Ana içeriğe atla

Abartıda Biz

Kocaeli'nde hafızlık ve icazet programına katılan Ali Erbaş yaptığı konuşmada, "Neredeyse yıl boyu hafızlık icazetnameleri yaptıklarını, 2022 yılında 12 bin kadar hafızın icazetnamelerini alarak başarılı olduğunu, şu an itibariyle belgesi olan hafız sayısının 200 bin ve halihazırda hafızlığını yapmış fakat belgesini almamış 400 binden fazla öğrenci olduğunu, nüfusumuza göre bu sayının daha fazla olması gerektiğini, din görevlilerinin öncelikle hafız olması zira hafızlığın mihrap ve kürsüye çok yakıştığı" açıklamasında bulunmuş. 

Sayın DİB başkanının din görevlilerine hafızlığın çok yakıştığı açıklamasına katılıyorum. Zira Diyanet bünyesinde görev yapacak imam, müezzin, vaiz ve müftünün hafız olması gerekir. Çünkü icra ettikleri görev itibariyle sürekli Kur'an'la haşır neşir olmak zorunda olacakları için hafız olmaları tercih sebebi hatta zorunlu şart olmalıdır. 

Başkanın nüfusumuza göre hafız sayısının az olduğu açıklamasına gelince, 600 bin hafızı nüfusa oranlarsak sayı az görülebilir. Yalnız 2022 rakamlarına göre Diyanette görev yapan personel sayısının yaklaşık 138 bin olduğu göz önüne alındığında, telaffuz edilen 600 bin rakamı, personel sayısının dört katından fazla. Bu demektir ki Diyanet teşkilatında çalışmakta olan tüm personel bugün itibariyle emekli olsa, yerine bu hafızlar istihdam edilse, hafızlığını bitirmiş gençlerin ancak dörtte birine görev verilebilir. Çünkü hepsinin Diyanet teşkilatında istihdam edilmesi söz konusu olamaz. O zaman hafız olan 600 bin çocuk veya gencin Diyanet dışında diğer meslek alanlarını tercih etmeleri gerekecek. Hafız doktor, hafız mühendis gibi. Ne zararı var, daha iyi değil mi denebilir. Elbette diğer meslek alanlarında hafız olmanın bir sakıncası yok. Yalnız Diyanet, MEB'de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İHL'lerde meslek dersleri öğretmeni olanların dışında, hafız olanların emek sarf ederek yaptıkları hafızlığı, diğer işkollarında koruyabilmeleri çok zor görünüyor. Nitekim zamanında hafız olmuş ama daha sonradan belirli periyotlarla hafızlığını sağlayamadığı için unutan hafızın sayısı az değil. Böyle unutan hafızlar için “hafız ama “ha”sı gitmiş” derler. Ki Diyanette görev yapmasına rağmen hafızlığını unutanlar da var.

Başkanın, “Neredeyse yıl boyu hafızlık icazetnameleri yaptıkları” sözü üzerinde de durmak lazım. Yıl boyunca icazet programı yapıldığına göre demek ki her ilde toplu programlar yapılmakta. Hem programın bolluğundan bahsetmek hem de nüfusa göre hafız sayısını azımsamak, içinde çelişki barındırıyor.

DİB Başkanı hafız sayısını yeterli görmese de hafızlık müessesini normal işleyişine bırakmakta fayda var. Bu işi çok da abartmamak lazım. Önemli olan hafız bolluğundan ziyade okuduğunu anlamak ve anladığını hayatına tatbik edecek insan sayısını temenni etmek ve hedeflemek lazım. Çünkü asıl olan budur.

Hafız sayısını daha da arttırmayı düşünenler için şunu da söylemek isterim. Kur’an’ın ilk muhatapları olan sahabe arasında kaç hafız olduğunu bir düşünsünler. Bildiğim kadarıyla 5-6 kişiyi geçmezdi.

Anlatmak istediğim, hafızlığı abartıyoruz. Sadece hafızlık mı? Neleri abartmıyoruz ki. Abartmada üstümüze yok. Hiçbir şeyi normal normal seyrine bırakmıyoruz. Örnek vermek istersek, kalitenin düşeceği biline biline fazlaca İHO ve İHL açıyoruz. Cemaati olsun veya olmasın cami inşa ediyoruz. Öğrencisi olsun veya olmasın Kur’an kursu açıyoruz. Cami ve Kur’an kursu inşaatları için aşağı yukarı her cuma sonrası camilerde sergi açıyoruz. O kadar çok ki artık yardım toplanacak yerlerin adını “Muhtelif cami ve Kur’an kursu” koyduk. Abarttığımız sadece bunlardan ibaret değil. Çalışır veya çalışmaz demeyiz, aynı yerde hatta yan yana çi köfte, tavuk-et döner dükkanları açıyoruz. Hasılı abartıyor da abartıyoruz. Hiçbir şeyi tadında ve kıvamında bırakmıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde