3 Eylül 2023 Pazar

Zenginlikle İlgili Hadisler

Zenginliği öven hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

Allah’ü Teâlâ birine çok mal verir, bu da malını Allah’ü Teâlâ’nın razı olduğu, beğendiği yerde harcarsa, bu kimseye gıpta etmek, imrenmek yerinde olur. [Buhari]

Allah’ü Teâlâ bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından, hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur. [Tirmizi]

Ya Rabbi, buna [Enes bin Malik’e] çok mal ve çok çocuk ver ve bunlarla kendisini bereketlendirsin! [T. Muhammediyye]

Mal, salih kimse için ne güzeldir. [Taberani]

Mal ile şeref kazanılır. [İ.Ahmed]

Şerefinizi mal ile dininizi de dil ile koruyun! [İ. Asakir]

Kişinin, şerefini korumak için verdiği şey, kendisi için sadaka olur. [Ebu Ya’lâ]

Müminin izzeti, halktan müstağni olmasıdır. [Taberani]

Mal sevgisini kötüleyen hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

Her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi maldır. [Nesai]

Her şeyin bir afeti vardır. Ümmetimin en büyük afeti, dünyaya, paraya gönül vermektir. İyi yolda harcayan hariç, mal toplayanın çoğunda hayır yoktur. [Deylemi]

Kişi yaşlandıkça iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi. [Buhari]

Paranın kuluna lanet olsun, paraya tapan helak olur. [Tirmizi]

Herkesin bir sanatı vardır. Benim sanatım da fakirlik ve cihattır. Bu ikisini seven beni sevmiş, bu ikisine buğzeden bana buğzetmiş olur.  [İ. Gazali]

Şeytan dedi ki: "Mal sahibine sabah akşam bunlar için vesvese vermeye çalışırım: Malı helal olmayan yerden edinmesine uğraşırım. Hak olmayan yere harcatmaya çalışırım. Mala karşı içinde sevgi ve muhabbet veririm ki onu yerine harcayamasın. [Taberani]

Zenginlik ve mal sevgisiyle ilgili hadisleri “dinimizislam.com” sitesinden aldım. Değişik kaynaklardan yer verilen bu hadisler üzerinde durmayacağım. Bu konuda şunları söylemek isterim. Bu evrende her şey zıddı ile yaratıldığına göre zenginlik ve fakirlik de birbirine zıt olarak yaratılmıştır. Ki böyle olmalıdır. Çünkü herkes zengin veya fakir olsaydı hayatın bir anlamı olmaz ve işler yürümezdi. Zengin fakire, fakir de zengine muhtaç bir şekilde olacak ki işler yürüsün. Herkes zengin olsa, rutin işler yürümez. Herkes fakir olsa yine yürümez.

Zenginlik aynı zamanda fakirlik gibi bir imtihan vesilesidir. Allah kimine vererek imtihan eder, kimine de vermeyerek imtihan eder. (Bir diğer yazımda fakirlikle ilgili hadisler üzerinden bir değerlendirmede bulunacağım.)

Hangi Vaaz Türünün Alıcısı Yok/Var?

Rahmetli Mustafa Uzunpostalcı'dan dinlemiştim. Hatırımda kaldığı kadarıyla yüksek İslam enstitüsünde öğrenci iken İstanbul'da bir camide vaaz yapıyor. Başka arkadaşları da diğer camilerde vaaz veriyor. Bir arkadaşları çok ateşli vaazlar yaptığı için camisi tıklım tıklım oluyormuş. Büyükpostalcı ise Kur'an'dan ayetler okuyarak ayetlerin anlamlarını vererek vaazlarını sürdürüyor. Ses tonunu fazla yükseltmiyor, konuşmasında hamaset ve slogana yer vermiyor. Hikaye ve menkıbe de anlatmıyor. Haliyle vaazını dinlemeye gelenlerin sayısı da fazla değil. Başka camilerin cemaati çok, benim niye yok demeden ve moralini bozmadan, vaaz stilini değiştirmeden güzel bir üslupla vaazlarına devam ediyor. Nice sonra cemaatinden biri bir vaaz sonrası yanına gelerek "Hocam, vaazlarınızı bıkıp usanmadan takip ediyorum. Ayetlerle dinimizi anlatıyorsunuz. Hamaset ve slogana başvurmadan, ateşli konuşmaya meydan vermeden bizleri aydınlatıyorsunuz. Çok müstefit oluyoruz" demiş. Ardından "İstesem ateşli konuşma yaparak fazla cemaat da çekebilirdim ama ben böyle bir vaaz yolunu benimsemedim" demişti. 

Uzunpostalcı vaazda izlediği yolun pek taliplisi olmasa da vaazını dinlemeye gelen az ama bilinçli bir cemaatinin olduğunu belirtmişti. 

Uzunpostalcı, doğru tespit etmiş. Çünkü vaaza gelen cemaatin çoğu, sadece ayet ve hadis okuyan, bunların açıklamasını yapan, güncel meselelere girmeyen, sesini yükseltmeyen vaizleri pek dinlemiyor. Bu tip vaizler neredeyse boş mekanlarda birkaç kişiye vaazını veriyor. Yani bu tip vaizleri alıcısı yok.

Bunun yanında şu tip vaizlerin alıcısı ve dinleyicisi çoktur: Ateşli ve heyecanlı konuşan, zaman zaman elini kürsüye vuran, siyasi ve tartışmalı konulara giren, kürsüde meydan okuyan, cemaati coşturacağım diye çoğu zaman hurafe bilgilere ve menkıbelere yer veren, başkasına parmak sallayan vaizlerin albenisi fazladır. Bu tip vaizler kısa zamanda şöhret oluyor ve cemaati "Ne Mücahit adam. Bize doğru İslam'ı anlatıyor. Ne korkusuz hoca. Bu hoca diğer hocalardan başka. Ezik ve pısırık değil. Diğerleri korkak..." diyor. Bunu duyan bu tip hocalar da mikrofonun cazibesine kapılıp coştukça coşuyor, coşturdukça coşturuyor. Her bir konuşması gündem oluyor. İleri gidiyor diyen olduğu gibi az bile söylüyor diyen büyük bir destekçi kitlesi de oluyor. Bu kitle, hocanın etrafını sarıyor ve bu hocaya saldırıyı İslam’a saldırı diyor.

Albenisi olan, sürekli gündem kalan, tartışmanın bir parçası olan bu tip vaizleri ben eski cerci hocalara benzetirim. Her ne kadar günümüzde cami cami dolaşıp vaaz veren ve vaazın bitiminde sergi açan cerci hocalar kalmasa da günümüz ateşli konuşan hoca ve vaizleri de bir nevi cerci hocaların işlevini yürütüyor.

Burada ateşli konuşmanın ne zararı var diyebilirsiniz. Ateşli konuşmada aklıselim hareket etme yoktur. Aklıselimin olmadığı yerde duygular ön plana çıkar. Cerci hocaların da yaptığı bu idi. Kim ne derse desin, bugünkü yanlış dini anlayışların temelinde, geçmiş bu tür cerci hocaların halkı etkilemek amacıyla meydanı boş bularak olur olmaz bilgileri, menkıbeleri ve hurafeleri anlatmaları yatıyor. Nasılsa denetim yok. Halk da dini bilgiye susamış olduğu için her türlü bilgiyi zerk ettiler.

Günümüzde cerci hocalar kalmadı dedim ama aslında var. Bunlara Halil Konakçı ve Cübbeli’yi örnek verebiliriz. Her ikisinin de dini bilgisi var ve çok zekiler. Kendilerini dinletmeyi biliyorlar. TV kanalları vasıtasıyla tüm Türkiye’ye ulaşıp halkı etkileme özelliklerine sahip. Sağda, solda şaz olarak kalmış konuları, menkıbeleri, keramet ve mucizeleri, zayıf rivayetleri, gizemli dünyayı anlatıp duruyorlar. Mesela, Hz Meryem’in cennette Peygamberimizle evleneceğini söylüyor Konakçı. Yine aynı Konakçı, bir vaazında şunu anlatır: “Malik b. Dinar Yahudilere ait bir  gemiyle hacca gitmek için Mısır’dan yola çıkar. Gemide iken yol parası toplanır. Malik b. Dinar parasını unuttuğu için sonra vereyim der. Gemi sahibi bunu kabul etmez ve Malik’i gemiden denize atar. Tüm balıklar ağızlarında çil çil altın dinarlarla su yüzüne çıkar. Malik borcu kadar parayı balıklardan alır. Yahudiye yol parasını verir. Gemiye de binmez, yürüyerek gider”. Cübbeli ise “Fakirlerin zenginlerden beş yüz yıl önce cennete gideceğinden bahsediyor. Bunu anlatırken de zayıf rivayetlere başvuruyor. Hem Konakçı’ya hem de Cübbeli’ye bu ne iş desen, “Siz hadisleri ve evliyanın kerametini inkar mı ediyorsunuz? Bunlar falan rivayet ve kaynakta geçiyor diyor. Örneklerden de anlaşılacağı üzere bu hocaların eski cerci hocalardan tek farkı, konuşma sonrası sergi açmamaları. Buna da gerek yok. Çünkü medyatik ve şöhret olmaları bunlara yetiyor da artıyor bile.

Siyasi Operasyon *

Etkili ve yetkili bir büyüğümüze göre enflasyon bizde kronikmiş. 

Ne demek kronik?

Uzun süre bir çözüm getirilmemiş olan demektir. Yani süreğen. Geçmişten günümüze her siyasi iktidarın kendisinden sonraki iktidarın kucağına bıraktığı bir miras diyelim buna. Kısaca kader gibi bir şey.

Çözümü zor mu? 

Çözümü zor olmaya zor ama imkansız değil. Yeter ki istensin. 

Enflasyonu düşürmeyi istemiyorlar mı?

Vadederken hepsi enflasyonu biz indiririz diyor. Ama hiçbiri indirmeden yoluna devam ediyor. Nasılsa kronikmiş bizdeki. O yüzden hiç üzerlerine almıyorlar.

Kronik diyorsun ama ekonomimizin bu başına gelen siyasi operasyon olarak değerlendiriliyor. Acaba birileri bize operasyon çekiyor olabilir mi?

Siyasi operasyon söylemi, gerçeklerin üzerini örtme, acı tablonun suçunu başkasının üzerine yıkma girişimidir.

Yani bir siyasi operasyon yok mu? 

Bir siyasi operasyon var ama bu operasyon başkasının bize çektiği bir operasyon değil, bizim kendi kendimize çektiğimiz bir operasyondur. Suç bastırma psikolojisi ve suçu başkasının üzerine yıkma taktiğidir. Yani bugünkü kötü tablo, kendi söylemlerimizin, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızın, kendimize aşırı güvenimizin, herkes Mersine giderken bizim tersine gitmemizin, inadımızın, yanlışta ısrar edişimizin, söz dinlemeyişimizin, güç zehirlenmesi yaşamamızın, bir şeylerin kitabını yazmamızın bir sonucudur. Bugün milletin üzerine boca edilen bu tablo kendi eserimizdir. Bir insanın kendine ve çevresine verdiği zararı tüm dünya bir araya gelse veremez. O yüzden sağa sola hiç suç atmayalım.

İnsanlar hata yapamaz mı?

Yapar elbet. Zira hatasız insan olmaz.

O zaman?

Hata ve yanlış yapılır. Önemli olan hatada ısrarcı olmamak, hata olduğunu fark eder etmez hatadan dönmektir. Ki hatadan böyle dönmek bir erdemdir. Ama yanlışlığı ortaya çıkmasına, kötü sonuçları piyasayı yakmasına rağmen bile bile yanlışta ısrar aklıselim bir düşünce değildir. Bunda iyi niyet de aranmaz.

*08/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

1 Eylül 2023 Cuma

Neresi Kolaylıkmış Bunun?

Şu bulaşık makineleri ne büyük kolaylık değil mi? Bulaşık yıkama derdinden kurtulduk. 

Tam kurtulduğumuz söylenemez hatta iş yükümüzü artırdı diyebilirim.

Ne münasebet! Makine kendi kendine yıkarken başka işini yapabiliyorsun. Üstelik sudan da tasarruf ediyorsun. Elle yıkayınca dünyanın suyunu akıtıyorsun.

Öyle denir de kazın ayağı öyle değil.

Nasıl?

Mübarek, tüm mesele kirli kapları makineye doldurmaktan ibaret değil ki...

Mesela?

Kirli kapları makineye koymadan önce mutfak lavabosunda hepsini tek tek elden geçirerek kaba pisliğini aldıracaksın. Aslında kaba pislik deniyor ama bildiğin yıkama bunun adı. Tasarruf dediğin suyla yapıyorsun bunları. 

Kaba pisliğini aldırdıktan sonra ne anladım makinenin yıkamasından? 

O zaman makine temiz yıkamazmış. 

Devam edelim. 

Sonra hepsini tek tek makineye yerleştiriyorsun. Bunu basite alma. Zira yerleştirmek ince iş ister. Hangi kabı nereye koyacağını iyi bileceksin. Makinede yıkanmayacak kapları ayırıyorsun. Bunları elle yıkıyorsun. Makine  dolmadı ise kapatıp bekliyorsun. Sair öğünlerde çıkan bulaşıkları koyuyorsun. Şayet doldu ise deterjanını koyup çalıştırıyorsun.

Sonra?

O kendi başına suyunu alır, uzun süre yıkama yapar. Bittikten sonra yıkanan kapların kurumasını bekleyeceksin. 

İşte bitti ne güzel. Taş attın da elin mi yoruldu?

Dur hele. Tüm mesele bundan ibaret değil. Esas mesele bundan sonra. 

Nasıl?

Yerleştirdiğin gibi o kapları tek tek çıkarıyorsun. Makine güzel yıkamış mı, leke bırakmış mı, tabakların sarılığı gitmiş mi tek tek bakacaksın. Şayet kirli yıkadı ise onları musluğun önüne koyuyorsun. Onları elinle yıkıyorsun.

O zaman ne anladım ben bu işten. 

Ben de onu diyorum ya. Neyse devam edelim. Makinenin yıkadığı kapları tek tek çıkarıyorsun. 

Çıkardın diyelim. 

Hangi kap hangi rafa konacak arayışına giriyorsun. Şurada mı, burada mı, tüm kapaklı rafları açıp açıp kapatıyorsun. Kabın yerini bulunca, ya Rabbi şükür diyorsun. Bulamayınca daha önce baktığın raflara bir daha bir daha bakıyorsun. Makine ve raf... Gidip gidip geliyorsun. Her gidiş gelişte ya sabır çekiyorsun. Bir daha makinede yıkar mıyım, ne zormuş. Şimdiye kadar elle kaç defa yıkardım diyeceksin. Bunu yani son pişmanlığı her yıkama ve kaldırmadan sonra yapıyorsun ama bu son pişmanlık yaşadığın müddetçe hep devam edecek. Çünkü bulaşık makinesi demek pişmanlık demektir. Bakma adına kolaylık dediklerine. Makinen iyi yıkamamaya başlamışsa ya makineyi ya da deterjanı değiştireceksin. Bir de zaman zaman makineyi öne çekip makinenin arkasını temizleyeceksin. Bunları biliyorsun. Söylemeye gerek yok...

Niye İyilik Yapayım?

Babacığım,  eskiden iyilik yapardın,  şimdilerde ise nicedir zararın dokunuyor. Bu değişikliğe niçin ihtiyaç duydun?

Oğlum,  ben ne yaptığımı biliyorum. Ben iyilik yaparken de kazanıyorum, zararım dokunurken de.

Nasıl yani? Hep iyilik yapsaydın da bu iyiliğini görenler seni takdir etseydi,  olmaz mıydı? Şimdi ne işe yaradı?  Bak,  böyle gidersen takdir tekdire dönecek.

Hiç endişe etme. Ben her halükarda kazanırım. Bu konuda örnek aldığım biri var.

Kimmiş o?

Kemal Sunal.

O ne yapmıştı ki?

Hani bir filmi vardı, yağmurun yapacağını bilen,  kötürümleri iyileştiren... Halkın yanında yer alarak halk onu belediye başkanı seçmişti. Yaptığı bu hizmetler fırsatçıların işine gelmedi tabi. 

Eee!

Sonunda bir gün bir rüya gördü. Rüyasında şu gün şu saat öleceksin dendi kendisine. O ise daha gencim. İşlerimi bitiremedim deyince,  gaipten,  Allah iyi ve sevgili kullarını böyle erken alır dendi. O da bundan sonra iyilik yapmayacağım,  kötülük yapacağım dedi ve güç bela yürüyen,  topallayan birine arkadan bir tekme vurdu. Kötürüm adam yere yuvarlandı ama ayağa kalkınca sakatlığının geçtiğini gördü. Bu duruma çok sevinen bu aksak adam Kemal Sunal'a bir çuval dua etti. Allah senden razı olsun dedi. Kemal Sunal,  ne kadar dua etme dediyse de adam duaya devam etti. 

Bu filmde de gördüğün gibi Kemal Sunal iyilik yaparken de kazandı,  kötülük yaparken de. İşte ben de bu hayat felsefesini düstur edindim. Sonra her kötülüğümde  bir hikmet aranıyorsa,  niye iyilik yapayım ki. Sonuçta kazanıyorum zaten. 01.09.2022

31 Ağustos 2023 Perşembe

Fakirlikle İlgili Hadisler

Fakirliği Yeren Hadisler:

Fakirlik, iki cihanda da, yüz karasıdır. [R. Nasıhin]

Fakirlik, dünya ve ahiret yoksulluğudur. [Deylemi]

Fakirlik küfre sebep olur. [Beyheki]

Ya Rabbi, fakirlikten sana sığınırım. [Nesai]

Fakirliği öven hadis-i şerifler:

Fakirlik, dünyada mümine hediyedir. [Taberani]

Fakir, Allah’a Teâlâ’nın dostudur. [Deylemi]

Cennet sultanları fakirlerdir. [İbni Mace]

Cennettekilerin çoğu fakirlerdir. Hor görülen fakirler Cennetliktir. [Buhari]

Ya Rabbi, Müslüman fakirlerinin hürmetine zafere kavuşmayı nasip et. [Taberani]

Fakirlerin dua ve namazları ile bu ümmete yardım edilir. [Nesai]
Fakirlerinizin gönlünü alarak bana yaklaşın. [Tirmizi]

Fakirleri hor görmeyin. Onların hürmetine yardım görüyor ve rızıklanıyorsunuz. [Buhari]
Ya Ayşe, bana kavuşmak için fakir yaşa! [Tirmizi]

Fakirleri sevin, onları seveni, Allah’ü Teala sever. [Deylemi]

Allah’ü Teâlâ’nın takdirine razı olan fakirden üstünü yoktur. [İ.Gazali]

Ya Rabbi, fakir yaşayıp, fakir olarak ölmeyi ve fakirlerle haşrolmayı nasip eyle! [Buhari]

Yoksulları doyurun! Çünkü kıyamette onların üstünlüğü olacak, "Dünyada iken, bir hatadan dolayı nasıl birbirinize özür dilediyseniz, şimdi de fakirlerden özür dileyin!" denilecektir. [Ebu Nuaym]

Alıntı yaptığım bu hadisleri “dinimizislam.com” sitesinden aldım. Dikkat ettiyseniz hem fakirliği yeren hem de öven hadislerle karşı karşıyayız. Bu hadisleri görüp okuyan, dinimize göre fakirlik iyi midir, kötü müdür ikilemi yaşaması kaçınılmazdır.

Fakirlik tasvip edilmeyen bir şey ise fakirliği öven hadisleri ne yapacağız? İyi bir şey ise fakirliği yeren hadisleri nereye koyacağız? Dindar ve mütedeyyin insanlar peygamber şunu kastetmiştir, bunu kastetmiştir şeklinde bir izah getirmeye çalışsa da dine mesafeli kişiler, peygamber birbirine zıt sözler söylemiş diyecektir.

Peygamberin bir konuda birbiriyle çelişen şey söylemeyeceğine göre rivayet edilen bu hadislerin ya fakirliği övenlerinde ya da fakirliği yerenlerinde bir sorun var. Sorun derken bu sözlerden bir kısmının peygambere atfen sonradan uydurulmuş olabileceğidir. Bu rivayetlerin bir kısmının sahih hadis kitaplarında geçmesi, bu hadisleri sahih yapmaz. Kişinin kendi kendine yetmemesi diyebileceğimiz fakirlik tasvip edilecek bir durum olmadığına göre fakirliği öven hadislerde bir sorun olduğunu düşünebiliriz.

Ki fakirlik ayıplanacak bir şey değildir. Kişi çalışır ama kazancı kendine yeterli gelmeyebilir. Ayıp olan çalışma imkanı olduğu halde çalışmayıp başkasına muhtaç yaşamaktır. Her fakirde de zengin olma isteği ve hayali vardır. Zengin olma isteği olsa da herkesin zengin olması mümkün değil. Çünkü bu dünya düzeni zengin ve fakir üzerine kurulmuştur. Zengin fakire, fakir de zengine muhtaçtır. Her ikisi de elindeki olanla veya olmayanla imtihan halindedir. Çünkü burası bir imtihan dünyasıdır. (Bir sonraki yazımda da zenginlikle ilgili hadisleri ele alacağım.)

