24 Temmuz 2023 Pazartesi

Kurumlaşamayan ve Marka Değeri Olmayan Marketler

Şehrin yerel zincir marketlerinden biri evime yakın. Fiyatları da diğer marketlerle ya aynı olur ya da az düşük. Hem yakınlığı hem de emsallerine göre makul bulduğum için alışverişlerimi ağırlıklı olarak buradan yaparım.

Bayram öncesi çocuk sever diye beşer kiloluk ahududu ve vişne suyu içeceği aldım. Birkaç gün sonra içmek için açtığımızda içeceğin ekşimiş olduğunu tespit ettik. Evden, bu ürün bozulmuş, geri ver dense de hem açıldı hem de fişini attım. Değiştirim olmaz. Zaten ben de götürmem. En iyisi dökün dedim.

Birkaç gün sonra aynı marketten alışveriş yaptım. Ödeme yaparken de daha önce aldığım içeceklerin terekte olup olmadığını kontrol ettim. Bolca vardı ve satışta idi. Ödeme yaptığım kasiyere, arkamda sıra bekleyen olmayınca başkası duymayacak şekilde kasiyere, kızım, geçen hafta şu marka ahududu içeceği almıştım. Ekşimiş. İçemedik. Başka şikayet geldi mi? Vişneli olanını daha açmadık. O nasıl bilmiyorum. Geri alma durumunuz var mı? Fişini isterseniz, elimde fiş yok dedim. Hemen daha sorumlu ilgili kişiye gitti. Durumu anlattı. Daha yetkili olan yanıma geldi. "Fişiniz olmayınca, değiştiremiyoruz. Çünkü biz de geri iade ederken firmaya fişi göstermemiz gerekecek" dedi. Fişi olmayınca, değiştirmeyebilirsiniz. Yalnız ürün ortada. Getirip tadabilirsiniz. Bu şehirde bu marka bu ürünü sizin marketler dışında satan yok. Aynı ürünü satıyorsunuz. Yarın bir başkası da aynı şikayetle gelebilir dedim ise de "Maalesef değiştiremiyoruz. Çünkü fişiniz yok" dedi. Eyvallah, hakkınız var. Bu yüzden bir şey diyemiyorum. Vaktinizi aldım. Kusura bakmayın deyip çıktım.

*

Bugünlerde gündüzleri sıcak mı sıcak. Gündüz yaptığım yürüyüşleri akşamın serininde yapıyorum. Yürüyüşü bitirip eve dönerken birkaç kalem ihtiyacı da alayım diye akşam 22.00 suları markete girdim. Alacağımı aldım. Başka ne alayım derken oğlanın sevdiği çikolatadan alayım dedim. Ürünün fiyatına baktım. Daha önceki aldığım fiyatta duruyor. Zamlardan daha nasibini almamış, bu vesileyle oğlanı sevindireyim dedim. Yanlış okumayayım deyip etikete tekrar baktım. Kasaya yanaştım. Kızımız barkotlardan okuyarak ödemeyi temassız kart ile yaptım. Kızım, fiyat kafamdaki hesaba göre biraz fazla geldi deyince, fişe bakarak amca, şunları şunları almışsın diyerek aldığım kalemleri fiyatlarını okumadan saydı. Ne aldığımı biliyorum. Fiyatlara bir bakayım dedim. Aldıklarımı poşete koymadan kenara çekilip fişe baktım. Benim terekte 54.95 diye gördüğüm 700 gramlık çikolatanın fiyatı, 69.95 TL idi. Kasa boştu zaten. Kızım, şu ürün terekte şu fiyat, kasada bu fiyat. Bunu geri iade edeceğim dedim. Kız fişi alıp tereğe gitmeye kalkınca girişteki güvenlik görevlisi, sen dur, ben bakıp geleyim dedi. Hep beraber görevlinin gelmesini bekliyoruz. Çocuğu işe gönderiyorsun, sonra da ardından sen gidiyorsun misali beklerken ağaç olduk. Gidip geleceği yer on adımlık yer halbuki. Bu süre zarfında çikolata yeniden imal edilebilirdi. Sonra ardından bir başkası gitti. Biraz da son gideni bekledik. Nice sonra muhteşem ikili birlikte kasaya doğru teşrif ettiler. 

Beyefendi, yanlış bakmışsınız. Terekte de 69.95 yazıyor. Bak, sistemde de öyle dediler.

Durun bir de ben bakıp geleyim dedim. Gitmemle gelmem bir oldu. Çünkü dedikleri doğruydu. Yanlış görmüş olabilirim diyeceğim ama bu ürünün altında 69.95 yazmıyordu. Ne ara bu etiket kondu buraya. Çok aklım almadı. Siz en iyisi bu ürünü geri iade alın dedim.

Kasiyer kız, niye geri iade ediyorsun dedi onca olup biten gözünün önünde cereyan etmesine rağmen. Yoğunluk olsa, araya bir başkası girse eh diyeceğim. 

Fiyattan dolayı dedim. 

Tamam, nakit mi vereyim yoksa karta mı geçeyim dedi. Fark etmez ama kartla ödeme yaptım. İsterseniz, karta geçirin dedim. Kız, parayı sayıp 70 lira hazırlamıştı ki diğer kasiyerler, güvenlik, o anki baş sorumlu üşüştü oraya. Kız kartı alıp karta geçirmeye çalıştı. Beceremedi. Dedi oradan biri, ödemeyi şifreli mi yaptınız yoksa şifresiz mi? Şifresiz deyince o zaman temassız ödemelerde geri ödeme yapılmıyor dedi. Şifreli, şifresiz ne fark eder? O zaman nakit verin dedim. Nakit alışveriş yapmadığınız için nakit ödeme yapamıyoruz dediler. Az önce nakit hazırlamıştınız ama dedim. Olsun, ödenmiyor dediler. Ne yapacağız dedim. Siz en iyisi 70 liralık başka bir ürün alın dediler. Başka bir ürün almayacağım. İade alın dedim. Dur müdürü bir arayayım dedi baş sorumlu. Telefonda müdür ne dediyse, iadesi olmuyor, siz başka bir ürün beğenin dedi baş sorumlu. Belki de müdürü aramadı. Çünkü telefonu kulağına götürmesiyle bana yönelmesi bir oldu. Aynı hızı terekteki ürünün fiyatına gidenlerden de beklerdim. Beyefendi, almayacağım. Lütfen bu işi uzatmayın. Yoksa tüm aldıklarımı geri iade edeceğim. Mesele üründeki on dört liralık fark değil. Tavrınız ilginç dedim. Benim bu restimi gören başka bir kasiyer, ben temassız ödemeleri geri iade alırım dedi. Geçti kasanın başına. Kartı istedi benden. Sonra slipi istedi. Kartı posta tutarak önce önceki ödemeyi iptal etti. Ardından çikolata dışındaki ödeme miktarını girdi. Kartı tekrar okuttu. İşleminiz tamam beyefendi dedi. Tüm bunları bir iki dakika içinde yaptı. Buradaki hızı tereğe yeni fiyatı yapıştıranlardan da beklerdim. Teşekkür ederim kızım. Sizi uğraştırdım dedim. Estağfurullah, siz kusura bakmayın dediler.

Aldıklarımı poşete koyup evin yolunu tuttum. 

Tepkimi ve inadım aşırı bulabilirsiniz. İnsanlık hali olabilir diyebilirsiniz. Ne belli senin yanlış görmediğin deyin de olsun bitsin. Yalnız bu marketin bu yaptığı ilk değil. Nazarımda sicilli. Bunu zaman zaman yapıyor. Belki de hep yapıyor. Benim gibi bir cins fişi kontrol edince ortaya çıkıyor. Normal müşteriler, kasadan ne çıkmışsa ödeyip gidiyor. Çoğu fiş de almıyor zaten.

Aynı markette daha önce de terekteki ürünün fiyatı ile kasadaki farklı başka bir üründe başıma geldi. Farkına varıp söylediğimde, beyefendi, etiketi değiştirmemişiz. Kasadaki fiyat geçerli demişlerdi. O zaman sessiz kalmıştım. Çünkü insanlık hali, unutulabilir. Durumunu izah edene ne diyebilirsin. Bu sefer tepkimi bu şekil göstermiş oldum.

Bu market belli ki marketçilik yapıyor. Üstelik tek yerde değil. Şehrin belirli bölgelerinde şubeleri var. Şubesi çok, bu işi yıllardır yapıyor ama belli ki kurumsallaşmasını tamamlayamamış. Böyle giderse emsal marketlere göre hesaplı vermesi kendilerini kurtarmayabilir (Hesaplı diyorum. Emsallerine göre. Zira ürünlerde hesaplı ve makul dönemi bitti). Çünkü bu şehir kurumsallaşamayan ve marka olamayan nice yerel zincir marketlere mezar oldu. Boş harç devrettiler. Üreticiden aldıkları ürünlerin fiyatını bile ödemeden kaybolup gittiler. Unutmayalım ki bu şehirde ve her şehirde güven veren, kurumsallaşan işletmeler ayakta kalır.

Kurumsallaşmış ve Marka Değeri Olan Marketler

Meram Yaka'da otururken bakkal büyüklüğünde bir mini market vardı. Hala da var. Fiyatları diğer büyük marketlere göre uygundu. Şimdilerde o bölgede çoğu kapansa da o kadar büyük marketlerin içinde arı gibi müşterisi vardı bu marketin. Bazı ürünleri buradan alırdım. Beş kg'lık tereyağı da aldığım ürünlerdendi.

Yine bir gün 5 kg'lık aynı marka bir tereyağı aldım. Önceki tereyağlarını beğenen eşim bu tereyağını beğenmedi. Var bu yağda bir sorun. Bunu geri ver, bozuk dedi. Fişini attım. Üstelik bir kaşık da olsa kullandın. Nasıl geri iade edebilirim. Sana da yağ beğendiremedim. Aynı ürün aynı marka. Ya böyle kullan ya da çöpe atalım. Zaten geri iade hiç hoşlanmadığım bir şeydir. Esnafın da hoşuna gitmez dedim. (Son sözü evde hep ben söylediğim için hanım sessiz kaldı... Yazılarımı okumadığı için böyle rahat yazdığımı söylememe gerek var mı?) 

Market günlük gelip geçtiğim yol üzeri olmasına rağmen markete girip tereyağında bir sorun var diyemedim. Çünkü esnafın malını beğenmemek gibi olur, utanır sıkılırım. Bir de müşterisi bol küçük bir işletme olunca, o kadar sıra bekleyen ve alışveriş yapan müşterinin içinde malında sorun var demek kötü reklam olurdu. 

Bir hafta sonra cadde üzerinde olan o marketin önünden başka bir yere giderken çoğu zaman kasada duran birini dışarıda bir başına telefonla görüşme yaparken gördüm. Uzağında durdum. Telefonu bitirmesini bekledim. Konuşma bittikten sonra tüm cesaretimi toplayarak kardeş, bir şey soracağım. Geçen haftaki şu marka tereyağlarınızla ilgili bir şikayet geldi mi dedim. Evet geldi. Siz de almış mıydınız dedi. Evet aldım. Geri iade alır mısınız dedim. Ne demek alır mısınız? Elbette getireceksiniz dedi. Ama fişini attım dedim. Fark etmez alırız dedi. Ama yağı açıp üzerinden bir kaşık alıp kullandık dedim. Açıp kullanmadan, tadına bakmadan yağın bozuk olup olmadığını nereden bileceksiniz. Elbette kullanacaksınız. Lütfen getirin. İster yenisini ister parasını verelim dedi. 

Küçük bir işletme de olsa gönlü büyük bu esnafın bu konuşması hoşuma gitti. Onca büyük marketlerin içerisinde niye o kadar müşteri çektiğini ve ayakta durduğunu daha iyi anladım. İnşallah bu küçük marketten zincir marketlere büyürler dedim içimden. Çünkü birçok küçük esnafın yaptığı gibi daha işin başında alışveriş yapmadan, girişte herkesin göreceği şekilde "Satılan mal geri alınmaz", "Değişim ve iade yoktur", "Satılan mal geri alınmaz, gün içerisinde değiştirilir", "Para iadesi yoktur" demedi. Dükkanında da böyle yazı yoktu. Pekala “Hiç şikayet gelmedi. Ürünümüzde sorun yok” diyebilirdi. Yine fişin yok, iade alamayız da diyebilir, buna da bir şey diyemezdim. Haklı da olurdu. Ama müşteri memnuniyetini esas alınca ipe un serme, kırk dereden su getirme gereksinimi duymadı. Kurumsallaşma böyle olmalı.

Ertesi günü yağı getirip aynı marka yeni ürünle değiştirdim. Hiç tepki gösterilmedi. Surat asılmadı. Tartıp kullanılanı düşmedi. Getirdiğimi kovanın içini açmadan alıp bir kenara koydurdu. Başıma vurur gibi atmadı. Hem girerken hem çıkarken kusura bakmayın dememe, ne kusuru, asıl siz kusura bakmayın dedi.

O bölgede oturduğum müddetçe de gözüm kapalı alışveriş yaptım buradan.

*

Geçen güm üç harfli zincir bir marketten birkaç kalem alışveriş yaptım. Listemde olmamasına rağmen 41,50 TL olan ürünün üzeri çizilmiş, altına 24,5 TL yazılı bir ürünü görünce, nasılsa kullandığım bir ürün. Akarı kokarı da olmaz diye aldım. Üstelik indirime de bayılırım. Yeter ki üzeri çizilmiş büyük rakamın altına düşük fiyat yazılsın.

Ödemeyi yaptıktan sonra alışveriş fişini alıp cebime atsam da zaman zaman bir kenara çekilir, fişe üstünkörü bakarım. O gün de öyle oldu. Kasadan ayrılmadan fişe baktım. Benim indirimli diye aldığım ürünün bedeli 41,50 TL idi. Kasiyere, şu ürün terekte 24,50 yazıyor. Bakar mısınız dedim. Bir başkasına işaret ederek yanına geldi. Fişi eline verdi. Terekteki ürünün fiyatına baktırdı. Bakan görevli yanıma geldi. “Beyefendi, bizim hatamız. Terekteki ürünü biz güncellememişiz. Özür dileriz. Nasıl yapalım” dedi. Bu fiyata alamam. Ya iade alın ya da sizce sakıncası yoksa terek fiyatından alabilirim dedim. Hesap makinesini aldı. 41,50 TLden, 24,50 TL’yi çıkardı. Çıkan parayı daha önce kredi kartı ile temassız ödememe rağmen nakit olarak verdi. Kusura bakmayın dedim ise de ne kusuru. Bizim hatamız. Tekrar özür dileriz dedi.

Müşteri memnuniyetini esas alan bu zincir marketin her bir köşede mantar biter gibi şube açtığını daha iyi anladım. Demek ki böyle böyle büyüyor. Kurumsallaşma dediğin böyle olmalı. Her bir firma büyük de olsa beceremiyor bunu.

23 Temmuz 2023 Pazar

Sıtmaya Razı Edilen Toplumların Özellikleri

Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işlemez.

Halkın denetim, tepki gösterme ve hesap sorma kültürü yoktur. Ya haline şükreder ya hikmet arar ya da kendi kendine homurdanır durur.

Güçten Allah'tan korkar gibi korkar. İş başa düşerse ikinci fili ister. 

Aidiyet duygusunu kutuplaştırmadan alır. Kimliğini böyle elde eder. 

Halk yönetenlerin kölesi mesabesindedir. İster gönüllü ister gönülsüz kölelik yapar. 

Halkın seçimde görevi; gösterilen aday, liste ve partilere oy vermekten ibarettir. Her partinin adanmış ruhları vardır. Ölümüne partilerini savunurlar. Prensipli değil, kişicidirler.

Siyaset, seçimden önce varsa da verir, yoksa da. Seçim sonrasında ise verdiklerinden fazlasını fitil fitil burnundan getirir.

Siyaset halk için yapılır ama siyaset halkçı değildir. Konuşurlarken ağızlarından bal damlar ama icraat olarak zehir zerk ederler.

Seçimlerde yalana dolana prim verilir. Algılar oluşturulur. Ortama korku siyaseti hakim olur. İşte bu korku siyasetinin adı halkın yola ve hizaya getirilmesinin yoludur. Adeta ölüm gösterilir, sıtmaya razı edilir. Ölümü görüp sıtmaya kim razı olmaz.

Sıtmaya razı edilen halk ağlayıp sızlasa da halinden memnundur. Haline sonsuz şükreder. Halini geçmişle kıyaslar. Ne var bugünlerde der. Başkası gelsin de gör gününü demek suretiyle kendisini ve karşısındakini ikna etmeye çalışır. İkna olmuyorsa da susturmayı marifet bilir.

Halktan bu sonsuz memnuniyeti gören siyaset, doğru yoldayım. Az bile yapıyorum demek suretiyle yoluna doludizgin devam eder.

Siyaset, yaptıklarından dolayı asla bedel ödemez. Bedeli daima halk öder.

Siyaset aldığı oyun karşılığı olarak yönetimi devralır. Bir eli yağda diğeri balda keyif çatar. Halk da verdiği desteğin karşılığını hayat pahalılığı, enflasyon, devalüasyon, zam ve vergi olarak görür.

Bu ülkelerde siyaset böyle uyarlanmıştır.

Siyaset böyle de dini hayat nasıldır? Dini hayat da siyasetin ta kendisidir. Kişilerle ve güçle halk nasıl güdülüyorsa, din de öyledir. Tarikat, cemaat, vakıf, dernek ve cemaatlerle de dini hayat kontrol edilir. Her müntesip bağlı olduğu yere aklını kiraya verir. O dinin ve dinî anlayışın dışına çıkamaz. Siyaset cemaatlerle kazan kazan prensibi gereği görüşür ve anlaşır. Cemaat ise oyları oluk oluk anlaştığı partiye akıtır.

Cemaat ve tarikatlar da tıpkı siyaset gibi halkı kurtarmak için yapılır. Cemaat ve tarikatlar halkın dinini kurtarmak için vardır, siyaset de ülkeyi kurtarmak için vardır. Hem siyaseten hem de dinen kendi kendini güdemeyen halka sunulan reçete budur. Buna siz ister demokrasi deyin ister başka bir ad koyun. Ölümün gösterilip sıtmaya razı edildiği halkın bu yaşantısına yaşama denirse, bırakın varsın böyle yaşamaya devam etsinler.

Yaşa da Göreyim!

Kiralık ev bulunmuyor

Bulunsa da yanına varılmıyor

Oturuyorsan kaç katı isteniyor

Bu durumda kirada otur da göreyim. 


Kiralar kazanç kapısı oldu

Bir kira asgari ücreti geçti

Bu devirde evi olmayanlar 

Kirada otursun da göreyim. 


Yüksek kiraya % 25 sınır getirilmiş

Ev sahipleri bu oranı geçemezmiş

Bu kurala uymaya kalkacak olursan

Ev sahibiyle papaz olma da göreyim. 


Çocuğu gelir ev sahibinin Avrupa'dan

Çocuğunu evlendirmeye kalkar kısa yoldan

Ya kendi oturmaya kalkar ya da çıkarır satışa

Bu durumda bu evde otur da göreyim. 


Emekli maaşın 7.500 ise

Ek gelirin de yoksa

Evin de kira ise

Bir ev kirala da göreyim


Hasılı kiralık evde oturuyorsan 

Gelirin bir yirmiyi geçmiyorsa

Bu zamlar artmaya devam ettikçe

Ağız tadıyla yaşa da göreyim.


Yüce! Şiir yazdım diye sevinme

Ben de oldum bir şair deme

Dünya kuruldu kurulalı

Böyle şiir ne gördü ne de okudu. 

Sen misin Ayağımı Yerden Kessin Diyen? (2)

2005 yılında ilk göz ağrım olan 88 model 131 Şahin yok pahasına sattıktan sonra bir arkadaşım, pazarlamacı değilsen, zamanla yarışmıyorsan, araba alma. Gideceğin yere taksi çağır, daha ucuza gelir demesine rağmen 2011 yılında 2000 model Nissan Primera markalı ikinci bir araç aldım.

O günden bugüne 12 yıl geçmiş. Bu araba eskidi, yeni model al denmesine rağmen aynı arabaya binmeye devam ediyorum. Zaten fazla arabaya binen biri değilim. Bu zaman zarfında bu arabaya üç oğlan bindi. Ben de ara ara. Toplamda 15-20 bin km yapmışızdır.

Arabaya fazla binmesem de bunun yerine toplu taşıma ve yürümeyi tercih etmeme rağmen araba evin önünde hep hazır durdu. Yıllık bakımlarını yaptırdım. Yağını, suyunu değiştirdim. Her sanayiye gidişimde bir çuval para verdim. İlk aldığımda yazlık ve kışlık lastiklerini yenilemiştim. Her sene yazlık ve kışlık değiştirip yaz ve kış şartlarına hazır hale getirdim. İki sene önce dört mevsim lastik aldım.

Yıllık MTV’yi hiç sektirmeden ödedim.

İki yılda bir vizeye götürdüm. Egzoz muayenesini yaptırdım. İki, üç seferdir genel muayeneden ağır kusur dolayısıyla geçemedi. Her ağır kusur için muayene istasyonunun ortaklarına yani sanayiye gittim. Cebime sıkışanları verip geldim.

Yıllık zorunlu trafik sigortasını yaptırmaya devam ediyorum. Bu kadar sigorta yaptırmama rağmen bu sigortadan bir defa faydalansam, tutanak tutsam, gidip yaptırsam, hiç gam yemeyeceğim. Ne zaman arabama vurmuşlarsa, işi resmiyete bindirmeden kaportacıya para bayıldım. Sağ olsunlar, duran park halindeki aracıma vurup kaçmada insanımız baya mahir. Bir defa oğlan tutanak tutturmuş. Suçlu karşı taraf. Kaportacım, boş ver hocam resmiyeti. Bir el emeği ver, yapıvereyim dedi. Tamam iyi bildin deyip yaptırdım.

Arabanın yıllık bakımı, ustanın şu şu değişecek önerileriyle tamirini yaptırdığım bu arabaya, kaç yıllardır peşi sıra gelen zamlara rağmen yakıt alıp ara ara biniyorum. Vergi, sigorta, muayene deyip hayatıma böyle devam ederken bu sene MTV’ye ek vergi çıktı. Bir zamanlar LPG’li olduğu için dört katı MTV ödediğim gibi 2023 yılının ekini de ödeyeceğim. Ek vergiyle kalsa yine iyi. Bu sefer de yüzde 18 olan yakıt KDV’si yüzde yirmiye çıkarıldı. Yetsin gayri, bir araba aldık diye bu kadar binilmez. Güya ayağımızı yerden kessin diye bizim arabaya bineceğimiz yerde araba üzerinden bizim üzerimize biniliyor. Şimdi de ÖTV’ye dört lira zam yapıldı.

Velhasıl, rahatlık ve ayağımı yerden kessin diye aldığım bu araca ben mi bindim, bu araç mı, bilemedim gitti. Zira binmeden birileri bu araç üzerinden üzerime binmeye pardon bindirmeye devam ediyor. Hele bindirmek için şubatta depremin gerekçe gösterilmesi yok mu? İnsanın zoruna giden de bu. Sanki deprem olmasa, bu vergiler gelmeyecek. Gelin onu benim külahıma anlatın. Vergiyi katmerli almaya devam edin de dini ad ettiğiniz gibi depremi de ad etmeyin. Tamam büyük bir deprem. Yardımsız, vergisiz devlet bunun altından kalkamaz. Vergi konsun konmaya ama bu konuda samimi olmak lazım. Bu vergiler şubat depreminin üzerinden bir hafta, on gün geçtikten, depremin maliyeti ortaya çıkarıldıktan sonra bu vergiler ve daha fazlası konsa kim, ne diyebilirdi. Ama depremin üzerinden seçim geçmiş, beş ay geçmiş, beyefendilerin aklına deprem gelmiş. Yesinler sizin aklınızı. Tamam, ne alacaksanız alın da aklımızla oynamayın, dalga geçmeyin.

İşin özü, bu araba bana lüks ve çok masraflı. Herkesin aklına, şu ya da bu şekilde kah yakıta zam kah ÖTV’ye zam kah KDV’ye zam kah ek MTV demek suretiyle bu arabadan para almak geliyor. Tilki misiniz mübarekler. Aklınıza başka bir şey gelmiyor mu? Biliyorsunuz tilki de tüm planını tavuğu/horozu haklamak üzere yaparmış. Sizinki de o hesap.

Hasılı, zamanında bir mutfak masrafı kadar masrafı çıkar. Aman araba alma. Bunun lastiği, tamiri, arızası, bakımı, vergisi, sigortası var. Sakın sadece yakıtına aldanma. Çağır taksiyi. Gideceğin yere ticari taksiyle git diyen dostlar haklı çıktı. Tüm uyarılarına rağmen onları dinlemememin ceremesini çekiyorum şimdi. Yeter ki ayağımı yerden kessin diye benim ve söz dinlemeyen benim. Bu durumda bana kendi düşen ağlamaz demek düşer. Oh olsun, zira çok istedim bunu.

Rahatsız Olan Öteye Gitsin

Yanlış anlamazsan bir şey soracağım.

Lütfen. 

Yıkanmaz mısın hiç?

Zamanı gelince yıkanırım. 

Zaman derken? 

Duruma göre bazen günde bazen günaşırı.

İyi de kokuyorsun. Rahatsız edecek şekilde hem de

Ne yapabilirim ki?

Daha fazla yıkanmalısın. 

Yıkan demek kolay. 

Niye ki ben çok severim yıkanmayı. 

Ben de severim ama şu aşamadan sonra yıkanmak bedel ister. Zira lüks oldu artık. 

Anlamadım. 

Şu faturaya bak. Ne demek istediğimi anlarsın. Tamıtamına 461,5 lira. Bu da üç kişilik bir aileye gelen. Kalabalık aile ne yapacak bu durumda?

Çok gelmiş. Ne düşünüyorsun bundan sonra?

Daha az yıkanmayı. Süresi gelmeden yıkanmamayı.

Mesela? 

Haftada bir yıkanmak gibi. 

Bu sıcaklarda kokarsın. Kokundan yanına varılmaz. Kokmakla kalmaz, kaşınır durursun. 

Seni kokudan rahatsız oluyor diye ocağıma kendi ellerimle incir diktiremem.

İyi de nasıl bir araya gelip çay içebileceğiz?

Kolayı var. Çayları karşı masalarda içeriz. Yani mesafeli otururuz, olur biter. Böylece kokumdan rahatsız olmazsın. Hem uzak mesafe iyidir. Daha olmadı, burnunu tıkarsın. Daha olmadı aylık fatura bedelimi sen ödersin, yan yana otururuz.

Olur mu öyle?

Hep olur mu diyeceğine, bir öneri de sen söyle. 

Kendimden geçtim. Kokundan başkası da rahatsız olur. Hem kendin de rahatsız olursun. 

O benim meselem değil. Hoş ben zaten koku almıyorum. Rahatsız olan öteye gitsin. 

Ama bu çok bencilce değil mi? Kendine Müslüman olmak gibi bir şey.

Bu konuda şu zatı örnek almaya karar verdim.

Kimmiş o?

Şehirlerarası otobüs yolculuklarında sigaranın serbest olduğu fi tarihinde biri ara ara sigara içiyormuş. Her sigara içişinde de dumanından rahatsız olan küçük çocuklar öksürmeye başlayınca, annelerden biri, beyefendi, sadece siz sigara içiyorsunuz. Bundan çocuklar rahatsız. Bak, öksürüyorlar. İçmeseniz de çocuklarımız rahatsız olmasa demişler. Adam ne dese beğenirsiniz. Rahatsız olan aşağıya insin demiş. Daha önce ara ara sigara içen bu adam arka arkaya sigara yakarak yol boyunca tüttürmeye devam etmiş.

Son sözün bu mu?

Bir iyilik daha yapabilirim. Ara ara ıslak mendil ile koltuk altlarımı silerim. Ötesini de kimse beklemesin benden. 

Hayırsız Evladın Özellikleri

Ailenin, kız çocuklarının ardından gelen, sevgisini fazlasıyla gösterdiği özel evladıdır. Sonsuz krediye sahiptir. 

Ailenin hatta sülalenin yüzlü çocuğudur. Bunun için saçlar süpürge edilir. Var yok bu çocuğun önüne serilir. Bir dediği iki edilmez.

Bu çocuğun yetişmesi için ellerinden gelen arda konmaz.

Çocuk için doğru dürüst kural konmaz. 

Yanlış ve hataları görülmez. Kırdığı yumurtalara sonsuz tolerans gösterilir.  

Çocuk da kendisine olan aşırı sevginin ve verilen kredinin farkındadır. Bu sevgiyi karşılıksız bırakmaz. 

Gününü gün eder. Her türlü maceraya atılır. Ailem bir şey der mi demez. Çünkü o ne yaparsa, en iyisini yapar, her şey ona yakışır. Zira var mı o evlat gibisi. Üstelik anlamadığı yok. Her şeyden de anlar. En azından bildiğini ve anladığını söyler durur.

Para harcamada üstüne yoktur. Nasılsa arkasında dağ gibi ailesi var. 

Harcamada hesap kitap tutmaz ve bilmez. Harcadığından dolayı kimse ona hesap sormaz, parayı nereye harcadın demez. O da mirasyedi evlat gibi parayı har vurur harman savurur.

Başkasına bonkörlük yapmada da üstüne yoktur. Varsa da verir yoksa da. Nasılsa baba parası. Taş atıp da elimi yorulacak.

Cebindeki para suyunu çekmeye başlayınca evde kenarda, köşede ne varsa habersizce iç etmeye başlar.

Aileden para koparmak için yalan söylemeye de başlar. İkna edici yönü olduğu için içine sinmese de aile “Oğlumuz değil mi? Zaten onun için kazanmıyor muyuz? Vardır bir bildiği” diyerek vermeye devam eder.

Evi bitirdikten sonra başta aile yakınları olmak üzere sağa sola borç takar.

Olmadı, kredi çeker.

Kredi kredisi kalmayınca tefeciden alma yoluna gider.

Birinden alarak diğerine borcunu kapatmaya çalışır. Olmadı, bugün yarın diyerek öteler.

Borçların da asgarisini ödemeye çalışır.

Er veya geç bir gün borçları döndüremez noktaya gelir. Hazıra, bol keseden harcayana ve mirasyediye para dayanır mı?

Borçlular oğlanı devre dışı bırakarak evin kapısını çalar.

Aile, oğullarının bıraktığı devasa borcu görünce şok geçirir. Ama iş işten geçmiştir. Bu borç ailenin borcudur. Ödenecek. Zevk ü sefayı oğlan sürse de ceremesini aile bireyleri çekecek. Bu yüzden tüm aile seferber olur, elde avuçta ne varsa satar savar. Borcu kapatmaya çalışır. Ama devasa borç kapatılır mı? Sonunda o varlıklı ve kendi kendine yeten aile kendi kendine yetmediği gibi geri kalan ömrünü de oğlanın borcunu ödemek için adar.

Hülasa, aile bu borcu zorlanarak zamana yayarak ödemeye çalışır. Kendileri sıkıntı çeker ama oğullarından hiç rahatsız değiller. Oğlum, nereye harcadın, ne ara yaptın bu borcu demezler. Çünkü borca rağmen sevgilerinde hiç azalma olmaz. Hatta sevgileri artarak devam eder. Bu sevgisi gören hayırsız evlat, keşke daha fazla borç taksaydım pişmanlığından başka da bir pişmanlık duymaz.