16 Ekim 2023 Pazartesi

Boykot mu Dediniz?

Bir ülkeyle ne zaman gerilim yaşasak, milli duygularımız kabarır. O ülkeye kızgınlığımız dinmez. O ülkeye ne yapabilir, onları nasıl dize getiririz düşüncesine kapılırız. Sonunda başı çekenlerin o ülkeye ait ürünleri boykot aklına gelir. O ülkenin ürün listesine sosyal medyada boy boy yer verilir. İnsanımıza bu ülkenin ürünleri şunlardır. Bu ürünleri boykot edelim. Bunları paylaşalım ki kimse almasın denir.

Amaç, bu ürünleri almayarak o ülke ekonomisine zarar vermek. 

Listeye bir de paylaşana bakarsın. Bu kişi bu ürünleri bir desen halinde dizayn ederek birleştiremez. Belli ki bu liste bir yerden hazırlanmış ve piyasaya sürülmüş diyorsun. 

Ürünlere bakıyorsun. Ne kadar kullanmaktan vazgeçemediğimiz marka değeri olan ürün varsa, hepsi listede. Çoğu zaruri ihtiyaç ve başka da doğru dürüst emsal alternatifi yok. 

Bu eylemi başlatanlar, boykot ürünlerin yanına eşdeğer ve aynı kalite ürünlere  yer verseler -varsa tabi- en azından alternatif bir çözüm üretmişler, bize de buna uymak düşer dersin. Bugüne kadar böyle bir çözüm görmedim. Ömrüm kifayet ederse, görürüm inşallah.

Tüketiciden beklenen bu boykota çoğunluk uymaz. Bakkal ve marketlerin tereklerinde o ürünler satıştadır. Hatta böyle zamanlarda boykot edilen ürünlerin çoğuna kampanya düzenlenir, üründe indirim yapılarak satışı cazip hale getirilir. Tüketiciye, haydi samimi isen alma mesajı verilir.

Bir hızla başlanan bu boykot furyası pek de uzun sürmez. Bizim boykot paylaşımımız kızgınlık geçinceye kadardır. O ülkeyle sorun devam etse dahi boykotu ağzımıza almayız. Boykotta başı çekenler dahi gider, o ürünlerden paşa paşa alır.

Bugüne kadar yaptığımız sayısız boykotlarla hiçbir devleti yola getiremedik. Hiçbir devleti ekonomik yönden batıramadığımız gibi sıkıntıya bile sokamadık. Ürünlerine boykot uyguladığımız hiçbir devlet bu boykotlardan dolayı endişeye kapılmadı. Hasılı kendimiz çaldık, kendimiz oynadık. Çünkü attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmedi hiç. Onca vaveyla, çığlık, nara ve meydan okuma da cabası oldu.

Bu tür boykotu sadece sorunumuz olan ülkelere değil, bazen siyasilerin hedef göstermesiyle ulusal çapta faaliyet gösteren zincir marketlere de yapıyoruz. Almayalım ki burnu sürtülsün deriz. Kızgınlığımız geçer geçmez alışveriş için soluğu o marketlerde alıyoruz. Bu tür boykot çığırtkanlığı yapanlara, kardeşim, o marketlerde o kadar çalışan var. Yarın bu market tezgahı kapatıp çalışanlarının işine son verse, bu kadar kişiye iş verebilecek misin dediğinde, ya kem küm ya da işsiz kalırsa kalsın diyor. Kısaca bir şeyin sonucunun ne olacağını düşünmeden harekete geçiyor. Adeta pire için yorgan yakmaya dünden hazır. Üstelik sadece zincir marketlerde çalışanlar değil, herhangi bir devletin ürünleri boykot edildiğinde de aynı durum söz konusu. Çünkü boykot yaptığımız çoğu ülkelerin ürünleri ülkede imal ediliyor. Buralarda çalışanlar da kendi insanımız.

Aslında bir ülkeyi boykot etmek çözüm değil. Çünkü bugüne kadar bu yol çok defa denendi. Sonuç, elde var sıfır oldu. En güzel boykot, boykot edilen ürünleri aynı kalitede aynı fiyata hatta daha makul fiyata üretip piyasaya sürmektir. Tezgahta biri yabancı, diğeri yerli ürün yan yana durursa, kim gider başka ülkenin ürününü alır. Yeter ki marka değeri olan ürünlere imza atmış olalım. Bir ürünü üretip piyasaya süren firma veya devleti endişelendiren de budur. Çünkü kim kendisiyle rekabet edecek alternatif bir ürüne tahammül eder.

Hasılı boykot edeceğimiz ürünlerin aynı kalitede olanını hatta daha iyisini yapmak emek ister. Bunu da mutlaka yapmamız lazım. Böyle yapmayıp kızdığımız ülkenin ürünlerine boykot kalkışmak ucuzculuktur, hamasettir.

15 Ekim 2023 Pazar

Ayasofya'nın İbadete Açılmasına Sevinmek veya Endişe Etmek

24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya müze statüsünden tekrar camiye döndürülmüştü. Cuma hutbesinde Ayasofya’ya yer veren bir imamın sözlerine yer vermiştim. Bu yazımda imamın sözlerine yorum yazan bir yorumunun yorumuna, bu yoruma dair verdiğim cevaba yer vermek istiyorum:

“Hutbe, malumunuz Ayasofya idi. Vaaz, benim gittiğim camide kurban üzerine iken oğlanın gittiği camide Ayasofya konusunu işlemiş cami imamı. Yorumsuz bir şekilde takdirlerinize sunuyorum:

"-Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslümanda sıkıntı vardır."

"-İspanya’da Emevilerin yaptığı cami şu anda kilise olarak kullanılıyor. Bir ülke himayesi altında olan şeyleri istediği gibi kullanır."

"-Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslümanın içinde münafıklık işaretleri vardır."

Şimdi bu sözler ışığında kendinizi bir test edin. Bakalım hangisisiniz?”

Bir Okuyucunun yorumu:

“ Üstadım, içerik bakımından ben hiç bir problem göremiyorum. Nerede problem var onu da öğrenmek isterim. Sadece usul ve üslup sıkıntısı var denilebilir. Yani usul, esasın önüne geçmiş. Biz de esası bırakıp usule takılmayalım derim.”

Okuyucu ya cevabi yazım:

Sayın Hocam, öncelikle Ayasofya’nın 86 sonra yeniden camiye dönüşmesi ve 24 Temmuzda ilk cumanın kılınması Müslümanlar ve İslam dünyası nezdinde büyük bir başarıdır ve gerçekleşmesi, söylem ve hayalden ibaret kabul edilen bir rüya gerçek olmuştur. Ucundan, kıyısından açılmasında katkısı olanlara, cesaret gösterenlere ve bir irade ortaya koyanlara minnet duyar, teşekkür eder ve bugünleri gösterdiğinden dolayı Rab Teala’ya hamd ederiz. Bir rüyanın gerçekleşmesinden dolayı sevinç ve mutluluk da duyarız. Çünkü bu konu dini olduğu kadar bir ülkenin özgür ve bağımsızlığına da sekte vuran bir durumdu. Bu vesileyle Türkiye, “Ben bağımsız bir ülkeyim. Bu konuda bana korku dağları yaratmanıza, aba altından sopa göstermenize tahammülüm yoktur” demiştir. Özlemini duyduğum, geçmişte açılsın diye değişik illerde düzenlenen fetih mitinglerine katılmış biri olarak ben de sevinç ve mutluluk duyanlardan biriyim. Geçmişte hangi saikle yapılmış ise bir yanlış burada düzeltilmiştir. Çünkü mabetleri amacının dışında başka bir amaçla kullanmak o mabede yapılan en büyük haksızlıktır. Burada bir hak teslim edilmiş oldu.

Sevinç ve mutluluklar farklıdır. Bazısı sevincini açık eder, tıpkı annelerin evlatlarına gösterdiği gibi. Bazıları sevincini belli etmez, için için sevinir ve sever, tıpkı babaların evlatlarını sevdiği gibi. Bazıları zamanı değil, der. Bazıları da açılmasını istemekle beraber içinde bazı endişeleri taşıyabilir: “Başka ülkeler ne der. Zira etimiz belli, budumuz belli. Acaba yeni bir ambargo ile karşı karşıya kalabilir miyiz” gibi endişe ve korkular taşıyabilir. Nitekim aynı endişeleri yakın zamana kadar Reisicumhur da taşıyordu: “Önce Sultan Ahmet’i doldurun…Ayasofya’nın açılmasını isteyenler dünyayı tanımıyor, dünyada o kadar cami var, bu camilerin başına ne gelebileceğini hesaba katıyorlar mı? Bu durumda Ayasofya’yı açacak kadar istikametimi kaybetmedim” şeklinde endişelerini dile getirmişti. Aynı endişelerin ardından Erdoğan kimsenin cesaret edemediği bir tabuyu mahkeme kararına dayandırarak açmıştır. Bu endişelerini dile getiren ve Ayasofya’nın açılmasında bir irade ortaya koyan ve cesaret örneği gösteren Erdoğan’ın nasıl ki Müslümanlığı sorgulanmıyorsa endişe veya başka sebeplerle sevincini açık etmeyenlerin de Müslümanlığının sorgulanmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bu genel değerlendirmeden sonra cami imamının sözlerine gelmek istiyorum. “Ayasofya’nın cami olmasına sevinmeyen Müslüman’da sıkıntı ve içinde münafıklık işaretleri vardır"

Siz katılır veya katılmazsınız. İmamın bu sözlerini doğru kabul edebilir ve içeriğinde bir sıkıntı da görmüyor olabilirsiniz. Ben bu şekilde düşünmüyorum. İmamın bu sözlerini maksadını aşan bir ifade olarak görüyorum. Camiye gelen herkes Müslüman olsa da Müslümanların hepsi yeknesak değildir. Burada dışlayıcı, ötekileştirici, hüküm verici, itham edici yön ön plana çıkmaktadır. Münafığın özellikleri bellidir. Özellikleri çoktur. Ama Ayasofya’ya sevinmeyen kişileri münafıklığın özellikleri içerisine sokmak bu tiplerin kalbinde bir hastalık olsa da yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ki münafığı tespit etmek zor zanaattır. Çünkü onlar pirincin içindeki beyaz taş gibidir. Müslümanların içinde yaşar, Müslümanlardan görünür fakat kafirlerle gizlice iş tutar. Peygamberin zamanındaki münafıkların kimler olduğunu bir sahabeye -sanırım Huzeyfe olmalı- söylediği, Hz Ömer’in içlerinde ben de var mıyım endişesi taşıdığını biliyoruz. Kişilerin münafıklığını tespit etmek bu kadar zor iken bir cami imamından, Ayasofya’nın camiye dönüşmesinden dolayı duyduğu mutluluğu cemaatiyle paylaşması, Allah’a hamd etmesi beklenir. Ayasofya’nın camiye dönüşmesini istemeyen ve buna sevinmeyenler varsa bunlarda münafıklığın belirtileri var demek, bu tip insanları bize kazandırmaz. Hazırında bana münafık dedi diye yanımızdan uzaklaştırırız. Ben olsam böyle bir üslup seçmez, insanları böyle itham etmezdim. 

14 Ekim 2023 Cumartesi

Küllerinden Doğan Yahudiler *

Bir Arzımevut hayali ve Ortadoğu'da bir devlet olma ısrarı, Ortadoğu'nun yüzünü hiç güldürmedi. 1948'den beri Filistinlilere yaptıkları da unutulacak gibi değil. Zira zulmü arşı alaya ulaştı. Yaptıklarından dolayı İsrail'e özellikle Siyonist Yahudilere oldum olası soğuğum. Elimde imkan ve güç olsa İsrail zulmünü ve yayılmacılığını durdurmak için elimden gelen her şeyi yapardım.

Gücünü ABD'den alarak İsrail'in yaptıklarına kızsak da tasvip etmesek de fazlasıyla cezalandırılmayı hak etse de bir hakkı teslim etmek gerek. İsrail ve Yahudiler, hayallerinden ve planlarından hiç vazgeçmediler, pes etmediler. Mücadele ede ede bu noktaya geldiler.

Bugün İsrail'in Ortadoğu'da, Yahudilerin dünyada etkin ve baskın güç olmasına bakmayalım. Biraz geriye gidersek, geçmişte başlarına gelmeyen kalmadı. Çünkü bugün kendilerinin başkasına yaptığı, geçmişte fazlasıyla kendilerine yapıldı:

Bildiğim kadarıyla tarihte iki defa ülkelerinde taş üstünde taş bırakılmadı. 

Ülkelerinden sürüldüler. 

Ülkelerine geri alınmadılar. 

Ülke ülke gezdiler. 

Ne kadar doğrudur bilmiyorum, Almanya'da fırında yakıldıkları, sabun yakıldıkları yazıldı, çizildi. 

Dünyanın hiçbir devleti onları kabul etmedi. 

Osmanlı önce İstanbul dışında iskanlarına izin verdi. Kanuni ile birlikte İstanbul'a girebildiler. 

Kendilerine gösterilen tepkiden dolayı gittikleri ülkede belki de kimlik ve uyruklarını gizlediler. 

Gittikleri her yerde azınlık psikolojisi ile yaşadılar. 

Her nereye gittiler ise ticaretle uğraştılar. 

Bir müddet sonra ticarette söz sahibi oldular. 

Birbirlerini ve kendilerine yapılanları hiç unutmadılar, birbirlerinin ellerinden tuttular. 

Bilim alanında kendilerini gösterdiler. Bilim adamı oldular. Birçok buluş ve icatta Yahudi bilim adamlarının imzasının olduğu bir gerçek. Bunu Nobel Barış ödülü alanların uyruklarından da anlayabiliyoruz. 

Bugün dünyaya pazarlanan, marka değeri yüksek ne kadar ürün varsa Yahudi malıdır. Bunu boykot listesi yayınlanınca görebiliyoruz. Nerede aranan ve alternatifi olmayan bir ürün varsa onlara ait.

Geldikleri nokta itibariyle; para onlarda, marka değeri ürün onlarda, sermaye onlarda, teknoloji onlarda, diplomasi onlarda, güç onlarda. Her ülkede etkinler. Her ülke siyasetini ve devletlerini etkileyecek güçlü lobileri var.

Küçük de olsa bir devletleri var. 

İsrail'de yaşasın veya yaşamasın, dünyanın her bir köşesinde, nerede bir Yahudi varsa hepsinin ortak ideali ve derdi İsrail devletini büyütmek, devlet olmanın önündeki engelleri kaldırmak, düşman gördüklerine karşı birlik olmak, İsrail'e maddi ve manevi destek sağlamak, büyük İsrail'i kurmak ve Arzımevud’un gerçekleşmesidir. Kadını, erkeği asker. Başka ülkede yaşasalar bile ülkelerinin savaşına asker olarak katılmak için uçağa atlayıp geliyorlar.

Anlatmak istediğim, ırk bazında en küçük nüfusa sahip olmalarına rağmen dünya siyasetini etkilemede çok etkinler. Bu noktaya gelmelerinde her bir Yahudi çok çalıştı, çok didindi. Onca dışlanmaya, sürgüne, horlanmaya rağmen kınayanın kınamasına aldırmadılar ve hiç pes etmediler. Tabir yerindeyse başlarına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Adeta küllerinden doğdular.

Tüm yazdıklarımdan, Yahudileri ve İsrail’i övdüğüm umarım anlaşılmaz. Çünkü öyle bir niyetim yok. Yalnız, yokluğa mahkum edilmiş bir milletin geldiği noktayı da görelim istiyorum. Yahudilerle özellikle yayılmacı İsrail ile mücadelenin, onları püskürtmenin, onlara geri adım attırmanın ve onları geçmenin yolu, onlar gibi her alanda çalışmaktan, üretmekten; sermayeye, bilim ve teknolojiye sahip olmaktan, dünyada güçlü lobi oluşturmaktan, birlikten, kenetlenmekten geçer. Bugün küçücük İsrail o verimsiz toprağından dünyaya tohum ihraç ediyorsa, oturup bir düşünmek lazım. Zalim de olsa Allah çalışana verir. Yattığı yerden kimseye bir şey vermez. Fiili olmayan duaya cevap bile vermez.

Hasılı, zulümleri, işkenceleri, yayılmacılıkları kendilerinin olsun ama çalışkanlıkları, her alanda söz sahibi olmaları, gösterdikleri azim ve gayretleri, kenetlenmeleri bizlere örnek olsun. Bugün birçok ülkeye yayılmış göçmen, mülteci ve sığınmacı olarak yaşayan Filistinliler, mücadele ettikleri komşularını, geldikleri nokta itibariyle geçmiş tarihlerini örnek alsalardı, 1948’den bu yana çok mesafe alabilirlerdi.  

*18/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Filistin için Ne Yapıyoruz?

1948 yılında İsrail kurulduktan sonra Filistinlilere için kan, gözyaşı, işkence, katliam, tehcir, hapis, sürgün, açık hava hapishanesinde yaşama hayatı başladı. Orantısız mücadelede ölen Filistinlinin sayısını artık kimse tutmuyor. Başka ülkelerde mülteci ve sığınmacı olarak yaşayan Filistinli sayısı Filistin'de yaşayandan çok çok fazla. İsrail genişleye genişleye Filistinlinin elinde doğru dürüst toprak kalmadı.

Filistin ile İsrail arasındaki husumet, ve anlaşmazlık, bitmeyen ve dinmeyen bir hikaye ve yılan hikayesine döndü. Bu mesele öyle bir noktaya geldi ki halk arasında darbı mesel hale geldi. Birinin başkasına düşmanlığını ifade etmek için "Filistin-İsrail gibi ne yaparsınız" denir oldu.

İsrail'in Filistinlilere uyguladığı orantısız güç dünya tarafından kabul ediliyor. Ama ABD destekli İsrail'e kimse bir şey demiyor. İsrail de yayılmacılığına devam ediyor. 

Başka güçlerin desteğiyle ayakta duran Arap devletleri de İsrail'in zulmüne seyirci. Hoş, yardım etmek isteseler bile İsrail ile başa çıkacak güç, kuvvet ve iradeleri yok. Çünkü Arap Baharı oyunuyla birlikte İsrail'in Ortadoğu'da tehdit etme potansiyeline sahip ne kadar devlet varsa, hepsi neredeyse devletsizleştirildi. Bugün her biri kendi himmete muhtaç dede pozisyonunda. 

Türkiye ve halkı ne yapıyor? 

Filistin'in başlattığı son Filistin-İsrail savaşına gelinceye kadar Türkiye İsrail'in uyguladığı insanlık dramını birinci elden dile getirdi. İsrail'e terör devleti dedi. Büyükelçiler çekildi. Filistin meselesi BM'de her yıl dile getirildi. Tüm bu yapılan konuşma ve eleştirilere rağmen İsrail hiçbir zaman geri adım atmadı. Hatta her şey İsrail lehine gelişti.

Halk bazında Türkiye ne yapıyor? 

İsrail'e lanet okuyor, beddua ediyor, kahrol İsrail sloganı atıyor, 

Gıyabi cenaze namazı kılıyor, 

İsrail'i telin ediyor, 

Yürüyüş yapıyor, 

İsrail büyükelçiliğine siyah çelenk bırakıyor, 

Filistinlilere yardım anlamında dua ediyor, 

Filistinlilere destek hutbesi okuyor, 

Sosyal medyada İsrail aleyhine yazılar yazılıp çiziliyor, slogan atılıyor,

Fetih süresi okuyor, 

Filistin için yardım toplanıyor, yardım götürülüyor,

Televizyonlarda İsrail’i eleştiren konuşmalar yapılıyor,

Gazetelerde İsrail’i eleştiri yazılar yayımlanıyor, 

İsrail mallarına boykot çağrısı yapılıyor vs. 

Sonuç olarak öyle görünüyor ki her sözümüz her tel’inimiz her yaptığımız öyle görünüyor ki hiçbir işe yaramadı. Belki de hepsi İsrail’e yaradı. Yaptıklarımız işe yarasaydı, şimdiye kadar İsrail kaç defa yok olmuş olurdu. 