29 Ağustos 2023 Salı

Cerci Hocadan Bir Kesit

Bir önceki yazımda cer ve cerre çıkmanın ne olduğunu, tarihçesini, olumlu ve olumsuz yönlerini ele almıştım. Cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından şu anekdot çok ilginçtir:

Bildiğiniz gibi cerci hocalar cami cami dolaşıp cemaate ateşli vaazlar verirmiş. veren ateşli hocalar varmış. Vaazlarında cemaati ağlatır, coşturur, ardından sergi açılır, toplanan hasılat alınır, sonra başka camilere gidilirmiş. Bu hocalar geçimini bu şekil sağlarmış.

Cerci hocalardan biri, bir cami kürsüsünde vaaza çıkar. Vaaz dinleyen cemaat içerisinde Ahmet b. Hanbel ve Yahya b. Yamer de var. Vaiz o kadar etkili konuşur ki cemaati coşturur. Konuşmanın etkisinden, cemaat hüngür hüngür ağlar.

Vaaz bitiminde adet olduğu üzere para toplanır. Parayı veren cemaat çıkar. Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer yerinden kalkmadan cemaatin boşalmasını bekler. Cami boşalınca, cerci hocayı yanlarına çağırırlar. Yanlarına çağırdıklarına göre bu ikisi daha zengin olmalı, daha fazla para verecekler diye düşünür cerci hoca. Sevinçle koşarak yanlarına gelir. Ahmet b. Hanbel cerci hocaya, “Ahmet b. Hanbel benim. Bu yanımdaki de Yahya b. Yamer. Sen ikimizden hadis rivayet ettin. Halbuki biz böyle bir hadis rivayet etmedik. Niye yalan hadis rivayet ettin. Allah’tan kork” deyince, cerci hoca “Ben ikinizin ahmak olduğunuzu biliyordum ama bu kadar da ahmak olacağınızı bilmiyordum. Çünkü ben sizden başka yedi tane Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer tanıyorum” cevabını verir. ve umduğu parayı alamadan çeker gider.

Bu anekdot Osmanlı zamanında olmadı ama cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli diye düşünüyorum. Kıssadan anladığım, cerci hocalar köy köy dolaşıp vaaz veriyorlar. Kendilerini denetleyen de olmadığı için kürsüde ağzına geleni söylüyorlar, bol keseden atıyorlar, halka aslı astarı olmayan menkıbe ve dinî kıssa anlatıyorlar. Halkı etkilemek için hurafeye başvurmaktan, yalan hadis uydurmaktan geri kalmıyorlar. Halkı o kadar etkilemeliler ki vaazlarının sonunda toplanacak hasılat iyi olsun.

Öyle zannediyorum, Başlangıçta halkı bilgilendirme, halka dini öğretme gibi iyi niyetle başlanan bu cer uygulaması, gerektiği gibi denetim olmadığı için yozlaşmış. İş tamamen para toplamaya dönmüş.

İş para toplamak, birileri yolunu bulmakla kalsa iyi. Uydurma ve menkıbe üzerinden anlatılan yalan, yanlış bilgiler halkın belleğinde yer etmiş. Halk, ayakları yere basmayan bu dini doğru din bu sanmış ve bu din algısı nesilden nesle aktarılmış, günümüze kadar gelmiş ve hala devam ediyor. Kıssa üzerine dayalı çoğu İsrailiyat olan bu tür vaaz anlatımını halkımız çok sever. Ninni gibi dinler. Biraz da mucize ve kerametlerden bahsedilirse bu tür gizemi de çok sever.

Bağırıp çağırmadan, parmak sallamadan, meydan okumadan sakın ve yumuşak bir ses tonuyla, hikaye ve menkıbelere yer vermeden vaaz verilemez mi? Olur, niye olmasın. Zaten olması gereken de budur. Yalnız ses yükseltilmeden, elini masaya vurmadan, birilerine çatmadan yapılan vaazların pek dinleyicisi olmuyor. (Güzel bir üslupla, ayet ve hadise yer vererek anlatılan vaazların pek alıcısının olmadığına ve hangi tür vaazların alıcısının olduğuna diğer yazımda yer vermek istiyorum.)