28 Ağustos 2023 Pazartesi

Emekliler Yaşadı *

Yaklaşık 16 milyon emekli içinde emekli maaşı 7.500 olan 5 milyon emeklimiz varmış. En düşük memur maaşının 22 bin liraya çıkarıldığı zaman emeklilere de yüzde 25 zam verildi. Gelen zam kök maaşa geldiği için bu beş milyon emekliden çoğu yine 7.500 liradan emekli maaşı almaya devam ediyorlar.

Bu yüksek enflasyonda, asgari ücretin çok altında kalan bu emekli maaşı ile geçinmenin mümkün olmadığını, memurlara verilen seyyanen zamdan kendilerinin de faydalandırılması gerektiğini emekliler sosyal medyadan çok dile getirdiler. Bu sese hak veren çok oldu ama bugüne kadar bir iyileştirme olmadı. İyileştirmenin yıl sonunu bulacağı belirtiliyor.

Kısaca yıl sonuna kadar bizden bir şey beklemeyin, başınızın çaresine bakın, sabredin. Yaşarsanız, yeni yılda sizi göreceğiz demektir bunun Türkçesi. 

Günümüzde en düşük maaşa talim eden bu 7.500'lükler, taleplerinde yerden göğe haklılar. Çünkü aldıkları, oturacakları bir kirayı dahi karşılamıyor.

Bu statüdeki emeklilere bu maaş reva değil, büyük haksızlık derken bereket, imdada Cübbeli yetişti. Cübbeli'ye göre "Durumuna sabreden fakirler; namaz kılan, zekatını veren zenginden beş yüz yıl önce cennete girecekler". Bu müjdeyi duyunca, emeklilere 7.500 lirayı reva gören yetkilileri takdir ettim. Ben de bunlar emeklileri gözden çıkardılar, ölmelerini bekliyorlar diye kızıyordum. Meğerse sevdiklerinden emeklileri göz ardı etmişler. Fakirlerin bir an evvel cennete gitmelerini, bu dünyada görmedikleri imkanlara orada kavuşmalarını istiyorlarmış da anlık yaşayan ben bunu düşünememişim. Kim istemez cennete daha önce gitmeyi. Fakirler adına özellikle 7.500 lira gibi günümüzde yaşanması mümkün olmayan bir maaşla geçinmeye çalışan emekliler adına sevindim. Hatta onlara gıpta ettim. Daha doğrusu onları kıskandım.

Bundan sonrasını paraya para demeyen, yediği önünde yemediği arkasında kalan, para derdi çekmeyen, yaşam gailesi yaşamayan, tek derdi para ve zenginlik olan zenginler düşünsün. Dile kolay, fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecekler. 

Nasılsa cennete girecekler, 500 yılın lafı mı olur, sonunda girecekler ya demeyin. Toplamda 70-80 yıl variyet içerisinde yaşayan bu zenginler tüm bu mutluluklarının ceremesini bir beş yüz yıl bekleyerek geçirecekler. Zenginler gelene dek fakirler cennette yiyip içecekler, dünyada yaşayamadıkları sahte cenneti hakiki olarak yaşayacaklar. Yaşadıkça iyi ki dünyada fakirlik çekmişiz. Dünyaya yeniden gelsek, yine fakir oluruz diyecekler.

Bu duruma zenginler üzülmeyip de ne yapsınlar? En hafifinden vara zengin olmasaydık, biz de fakirler gibi yiyecek ekmeğe muhtaç olsaydık, aylık 7.500 lira alan emekliler gibi iki ayağımız bir pabuca girseydi de şu cennete bir beş yüz yıl önce girmiş olsaydık pişmanlığını her daim çekecekler. Ama son pişmanlık fayda etmez.

Hasılı, başta 7.500 lira maaşla geçinmeye çalışan emeklilerimiz mevcut durumlarından hiç dert yanmasınlar. Hatta ocak 2024’te maaşlarına yapılacak iyileştirmeyi de istemiyoruz. Biz mevcut halimizden memnunuz. Bir an evvel öbür dünyaya gidip cennete kapağı atalım. Orada felekten bir gün çalalım desinler.

Zenginlerimiz de elde, avuçta neleri varsa kısa yoldan elden çıkarmaya ve fakir olmaya baksınlar.

*01/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2023 Pazar

Hutbelerde Atatürk *

Türkiye, her konuda olduğu gibi Atatürk konusunda da ortadan yarılmış karpuz gibi iki parça. 

Bir kesim için Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk'ün atası, milli mücadelede gösterdiği başarılar ve kazanımlarıyla bize bu ülkeyi bahşeden kişidir. O olmasaydı, bugün ülke olmazdı. Biz de olmazdık.

Diğer bir kesim daha var ki Atatürk, dinle mücadele etmiş, çıkardığı devrim yasalarıyla dini yaşayışa müdahale etmiş, adeta dini yok etmeye çalışmış biridir.

Kimine göre Atatürk dinsizdir ve din düşmanıdır. 

Kimine göre ise dindar biridir. Hutbe okumuşluğu vardır. Diyanet İşleri Başkanlığını da o kurmuştur.

Kısaca bir kesim dinsiz ve din düşmanı göstermeye çalışıyor, diğer kesim ise dindar. 

Bir kesim alabildiğine ve ölümüne Atatürk'ü savunup severken diğer kesim ise Atatürk'e düşman.

Bir kesimin her referansı Atatürk iken diğer kesim için Atatürk'ün esemesi okunmaz.

Türkiye iki kutuplu olarak böyle yoluna devam ederken, son yıllarda hutbelerde belirli gün ve haftalara yer veren Diyanet, Atatürk üzerinden tartışma konusu. Ne zamanki Çanakkale Zaferi, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi milli günler hutbe konusu olsa, bir kesim "Hutbede Atatürk'ün ismine yine yer verilmedi" deyip Diyanet'i topa tutuyor.

Aslında bu tür belirli günlere ait hutbelerde "Bu zaferi milletimize bahşeden şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz" şeklinde isme yer vermeden bir teşekkür söz konusu. Bir kesim için isme yer vermeden bu şekil teşekkür yeterli gelmiyor ki bu konulara dair her hutbe iradının ardından tartışma söz konusu. 

Milli bayramların işlendiği hutbelerde, Atatürk'ün ismine yer verilmeli mi? İsme yer verilip verilmemesinde bir sakınca yok bana göre. Yalnız cemaatten gelebilecek tepkileri göze almak lazım. Nasıl tepki olur? Hutbede Atatürk'ün ismine yer verildiği takdirde cemaatten bazıları "Şükür bugünleri de gördük. Atatürk hutbelere de girdi" deyip mutluluktan uçacak. Diğer bir kesim ise buna tepki göstererek cuma namazını kılmadan camiyi terk edecek. Bu da birlik ve beraberliğin olması gereken camilerde ikilik çıkması demektir.

Kısaca Atatürk’ün ismine cuma hutbelerinde yer vermek, bitmek tükenmek bilmeyen tarafgir ve bağnazlığımızı körükleyecektir. Bu durum biline biline her milli gün ve haftada bu konuyu kaşımanın bu topluma hiç faydası olmaz.

Bu konunun önüne geçecek olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet’in kafasını kuma gömüp tartışmaları görmezden gelme ve üç maymuna oynama lüksü yoktur. Diyanet ne yapabilir bu konuda? Pekala hutbelerde belirli gün ve haftalara yer vermeyerek bu konuda ortaya çıkan tartışmalara bir son verebilir. Bu işi ilgili kurum, kuruluş ve STK’lere bıraksın. Diyanet’in görevi, hutbelerde belirli gün ve haftaları takip etmek değildir. Konu sıkıntısı mı çekiyor ki dönüp dönüp her yıl belirgi gün ve haftalara hutbelerde yer veriyor?

*30/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Yeni Meram Tıp Fakültesi Hastanesi *

Bir zamanlar Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak açılmıştı. Akyokuş onu, o Akyokuş'u seyreder dururdu. Buraya şifa bulmak için gelenler de Akyokuş'u görerek seyir zevkini giderirdi.

Daha sonra burası Meram Tıp Fakültesi Hastanesine dönüştürüldü. 

Zamanla yeni bölümlerin açılmasıyla birlikte ihtiyacı karşılamak için iç içe, yan yana, karşı karşıya yeni binalar yapıldı. Tek bloktan ibaret eskilerin Göğüs Hastanesi diye bildikleri hastane, büyük bir komplekse dönüştü. Bildiğim kadarıyla alfabenin son birkaç harfi dışında tüm harfler A, B, C,...S şeklinde bloklara verilmişti. 

En son gördüğümde onkoloji bölümüne ait bina yapılıyordu. 

Sonra ne olduysa yeni bina arayışına girildi. Selçuklu sınırları içerisinde bugünkü yerine taşındı.

Yazımın bundan sonraki kısmında Meram Tıp Fakültesinin yeni yeri hakkında kanaatlerimi aktarmak isterim:

1. Hastanenin yeni yeri genişlemeye müsait değil. Önü yol, yola paralel kanal, binanın arkasında ise dağ var. Yakın bir zamanda ek binaya ihtiyaç olursa nereye bina yapılacak?

2. Hastanenin bazı bölümleri eski yerinde kaldığına göre yeni bina tüm bölümleri içine alacak şekilde büyük değil. “Hastamız Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde” dendiği zaman, vatandaş hangisinde? Eskisinde mi yenisinde mi diye sormak zorunda kalıyor. 

3. Adı Meram Tıp Fakültesi Hastanesi olan hastane Meram ilçesi sınırlarında değil. Selçuklu sınırları içerisinde. Meram’da hastane yapılacak uygun yer bulunamadı mı ki başka ilçe sınırları içine bu bina yapıldı? Bu hastane eski yerine yapılsaydı daha uygun olmaz mıydı? Üstelik eski yer alan bakımından çok müsait.

4. Yeni binanın bulunduğu yerin altından veya yakınından fay hattı geçtiği söyleniyor. Konya’da büyük şiddette deprem olmuyor ama şehir o kadar genişliğine rağmen fay hattı üzerine bina yapmanın bir anlamı olabilir mi?

5. Mevcut park yerleri yeterli değil. Bu bina yapılırken binanın altına yeraltı park niçin düşünülmedi?

6. Diyelim ki eski yeri esintinin bol olduğu havadar ve havası temiz bir yerdeydi. Yeni yeri de öyle. Küçük de olsa burası uygun görüldü. Hastanenin arkasındaki yüksek katlı binalara ne demeli? Bu binaların yapımına niçin izin verildi? Ne zararı var derseniz? Dağın yamaçlarına boydan boya yapılan yüksek katlı binalar, görünen dağları görünmez kılmış. Hastaneye gelen geçen yüksek dağları seyredip seyir zevkini giderseydi daha iyi olmaz mıydı? Dağın yamaçları bu şekil imara açılacaksa, buralar ileride genişlemesi elzem olan hastanenin ek binaları için bekletilmez miydi?

7. Hastane açıldıktan sonra hastaneye giden yolun bir müddet “Özel mülk girilmez” yazısıyla iş makinesiyle kapatılması, hastaneye intikalin bir süre servis yolundan sağlanması da düşündürücü.  

Anlatmak istediğim, Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin yeni yeri; kimin aklı, kimin fikri, kimin onayı ile yapılmışsa, kanaatimce isabetli olmamıştır. Hele hastanenin arkasındaki dağların görüntü ve görkemini kapatan binaların yapılmasına izin ve onay verilmesinin bir izahını bulamıyorum.

*28/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

25 Ağustos 2023 Cuma

Değer miydi Zengin Olmaya?

Fakirliğime üzülürdüm hep

Niye fakirim ben derdim

Ne zaman düze çıkacağım 

Bitmeyecek mi benim bu derdim 


Ne zaman ki bir derin hoca çıktı

Dedi zenginden 500 yıl önce

Gireceksin cennete

İşte o zaman içimin yağları eridi


Hemen arkaya yaslandım

İyi ki fakirim dedim

Dile kolay bir 500 yıl

Bekleyemezdim çünkü


Meğerse zenginlik başa belaymış 

Bekleyecekler şimdi 500 yıl

Acımaya başladım şimdiden 

O kelli felli zenginlere. 

Pazar Tüyoları

Pazara gideceğim ama hiç pazar tecrübem yok. Nasıl alışveriş yapılır, kimden alınır, bilmiyorum. 

Tam adamına geldin. Düş peşime. Nasıl ve kimden alışveriş yapacağını sana göstereyim. 

Zahmet olacak. 

Pazara girer girmez hemen alışverişe başlama. Şöyle o değilden pazarı bir dolaş. Hem alacağın ürünleri gör hem de fiyatlarını. Bazı ürünlerin fiyatları yazılıdır. Çoğunda fiyat olmaz. Gözüne kestirdiğin ürünlerin fiyatını sor.

Tezgahın önündeki teşhir ürünüyle yetinme. Gözün tezgahın arkasına da göz gezdirsin. 

Ürün çok iyi görünüyor, albeni diyor, fiyat da diğer tezgahlardan ucuz ise o ürünü tercih etme.

Poşeti uzatıp al kendin seç diyen esnafı tercih et. 

Ürününü seçtireni fazla bulamazsın. Çünkü çoğu  seçtirmez. Kendi doldurur. Böyle birinden almadan önce bir başkasının alışveriş yapmasını izle. Şayet doldurduğu poşeti bağlıyorsa, uzaklaş ondan.

Niye ki?

Çünkü poşet bağlanmışsa, bil ki çürük çarıkları doldurmuştur poşete. 

Başka?

Bağırıp çağıran, kafa şişiren ve sana zorla satmaya çalışan pazarcıdan da alışveriş yapma. Malını tezgahına koymuş, efendice müşteri bekleyeni tercih et.

En ucuz maldan ve çok pahalı olandan alma. Ortasını bulmaya çalış.

Pazarda bir ürün çoğu esnafa yoksa bil ki fiyat fahiştir. O hafta o üründen mahrum olmayı dene.

İlk alışverişini yaptığın zaman beğenmediğin bazı alışverişlerin olacaktır. Bunları da her hafta telafi ederek en iyi ürünü ve satanı bulacaksın. Dikkat edeceğin, hangi ürünü nereden ve kimden aldığın olmalıdır. Sana temizinden veren esnafa git. Zamanla birbirinize aşina olacaksınız ve gözün kapalı alışveriş yapmaya başlayacaksın. Bu esnaftan almaya devam et. Böylece Pazar kabusun sona erer.

Yalnız yine de dikkatli ol. Çünkü bu şekil güvene dayalı ilişkiler bir müddet sonra yozlaşmaya başlar. Böyle durumlar için mutlaka ikinci, üçüncü alternatifin olsun.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Seçme Fıkralar (28)

Ellah Ellah! 

Fakir bir Erzurumlu bir ramazan günü öğle namazını kılmak için abdestini alır, caminin yolunu tutar. 

Namaza daha vakit var. Caminin önündeki banka oturur. Az sonra yanına biri gelir.

Her ikisi de ezanı beklemeye koyulur. 

Sonraki gelen elini cebine atar. Cebinden bir deste dolar çıkarır. Tek tek saydıktan sonra çıkardığı cebine dolarları koyar.

Sonra elini diğer cebine atar. Oradan da çokça avro çıkarır. Bunları da tek tek sayıp diğer cebine koyar.

Sonra elini arka cebine atar. Oradan da Türk lirası çıkartıp saydıkça sayar.

Cebindeki envaiçeşit tüm paraları bu şekilde saydıktan sonra arkaya yaslanır. Eline aldığı tespih ile iki defa Ellah Ellah deyince, tüm bu olup bitenleri izleyen fakir Erzurumlu, eliyle yukarıyı işaret ederek "Ver ver. Daha adını söylemeyi bile bilmiyor" der ve okunmaya başlayan ezanla birlikte namaz kılmak için camiye geçer. Ardından da cebi para dolu Erzurumlu girer.

Fakir Erzurumlu, camiye gelen herkesle beraber cemaatle namazını kılmıştır. Allah kabul etsin. Yalnız garibim Erzurumlu namaza ne derece kendini verebilmiştir? Namazda iken gözünün önüne paralar gelmiş midir? Vay be bu nasıl dünya, adaletin bu mu dünya demiş midir? Acaba ben de Allah yerine Ellah desem, cebim para dolar mı demiş midir bilinmez.

Fakirlik sadece  bu Erzurumlu vatandaşın derdi değil. Bu toplumun çoğunun başının belası. Allah bazılarına yürü ya kulum dese de fakirler analarından doğduğu andan itibaren çalışmaya başlasalar da hep geçim sıkıntısı çekerler, kıt kanaat geçinirler. Adeta sürünürler.

Bu Erzurumlu ve diğer fakirler geçim derdi içinde iken ve ne olacak bizim halimiz böyle derken bereket, imdatlarına Cübbeli yetişti. Cübbeli’ye göre fakirler, bu dünyada yine fakirlik çekecekler ama hiç üzülmesinler, öbür dünyada yaşayacaklar. Müjdeler olsun tüm fakirlere. Çünkü fakirler caminin önünde para sayan zengin dahil tüm diğer zenginlerden beş yüz yıl önce cennete girecekler. Bundan sonrasını fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecek zenginler düşünsün.

Cübbeli’nin verdiği bu müjdeyi bu fakir Erzurumlu daha önce bilseydi, yanında para sayan zengine hiç gıpta etmez, ağzının suyunu akıtmazdı. Hatta o para sayarken kıkır kıkır gülerdi. Daha bu gülüşüm ne, son gülen iyi güler, sen say ve ardından Ellah demeye devam et. Sizin paranız ve Ellah’ınız varsa, bizim paramız yok ama Allah’ımız var derdi.

22 Ağustos 2023 Salı

Cer ve Cerre Çıkmak

Cer sözlükte “çekmek, kendine doğru çekmek, celp etmek” anlamına gelir. Cerre çıkmak ise "Osmanlı döneminde medrese talebelerinin üç aylarda halkı aydınlatmak ve dinî hizmetlerde bulunmak için köy, kasabalara ve şehirlere gitmelerine" denir.

Cerre çıkan bu talebeler gittikleri yerleşim yerlerindeki camilerde kürsüye çıkarlar, vaaz verirler, Kur’an okur, halkı irşat eder, sorulan soruları cevaplandırırlar, küçük çocuklara hocalık yapıyorlar.

TDV İslam Ansiklopedisinde cer maddesini yazan Mehmet İpşirli cer uygulamasıyla ilgili şu hususlara yer verir:

Başlangıçta yetişmiş kimselerin şehir, kasaba ve köylere gitmesi olumlu sonuçlar verdiğini, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki dinî ve kültürel gelişmelerin halkın ayağına kadar götürüldüğünü,

Halkın kendilerine dini konularda yardımcı olanlara maddi desteğini esirgemediğini, genellikle fakir öğrencilerin bir yıl zarfında halkın verdiği “cer akçesi” ve “zekât akçesi” ile geçindiğini, 

Cerrin, halkın aydınlanması açısından olduğu kadar medreseliler için de bir uygulama niteliği taşıdığını, 

Bu olumlu yanlarına karşılık cer olayının zaman içinde istismar edildiğini, birkaç ayet ve dua ezberleyen samimiyetsiz ve yeteneksiz bazı kimselerin halkın dinî duygularını kötüye kullanarak kendilerine çıkar sağladıklarını, Özellikle bir tekkeye mensup olsun veya olmasın derviş kılıklı kimselerin köy ve kasabaları dolaşarak halktan cer akçesi topladıklarını, bunun sonucunda medrese mollası yanında bir de “cer mollası” denilen asalak tipin ortaya çıktığını, 

Medreselerin bozulduğu XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde, ilgisiz ve yeteneksiz pek çok kimsenin medreseye kaydolması sonucunda hoca ve bilhassa talebe seviyesinde önemli bir düşüş olduğunu, bu yüzden ramazanda kasaba ve köylere irşat göreviyle giden mollaların kendilerinden bekleneni veremediğini, bu hususun halkın şikâyetine yol açtığını ve devletin birtakım önlemler alması istendiğini hatta XIX. yüzyıl sonlarında mekteplerin ıslahı sırasında cerre çıkmak usulünün de kaldırılmak istendiğini, Cevdet Efendi'nin (Paşa) dârülmuallimîn müdürlüğü sırasında yaptığı köklü ıslahat sırasında talebe tahsisatını artırıp mektebe kabul ve imtihan usullerini düzenlerken talebenin ders zamanını yarı yarıya azaltan cerre çıkmak usulünü de kaldırdığını, İslâmî bilgileri öğretmek gayesiyle kasaba ve köylere giden bu kişilerin iyi örnek olmaları beklenirken halkı büsbütün dinden soğutacak tutum ve davranışlarda bulunduklarını, bundan dolayı meşihat makamından bu hususta bir düzenleme yapması, sıkı tedbirler alması, hatta mümkünse onur kırıcı sayılabilecek bu âdeti tamamen kaldırmasının istendiğini, 

Cer, Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiş, ancak okullardan yetişen din görevlilerinin şehir, kasaba ve köylere resmen tayini sonucunda bu uygulamanın tarihe karıştığını belirtmiştir

Kısaca İpşirli, medrese talebelerinin, öğrendikleri teori bilgilerini sahada uygulama imkanı bulduklarını, aynı zamanda halkı dini konularda aydınlattıklarını, yaptıkları bu hizmetin karşılığında para topladıklarını, toplanan bu parayla geçimlerini sağladıklarını, daha sonra ehliyetsiz insanların da cerre çıktığını, bunun da halkın tepkisini çektiğini, kötüye kullananların önüne geçmek amacıyla yasaklamak istendiğini ama bu uygulamanın camilere resmi görevlilerin atanmasına kadar sürdüğünü belirtmeye çalışır. (Cerre çıkanların işi nereye götürdüğüne dair bir anekdota "Cerci Hocadan Bir Kesit" başlığıyla bir başka yazımda yer vereceğim.)