1 Ocak 2023 Pazar

Yazmak

Yazmak kadar güzel bir şey yok. 

İçinden geçenleri ip gibi diziyorsun.

Yazarken de kimseyi rahatsız etmiyorsun. Ne bakışınla ne oturuşunla ne de sesinle. 

Bu durumda yapacağın tek şey cep telefon tuşlarını sessize almak kafi. 

Yanında kimsecikler yokken kendini yabancı ve bir başına hissettirmiyor. Daldırıp götürüyor seni başka bir aleme. 

İçini döküyorsun. Dünya, hayat, dert ve sıkıntılar, çözüm ve çözüm önerileri, sebep ve sonuç önerileri birbir gözünün önüne geliyor, zihninde okuyorsun, klavye marifetiyle kağıda boşaltıyorsun. Ne kağıt derdini bana boşaltıyorsun diyor ne de klavyem, basıp durma. Derdinin kahyası mıyım, yeter artık diyor. Ne acınıyor ne de sızlanıyor. Sessiz sessiz dinliyor ve tarihe şahitliğime tanıklık ediyorlar. Dost dediğin böyle olur. 

Yazıyor yazıyorsun. 

Kafandakileri yazıp bitirince saatine bir bakıyorsun. Geçmez denen vakit ne güzel geçmiş. İki günü eşit tutmadan ne de güzel bir iş çıkarmışım diyorsun ve çıkmış karşına bir eser.

Yazım ve imla hatalarını görmek için yazıya dönüp bir bakıyor ve okuyorsun. Yazıdaki tek eksiklik T9'un su koyuvermesinin dışında bir şey yok. Bana yardım edeceğim diye kastettiğim kelimenin dışında bir kelimeyi görünce bu da nereden çıktı diyorum. Mesela "bana" yazıyorum. Bir bakmışsın yardımcım "baba" ya dönüştürmüş oluyor kelimeyi. Bu baba da nereden çıktı diye kısa bir düşünüyorum. Sonra bizim yardımının işgüzarlığı ve okuması diyorum. Bazen böyle yapsa da yine de canı sağ olsun. Tam beceremese de karşılıksız yardım ediyor ve sayemde böyle hızlı yazabiliyorsun, unutma diye başa kakmıyor. Kim yapar bu devirde almadan vermeyi ve bu hasbiliği. Kağıt ve klavyeden sonra etti mi dostun sayısı üç. Haydi tuşlara durmadan basan parmak uçlarımı da dostlar hanesine dahil edelim. Tüm zararlarına rağmen tüm yazdığımı kaydeden, not defteri görevini yapan cep telefonunu da dostlar sofrasına almak lazım.

Bu kadar hasbi dost yeter şimdilik. Yeniden yazmaya geleyim.

Yazmak;

 Bir nevi okumaktır.

İnsanın kendi kendisiyle konuşup dertleşmesidir.

Hafızayı güçlendirir.

Hayata ve olaylara daha farklı perspektiften baktırır.

Kelime hazineni güçlendirir.

Düşündürür her şeyden öte.

Düşündükçe insanın ufkunu açar.

Düşünceyi yazıya geçirmek ise özgürleştirir.

İşte ben buyum diyor alıcısına ve seyredenlere. İçimin dışa yansımış hali der.

Cesarettir aynı zamanda.

Bedel ister. Mimlenmenin ve kutuplaşmanın kol gezdiği bugünlerde.

Burun kıvıranlara, yazı düşmanlarına, fikir ve düşünceye ve aykırı fikirlere tahammülü olmayanlara ben buyum dedirtir insana.

Elinle düzeltemediğini, dilinle beceremediğini kalbinle buğzdur bir nevi.

Söz uçar, yazı kalır misali tarihe şahitlik etmek ve not düşmektir.

Hasılı her şeye rağmen yazmak güzeldir. 

Başarını Neye Borçlusun?

—Üstat, sırtın yere gelmiyor maşallah. Bu başarını neye borçlusun? 

—Çelişkilerime borçluyum. 

—Üstüme iyilik sağlık. Çelişki ve başarı. Bir arada nasıl bulunur? 

—Ne dilimin kemiği var ne de omurgam. Ortama göre hareket ederim. Dün ak dediğime bugün kara, kara dediğime de ak derim. Dün birini dost, başkasını düşman bellerim. Sonra bir bakarsın, dostumu düşman, düşmanımı da dost bellerim. 

—Bunu nasıl beceriyorsun böyle? 

—Tamamen ikna işi. Çoğu insana nasip olmayan ikna kabiliyeti var bende. Bu bende olduğu müddetçe sırtım yere gelmez. Allah vergisi bendeki. Rabbim ne kadar şükretsek azdır. Yeter ki ikna et. İknanın yapamayacağı yoktur. İnanmadan söylediklerimi söyleye söyleye söylediklerime neredeyse kendim bile inanacağım. Bunun için samimi ve içten olduğunu göstermen gerek. Bu da bende fazlasıyla var. Zaten hiçbir şey yapmasam bile ağzımdan çıkacak her söze inanan sevenlerim çok. Onlar sağ olsun. Zira işimi kolaylaştırıyor. Her yer ve platformda ana babasından ziyade beni savunurlar. 

—Yıpranmıyor musun bu şekil? 

—Tüm bunları yaparken yıprandığım, zora düştüğüm oluyor elbet. Ama benimki bugünden yarına bir başarı değil ki. Uzun bir maratondayım. Zaman benim ilacım oluyor. Bir de ortam bana yardım ediyor. Tam öldüm, bittim, bir daha kalkamam derken bir bakmışsın birileri değirmenime su taşıyor. Bunu lehime çevirmede üstüme yok. Bu da bir Allah vergisi. 

—Güven bunalımı yaşamıyor musun böyle yaparak? 

—Bazılarının bana güveni azalsa da çoğunun güvenini yeniden kazanıyorum. Zaten birçoğuna benden uzak durun desem de gitmezler. Güveni azalanlar da izlediğim rota sayesinde tekrar etrafımda kenetleniyor. 

—Bu nasıl oluyor? Ne yapıyorsun? 

—Korku pompalıyorum durmadan. Korkuyu gören beterin beteri var deyip soluğu yanımda alıyor. 

—Hep böyle mi devam edeceksin?

—Niye devam etmeyeyim ki? Bu formül nasılsa prim yapmaya devam ediyor. Hal böyle iken başka şeylere niye kafamı yorayım, öyle değil mi?

—Senin için her şey ve tek kriter başarı mı?

—Evet.

—Bu uğurda her şey mubah diyorsun yani?

—Aynen öyle.

—Üstadım, tek şey söyleyeceğim: Senden korkulur. Başka da bir şey demiyorum.

30 Aralık 2022 Cuma

Bir Başına Yolculuk

Bugünlerde Diyanet TV’de yayınlanan, "Diyanet'e Soralım" programında, “Kadınlar yalnız yolculuk edebilir mi” sorusuna Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri Zeki Sayar’ın "Hanımefendilerin, eğer yanlarında oğlu, kocası gibi bir mahremi yoksa İslami ölçülere göre, 90 kilometre ve daha fazla bir sefer mesafesine yalnız gitmeleri caiz, uygun değil.” şeklinde verdiği fetva bir kesim nezdinde dillendirilerek tepki gösteriliyor. 

Bu yazımda bu konuyu irdelemek istiyorum. Seferilik, seferilik mesafesi, kadının tek başına yolculuğu ve farz namazların seferilik durumunda kısaltılması.

Sayın Zeki Sayar'ın verdiği bu fetva bir kesimin tepkisini çekmiş olsa da Diyanet'in bu konuyu soranlara yıllar yılı verdiği fetva bu yönde. Yani kadın 90 km’lik bir mesafeye yanında mahrem olmadan tek başına gidemez. 

Buradaki 90 km şartı, fıkhın seferilikle alakalı olarak koymuş olduğu bir şarttır. Bu kadar mesafe gidecekler 4 rekat farz namazları da iki rekat kılar.

Açıkçası 90 km’lik mesafe, bu mesafeyi kadının bir başına gidememesi ve namazın kısaltılması bana manidar geliyor. Bu yüzden eski fetvalar yerine yeni fetvalarla, bu konu, şartların değiştiği günümüzde güncellenmelidir. İslam çağlara hitap edecekse, bu güncelleme elzemdir. Çünkü şartların ve sebeplerin değişmesiyle fetvalar da değişir ve değişmelidir.

Gelelim 90 km şartına. Geçmişte 90 km, o günün ulaşım binitleri göz önünde bulundurulduğunda, uzak ve meşakkatli bir mesafedir. Teknolojinin geldiği, ulaşım araçlarının mesafeleri kısalttığı bugünümüzde 90 km.nin seferilik olarak görülmesi demode olmuştur. Buna bağlı olarak bu mesafe için namazın kısaltılmasının bir anlamı yoktur. Zaten namazın kısaltılmasıyla ilgili kaynak gösterilen ayetin, günümüz seferiliğiyle bir alakası yoktur. Ayette kastedilenin savaş hali olduğu ayetin siyak ve sibakından anlaşılmaktadır.

Kadının 90 km’lik bir mesafeye yanında mahremi olmadan gidememe fetvasını ele alalım. Sanırım tepkiler de buna. Bu fetva verilirken İslam müçtehitlerinin tehlikelere karşı kadını korumaya yönelik bir ictihat yaptıklarını düşünüyorum. Bir an için eski yol binitlerini bir düşünün. Kadının uçsuz bucaksız yollarda at, deve, eşek sırtında veya yürüyerek yolculuk yapması takdir edersiniz ki risklidir. Kadını olası tehlikelere karşı korumaya yönelik bu fetvanın da günümüzde geçerliliğini yitirdiğini düşünüyorum. Çünkü günümüz seyahat araçları ve yolları eskiye oranla daha güvenlidir. Pekala bir kadın yanında mahremi olmadan toplu taşıma araçları dediğimiz otobüsle, uçakla, trenle, gemiyle yolculuk yapabilir. Hatta trafiği yoğun yollarda 90 km’den fazla mesafelere özel aracıyla gidebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, 90 km veya daha uzak mesafe değil, yolun ve gidilen yerin güvenli olmasıdır. Yol güvenli ise kadının seyahat etmesinde bir sakınca yoktur. 

Güvenli yol konusu her ne kadın için konuşulsa da erkekler için de geçerlidir. Çünkü tehlikeli yollarda yolculuk erkekleri de kapsar. Yani bir yol tehlike barındırıyorsa o yolda yolculuk riskli olacağı için bu tür yollarda yolculuk yapılmamalıdır.

Tehlike için illa 90 km’lik bir mesafe belirlemeye de gerek yok. Pekala 5 km’lik bir mesafe de tehlikeli olabilir. Mesela bir yerleşim yerine birkaç km veya bitişik bir koru düşünün. Burası ıssız bucaksız bir yer, insan yoğunluğu bakımından tenha ise buraya da kadın olsun, erkek olsun, tek başına gitmesi uygun değildir.

Ortası Yok Bu İşlerin

Babacığım! Gördüğün gibi büyüyorum artık. Yavaş yavaş sorumluluğumu alma vaktim geliyor. Bundan sonra yavaş yavaş toplum içine çıkacağım. Yarım asrı devirdin, iyi kötü tecrübeler kazandın bu ülkede. İşimde, aşımda, toplum içinde nasıl davranayım, ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersin?
Hayat, yediğin kazıkların bileşkesi derler evlat. Yaşayarak öğreneceksin hayatı ve insanları. Onların arasında deneme-yanılma yoluyla, düşe-kalka tutunmaya çalışacaksın. Orta yolu tut diyeceğim ama geçer akçe değil bilesin. Arada kaynar gidersin. Omurgalı ol diyeceğim ama yalnızlara oynarsın. Yalnız sana şunu söyleyeyim. Kutuplaşan dünyada işin zor. Ülkemizde de fazlasıyla var bu ortam.

İnsanlar niçin kutuplaşır?

Fanatikliklerinden.
Niçin fanatik olurlar?

Bağnazlıklarından.
Niçin bağnazlık yaparlar?

Bildikleri o kadar. Zira insanlar kapasiteleri kadarını dışarıya yansıtırlar. İşin garibi kimse bağnaz olduğunu da kabul etmez.

Ben ne yapmak istediğimi hala anlayamadım.

Bu konuda ne dersem boş. Yaşadıkça, insan tiplerini gördükçe hayatı ve insanları en iyi o zaman anlarsın. Sana söyleyeceğim, kişiliğinden ödün vermeden yaşa. Bir tarafın olsun, ama asla tarafgir olma. Hep kendin ol. Belki istediğin makam ve mevkii elde edemeyebilirsin ama kimseye eyvallah demeden yaşarsın. Bir konuda başarılı olamadığın zaman hiç mazeretin arkasına sığınma. Sadece başarısız olmanın sebeplerini irdelemeye çalış.
Bir yere gelmek gibi bir düşüncem olursa...
O zaman fikrin ve dik duruşun senin olsun. Ortama göre pozisyon al, kaz gelecek yerden tavuk esirgeme. Ateşli bir kimse ol. Hatta tetikçi ol. İçine sinmese de dahil olduğun fikri ölümüne savun.

Sen bana fanatiklik yap hatta bağnaz ol diyorsun.

Evet, bir yerde tutunmak için başka da çaren yok. Bu durumda iyi bir burun koklayıcı ol. Koklarken boşa kürek çekme. Hep kazanana oyna. Sırtını güçlüye daya. Sana da düşer az veya çok ama küçük ama büyük. Bunu başarabilmek için sırtını verdiğin kimselerin aleyhine konuşma. Doğruya doğru, yanlışa yanlış deme. İyi bir tasdikleyici ol. Hiçbirini yapamazsan, en azından içine sinsin veya sinmesin, konuşma, görüş bildirme. İçine at gitsin. Asla ama, fakat deme. Zira bu edatlar kadar kötüsü yok.

Bu işin hiç ortası yok mu?

Yok evlat.

29 Aralık 2022 Perşembe

Kime Kulak Vermeli

Gücün orantısız bir şekilde kullanıldığı,

Tarafgirliğin diz boyu olduğu,

Olayların, söz ve eylemlerin algı üzerine yürütüldüğü, 

Laf ebeliği yapılarak gerçeklerin örtülmeye çalışıldığı, 

Çamur at, izi kalsın, altta kalanın canı çıksın diyenlerin haklı görüldüğü,

Gerçeklerin karşılıklı atışma ve suçlamalarla ortaya çıkmadığı, 

Problemlerin radikal kararlarla çözme yerine pansuman tedbirlerle üstünün cilalandığı,

Birçok problemin sümen altı edildiği, görmezden gelinerek yok kabul edildiği, 

Mimlenme, dışlanma ve zararları dokunur düşüncesiyle insanların alabildiğince korktuğu,

İnsanların düşüncelerini açıklamaktan çekindiği ve dilsizliğe büründüğü ya da dilsizliği tercih ettiği,

Çoğunluğun güç karşısında gücün tarafında yer aldığı, 

Sorunların kol kırılsa da yen içinde kalması düşüncesinin hakim olduğu, 

Ayyuka çıkan şeyleri sağır sultanın duyduğu, 

Had bilmeyenlere aba altından sopa gösterildiği,

Farklı ve aykırı söz söyleyenlerin bir kaşık suda boğulmak istendiği... 

Bir atmosferde ortada ne güçlüden ne de karşı taraftan yana olmak yerine, 

Ortada durup söz söyleyebilmek bedel ister. Onlara selam olsun. Sözleri dinlenecekse, onlara kulak vermek gerek. Çünkü bir beklentileri yok. Doğruya doğru, yanlışa yanlış derler. Bu sözlerim de puslu havada gerçekleri görmek isteyenler içindir. Taraf olanlara sözüm yok. Zira onlar yerlerinden memnunlar.

Eleştiri ve Özeleştiri Kültürü Üzerine

Bu yazımda sizlere rahmeti Akif Emre’nin eleştiri Kültürü Üzerine ele aldığı yazılarından alıntılar yapacağım:

Gücün zirvede olduğu dönemde yanlışı işaret edemeyenlerin, hatayı doğrultmak için uyarma, ihtar etme cesareti gösteremeyenlerin, zaaf zamanlarında eleştiri hakları olamaz.

“Meşru olanın ölçüsü başarıdır” hükmünü doğrulayan bir tutum, her şeyden önce ahlaki açıdan sorunludur.

İkbal günlerinde güç karşısında uyarıcı olma cesareti gösteremeyenler, eleştiriyi ihmal edenler, erteleyenler, yanlışın dolaylı da olsa meşrulaşmasına katkıda bulunmuş olurlar.

Her kaybediş bir özeleştiri gerektirir elbette. Her yenilgi, hatta musibet hikmetle bakanlar için bir nimet bile olabilir. Daha büyük kaymalara, kayıplara yol açmadan kendine dönmek, yenilgiye neden olan yanlışları düzeltmek, hakikatten sapmayı fark etmek için bir vesile bile olabilir. Özeleştiri hakkı, nefis muhasebesi yapma zorunluluğu; bozgunun, musibetin, yenilginin, kaybın muhatabı içindir.” Akif Emre

“Gecikmiş eleştiri çürütür, fırsatçılık kokan eleştiri yıkıcıdır.” Akif Emre

Kendi ifadelerinin dışında bu konuyla ilgili alıntıyı da yer verir Akif Emre: “Ben olsam Müslüman Doğu'daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı'nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” (Aliya İzzetbegoviç)

Yürekten katılıyorum bu iki güzide insanın tespitlerine. Aslında bu alıntılar yaşadığımız bu hayat yolculuğunda her birimizin bir yol haritası olması gerekiyor. Ara sıra okumak için de ajandamızda kayıtlı olmalı diye düşünüyorum. Çünkü büyük eksikliğini hissettikleri eleştiri ve özeleştiri kültürüne bu açıklamalarıyla büyük katkı sunmuşlardır.

Bakmayın siz içimizden her birimizin ben eleştiriye açığım ve özeleştiri yapıyorum dediğimize. Zira Doğu toplumu olarak kahir ekseriyetimiz eleştiriye açık falan değiliz, özeleştiri de yapmıyoruz. Şayet öyle olsaydı, bu iki güzide insan bu konuda niye böyle desin? Demek ki Batı’nın geride bıraktığı eleştiri tahammülsüzlüğü bu toplumda sorun olarak aynen devam ediyor. Bu görüntümüz ve kafa yapısıyla da çok fırın ekmeği yesek de bu konuda mesafe alabileceğimize inancım her geçen gün azalmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi için de Aliya eleştirel düşünmeyi okullara ders olarak konmasını önermektedir. Bugün okullara bu dersi koysak, meyvelerini yemek için bir 10-15 yıl gerek.

Aslında eleştirel düşünme için mekteplere ders koymaya gerek yok bence. Zira bu durum hazır bulunuşluk ve tahammül sınırımızla alakalı bir durumdur.

Bu vesileyle hem Bilge Kral’a hem de Emre’ye Allah’tan rahmet diliyorum.

28 Aralık 2022 Çarşamba

eTwinning

 Bugünlerde adı sanı duyulmasa da birkaç ay boyunca gözüme hep UPUES ilişti.

eTwinningi zaten söylememe gerek yok. Kaç yıldır içim dışım eTwinning oldu.

Bir diğer gördüğüm de hastag.

Bu gördüklerim nasıl okunur, açılımı nedir, ne anlama gelir, faydası nedir bilmiyorum. Yazarken bile doğru mu yazdım diye dönüp dönüp bir daha bakıyorum.

Her şeyden geçtim de eTwinning yazarken kelime ortasındaki "T"nin niçin büyük harfle yazıldığını hiç anlamadım. Biri makul bir açıklama yapsa bile anlama niyetim hiç yok. (T'si büyük eTwinningi görünce tek aklıma gelen, fi tarihinde bir imamın cami girişindeki tahtaya yazdığı cümleyi unutsam da kelime ortasındaki t'yi büyük yazması gelir. Bir hafta boyunca duran bu cümledeki büyük T, her camiye girişimde dikkatimi çekti. Olmayacak böyle dedim. Her girişimde ben o T'yi sildim. İmam yeniden yine büyük olacak şekilde T yazdı. Bir gün böyle olmayacak, camiye giren o kadar kişinin dikkatini çeker. Bu imam yazım kurallarını bilmiyor der. İmama nazikçe bir söyleyeyim dedim. İmam ne dese beğenirsiniz? "Ben de biliyorum oradaki T'nin küçük yazılacağını. Ama böyle güzel görünüyor" dedi.  eTwinning hakkında bilgi sahibi olmayışımın tek nedeni belki de bu büyük T olsa gerek.) 

İşin garibi bu eTwinning ile ilgili o kadar kursa katıldım hala hakkında tek bir kelime bilmiyorum. 

Biri bana dese ki bu üç kelimeyi bir cümle hatta tek cümleyle açıkla dese susma hakkımı kullanır, dut yemiş bülbüle dönerim. Çünkü zırcahilim. Bu cahilliğimden dolayı da bugüne kadar kendimde hiçbir eksiklik hissetmedim. Hatta bunlardan dolayı cenneti kılpayı kaçırsam, tüh bile demem.

Hasılı o kadar kişi eTwinning kursuna katılmış, bir şeyler yapmış, birileri bundan dolayı bunları ödüllendirmiş. Bundan banane.

Bu yazıyı okuduktan sonra biri kalkar da bana UPUES şu, eTwinning bu, hastag böyle şeklinde yorum yazmaya kalkarsa nasıl bir tepki verebileceğimi şu anda ben bile kestiremiyorum. Aklıma, eTwinning kadar başınıza taş düşsün, söylemek geliyor ama içimde tutuyor, bunu şimdilik telaffuz etmiyorum. Ama ben de insanım. Nereye kadar içimde tutabilirim, öyle değil mi? 

Sahi bu UPUES, eTwinning ve hastag nedir? Bunlar yenir mi, içilir mi? Bugüne kadar kime safra şifa olmuştur? Bunların ne olduğunu bilince tüm sorunlar biter mi? Mesela enflasyonu düşürebilir mi?