İsrail’in söz geçiremediği bir Gazze kalmıştı. Bunu da nasıl elde eder, yutarım hesabı yaparken, Hamas İsrail’in imdadına yetişti. Dünyayı da hiç olmadığı kadar arkasına alan İsrail emin adımlarla doludizgin yoluna devam ediyor.

Acınası İslam Dünyası

Bölünmüş, parçalanmışlık ve bir araya gelememe, birlikte hareket edememe...

İnanç yönünden bin bir çeşitlilik... 

Aynı karede açlıktan ölen ve aşırı zenginlik ve sosyal adalet dengesizliği... 

Kuralsızlık...

Kayırmacılık, torpil, liyakatsizlik, ahlaksızlık... 

Liderlik kültü...

Hamaset, slogan ve gaz... Soğukkanlılık ara ki bulasın. Varsa yoksa hamaset. Olayların getirisi götürüsü hesaba katılmaz, perde gerisi düşünülmez. Düşünen olursa, soğukkanlılık sergileyen az sayıda beyin olursa, büyük yığınlar onları tu kaka yapar. Korkaklık ve satılmışlıkla itham eder. 

Her biri hiçbir alanda kendi kendine yeten değil. Kiminin parası var, üretimi yok. Ürettiği bir katma değer yok. Kiminin parası yok, insan gücü var. Ortak noktaları rahatına düşkünlük, tüketicilik... 

Ölen de öldüren de kendilerinden. Başka düşmana ihtiyaçları yok. 

İlişkileri pamuk ipliğine bağlı. İlişkilerinde bir denge yok. Bir bakarsın, sarmaş dolaş. Bir bakmışsın, Filistin-İsrail olmuşlar. 

Bal yapmaz arı gibiler. Konuşma çok, icraat yok. 

Uzaktan gazel okumayı, akıl vermeyi iyi bilirler. 

Mücahitliği kimseye bırakmazlar. 

Akılları bir karış havada, yerlerde sürünseler de ayakları da havada. Asla yere basmazlar. Hayal aleminde yaşarlar. Sadede gelmezler. Makul düşünmezler. Çözüm üretmezler. Çözümsüzlük dayatırlar. 

İletişim sıfır, diplomasi, devlet adamlığı hak getire. 

Çağı okumazlar. Her biri anlı şanlı geçmişine sığınır, geçmişle yaşar. Güne dair sözleri yok. 

Ömürleri kısır çekişmeyle geçer. 

Dışa dönük değil, içe dönük çalışırlar. Dışa meydan okumaları iç kamuoyunu tatmin ve desteklerini almak içindir. 

Her şeyi bilirler, her konuda söz söylerler. Tek bilmedikleri hadleridir. Bir de acınası halde olduklarını. Bunun için kafalarını kuma gömüp yaşamaya devam ediyorlar. Yaşasın kum ve kumdaki kafa! Zira o kumlar kafa ve beyinlerinin üzerini örtüyor. 

Basın Yasasının 29. Maddesine Dair

Sosyal medyada boy göstermek, yazıp çizmek, fotoğraf paylaşmak istiyorsunuz. Ama yeni çıkan basın yasasının 29.maddesi üzerinden koparılan fırtınadan haliyle korkuyor ve iki eliniz bağlı oturuyorsunuz.

Millet ne paylaşıyor diye bakıyorsunuz. Ama millete de bir hal olmuş. Çoğu kimse paylaşmama orucuna niyet etmiş.

Az sayıda paylaşılanları beğenseniz, bu da başınıza iş açabilir. Çünkü öyle bir hava yaydılar.

Ne yapıp ne edeceksiniz. Kara kara düşünüyorsunuz.

Sizin bu kara kara düşünmenize ben de üzülüyorum.

Panik ve korku vermeden bu endişenize çözüm olmak istiyorum. Yalnız merhemim yok ki başıma süreyim.

Bu durumda ne yapalım? Sizi bilmem ama şu aşamadan sonra panik, korku ve endişe yaratacak, kamu düzenini ve sosyal barışı bozacak, dış saldırılar varken iç huzuru bozacak paylaşımları yapmamaya ant içtim. Mecburen eski alışkanlıklarımı terk edeceğim. Yani suyu üfleyerek içeceğim.

Yasak olmayanları da yasaklayacağım. Mesela bir yakınım öldü. Eş, dost cenazesine katılsın diye sosyal medyada paylaşım yapmayacağım. Zira biri okur da gider bir savcıya. Falan kimse moralimi bozdu. Öleni haber vererek bana ölümü hatırlattı. Bu da beni endişeye sevk etti dese, bu durumdan endişeye kapılan savcı da bana pekala soruşturma başlatabilir.

Hele ölümlerin seneyi devriyesinde "Acım hala büyük" paylaşımı da yapmayacağım. Çünkü böyle yaparak ölüm korkusunu sürekli diri tutmuş olurum. Bu da endişe, panik ve korku demek. İnsanları her gün öldürmek istemiyorum.

Cuma mesajı paylaşmayacağım. Çünkü bu da cuma namazını hatırlattığı için bazılarını endişeye sevk edebilir.

Hasılı böyle böyle dünyadan el etek çekip asosyal biri, daha doğrusu uslu çocuk olacağım. Çünkü kendi emellerim için bazılarının huzurunu bozmaya hakkım yok. O yüzden 29.maddeye el kaldıranları tebrik ediyorum. 14.10.2023

*

141. 142. 163. 312. ve 29.

Gördüğünüz gibi rakamlar gittikçe küçülüyor. Böyle böyle rakamlar küçülüp sıfırlanacak. Bu yüzden endişeye mahal yok. Yeter ki

"Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmayın".

"Ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ve genel sağlığını gerçeğe aykırı bilgilerle kamu barışını bozmayın."

Bunları yapmazsanız, kim ne diyebilir size?

Yok, ben derim derseniz, sonucuna katlanacaksınız. 1-3 yıl dediğiniz nedir ki. Göz açıp kapayıncaya kadar biter. Zira sayılı gündür. Ayrıca yatak var, yemek var. Kim, kimi besler üç yıl içeride bu hayatta. Hele bugünlerde. O yüzden boşu boşuna endişeye kapılmayın. Bu maddeyi de tehlikeli diye sağda solda lanse etmeyin. Varın, gidin işinize.

Hasılı sosyal medyada her şeyi yazın çizin ama lütfen huzurumuzu bozacak şekilde korku, endişe pompalamayın. Paniğe gerek yok. Felaket telallığını da. Zira her şey kanunla kontrol altında. 14.10.2023

Bu yazıyı 14.10.2022 günü sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesinde anılar bölümünden okuyunca, çalakalem yazdığım bu yazının bloğumda yer alıp almadığını kontrol ettim. Yer almadığını görünce, zaman zaman işlediğim sünnetimi yerine getireyim istedim. Yazı eskimiş, gündem değişmiş olsa da bloğuma ekledim.

Kanunun ardından bir yıl geçmiş olmasına rağmen adı geçen kanunun 29.maddesinin korkulduğu gibi işlemediği görülüyor. Bugün bu kanunu hatırlayan bile yok. Ne bir şeylerin önüne geçildiğine şahit oldum ne de bu maddeden dolayı mağdur edileni duydum. Ha varlığı ha yokluğu. Ne iş yaptığını, ne işe yaradığını tam kestiremediğim Meclisin çıkardığı bir kanun daha  kanun arşivine konmuş oldu.

Şimdilik ihtiyaç olmasa da yarın birilerine had bildirmek için arşivin tozlu raflarından çıkarılmak ve uygulanmak için vardır bu tür kanunlar.

12 Ekim 2023 Perşembe

Kayıp Muhalefet Aranıyor *

Türkiye'nin siyaset sorunu var. Siyasetimiz tepeden tırnağa kendini yenilemeli diyeceğim ama böyle bir beklentim yok. Zira orta yerde partiler var ama esemeleri okunmuyor. Çünkü iktidarından muhalefetine, tüm partilerde demokrasi yok. Parti lideri ne ise parti odur. Maalesef hepsinde lider sultası var. Parti şemsiyesi altında kurulmuş ne kadar kurul ve komisyon varsa hepsi hava cıva. Hepsinin tek yaptığı, liderin dediğini kabulden ibarettir. Değilse kendisini kapının önünde bulur. Parti liderlerindeki bu rahatlık, partiyi istediği şekilde yönetme ve dizayn etme yetki ve sorumluluğu çiftlik ağalarında yoktur. Hiçbir parti lideri de ister kazansın ister kaybetsin ister kırsın ister döksün, gerekirse ülkeyi batırsın, asla bedel ödemez. Fatura hep halka çıkarılır.

İktidara gelen, ben nasılsa sandıktan çıktım diyerek her türlü orantısız gücü kullanabiliyor. Orta yerde devlet kültürü diye bir şey bırakmıyor. Denetlemekle yükümlü kurum ve kuruluşlar da seyrediyor. Velhasıl yapanın yanına kar kalıyor. 

İktidara gelen böyle. Ya ana muhalefet veya muhalefet ne alemde? Adı üzerinde onlar kendi aleminde. Sandıktan çıkan iktidardan farklı değil kafa yapıları. Hep kaybetmelerine rağmen partilerinin başında tek yetkili. Kaybettiklerine bakmayın. Her daim partilerinin başındalar. Demokrasinin mucidi, Cumhuriyetin kurucusu gelse yerinden oynatmaz onları. Her ana muhalefet ve muhalefet liderinin gönlünde yatan, kölelikten kurtulmak için mücadele eden ve kurtulduktan sonra en büyük hayalinin bir köle edinmek olan köle gibi parti liderleri de emrinde köle istiyor, sadık insan istiyor. Hepsinde liyakat ve ehliyet hak getire. İktidara geldiklerinde eleştirdikleri iktidarın yaptıklarının aynısını farklı bir ekiple yapacaklar.

İktidar ve muhalefet niye böyle fütursuz davranmasın. Nasılsa kendilerine hesap soran bir seçmen kitlesi yok. Haliyle tepki olmayınca iktidar halinden memnun, muhalefet de. 

İktidarın beceri ve beceriksizliği, yaptıkları veya yapmadıkları bir yana. En azından kazanıyor. Ya iktidar adayı olarak ortaya çıkan muhalefete ne demeli? Seçimden sonra onları gören var mı? Ne iş yaptıklarını bilen var mı? Ya karalar bağlamış, köşesine çekilmişler ya da parti içi mevki kazanmaya kilitlenmişler. Partilerindeki statülerini kaybetmektense, ülkeyi kaybetmeye dünden razılar. Bunlara oy verenler bin pişman, vermeyenler iyi ki vermemişim. Zira bunlara ülke teslim edilmez diyor.

Hasılı, ülkede iyi veya kötü bir hükümet var. Hatalarından hareketle iktidar veya iktidar alternatifi olacak muhalefet yok. Hepsi kayıp. Ara ki bulabilesin. Hiçbirinin iktidara gelme gibi bir dertleri yok. Kazara şunlardan bıktık. Bir de sizi deneyelim dense, o kadar da değil, biz halimizden memnunuz. Hükümet olup da ne yapacağız. Zira hükümet olmak, sorumluluk almak demektir. Bu da ciddiyet ister. Bizim sorumluluk alma gibi niyetimiz yok. Zaten sorumluluk almadan bey gibi yaşayıp gidiyoruz moduna geçiveriyorlar. İktidara gelmek için değil, gelmemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Muhalefet bu görüntüsüyle evlere şenlik. Hiçbir şey beklenmez kendilerinden. Aman dokunmayalım. Keyifleri bozulmasın.

Kısaca ülkenin iktidar sorunu var, iktidardan sorunu var ama en önemlisi de muhalefet sorunu var. Muhalefet olmayınca meydan tek başına iktidara kalıyor. O da muhalefetin nefesini arkasında hissetmediği için istediği şekilde at koşturuyor. Olan da halka oluyor.

Hasılı muhalefet kayıp. Aranıyor. Bulanların, görenlerin insaniyet namına haber vermesi rica olunur.

*27/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır