Ana içeriğe atla

Erbaş'ın Günah Keçisi İlahiyatçılar (1)

"Sokak röportajlarında bir mikrofonu uzattığına salavat getirmeyen gencin vebali kimin üzerine. 9 yıl boyunca bu çocuklarımıza ne öğretiyor Din Kültürü ve Ahlak bilgisi öğretmenleri?" sözleri Rize'de bir etkinlikte konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a ait. Salavatın öğretilmemesinin sorumluluğunu da dokuz yıldır bu çocukların derslerine giren din kültürü öğretmenlerine yıkmış. Yani din öğretmenlerini günah keçisi ilan etmiş. 

Aynı Başkan 2018 yılında "Gençlerin deizm ve ateizme kaydığı, bu düşüncede olanların sayısında artış olduğu" endişesine katılmamış. Yok böyle bir şey demişti. 

Ali Erbaş gençler arasında deizm veya ateizmin yaygın olduğunu kabul etmese de gençler hatta orta yaşlar arasında deizm, ateizm, agnostizm gibi cereyanların yaygın olduğu bir vakıa. En azından çocuğundan, yaşlısına varıncaya kadar insanımızın önemli bir kısmının dine mesafe koyduğu, bunun da her geçen yıl artış gösterdiği bilinen bir gerçekliktir. Üstelik bu dinden soğumanın, günümüzde teşvik ve uygulanan programlarla hafız sayısının arttığı, İHO ve İHL'lerde gözle görülür bir artışın olduğu, hiç olmadığı kadar cami ve Kur'an Kursu yapımının devam ettiği ve dindar nesil yetiştirme beyanının ortaya konduğu bir zaman diliminde belirgin bir şekilde ortaya çıkıp artması düşündürücüdür. 

Bir diğer düşündürücü olan, deizm veya ateizm gibi bir tehlike varken bunu yok kabul edip tüm meseleyi sadece salavata indirgemesi, dokuz yıldır ne öğretiyorlar demek suretiyle suçu da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine yıkmasıdır. Bu itham Diyanet İşleri Başkanına yakışmamıştır. Çünkü bir meslek grubunu suçlu ilan ederken elinde sokak röportajları örnekleri dışında bir veri olduğunu sanmıyorum. Başkan bilsin ki Türkiye,  sokak röportajlarından ibaret değildir ve 85 milyondur. Bir akademisyenden beklenen de elinde bilimsel bir veri ve araştırma olmasıdır. Böyle bir araştırma yaptırmaya imkan ve gücü de vardır.

İnsanımız arasında salavat getirmeyi bilmeyen var mı? Var. Fatiha okumayı bilmeyen de var. Aynı şekilde basit ilmihal bilgilerini bilmeyenler de var. Dine mesafeli olanlar var mı? Var. Müslüman olduğu halde ladini yaşayanlar var mı? Var. İnanmadığı halde toplumsal baskıdan çekindiği için bu inançsızlığını izhar edemeyen var mı? Var. İslam düşmanı var mı? Var. Tüm bunlar ve daha fazlası bu ülkede varsa -ki var- “Bu halkın % 99’u Müslümandır” sözü de elde veri olmadan söylenmiş kulağa hoş gelen, ispatı ve gerçekliği olmayan bir sözdür.

Burada Sayın Ali Erbaş’a bazı sorular soralım, bazı bilgiler verelim:

Gençliğin veya insanımızın inanç, bilgi ve salavat eksikliğinden sadece din kültürü öğretmenlerini sorumlu tutmak doğru mudur? Bu mantıkla bakılırsa YKS’de matematikten sıfır çeken tüm liselilerin sorumlusu matematikçilerdir. Aynı şekilde fizik, kimya, biyoloji vb. derslerden  zayıf alan öğrencilerin öğretmenleri için de düşünülebilir. O yüzden bu mantık sakattır. Tamam, öğrencinin başarı ve başarısızlığında öğretmenin payı vardır ama öğrencinin başarı ve başarısızlığında tek kriter öğretmen değildir. Üstelik Din kültürü dersleri öğrencinin puanı en yüksek derslerinden biridir. Din kültürü öğretmenleri müfredatı anlatır, sınavını yapar. Notu silah olarak kullanmazlar. Yüksek not verirler. Bunu yaparken öğrencinin dini sevmesi, dinden nefret etmemesi amacını güderler.

Liselerde bir öğrencinin bir dersten başarılı olma puanı 100 üzerinden 50’dir. Bu demektir ki 10 sorudan 5 soruyu doğru, 5 soruyu da yanlış yapan öğrenci başarılıdır.

Liselerde bir üst sınıfa geçme puanı yine 100 üzerinden 50’dir. Tüm liselerde Türk dili ve edebiyatı ve İHL’lerde Kur’an-ı Kerim dışındaki derslerden bazıları 50 puanın altında olsa dahi 50 ortalamayı yakalayan bir öğrenci, bir üst sınıfa geçer ve mezun olur. Diyelim ki bir öğrenci dört yıl boyunca din kültürü dersinden hiç geçer not almasa, boş kağıt verse toplam ortalama elli olduğu zaman bu öğrenci o dersten kalmadığı gibi sınıf tekrarına da kalmaz. 50 ortalamayı tutturamayan bir öğrenci sınıf tekrarı yapmadan  zayıf derslerinden bir üst sınıfa sorumlu olarak geçer. Kısaca bu sınıf geçme sisteminde devamsızlıktan kalmadığı müddetçe kolay kolay hiçbir öğrenci sınıfta kalmaz. Dersi bilse de bilmese de şu ya da bu şekilde sınıf geçer ve mezun olur.

Bu ülke iki sene Covit-19 salgını nedeniyle uzaktan öğretim yaptı. Öğrencinin devamsızlığına, derse katılıp katılmadığına ve dersten başarılı olup olmadığına bakılmaksızın öğrenciler ya bir üst sınıfa geçti ya da mezun oldu. Üniversite sınavlarında iki dönem yerine tek dönemin derslerinden sorumlu olarak sınavlara girdiler. Kısaca eğitim ve öğretim iki-iki buçuk sene olağanüstü şartlarda yapıldı. (Devam edecek) 

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Adam diğer fen derslerine bakmıyor, onlara önem vermiyor ki; varsa da din, yoksa da din...
    Bu güzel ülkemizin Müslümanlarını, Müslümanlıktan soğuttuk; onları deizme ve ateizme ittik demiyor da, salavatın ne olduğunu bilmeyen gençlerin vebalini Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmenlerine mi yüklüyorlar şimdi.
    Ülkeyi ve eğitim sistemini ne hale getirdiklerine bir baksınlar, bunlara diyecek bir laf bulamıyorum, yazıklar olsun!
    Sağlıcakla ve esen kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar. Bir şey üzerinde olduğundan fazla durmak, o şeyin değerini düşürüyor maalesef.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde