Ana içeriğe atla

Ashabı Kehf Kıssasına Farklı Bakış

Kur'an'ın Kehf süresinde Ashabı Kehf, halk arasında "Yedi Uyurlar" olarak bilinen kıssayı içimizde bilmeyenimiz yoktur. Film ve dizilere konu olmuş bu kıssa, bugün bile anlayamadığımız gizemi içinde barındırıyor. Çünkü akıl ve havsalamız almıyor. 

Anlatılan hikaye hepimizce malum olsa da detaya girmeden bir kısmını Kur'an'dan bir kısmını da tevatüren anlatılanlardan olmak üzere kısaca hatırlatmak isterim: "Zalim kraldan kaçan bilmem kaç kişi mağaraya sığınmışlar. Burada birkaç yüzyıl uyumuşlar. Sonra dirilip ya da uyanıp biz ne kadar uyuduk diye birbirlerine sormuşlar. Ya bir gün ya da yarım gün demişler. 

Sonra karın doyurmak için içlerinden birini korka korka şehre göndermişler. 

Şehre inen kişi, içinden kaçıp kurtulduğu şehri tanımakta zorlanıyor. Çünkü her bir yer değişmiş. O bu şaşkınlık içinde iken giyim kuşamından, kılık kıyafetinden, uzattığı paradan esnaf da şaşkınlık geçirir. Çünkü kıyafet farklı, saç sakal birbirine karışmış, uzattığı para da tedavülden kalkmış. 

Hep birlikte genci takip ederek mağaraya gelirler. Mağaradakilerin inançlarından dolayı fi tarihinde kaçanlar olduğunu anlarlar. 

Uzun bir uykunun ardından uyanıp teşehhüt miktarı yaşayan bu 'Yedi Uyurlar' vefat eder".

Bu kıssa hala gizemini korusa da bizim için müteşabih konulardan olsa da anlatılan kıssalardan ibretler almamız gerekir. Kıssadan muradın ne olduğunu Allah biliyor olsa da bizler bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Bu çıkarımlarda isabet olabileceği gibi isabet de olmayabilir. Bugün için Ashabı Kehf'ten çıkarımlarım şunlardır. Bu kıssa:

1.Öldükten sonra dirilmeyi hatırlatıyor. Kur'an, tevhit ve ahiret hayatı üzerinde çokça durur. Çünkü inansa da insanımızın yeterince ikna olmadığı konulardan biri de öldükten sonra yeniden dirilmedir. Kıssa üzerinden Allah insanı ikna etmeye çalışıyor. Her ne kadar Yedi Uyurlar dense de kanaatimce mağaraya sığınan bu gençler, ecelleri geldiği zaman vefat etmişlerdir. (Ne kadar uyudukları Kur'an'da geçmese de biyolojik yasa gereği bir canlının üç yüz küsur yıl yaşaması, ortalama ömrün 80-100 yıl olduğu günümüzde mümkün görünmüyor. Gerçi eski insanların daha uzun ömür yaşadığı, bu kimselerin de eskiden yaşadığı göz önüne alındığında ölmeyip uyudukları da düşünülebilir.) Geride kalan insanlar görsün diye Allah bu vefat edenleri diriltip kısa süreliğine de olsa bunları şehrin insanlarıyla görüştürmüştür. Bakın, bu insanlar yüzyıllar önce vefat etmişti. Gördüğünüz gibi tekrar dirilttim. Öldükten sonra işte böyle diriltileceksiniz ve orada yeni bir hayat yaşayacaksınız demek istemiştir diye düşünüyorum. 

2.Bir an için bu Yedi Uyurlar, üç yüz küsur yıl uyudular, sonra uyandılar diyelim. Mağara ehlinin "Ya bir ya da yarım gün uyuduk" dediklerine göre buradan uykunun bir nevi ölüm olduğu hatta yarım ölüm sayıldığı, uyuyan için zamanın durduğu ve zamanın birden geçtiği anlamı çıkar. Ölü ve uyuyan için zaman durduğuna göre öyle zannediyorum, Hz Adem ve diğer daha önce vefat edenler ikinci surdan sonra yeniden diriltildiğinde, kendilerine ne kadar uyudunuz sorusu sorulsa, tıpkı Mağara ashabı gibi ya bir gün ya da yarım gün cevabını  vereceklerdir. 

Kur'an'da olmadığı halde hadislerde geçse de ahiret hayatından önce yaşanan kabir hayatının olmayacağını çıkarmak mümkün. Çünkü uyuyan veya ölen için zaman durduğuna, uyuyan veya ölen ne yaptığını, olup biteni anlamadığına göre "Kabirin cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olmasının” bir anlamı olur mu? Zaten esas hesaplaşma kıyamet kopup ikinci surdan sonra kurulacak mahşerde olacağına göre daha hesap kitap görülmeden, öncesinde bir kabir hayatı, teşbihten hata olmasın, bir nevi yargısız infaza benzer. 

3.Bu çıkarımıma gelmeden kıssaya yeniden dönersek, kıssada bir şaşkınlık hakim. Mağara ashabının uzun süre yaşamasına, yeniden dirilmelerine veya uyandırılmalarına, aradan uzun süre geçtiği için alışveriş için uzatılan paranın tedavülden kalkmasına, şehrin değişmesine, mağaraya sığınma mazeretinin ortadan kalktığına, uzun süre uyumalarına rağmen bir ya da yarım gün uyudukları gibi bir şaşırma söz konusu. 

Buradan 2018 yılından beri kriz içerisinde olan ekonomimizin, aradan beş yıl geçmesine rağmen geçmediği gibi geçme iradesi göstermediği, krizin iyice derinleşerek buhrana dönüştüğü konusuna gelelim. Buhranın etkisiyle TL her geçen gün değer kaybetmeye devam ediyor, enflasyon hep yüksek çıkıyor, hayat pahalılığı vatandaşın belini büküyor. Girdi maliyetleri arttığından fiyatlara sürekli zam yapılıyor. Akaryakıt fiyatlarına gün aşırı zam geliyor. 

Burada amacım felaket tellallığı değil. Herkesin malumu ve hakkal yakin yaşadığını durum tespiti yapmak. Her market vesair alışverişlere gittiğimizde ürünlerin etiket fiyatlarının değişikliğine şaşırıyoruz ve dut yemiş bülbüle dönüyoruz. Daha dün şu fiyattı diyoruz. Tıpkı Ashabı Kehf kıssasındaki şaşkınlığı yaşıyoruz. 

Yaşadığımız bu ekonomik buhranı ne zamandır Ashabı Kehf'e benzeten bir yazı kaleme alayım, bugün yarın derken birileri benden önce davranmış, satış yaptığı ürünlerin önüne "Fiyatları görünce üç yüz yıl sonra şehre inen Yedi Uyurlar gibi davranmayın" yazıvermiş. Bu paylaşımı sosyal medyada görünce, dedim bu afişin sahibi kimse, bu kişi benden fazla yaşayacak. Evet, yaşadığımız an Yedi Uyurlar hali. Tek fark, onlar üç yüz yılda bir şaşırmışlar. Biz beş yıldır her gün şaşırıyoruz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde