumhuriyet döneminde denemediğimiz sistem kalmadı. Aşağı yukarı her hükümet zamanında sistem değişikliği yapıldı. Hatta aynı hükümetin bakanları değiştiğinde bile zaman zaman değişiklikler oldu.

Kah ders saatleri artırıldı kah azaltıldı. Bazı dersler kondu bazıları kaldırıldı. Bazısının ders saati azalırken bazısının artırıldı. Sınıf geçme sistemi zaman zaman hep değişti. Sadece ilkokul zorunlu, diğer kademeler isteğe bağlı iken önce 8 yıl kesintisiz zorunlu eğitime geçildi. İlkokul ve ortaokul kademesi ilköğretim şeklinde birleştirildi. Liselerin önüne kah hazırlık kondu. Hazırlık artı üç yıl oldu. Sonra hazırlık kalktı. Liseler 4 yıla çıkarıldı. Zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldı. 4+4+4 sistemine geçildi. Sınav sistemini söylemeye gerek yok. Değişiklikten hep nasibini aldı. Büyük umutlarla yeni okul türleri açıldı. Bu okullar gözde okullar oldu. Sonra bu okullar kaldırıldı. Proje okullar bu yıllarda revaçta. Yabancı dil kah kaldırıldı kah kondu. Sonra ilkokul 2.sınıf seviyesinde iken okutulmaya başlandı. Kredili sistemi gördük. Meslek listelerini katsayı ile yok ettik. Çok sonra katsayı kalktı ama meslek liselerini diriltemedik. Öğretmen alımları sürekli değişti. Sonunda kaybetmezsek mülakat sistemini keşfettik. Daha neler neler. Yeter ki siz izlemeye devam edin. Yeter ki kobay olmayı kabul edin. Yeter ki hesap sormayın. Yeter ki eleştirmeyin.

Her değişiklik bir öncekinin devamı olsa ya da bir öncekinin üzerine konsa hiç gam yemeyeceğim. 

Büyük umutlarla yapılan sistem değişiklikleri tam uygulanmadan ve oturmadan vazgeçildiği de oldu.

Onca değişikliğe rağmen eğitim ve öğretimde çok mesafe kat edildiği, olumlu yönde gelişme olduğu söylenemez. Çoğu kimse ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali demekten kendini alamıyor. 

Vatandaş eğitim ve öğretimde muzdarip olsun, farklı sistem ve sınav türlerinden mezun olup üniversite bitirdikten sonra istihdam sıkıntısı çekiyor ve okuduğuna pişmanlık duyuyor olsun, MEB ve üniversiteler ne işe yarayacak demeden fire vermeden seri üretim gibi işsiz lise ve üniversite mezunu veriyor. Eğitim ve öğretimin kalitesinin yükselmesine dair kılını kıpırdatmıyor. Hoş, istese de beceremezler. Çünkü yatalak hastayı ayağa kaldırmak gibidir bizim maarif meselemiz.

Üniversitelerin ağlanacak halini bir tarafa bırakıp MEB’e dönersek, MEB sınav sistemini değiştirmedi ama merkezi sınavlar dışınd,  okullarda yapılan sınavlarda test usulü sınav çeşidini kaldırdı. Eskiden, dönemde bir tanesi test yapılabiliyorken şimdi tamamen klasik oldu. Merkezi sınavlarda da test usulü sınav kaldırılıp klasik sınav yapılsa, dersin ki okul ve merkezi sınav usulünde bir uyum var. Öğrenci ortaokul ve lise boyunca çoktan seçmeli sınav yüzü görmeyecek ama lise ve üniversiteye girişlerde ve üniversite sonrası gireceği KPSS türü sınavlarda çoktan seçmeli sınav olacak. Bu çelişkiyi izah mümkün değil.

Okullarda yapılacak sınavlarda sadece çoktan seçmeli yasak değil. Eşleştirme ve doğru/yanlış şeklinde de sınav yapmak yok.

Tüm bu değişikliğe dersin ki öğrenci test tekniğinde hazıra alışıyor, düşünüp doğru cevabı kendi versin, yorumlayabilsin. Buna da eyvallah. Bununla kalsa iyi. Bir de senaryo çıktı. Üstelik bir değil, iki değil, üç senaryo birden. Öğretmen, il, ilçe, Bakanlık, sınavlar yapılmadan önce tablo hazırlayacak. Öğrenciye önceden duyuracak. Diyecekler ki çocuğum, sınavda şu üniteden sorumlusun. Sana bir kopya da vereyim. Sorular kazanımlardan çıkacak. Sana kazanımları da veriyorum. Bitmedi daha. Kaç kazanım varsa, onları tek tek yazıyorum. Kazanımların karşısına da o kazanımdan kaç soru soracağını belirtiyorum. Önümde üç senaryo var. Bu senaryolardan birincisini seçtim. Birinci kazanımdan üç, ikinci kazanımdan, üç, üçüncü kazanımdan iki soru soracağım. Hasılı seçtiğim senaryoda kaç soru sormam gerekiyorsa, bu soru sayısını aşmayacağım. Bu kıyağımı da unutma diyeceğim ama kıyak benim değil, Bakanlığın kıyağı. Kısaca öğrenciye hangi kazanımdan kaç soru derken kazanımın olduğu sayfayı gösteriyorsun. Şuraya çalış, üç soruyu hallet vs. diyeceksin.

Ben bu sınav şekline eğitim ve öğretimde senaryo dönemi diyorum. Çünkü her sınav döneminde öğretmenin önünde üç senaryo olacak. Öğretmen o senaryolardan birini hayata geçirecek. Burada Bakanlık, il, ilçenin ürettiği üç senaryoya öğretmenin ilaveten dördüncü bir senaryo üretip üretemeyeceği muamma. Bu senaryo döneminin mucidi bu probleme de bir açıklama getirir yakında. Zira çözüm merkezi ne de olsa.

Bu arada bu tür sınav türünde senaryo diye bir bölüm açmak küçümsenemez bir buluş. Kimin aklına gelirdi bu kavram. Mucidini Nobel’e aday göstermek lazım. Öyle ya gerçekleri bırakıp senaryo üretiyoruz. Senaryo dönemine geçtik bu sayede.

Uzattım ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Senaryo senaryo dedim durdum. Size bir iyilik daha yapayım. Türk Dil Kurumu senaryo kelimesine ne anlamlar vermiş, bir bakalım:

1.Tiyatro oyunu, sinema, film, dizi filmi vb, eserlerin sahnelerini ve akışını gösteren yazılı metin. (isim)

2.Herhangi bir konuda düşünülüp tasarlanan olaylar dizisi, (isim, mecaz)

3.Bir olayı başka bir yöne, bir amaca yöneltmek için uydurulan yalan (isim, mecaz).

Yeni sınav sisteminin içine senaryoyu dahil eden mucit, ümit ediyorum ki 2. anlamından esinlenerek senaryo demiştir. 1.anlamını kastetmemiştir. 3.anlamını hiç düşünmemiştir. Bunu aklıma bile getirmek istemem. Çünkü eğitim ve öğretimimiz yalan olduğu gibi senaryosu da yalan denirdi.

*03/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

30 Ekim 2023 Pazartesi

Sinan Canan, Diamond Tema ve Biz

Sinan Canan ile Diamond Tema’nın konuk olduğu Deniz Uras’ın sorular sorduğu “Tanrı/Felsefe Tartışması” başlıklı videoyu izleme imkanı buldum.

Bu programdaki konuklardan Sinan Canan’ı fırsat buldukça izlerim. Dopdolu, birikimli, muhatabına değer veren, katıldığı ve kendisinin sunduğu programlara değer katan, değer gören, düşüncelerini çok güzel bir üslupla açıklayan inançlı ve Müslüman olduğunu da gizlemeyen biri. En aykırı kişilerle kavga etmeden, sesini yükseltmeden kendini ve fikirlerini bir sohbet havası içerisinde açıklıyor. Boş konuşmuyor, demagoji yapmıyor, şunu alt edeyim demiyor. Kısaca ne yaptığını biliyor Sinan Canan. Kendisini her dinlediğimde ufkum açılıyor, kendinden yeni şeyler öğreniyorum. Geç de olsa iyi ki böyle birini tanıdım. İyi ki inancını kaybetmeden her platformda kendini ifade eden böyle entelektüel birikime sahip, bilim insanımız var. Allah sayılarını artırsın diyorum.

Programın diğer konuğu Diamond Tema’yı ilk defa gördüm. Fikirlerini yeni öğrendim. Programın ardından kimdir bu genç diye bir araştırdım. Daha 29 yaşında Arnavut doğumlu biri. Türkiye’ye küçük yaşta göç ederek okulları bu ülkede okumuş. Askerliğini burada yapmış. Belli ki Türk vatandaşı. Türkçeyi anadili gibi hatta bizden iyi konuşuyor. Aksanında bir yabancılık sezmedim. Kısaca adı soyadı dışında yerli biri ama agnostist.

Genci dinledikçe yaşımdan utandım. Bilgi, birikim, donanım, entelektüel bilgisi; yaşını başını almış, okumuş, nice aydın kimseden çok çok ileride. Bu yaşta bu kadar donanıma ancak şapka çıkarılır. Bilgisinin yanında efendiliği, tevazuu, üslubu mükemmel.

Bilgi ve donanım bakımından bize beş çeken bu genç, inanç yönünden bir agnostist. Bunu söylemekten, fikrini söylemekten de kaçınmıyor. Tanrı vardır veya yoktur diyemem. Çünkü ispatı mümkün değil inancı diyebileceğimiz agnostik bir düşünceye sahip olmasına rağmen inançlara saygısı, konuşmasına yansıyor. Kendilerini, Tanrı vardır diyenlerle Tanrı yoktur diyenlere oranla bilinemezlik gibi gri bir alanda tanımlıyor.

Programın sonunda sunucunun “25 altı genç nüfusta deizme kayma” sorusuyla ilgili olarak verdiği cevabı ve tespitlerini buraya alıntılıyorum:

"İnsanlar deizme yönelmiyor. Deist olduklarını keşfediyor. Deist her zaman vardı zaten. Benim kalbim temiz. Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok diyen. Müslümanım dediği, namaz kıldığı halde zina vb. günah işleyen Müslümanlar da var. 

Halkın çoğunda sağlam dini bir temel yok. Gelenekten, kültürden geliyor. Okulda ve evinde öğrendiği bilgi vardı. Şimdi ise basın aracılığıyla dünyayı tanıyor. İnternete giriyor. Bir konuda bin hocanın, bin bilim adamının düşüncesini görüyor. Videosunu izliyor. Herkes kendi eğitimini bu yolla alabiliyor. Yabancı medyayı da izliyor. Dünyanın bir tek kendi mahallesinden ibaret olmadığını öğreniyor. Medya insana tüm dünyayı sunuyor.

Aşkı dayatma çabası aşkta nefreti, dini dayatma çabası dinde nefreti doğurur. Dindar nesil yetiştirme çabası, belli okulları dayatma, videolarda kafa kesen görüntüler dinden uzaklaşmaya neden oluyor. Dinsizlerin insanları dinden çıkarma etkisinin, dindarların insanları dinden çıkarma etkisinden daha az olduğunu düşünüyorum. 

İnsanların deizm yönelmesindeki en büyük etken dindarların kendileridir." Diamond Tema

Burada agnostizmi anlatacak, bu inancın reklamını yapacak, bu düşünceye sahip kişileri ayıplayacak değilim.

Anlatmak istediğim, bu gencin dışında ateist, deist ve agnostik olan başkalarını da dinleme imkanı buldum. Dinlediklerimden hareketle vardığım sonuç; deist, ateist ve agnostist olduğunu söyleyenler, başta İslam dini olmak üzere diğer dinleri birçok Müslümandan daha iyi biliyorlar. Tüm dinleri ve İslam dinini adeta yiyip yutmuşlar. Niçin inkar ettiklerini niçin eleştirdiklerini niçin deist, ateist ve agnostist olduklarını biliyorlar. Akıllarına yatmayanı sorguluyorlar. Kısaca geldikleri noktaya araştırarak gelmişler. İddia, tez ve eleştirdiklerinin altı dolu. Geldikleri noktaya bilinçli bir tercihle gelmişler. Allah inancına mesafeli veya inkar noktasında olsalar da veya bilinemezlik halini yaşasalar da bu duruma bir tahkike sonucu ulaşmışlar. Teşbihte hata olmasın, bir nevi kendi inançlarında tahkiki iman üzereler. Müslümanda olması gereken tahkiki iman onlarda var.

Buradan hareketle kendisini Müslüman olarak tanımlayan biz Anadolu Müslümanlarının kahir ekseriyeti ise taklidi imanla yaşayamaya devam ediyoruz. Neye, niçin, nasıl inandığımızı bilmekten, bunu ifade etmekten, inancımızı anlatmaktan, anlattığımızla insanları ve kendimizi ikna etmekten ve örnek olmaktan aciziz. Bilinçli bir deist, ateist ve agnostist karşımıza çıksa, tezleri ve getirdikleri eleştirilerle bizi alt eder, teslim bayrağını çekeriz. Ki güzel bir üslupla da tartışamayız. Bunları kafir, dinsizlikle suçlarız. Kısa yoldan cehenneme göndeririz.

25 yaş altı gençlerde; deistliğe, ateistliğe, agnostistliğe, nihilizme yönelim ne kadar bilmiyorum ama YouTubelarda, ne konuştuğunu bilen, bilgi ve düşüncesini güzel bir üslupla ifade eden bu gençlerin, kafası karışık gençlerimizi yanlarına çekmeleri hiçten değil. Bunların aksine kendisini din görevlisi olarak tanımlayan kişilerin bilgi, donanım, özellikle üsluplarıyla bu toplumun gençliğini ikna edebilmeleri mümkün değil. Hele söz ve eylem çelişkisi bizde olduğu müddetçe gençlerin dinimizde kalması mümkün değil. Unutmayalım ki mesafe, soğukluk başka inançların veya inançsızlık inancının habercisidir.

Bence din adına söz söyleyenlerin kendisini sorgulamasında fayda var. Kimseyi suçlamadan, hiçbir savunma, mazeret ve gerekçe üretmeden. Soğukkanlı bir şekilde derinlemesine bir analiz gerek. Yarın değil, hemen şimdi. Çünkü yarın çok geç olur.

29 Ekim 2023 Pazar

İsrail Neden Çok Acımasız?

Başlığı, "Yahudiler Neden Çok Acımasız" şeklinde de anlayabiliriz. Yalnız bunu tercih etmedim. Çünkü Yahudilik bir dini, bir milleti temsil etmekte. İsrail ise sınırları belli bir Yahudi devletidir. İsrail'in yaptığı da tüm Yahudileri bağlamaz. Çünkü İsrail'in yaptıklarını onaylanmayan Yahudiler de var. Kısaca bir ırk ve dinî hedef almadan İsrail üzerinde duracağım.

İsrail niçin acımasız? 

Niçin orantısız güç kullanıyor? 

Niçin çoluk çocuk demeden öldürüyor?

Dünyanın tepkisine rağmen niçin geri çekilmiyor? 

Niçin durmadan öldürmüyor? 

Niçin sadece öldürmeyi iyi biliyor?

Niçin bu kadar gaddar?

On emirde "Öldürmeyeceksin" denmesine rağmen arzımevud uğruna bu gözü dönmüşlük niye?

Filistinlilere uyguladığı bu soykırım niçin? 

Kısaca İsrail dendi mi acımasızlık, kan, gözyaşı, kin, intikam, katliam, terör, cinayet vb. durumlar gözümün önüne geliyor. Adeta kandan besleniyor. 

İsrail'in bu durumda olmasını geçmişinde aramak lazım. Nasıl ki psikologlar problemli insanların problemlerini çözmek için çocukluğuna iniyorlarsa, Yahudilerin bu durumda olmalarının sebebini tespit etmek için İsrail oğullarının geçmişine gitmek gerektiğini düşünüyorum.

Yahudiler tarih boyunca bir yurt edinememişler.

Mısır'da köle muamelesi görmüşler.

Çölde 40 yıl sersefil olmuşlar. 

Güç bela yurt edindikleri Kudüs tarihte iki defa yerle bir edilmiş. 

Sürgüne gönderilmişler. Sürgün hayatı yaşamışlar. 

Gittikleri her bir ülke bunları kolay kolay kabul etmemiş. 

Dışlanmışlar. 

Horlanmışlar. 

İtilip kakılmışlar. 

Sabun yapılmak üzere fırınlara atılmışlar. 

Lanetlenmişler. 

Lanetli kavim olarak bilinmişler. 

Yaşamak için belki de kimliklerini gizlediler. 

Adeta yokluğa mahkum edilmişler. 

Gelen vurmuş, giden vurmuş...

Tüm acılı ve sıkıntılı durumlarına rağmen pes etmemişler. Böyle geldik böyle gideceğiz dememişler. Kenetlenmişler. Bilgide mesafe kat etmişler. Ticarette ilerlemişler. Para ve bilgi bunlarda olunca her ülkede bir güç olmuşlar. Güçlü bir lobi oluşturmuşlar. 

Para, pul, bilgi, teknoloji, güç ve her türlü imkan olsa da kendilerine ait bir devletleri olsun istemişler. Bunun için güçlerini kullanarak bugünkü Kudüs çevresinde küçük bir devlet kurmuşlar. Filistinlilerden zorla alınarak kurulan bu devletin yaşaması ve genişlemesi için tüm dünyadaki Yahudiler adeta seferber olmuşlar. Bu devletin yaşaması ve tehlikeye girmemesi için ayak bağı gördükleri Filistinlilerden kurtulmaları gerekiyor. 

Bu anlattıklarım herkesin bildiği bilgiler. Çok acımasız olduklarına ve devlet terörü uygulamalarına gelince, geçmişte kendilerine yapılanları başkasına uyguluyorlar. Çünkü geçmişte ezilen ve horlananların psikolojisi, güçlenince başkasını ezmektir. Kısaca, 

Ezilen ezer. 

Horlanan horlar. 

İncinen incitir. 

Öldürülen öldürür. 

Nefret edilen nefret eder. 

Acımasızlığa acımasızlık... 

Tüm bunlar ve daha fazlası genlerine işlemiştir. 

28 Ekim 2023 Cumartesi

Asırlık Çınar *

Asırlık Çınar
Türkiye Cumhuriyetinin dini yoktur sloganıyla büyüdüm. Dini yok demek dinsiz demekti. Bir devletin dini olmaz mıydı? Dinsiz devlet olur muydu? Hele yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede dinsizlik... Olacak şey değildi.

Miting ve yürüyüşlerde "Dinsiz devlet yıkılacak elbet" diyenlere eşlik ettim. Yıkınca ne olacaktı. Ona da çaremiz vardı: "İslami devlet kurulacaktı elbet". Böyle bir düzen kurulunca devlet İslami bir devlet olacak. Devletin düzeninde İslami yasalar hakim olacak. Hakça paylaşım olacaktı. O yüzden küçüklüğümde katıldığım her miting ve yürüyüşte sloganla da olsa bu dinsiz devleti hem yıktım hem kurdum. Bu işi miting sonrası özel sohbetlerde de dillendirdim. Bu dinsiz devleti çok defa önce yıktım sonra kurdum. Bu tür sohbetler de çok tatlı olurdu. Gecenin ne zaman geçtiğini bilemezdim.

Bu dinsiz ve genç Cumhuriyeti yıkamadım. Halbuki ne kadar da içten atmıştım sloganları. 

Gel zaman git zaman benden 40 yaş büyük Cumhuriyet büyüdü. Aynı Cumhuriyette ben de büyüdüm. Ben 60'ı devirdim. Cumhuriyet ise 100 yılı. 

Devletin dini hala olmamasına rağmen Cumhuriyet 100 yılı devirerek kökleşe kökleşe yoluna doludizgin devam ediyor. Asırlık çınar oldu. 60'ına merdiven dayayan ben ise yaşa bağlı olarak tökezlemeye başladım. Öyle görünüyor ki ben tökezleye tökezleye bu fani aleme bir gün veda edeceğim. Çiçeği burnundaki genç Cumhuriyet ise ben ona kelimeyi şehadet getirtemeden asırlık yaşının ardından ilelebet nice yüzyıllar yaşayacak.

Küçüklüğümdeki devletin dini İslam olmalı hayalinden ise vazgeçeli çok oldu. Hatta devletin dini olmamalı diyorum. Çünkü devletin dini olmaz. 

Halkın dini olur ama devletin dini olmaz. İlla devletin dini olacaksa, devletin dini adalet olmalıdır. Çünkü bir devlette adalet olursa, o devlet ilanihaye yaşar. Adaleti yoksa zulüm devleti olur ki zulümle abat olamayacağı için sonsuza kadar yaşayamaz. 

100 yılı devirmesine rağmen Cumhuriyetimiz hala genç ve eksiklikleri hala çok. Bu aşamadan sonra yapılacak iş, bu genç Cumhuriyetin eksikliklerini gidererek nice asırlar yaşamasının önünü açmaktır. Bu da devlet eliyle adaleti tesis etmekle olur.  Adalet olursa, o devlet İslam'a en uygun devlet olur. Çünkü mülkün temelidir adalet ve her şeyin başıdır, ortasıdır ve sonudur. Devletin adaleti yoksa bu devletin adında dini İslam yazsa ne olur, yazmasa ne olur?

Hüseyin Hatemi’den dinlemiştim geçmişte. Ben sloganla yaşarken o ise ayakları yere basan biri idi. İdeal hukuk, meri hukuk derken programda konu İslam anayasasına gelmişti. Aklımda kaldığı kadarıyla Hatemi, “Yaşayan ve yürürlükte olan anayasalar içerisinde İslam’a en uygun anayasa Almanya anayasasıdır. Çünkü adında İslam olsa da olmasa da bir anayasada adalet hakim ise o anayasa İslamidir” demişti.

Ne yapıp ne edip hem anayasamızda hem mahkemelerde hem toplumsal ilişkilerde, kısaca hayatın her alanında devlet ve millet olarak adaleti tesis etmemiz, asırlık çınarı adaletle doldurmamız gerekiyor. Çünkü adaletin olduğu yerde huzur olur, güven olur. Kestiği parmak da acımaz. Devlet de ebet müddet yaşar.

Bu vesileyle asırlık Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı hayırlı olsun. Nice sonsuz yüzyıllara hep birlikte inşallah.

*30/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (4)

Sonuç olarak İslam dünyasında İslam'ı hakim kılmak isteyen veya referansı İslam olan, silaha başvuran ve silaha başvurmayan İslamcı örgütler, marjinal kalmış İslamcı siyasi partiler, dinden beslenerek veya dini kullanarak koalisyon veya tek başına iktidar olan dini partiler hep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Yukarıda verdiğim örneklere, sonuçları itibariyle bakarsak, çok iyi bir imaj vermedikleri, İslam'ı hakim kılmaktan ziyade yaptıkları veya yapamadıklarıyla insanlara İslam'ı sevdirmekten ziyade nefret ettirdiklerini söylemek mümkün. Gittikleri veya oldukları yerde ne kendileri huzur bulabilmiş ne de toplumlarına huzur verebilmişlerdir. Uzun soluklu olamamışlar. Parlayıp sönmüşlerdir. Uzun soluklu söz sahibi olanlar da dinin ve dinî değerlerin içini boşaltmışlardır. Dünyaya örnek olamadıkları gibi İslam'ın öcü görünmesine bilerek veya bilmeyerek katkı sunmuşlardır. 

Hasılı İslamcılık sürecine sonuç odaklı bakarsak, hangi memlekette olursa olsun, ister yetkili veya yetkisiz olsun, siyasal İslamcılık faydadan ziyade zarar vermiştir. Sorun çözme yerine sorun olmuştur. Tüm bu süreçte din ve değerleri hoyratça kullanılmıştır. Haliyle en büyük zararı da İslam'a ve değerlerine vermiştir. 

Bu durum sadece siyasal İslamcılığın geldiği bir sonuç değil. Hangi dinden olursa olsun, nerede bir dini yapılanma varsa hepsi sorun yumağı. Bugünkü İsrail de dini gerekçelerle devlet olmak, kutsal kitaplarında kendilerine vadedildiğine inandıkları arzımevudu yerine getirmek için yanı başındaki milletlere kan kusturuyor. Terörün her türlüsünü acımasızca uyguluyor. Kısaca sorun, emellerine ulaşmak için birilerinin dini kullanmaları en büyük sorun. Düşmanlarını çoluk çocuk demeden öldürmeyi emreden bir din olur mu? Öyle anlaşılıyor ki İsrail'in bu yaptığı da bir nevi siyasal Yahudiliktir. Kan, ölüm ve terör kime huzur verebilir. Aynı şekilde barış ve esenlik dini dediğimiz İslam bu yönüyle kime barış, esenlik ve güven verebilir. Burada Kudüs’ü kurtaracağız, Kudüs elden gitti algısıyla Hristiyan dünyasının düzenlediği Haçlı seferlerini ve akıttıkları kana da siyasal Hristiyanlık diyebiliriz. Budistlerin Myanmar'da uyguladıkları terörü de örnek alırsak, hangi dinden olursa olsun, dini yapılanmaların hepsinin sorun olduğu ortaya çıkıyor. Din adına ortalığı yakıp yıkıyorlar. Dinleri adına hareket eden yapıların ayakları yere basmıyor. Uçup kaçıyorlar ama ortaya kan ve gözyaşı bırakıyorlar. 

Diğer dini yapılanmaları bir tarafa bırakıp siyasal İslamcı yapılara tekrar dönmek istiyorum. Acaba siyasal İslamcılık, birilerinin pişirip servis ettiği, İslam dünyasından devşirdikleri birileri aracılığıyla oynanan bir oyun mu? Daha doğrusu siyasal İslamcılık bir proje olabilir mi? Öyle zannediyorum, bu işin senaristleri başkası. Figürler ve piyonlar ise hep İslam dünyasından. Başkası adına kendi ülkelerinde vekalet savaşı veriyorlar. Zaten kendilerinden başkasını öldürmüyorlar. 

Burada tüm siyasal İslamcı hareketler bir projedir demek suretiyle genelleme yapmak istemem. İçlerinde temiz duygularla ortaya çıkan, aleme nizamat vermek isteyenler olabilir. Bunda da samimi olabilirler. Bunu bilemeyiz. Biz ancak zahire ve sonuçlarına göre değerlendirme yapabiliriz. Samimi olsalar bile üst akıl dediğimiz proje sahipleri bu tür yapıların içine şu ya da bu şekilde sızabilir, onlara maddi destek vermek suretiyle amaçlarına hizmet edecek şekilde dönüştürebilirler. 

Uzattığımın farkındayım. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Siyasal İslamcılık ile yola çıkanlar eğer bu dinin samimi inananları ise ortaya çıkan sonuçlara bakarak bir değerlendirme yapmalarında fayda var. Hep Müslüman kanı akmışsa, kan ve gözyaşı durmuyorsa, hayal aleminden uyanıp ayaklarını yere basmalarında fayda vardır. 

Her şeyden geçtim. İslam ahkamının hakim olmasını isteyenler, bir an için bu ideallerine ulaştılar diyelim. Yönetimde İslam’ın hangi yorumunu esas alacaklar? Gücü ele geçiren, diğer yorumlara tahammül edecek mi?

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (3)

Erbakan liderliğindeki partilerin çizgisi değişmese de birbirinin devamı niteliğinde açılıp kapanan partilerin sloganları farklı idi. Mesela 80 öncesi MNP ve MSP'de İslami söylemler daha baskın idi. Aklımda kaldığı kadarıyla "İslam gelecek, zulüm bitecek", "İslami hareket engellenemez", "İran, Pakistan, Afganistan... Sıra sende Müslüman", "Hak geldi, batıl zail oldu", "Mücahit Erbakan" gibi sloganlar parti mitinglerinde atılan sloganlardan bazıları idi. 

80 sonrası mitinglerde bu tür sloganlar atılmasa da milli ve manevi değerler, imam hatip okulları, Kur'an kursları, başörtüsü üzerinden siyaset yapıldı. 

Partileşmeyen örgütler de Türkiye'de uzun süre gündem oldu. Mesela şimdilerde FETÖ olarak bilinen Gülen hareketi, İslamcı bir söylem kullanmasa da 70'li yıllardan itibaren devlet içine sızarak devlet içinde devlet oldu. Bir ABD projesi olduğu 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu da bu ülkeye pahalıya patladı. 250 insanımız şehit oldu. Dini görünümlü bu yapı İslam'a büyük darbe vurdu. 

2000 öncesi Güneydoğu ağırlıklı Hizbullah bir dizi kanlı eylemlerle kendini gösterdi. 

2000 sonrasında her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylese de AK Parti 21 yıldır bu ülkede tek başına iktidar. Rakipsiz ve alternatifi yok. İslamcı bir parti olduğunu söylemese de söylemler ve icraatlar İslamcı bir parti izlenimini veriyor. İslamcılığın piri diyebileceğimiz Erbakan'dan daha fazla dini söylem kullanılıyor. Halkın bir kesiminde İslam'ın siyasete alet edildiği kanaati var. "Nass varsa bize ne düşer" sözünü buna örnek olarak verebiliriz. Tek başına bu söz bile bir zamanların Türkiye'sinde kapatılma gerekçesi olurdu. İcraatlar arasında başörtüsünün resmi kurumlarda ve okullarda serbest olması, dindar nesil yetiştirme projesinden bahsedilmesi, imam hatiplerin sayısının hiç olmadığı kadar artırılması gibi icraatlar siyasal İslamcı Erbakan'ın çözmeyi vadettiği hususlardı. Yine bu dönemde imam hatip ve ilahiyat mezunu kişiler hiç olmadığı kadar etkili ve yetkili makamlarda istihdam edildiler. Adeta tercih sebebi oldular. Tüm makam ve mevkilerde dindar, mütedeyyin, İslamcı, İHL ve İlahiyat mezunları kadrolaştı. 

Makam ve mevkilerin dini hassasiyeti yüksek kişilerle doldurulmasının ne sonuç doğurduğunu bir araştırmaya yer vererek değerlendirmeyi size bırakmak isterim. Özal'ın başbakan olduğu 90'lı yıllarda solcu bir araştırma şirketi, "Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekti. Çocuğunuzu meslek gruplarından hangisine bırakırsınız" şeklinde bir soru sorarak araştırma yapar. İlk sırada din görevlileri çıkar. Aynı soru 2020 yılında sağcı bir araştırma şirketi tarafından tekrar sorulur. Cevaplar arasında ilk onda din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu olmaz. Değerlendirmeyi yaparken 90'lı yıllarda İHL mezunları ve ilahiyatçıların makamlarda tek tük olduğunu, etkili ve yetkili makamlarda pek olmadıklarını, 2020 yılında ise makamların kahir ekseriyetinin dini hassasiyeti yüksek kişilerden olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sizin değerlendirmeniz ne olur bilemiyorum ama öyle zannediyorum, makam ve mevkiler, kişilerin test edildiği yerler. 90'lı yıllarda makamsız güven duyulan kişilere, 2020'nin Türkiye'sinde güvenilmediği anlaşılır. Görünen o ki çoğu kimse makam ve mevki testinde sınıfta kalmış. 

