8 Ağustos 2023 Salı

Okullara Liyakatli Müdür

Kamu Ajans, liyakatli müdürler geliyor deyip on maddede faydalarını saymış. Bu habere halihazırda çalışan müdürler liyakatli değil mi sorusu akla gelse de madem bir işe kalkışılmış. Vardır bir hikmeti diyelim. 

Haberde detaya girilmeden beş yılın sonunda müdürün müdürlüğüne devam ya da tamam görevinin öğretmenlere verileceği yazılmış. Yani müdürün ipi öğretmenlerin elinde olacak. Bu projeye taş koymadan katkıda bulunmak isterim:

Müdürü puanlamak için tek başına öğretmen yeterli olmayabilir. Müdüre;

Okul aile birliği başkanı ve yardımcısı,

Okul öğrenci temsilcisi, (Temsilci seçimi kaldırılmış olsa da yeniden ihdas edilebilir.)

Okulun en yaşlı ve genç öğretmeni, (Tüm öğretmenler puan verecek ama bu ikisi bir daha versin.)

Yeni atanmış bir ilçe müdürü ile yine yeni atanmış iki şube müdürü (Mevcut müdürler hakları baki olacak şekilde araştırmacı yapılabilir.) evet/hayır şeklinde puan versin. 

Bunlara;

Mahalle muhtarı,

STK'ler,

Okulun hizmetlisi,

Tüm öğrenciler,

Servis şoförleri,

Öğrenci velileri,

Mahalle sakinleri, 

Milli eğitimlerde çalışan şef, memur ve hizmetliler de puan verebilir.

Kısaca yazılı sınav dışında her kriter müdür belirlemede kıstas olsun.

Bakın bakalım o zaman okullara liyakatsiz müdürler yaklaşabilir mi?

Böyle olunca okulları kim tutar?

Not: Okullara liyakatli müdürler geliyor haberini yapan sitenin adresini buraya kopyalıyorum. Ajansa göre faydası çok:

https://www.kamuajans.com/meb-haber/okullara-liyakatli-mudurler-geliyor-578065

Maceraperestliğin Sonu

Maceraya yelken açanların bu yolculuğunda;

Mantığa yer yoktur. 

Akıl zaten aranmaz.

Düşünmek lükstür.

Bilim ve bilimselliğe yer olmaz. 

İstişare ve ortak aklı ara ki bulasın. Böyle bir şey kendini inkar demektir. 

Bu yolculuğa çıkan;

Söz dinlemez. 

Nasihate karnı toktur.

Bir başına buyruktur. 

Layüseldir.

Buyurgandır. 

Dediğim dedikçidir.

Kendi aklına ve zekasına aşıktır.

Hubris sendromunun mimarıdır. 

Kendisini dünyanın merkezi, dünyanın ise etrafında dönen kişiler olarak görür.

Hiç kitap okumasa da her şeyin kitabını yazandır.

Kendi aklına aşırı güven duyar. Çünkü özgüveni tavan yapmıştır. 

Sureti haktan görünmeyi çok iyi becerir.

Tehlikeli sularda balık avlamayı sever.

Her macerasında heyecan ve stres vardır.

Göle maya çalma misali ya tutarsa mantıksızlığı güdülür.

Dostunu ve düşmanını kendisi belirler. Macerasına destek olanları dost edinir, destek vermeyenleri ise düşman.

Maceranın sonu hep hezimet olsa da maceraperest bir şekilde kendini kurtarır. Zarar ve ziyanı başkasının üzerine boca eder. Boca ettiği insanlar çocuklarına ve torunlarına miras bırakacak şekilde zarar ve ziyanı öder.

Macerasından dolayı kimse ona hesap soramaz. Çünkü hesabı sadece o sorar. Kimse ona yanlış yaptın, yanlış yoldasın diyemez. Şayet derse, bedel ödemek üzerine vacip olur. Böyle diyen birini ben bile kurtaramam. O yüzden kimseye tavsiye etmem. 

Ashabı Kehf Kıssasına Farklı Bakış

Kur'an'ın Kehf süresinde Ashabı Kehf, halk arasında "Yedi Uyurlar" olarak bilinen kıssayı içimizde bilmeyenimiz yoktur. Film ve dizilere konu olmuş bu kıssa, bugün bile anlayamadığımız gizemi içinde barındırıyor. Çünkü akıl ve havsalamız almıyor. 

Anlatılan hikaye hepimizce malum olsa da detaya girmeden bir kısmını Kur'an'dan bir kısmını da tevatüren anlatılanlardan olmak üzere kısaca hatırlatmak isterim: "Zalim kraldan kaçan bilmem kaç kişi mağaraya sığınmışlar. Burada birkaç yüzyıl uyumuşlar. Sonra dirilip ya da uyanıp biz ne kadar uyuduk diye birbirlerine sormuşlar. Ya bir gün ya da yarım gün demişler. 

Sonra karın doyurmak için içlerinden birini korka korka şehre göndermişler. 

Şehre inen kişi, içinden kaçıp kurtulduğu şehri tanımakta zorlanıyor. Çünkü her bir yer değişmiş. O bu şaşkınlık içinde iken giyim kuşamından, kılık kıyafetinden, uzattığı paradan esnaf da şaşkınlık geçirir. Çünkü kıyafet farklı, saç sakal birbirine karışmış, uzattığı para da tedavülden kalkmış. 

Hep birlikte genci takip ederek mağaraya gelirler. Mağaradakilerin inançlarından dolayı fi tarihinde kaçanlar olduğunu anlarlar. 

Uzun bir uykunun ardından uyanıp teşehhüt miktarı yaşayan bu 'Yedi Uyurlar' vefat eder".

Bu kıssa hala gizemini korusa da bizim için müteşabih konulardan olsa da anlatılan kıssalardan ibretler almamız gerekir. Kıssadan muradın ne olduğunu Allah biliyor olsa da bizler bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Bu çıkarımlarda isabet olabileceği gibi isabet de olmayabilir. Bugün için Ashabı Kehf'ten çıkarımlarım şunlardır. Bu kıssa:

1.Öldükten sonra dirilmeyi hatırlatıyor. Kur'an, tevhit ve ahiret hayatı üzerinde çokça durur. Çünkü inansa da insanımızın yeterince ikna olmadığı konulardan biri de öldükten sonra yeniden dirilmedir. Kıssa üzerinden Allah insanı ikna etmeye çalışıyor. Her ne kadar Yedi Uyurlar dense de kanaatimce mağaraya sığınan bu gençler, ecelleri geldiği zaman vefat etmişlerdir. (Ne kadar uyudukları Kur'an'da geçmese de biyolojik yasa gereği bir canlının üç yüz küsur yıl yaşaması, ortalama ömrün 80-100 yıl olduğu günümüzde mümkün görünmüyor. Gerçi eski insanların daha uzun ömür yaşadığı, bu kimselerin de eskiden yaşadığı göz önüne alındığında ölmeyip uyudukları da düşünülebilir.) Geride kalan insanlar görsün diye Allah bu vefat edenleri diriltip kısa süreliğine de olsa bunları şehrin insanlarıyla görüştürmüştür. Bakın, bu insanlar yüzyıllar önce vefat etmişti. Gördüğünüz gibi tekrar dirilttim. Öldükten sonra işte böyle diriltileceksiniz ve orada yeni bir hayat yaşayacaksınız demek istemiştir diye düşünüyorum. 

2.Bir an için bu Yedi Uyurlar, üç yüz küsur yıl uyudular, sonra uyandılar diyelim. Mağara ehlinin "Ya bir ya da yarım gün uyuduk" dediklerine göre buradan uykunun bir nevi ölüm olduğu hatta yarım ölüm sayıldığı, uyuyan için zamanın durduğu ve zamanın birden geçtiği anlamı çıkar. Ölü ve uyuyan için zaman durduğuna göre öyle zannediyorum, Hz Adem ve diğer daha önce vefat edenler ikinci surdan sonra yeniden diriltildiğinde, kendilerine ne kadar uyudunuz sorusu sorulsa, tıpkı Mağara ashabı gibi ya bir gün ya da yarım gün cevabını  vereceklerdir. 

Kur'an'da olmadığı halde hadislerde geçse de ahiret hayatından önce yaşanan kabir hayatının olmayacağını çıkarmak mümkün. Çünkü uyuyan veya ölen için zaman durduğuna, uyuyan veya ölen ne yaptığını, olup biteni anlamadığına göre "Kabirin cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olmasının” bir anlamı olur mu? Zaten esas hesaplaşma kıyamet kopup ikinci surdan sonra kurulacak mahşerde olacağına göre daha hesap kitap görülmeden, öncesinde bir kabir hayatı, teşbihten hata olmasın, bir nevi yargısız infaza benzer. 

3.Bu çıkarımıma gelmeden kıssaya yeniden dönersek, kıssada bir şaşkınlık hakim. Mağara ashabının uzun süre yaşamasına, yeniden dirilmelerine veya uyandırılmalarına, aradan uzun süre geçtiği için alışveriş için uzatılan paranın tedavülden kalkmasına, şehrin değişmesine, mağaraya sığınma mazeretinin ortadan kalktığına, uzun süre uyumalarına rağmen bir ya da yarım gün uyudukları gibi bir şaşırma söz konusu. 

Buradan 2018 yılından beri kriz içerisinde olan ekonomimizin, aradan beş yıl geçmesine rağmen geçmediği gibi geçme iradesi göstermediği, krizin iyice derinleşerek buhrana dönüştüğü konusuna gelelim. Buhranın etkisiyle TL her geçen gün değer kaybetmeye devam ediyor, enflasyon hep yüksek çıkıyor, hayat pahalılığı vatandaşın belini büküyor. Girdi maliyetleri arttığından fiyatlara sürekli zam yapılıyor. Akaryakıt fiyatlarına gün aşırı zam geliyor. 

Burada amacım felaket tellallığı değil. Herkesin malumu ve hakkal yakin yaşadığını durum tespiti yapmak. Her market vesair alışverişlere gittiğimizde ürünlerin etiket fiyatlarının değişikliğine şaşırıyoruz ve dut yemiş bülbüle dönüyoruz. Daha dün şu fiyattı diyoruz. Tıpkı Ashabı Kehf kıssasındaki şaşkınlığı yaşıyoruz. 

Yaşadığımız bu ekonomik buhranı ne zamandır Ashabı Kehf'e benzeten bir yazı kaleme alayım, bugün yarın derken birileri benden önce davranmış, satış yaptığı ürünlerin önüne "Fiyatları görünce üç yüz yıl sonra şehre inen Yedi Uyurlar gibi davranmayın" yazıvermiş. Bu paylaşımı sosyal medyada görünce, dedim bu afişin sahibi kimse, bu kişi benden fazla yaşayacak. Evet, yaşadığımız an Yedi Uyurlar hali. Tek fark, onlar üç yüz yılda bir şaşırmışlar. Biz beş yıldır her gün şaşırıyoruz. 

Korkacaksın

Açık düşmandan değil, gizli ve sinsi düşmandan korkacaksın.

Yüzüne gülen ve sendenmiş gibi görünenden korkacaksın. 

Kafirliği ayan beyan olandan değil, münafıktan korkacaksın.

Şeytanın sol tarafından yaklaşanından değil, sağdan yaklaşanından korkacaksın. 

Solundan sollayıp geçen araç sürücüsünden değil, sağlayıp geçenden korkacaksın. 

Derviş görünümlü kimseden korkacaksın. 

Özü ve sözü bir olandan değil, özü ve sözü bir olmayandan korkacaksın. 

Açık ve aleni olandan değil, içten pazarlıklı olandan korkacaksın. 

Eleştiri yapandan değil, padişahım çok yaşa diyen şakşakçıdan korkacaksın. 

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyenden değil, ölümüne tarafgir olandan korkacaksın. 

Tepkisini kimin yaptığına bakarak verenden veya vermeyenden korkacaksın. 

Ben bilmem, ben anlamam diyenden değil, ben her şeyden anlarım, her şeyi bilirim, ben bunun kitabını yazdım deyip istişare etmeden başına buyruk takınandan korkacaksın. 

Ben bunu yapamadım, ağzıma yüzüme bulaştırdım diyenden değil, hatasını kabullenmeyip burnundan kıl aldırmayandan korkacaksın. 

Bir şeyi olduğu gibi anlatandan değil, olduğundan farklı gösterenden korkacaksın. 

Hata ve yanlışı söylendiği zaman parlayandan ve saldırıya geçenden korkacaksın. 

Yapmadım, yapamadım, yanlış düşünmüşüm, ihmal ettim, göremedim demek varken birtakım mazeret ve gerekçelerin ardına sığınandan korkacaksın. 

Hata, eksiklik ve yanlışı görüp hemen vazgeçenden değil, görmezden gelenden veya zamana yayandan korkacaksın. 

Hata ve yanlışını görüp dönenden değil, U dönüşünü meslek haline getirenden korkacaksın.

Hata ve yanlışından dönenden değil, yanlışından harabil Basra olduktan sonra dönenden ve hiçbir şey olmamış gibi davranandan korkacaksın.

Hayat stratejisi kin, düşmanlık, korku, nefret ve kutuplaştırma üzerine kurandan korkacaksın.

Kendi yaptığını ve yapacağını anlatandan değil, başkasını kötüleyerek bundan ekmek yiyenden korkacaksın.

Kamu malını yerli yerince kullanandan değil, har vurup harman savurandan korkacaksın.

Bir fazilet ve erdem yarışı yapandan değil, kazanmak için her yolu mubah görenden ve belden aşağı vurandan korkacaksın.

Gücün yanlışına karşı çıkandan değil, gücü yanlışını savunandan ve dilsiz şeytan olandan korkacaksın.

Aklın yolu bir deyip ortak akılla hareket edenden değil, aklına eseni yapan, hep macera peşinde koşan ve her macerası hezimet olandan korkacaksın... 

7 Ağustos 2023 Pazartesi

Erbaş'ın Günah Keçisi İlahiyatçılar (2) *

Her liseyi bitiren öğrenci,  örgün eğitim mezunu değildir. Örgünün yanında yaygın eğitim de var. Bugün açık lise, MESEM mezunları da var. Açık liseden mezun öğrenci sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Pandemiden bu yana açık lisede okuyanlar senede üç defa merkezi yapılan sınavları bile uzaktan, dijital ortamda yaptılar. Çoğunun sınavını başkası yaparak lise diplomasına sahip oldular. 

Bugün camiler, Kur’an kursları bir nevi yaygın eğitim kurumlarıdır. Dine ne kadar mesafeli olursa olsun, bu toplumun kahir ekseriyeti cuma ve bayram namazına gider, okunan hutbeyi dinler. Biraz erken giden vaizin yaptığı konuşmadan da faydalanır. Diyanet camilerde yaz kursları açıyor. Yaygın eğitim görevi gören camilerde görev yapan imam, müezzin, vaiz Diyanet personelidir. Türkiye’de sadece camilerde görev yapan imam ve müezzinin sayısı 80-90 bin civarında. 2500’ün üzerinde vaiz görev yapıyor. Tüm bunların amiri mesabesindeki kişi de Sayın Ali Erbaş’tır. Din Kültürü öğretmenleri dokuz yılda bir salavat getirmeyi öğretemediyse, bunu pekala din görevlilerimiz öğretebilirdi. Üstelik okula öğrenci mecburiyetten geliyor iken camilere gönüllü olarak gidiyor.

Burada gençlerin dini bilgilerinin zayıf olmasının müsebbibi Diyanet personeli, camiler demek istemiyorum. Çünkü Başkan gibi suçlu arayışında değilim. Unutmayalım ki öğrenme bir merak işidir, ilgi ve alaka duymaktır. Merak edip ilgi duyan her türlü bilgiyi öğrenir. Bunun için hem din kültürü öğretmenleri hem de cami görevlileri rehberlik yapmaktan kaçınmazlar. Yeter ki öğrenci istesin. İstemiyorsa ne din kültürü öğretmeni ne de din görevlisi bir şey verebilir. Unutmayalım ki marifet iltifata tabidir. Müşterisiz meta zayidir.

Diyanet’in yaygın eğitim çeşitlerinden biri de Diyanet TV’dir. Ali Erbaş, salavat veya herhangi bir konuyu dert edinmişse derdini bu kanaldan anlatabilir, tüm Türkiye’ye sesini duyurabilir.

Sayın Erbaş, bugün suçlu ilan ettiği din kültürü hocalarının hocasıdır. Erbaş’ın mantığından gidersek, demek ki Erbaş iyi öğretmen yetiştirememiş. Mezun ettiği öğretmenlere salavatı nasıl öğretecekleri eğitimini verememiş. Bu Erbaş hazırlık artı dört yıl boyunca ne yapmış mı diyelim.

Öğrenmemenin binbir türlü nedeni olabilir. Gençlerden kaynaklandığını gibi öğreticilerde de sorun olabilir. Bunların her biri araştırma konusu. Sayın Erbaş’ın mikrofonu alıp da ilahiyatçıları günah keçisi ilan etmesi işin en kolay yönüdür. Halbuki bir başkana yakışan işi salavata indirgemekten ziyade gençlerin dine mesafesini enine boyuna araştırmasıdır. Orta yere bir veri bir istatistik çıkacak ki gençleri bu girdaptan nasıl kurtarabiliriz üzerine kafa yormak gerekecek. Sayın başkanın ilahiyatlar, MEB ile ortak bir çalışma yapmasının önünde bir engel yok. Bir diğer husus, başkan bu konuları dert ediniyorsa, din kültürü öğretmenlerine kolay ulaşabilir. Bu hassasiyetini dile getirebilirdi.

Hasılı Diyanet İşleri Başkanı salavat getirmeyi bilmeyen öğrenciler üzerinden koca bir camiayı suçlaması hiç hoş olmamıştır. Bence Sayın Erbaş kendi görevini yapsın, temsil ettiği makamın hakkını versin. Salavata verdiği önemi gençliğin dinden uzaklaşmasına versin. Çünkü inanç probleminin yaşandığı bir ortamda önceliğimiz inanç olmalıdır. Gerisi teferruattır.

*14/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Erbaş'ın Günah Keçisi İlahiyatçılar (1) *

"Sokak röportajlarında bir mikrofonu uzattığına salavat getirmeyen gencin vebali kimin üzerine. 9 yıl boyunca bu çocuklarımıza ne öğretiyor Din Kültürü ve Ahlak bilgisi öğretmenleri?" sözleri Rize'de bir etkinlikte konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a ait. Salavatın öğretilmemesinin sorumluluğunu da dokuz yıldır bu çocukların derslerine giren din kültürü öğretmenlerine yıkmış. Yani din öğretmenlerini günah keçisi ilan etmiş. 

Aynı Başkan 2018 yılında "Gençlerin deizm ve ateizme kaydığı, bu düşüncede olanların sayısında artış olduğu" endişesine katılmamış. Yok böyle bir şey demişti. 

Ali Erbaş gençler arasında deizm veya ateizmin yaygın olduğunu kabul etmese de gençler hatta orta yaşlar arasında deizm, ateizm, agnostizm gibi cereyanların yaygın olduğu bir vakıa. En azından çocuğundan, yaşlısına varıncaya kadar insanımızın önemli bir kısmının dine mesafe koyduğu, bunun da her geçen yıl artış gösterdiği bilinen bir gerçekliktir. Üstelik bu dinden soğumanın, günümüzde teşvik ve uygulanan programlarla hafız sayısının arttığı, İHO ve İHL'lerde gözle görülür bir artışın olduğu, hiç olmadığı kadar cami ve Kur'an Kursu yapımının devam ettiği ve dindar nesil yetiştirme beyanının ortaya konduğu bir zaman diliminde belirgin bir şekilde ortaya çıkıp artması düşündürücüdür. 

Bir diğer düşündürücü olan, deizm veya ateizm gibi bir tehlike varken bunu yok kabul edip tüm meseleyi sadece salavata indirgemesi, dokuz yıldır ne öğretiyorlar demek suretiyle suçu da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine yıkmasıdır. Bu itham Diyanet İşleri Başkanına yakışmamıştır. Çünkü bir meslek grubunu suçlu ilan ederken elinde sokak röportajları örnekleri dışında bir veri olduğunu sanmıyorum. Başkan bilsin ki Türkiye,  sokak röportajlarından ibaret değildir ve 85 milyondur. Bir akademisyenden beklenen de elinde bilimsel bir veri ve araştırma olmasıdır. Böyle bir araştırma yaptırmaya imkan ve gücü de vardır.

İnsanımız arasında salavat getirmeyi bilmeyen var mı? Var. Fatiha okumayı bilmeyen de var. Aynı şekilde basit ilmihal bilgilerini bilmeyenler de var. Dine mesafeli olanlar var mı? Var. Müslüman olduğu halde ladini yaşayanlar var mı? Var. İnanmadığı halde toplumsal baskıdan çekindiği için bu inançsızlığını izhar edemeyen var mı? Var. İslam düşmanı var mı? Var. Tüm bunlar ve daha fazlası bu ülkede varsa -ki var- “Bu halkın % 99’u Müslümandır” sözü de elde veri olmadan söylenmiş kulağa hoş gelen, ispatı ve gerçekliği olmayan bir sözdür.

Burada Sayın Ali Erbaş’a bazı sorular soralım, bazı bilgiler verelim:

Gençliğin veya insanımızın inanç, bilgi ve salavat eksikliğinden sadece din kültürü öğretmenlerini sorumlu tutmak doğru mudur? Bu mantıkla bakılırsa YKS’de matematikten sıfır çeken tüm liselilerin sorumlusu matematikçilerdir. Aynı şekilde fizik, kimya, biyoloji vb. derslerden  zayıf alan öğrencilerin öğretmenleri için de düşünülebilir. O yüzden bu mantık sakattır. Tamam, öğrencinin başarı ve başarısızlığında öğretmenin payı vardır ama öğrencinin başarı ve başarısızlığında tek kriter öğretmen değildir. Üstelik Din kültürü dersleri öğrencinin puanı en yüksek derslerinden biridir. Din kültürü öğretmenleri müfredatı anlatır, sınavını yapar. Notu silah olarak kullanmazlar. Yüksek not verirler. Bunu yaparken öğrencinin dini sevmesi, dinden nefret etmemesi amacını güderler.

Liselerde bir öğrencinin bir dersten başarılı olma puanı 100 üzerinden 50’dir. Bu demektir ki 10 sorudan 5 soruyu doğru, 5 soruyu da yanlış yapan öğrenci başarılıdır.

Liselerde bir üst sınıfa geçme puanı yine 100 üzerinden 50’dir. Tüm liselerde Türk dili ve edebiyatı ve İHL’lerde Kur’an-ı Kerim dışındaki derslerden bazıları 50 puanın altında olsa dahi 50 ortalamayı yakalayan bir öğrenci, bir üst sınıfa geçer ve mezun olur. Diyelim ki bir öğrenci dört yıl boyunca din kültürü dersinden hiç geçer not almasa, boş kağıt verse toplam ortalama elli olduğu zaman bu öğrenci o dersten kalmadığı gibi sınıf tekrarına da kalmaz. 50 ortalamayı tutturamayan bir öğrenci sınıf tekrarı yapmadan  zayıf derslerinden bir üst sınıfa sorumlu olarak geçer. Kısaca bu sınıf geçme sisteminde devamsızlıktan kalmadığı müddetçe kolay kolay hiçbir öğrenci sınıfta kalmaz. Dersi bilse de bilmese de şu ya da bu şekilde sınıf geçer ve mezun olur.

Bu ülke iki sene Covit-19 salgını nedeniyle uzaktan öğretim yaptı. Öğrencinin devamsızlığına, derse katılıp katılmadığına ve dersten başarılı olup olmadığına bakılmaksızın öğrenciler ya bir üst sınıfa geçti ya da mezun oldu. Üniversite sınavlarında iki dönem yerine tek dönemin derslerinden sorumlu olarak sınavlara girdiler. Kısaca eğitim ve öğretim iki-iki buçuk sene olağanüstü şartlarda yapıldı. (Devam edecek)

*11/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

4 Ağustos 2023 Cuma

Abartıda Biz *

Kocaeli'nde hafızlık ve icazet programına katılan Ali Erbaş yaptığı konuşmada, "Neredeyse yıl boyu hafızlık icazetnameleri yaptıklarını, 2022 yılında 12 bin kadar hafızın icazetnamelerini alarak başarılı olduğunu, şu an itibariyle belgesi olan hafız sayısının 200 bin ve halihazırda hafızlığını yapmış fakat belgesini almamış 400 binden fazla öğrenci olduğunu, nüfusumuza göre bu sayının daha fazla olması gerektiğini, din görevlilerinin öncelikle hafız olması zira hafızlığın mihrap ve kürsüye çok yakıştığı" açıklamasında bulunmuş. 

Sayın DİB başkanının din görevlilerine hafızlığın çok yakıştığı açıklamasına katılıyorum. Zira Diyanet bünyesinde görev yapacak imam, müezzin, vaiz ve müftünün hafız olması gerekir. Çünkü icra ettikleri görev itibariyle sürekli Kur'an'la haşır neşir olmak zorunda olacakları için hafız olmaları tercih sebebi hatta zorunlu şart olmalıdır. 

Başkanın nüfusumuza göre hafız sayısının az olduğu açıklamasına gelince, 600 bin hafızı nüfusa oranlarsak sayı az görülebilir. Yalnız 2022 rakamlarına göre Diyanette görev yapan personel sayısının yaklaşık 138 bin olduğu göz önüne alındığında, telaffuz edilen 600 bin rakamı, personel sayısının dört katından fazla. Bu demektir ki Diyanet teşkilatında çalışmakta olan tüm personel bugün itibariyle emekli olsa, yerine bu hafızlar istihdam edilse, hafızlığını bitirmiş gençlerin ancak dörtte birine görev verilebilir. Çünkü hepsinin Diyanet teşkilatında istihdam edilmesi söz konusu olamaz. O zaman hafız olan 600 bin çocuk veya gencin Diyanet dışında diğer meslek alanlarını tercih etmeleri gerekecek. Hafız doktor, hafız mühendis gibi. Ne zararı var, daha iyi değil mi denebilir. Elbette diğer meslek alanlarında hafız olmanın bir sakıncası yok. Yalnız Diyanet, MEB'de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İHL'lerde meslek dersleri öğretmeni olanların dışında, hafız olanların emek sarf ederek yaptıkları hafızlığı, diğer işkollarında koruyabilmeleri çok zor görünüyor. Nitekim zamanında hafız olmuş ama daha sonradan belirli periyotlarla hafızlığını sağlayamadığı için unutan hafızın sayısı az değil. Böyle unutan hafızlar için “hafız ama “ha”sı gitmiş” derler. Ki Diyanette görev yapmasına rağmen hafızlığını unutanlar da var.

Başkanın, “Neredeyse yıl boyu hafızlık icazetnameleri yaptıkları” sözü üzerinde de durmak lazım. Yıl boyunca icazet programı yapıldığına göre demek ki her ilde toplu programlar yapılmakta. Hem programın bolluğundan bahsetmek hem de nüfusa göre hafız sayısını azımsamak, içinde çelişki barındırıyor.

DİB Başkanı hafız sayısını yeterli görmese de hafızlık müessesini normal işleyişine bırakmakta fayda var. Bu işi çok da abartmamak lazım. Önemli olan hafız bolluğundan ziyade okuduğunu anlamak ve anladığını hayatına tatbik edecek insan sayısını temenni etmek ve hedeflemek lazım. Çünkü asıl olan budur.

Hafız sayısını daha da arttırmayı düşünenler için şunu da söylemek isterim. Kur’an’ın ilk muhatapları olan sahabe arasında kaç hafız olduğunu bir düşünsünler. Bildiğim kadarıyla 5-6 kişiyi geçmezdi.

Anlatmak istediğim, hafızlığı abartıyoruz. Sadece hafızlık mı? Neleri abartmıyoruz ki. Abartmada üstümüze yok. Hiçbir şeyi normal normal seyrine bırakmıyoruz. Örnek vermek istersek, kalitenin düşeceği biline biline fazlaca İHO ve İHL açıyoruz. Cemaati olsun veya olmasın cami inşa ediyoruz. Öğrencisi olsun veya olmasın Kur’an kursu açıyoruz. Cami ve Kur’an kursu inşaatları için aşağı yukarı her cuma sonrası camilerde sergi açıyoruz. O kadar çok ki artık yardım toplanacak yerlerin adını “Muhtelif cami ve Kur’an kursu” koyduk. Abarttığımız sadece bunlardan ibaret değil. Çalışır veya çalışmaz demeyiz, aynı yerde hatta yan yana çi köfte, tavuk-et döner dükkanları açıyoruz. Hasılı abartıyor da abartıyoruz. Hiçbir şeyi tadında ve kıvamında bırakmıyoruz.

*09/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.