Bugünün Türkiye'sinde o kadar İHO, İHL, hafız İHO/İHL, çokça ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi açılmış olmasına; milli, manevi ve ahlaki değerlere her söylemde yer verilmesine rağmen insanımızın çoğunda özellikle gençler arasında dinden soğuma, dine mesafe koyma, deist ve ateist olma her geçen gün artmakta. Bunda FETÖ, Hizbullah, bazı cemaatlerin görüntüsü, İslamcı söyleme sahip bir partinin 21 yıldır iktidar olması, önemli bir kesimin birçok icraattan mağdur olması, sözlü mülakatlar, söz ve eylem çelişkisi, sık U dönüşleri, makam ve mevkilerde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i arayanların nedense kendilerinin Hz Ömer olmayı denememesi, gerilim siyasetinden beslenme yolunun tercih edilmesi, üslup sorunu, güç zehirlenmesi yaşanması; imam, müezzin ve ilahiyatçıların aşırı partizan olması, söz ve eylem çelişkisi gibi hususların payı olsa gerek. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (2)

1970'li yıllardan sonra İslamcılık İslam ülkelerinde yükselen bir değer oldu. Örgütler çıktı, referansı İslam olan siyasi partiler kuruldu. Kimi iktidar olup muktedir olamadı kimi iktidar da oldu, muktedir de kimi marjinal bir örgüt kaldı kimi de yok olup gitti.

Örneklerden gidelim. Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitler, 80'li yıllarda Ruslara karşı mücadele edip Rusları yendikten sonra koalisyon da olsa devlet kurdular. ABD desteğiyle Rusları ülkelerinden çıkardılar ama bir devlet olamadılar. İç savaş hiç eksik olmadı. Birbirleriyle didiştiler. Ardından Taliban, ABD ve ABD'nin ardından ülkeyi yöneten Taliban’a ülke emanet. Referansı da İslam. Ülkeden kaçan kaçana. 

Pakistan, İslami esaslara göre bir devlet olacağım diye Hindistan'dan ayrıldı. Ne derece İslami kurallar ülkede hakim, halk ne derece memnun bilinmez. Yalnız içinden Bangladeş adıyla bir devlet doğdu. 

İran, 1979'da Ayetullah Humeyni önderliğinde devrim yaparak İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Bu cumhuriyetten halk ne derece memnun, bunu gidip onlara sormak lazım. Ama bir baskının olduğu, halkın patlamaya hazır bir bomba olduğu bir gerçek.

Suudi Arabistan'da İslami yasalar geçerli. Halk bu şeriattan ne derece memnun. Bunu ifade etmekten korkan ve kaçınan bir halk var. Öyle yönetim ki muhalif bildiğini İstanbul’da öldürecek ve asit kuyusuna atacak kadar gözü dönmüş.

Hem Afganistan hem İran hem de Suud baskıyla yönetimde duruyor. Uyguladıkları İslami yasalar ne halkının yüzünü güldürdü ne de bu yönetim tarzı dünyaya örnek oldu. 

Arap Baharı ile birlikte siyasal İslam'ın doğup neşvünema bulduğu ve diğer ülkelerde taban bulduğu Mısır'da Müslüman kardeşler, Mursi ile birlikte yönetime geldi. Yaşamasına imkan verilmedi. Darbe ile indirildi. Mursi hala iktidar olsaydı, Mısır bugün ne durumda olurdu, bunu görmeden bilmemiz mümkün değil. 

Örgüt olarak Afrika'da Bokoharam, Ortadoğu'da el Kaide, en Nusra, İŞİT, DAİŞ veya DAEŞ türünden İslamcı örgütler çıktı. Suriye iç savaşından yararlanarak kısa süreliğine Irak-Şam devleti bile kuruldu. Bu ve ismini zikretmediğim İslami örgütler, gittikleri ve girdikleri yerde Müslümandan başkasını öldürmediler. Hazırında yaptıkları eylemler, ülkelerinin ABD ve Rusya tarafından işgal edilmesini ve istikrarsızlığı doğurdu. 

Gazze’de resmi adı İslami Direniş Örgütü olan Hamas, 7 Ekim saldırısıyla İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine bilerek veya bilmeyerek hizmet etti.

Dünya, özellikle İslam ülkelerindeki siyasal İslamcılıktan Türkiye de nasibini aldı. Necmettin Erbakan ile özdeşleşti. İrtica ve laikliğe aykırı eylemleri gerekçe gösterilerek MNP, MSP, RP ve FP kapatıldı. 80 öncesi koalisyon hükümetlerinde yer aldı. 2000 öncesi Refah-Yol koalisyon hükümetinde kısa süreliğine de olsa Erbakan başbakanlık yaptı. 

Kurulan partiler kapatılsa da Milli Görüş diyebileceğimiz partiler asla terör eylemlerine başvurmadı. Demokratik yollarla iktidar olma yolunu seçti. (Devam edecek)