24 Aralık 2022 Cumartesi

Hayal Kırıklığımsın!

—Babacığım, beni çok severdin bir zamanlar. Desteğini hep ardımda hissederdim. Bu bana moral oluyordu. Şimdi ne oldu böyle? Eskisi gibi değilsin, destek vermiyorsun. Bakışların bile değişti. Benimle yüz yüze gelmemek için gözlerini indiriyorsun. Üstelik eleştirmeye de başlamışsın. Bilmeden seni üzecek bir hata mı yaptım?

—Tek tek cevap vereyim. Severdim doğru. Destek de veriyordum. Eskisi gibi değilim. Bu da doğru. Bundan sonra destek namına zırnık yok sana. Aileme faydadan ziyade zarar veriyorsun artık. Zararın aileyle kalsa iyi. Dışarıya da taştı. Ayrıca değişen ben değil, sensin. Bakışlarımın değiştiği de doğru. Gözümü hatta yolumu da değiştiriyorum. Çünkü ağartacak yüz bırakmadın. Seni gördükçe, aklıma geldikçe moralim bozuluyor, kahroluyorum. Eleştiriyorum. Çünkü düzgün işin kalmadı. Bir de bilmeden bir şey mi yaptım diyorsun. Görüyorum ki yaptıklarının farkında bile değilsin. Vah yazık. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu. İşin acı tarafı da bu. Sen ne ara böyle oldun, inan anlamakta zorlanıyorum.

—Ama bana hep destek veren sendin. Şimdi ne oldu böyle? Desteğini niçin çekiyorsun? Bu bir çelişki değil mi? 

—Hala desteğini niye çekiyorsun diyor ve anlamazlıktan geliyorsun. Sana destek vermem ve baban olmam, bu desteğin ilanihaye süreceği anlamına gelmez. Beni biraz tanısaydın, çelişki var demezdin. Çünkü sana verdiğim destek oğlum olduğun için değil, değerlerimi en iyi savunasın, yerine getiresin ve işlerini iyi yapasın diyeydi. Sen kendi çelişkilerine ve 'U' dönüşlerine bak. Bunun için yıllardır gömülü olan şu kafanı kumdan çıkar.

—Ben hala dediğin değerleri savunuyorum. 

—Doğru, sen değerleri savunuyorsun. Ama sadece savunuyorsun. Yalnız bu savunma icraata dönmeyen bir savunmadır. Savunmakla kalsan iyi. Göz göre göre tersini yapıyorsun. Değerlerimi esas yıkan da bu tavrındır. Çünkü sen benim değerlerimi ekmek yemek için sermaye olarak kullanıyorsun. Hala da yemeye devam ediyorsun ama denizi bitirdiğin gibi kumu da bitirdin. Hala da doymak bilmiyorsun. Ama yolun sonuna geldin görünüyor. İşin ilginci ve acı tarafı, savunduğun değerleri dilinde pelesenk ettiğin için o değerler yerlerde sürünüyor şimdi. Amacın bu idiyse başarılı oldun. Kendinle gurur duyabilirsin. Bu aşamadan sonra bilirim söz dinlemezsin. Çünkü başka sermayen yok. Senden tek istediğim, değerleri ağzına alma. Ne halin varsa gör. En azından değerler elinden kurtulmuş olur. 

—Bu kadar mıyım gözünde? 

—Hem de daha fazlası. Hep günü kurtarır türünden alavere dalavere senin ki. Ailemin tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği her şeyi mirasyedi hayırsız evladın yaptığı gibi har vurup harman savurdun. Savurmakla da kalmadın, borçlandırdın. Bundan da geçtim. Zira maddiyat dediğin bir şekilde halledilir. Manevi tahrifatı telafi etmek mümkün değil. 

—Tamam yapamamış olabilirim. Ama bu kadarı fazla değil mi? Zira vurmadın, öldürdün. Hatta öldürmekten beter ettin.

—İnsan umut bağladıklarına gönül koyar evlat. Ben de senden çok şey bekledim. Sana çok umut bağladım. Geldiğimiz nokta itibariyle tam bir hayal kırıklığısın.

—Yol göstereceğine giydiriyorsun.

—Bu söylediklerim aklını başına al diye bir yol göstermedir. Tabi almak isteyene. Hoş, senin akla da ihtiyacın yok. Çünkü özgü enin tavan yapmış. Kendini görüp test etmen de mümkün değil. Çünkü şakşakçın çok. Etrafında olur olmaz her şeyini alkışlayan şakşakçın varsa kendini ve yaptıklarını göremezsin. Tekrar kendine gelmek istiyorsan, hayattan bir beklentisi olmayanlara ve senden menfaat beklemeyenlerin eleştirilerine kulak ver. Tabir yerindeyse, “Padişahım, çok yaşa” diyenleri değil, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diyenlerin dediklerini bir düşün. 

Yöneticilik Maceram

Ne zaman bir koltuk boşalsa, kendi kendime gelin güvey olarak o koltuğa talip olduğumu sosyal medyada beni takip edenler bilir. Talip olduğum koltuklar doldukça, başka koltuklara yöneldim. Hiç olmadığı kadar umutluyum, bir gün koltuk beni bulacak, pes etmek yok dedim. Aslında böyle bir görüntü versem de hiçbir koltukta gözüm olmadığını beni yakinen tanıyanlar iyi bilir. Zira koltuk, makam ve yöneticilik benim mizacıma ters. Çünkü koltuk ciddiyet ister. Ben ise hayatı ciddiye almadım ki koltuğu ve yöneticiliği ciddiye alayım ve önemseyeyim. Hep doğal ve olduğum gibi görünmek istedim. 

Gönülden istemesem de hiç yönetici olmadım mı? Oldum maalesef.  O da zorunluluktan. Güneydoğuda bir ilde çalışırken memlekete tayin istedim. Dört yıl boyunca tayinim çıkmadı. Dedim, bir müdürlük sınavına gireyim. İkinci bir tayin hakkım daha olsun. 

Müdürlük sınavına girdiğim yılın sonunda, norm kapalı olduğundan, memleketime tayin isteyemedim. Yakın bir ile öğretmen olarak tayin istedim. Bu yeni ilimde, sınavın birinci aşamasını geçenlerle birlikte yöneticiliğin ikinci aşama sınavına girebilmek için kursa alındım. Kursta birkaç tanıdığım oldu. Herkes müdür olmak için var gücüyle ders çalışıyordu. Teneffüs aralarında sınavda en yüksek puanı alsam ayıp olur mu şeklinde şakasına soru sordum tanıdıklarıma. Biraz da küçümsercesine, "Sen al da ayıp olmaz" dedi bir tanesi. 

Kursun bitiminde Türkiye çapında yapılan değerlendirme sınav sonuçları gelmiş. Çalıştığım okulun memuru tebliğ-tebellüğ edelim diye odasına çağırdı. Baktım, ilde sınava girenlerin puanlarıyla beraber tüm liste memurun önündeydi. Hazırlanan tebellüğ belgesini imzalamadan, bakar mısın en yüksek puanı kim almış abi dedim. Memur tüm puanlara baktı. Sonra ayağa kalktı. Elini uzattı. Tebrik ediyorum hocam. En yüksek puan sizin dedi. Böyle bir iddiam olmamasına rağmen yaptığım şaka böylece gerçek olmuştu. 

Gel zaman git zaman bu komşu ilde 3,5 yıl öğretmen olarak çalışmanın ardından, yapılan duyuru ile kendi memleketimin bir ilçesine müdür olarak atandım. Hiç içime sinmemesine rağmen bu koltukta 5,5 yıl oturdum. Bu zaman zarfında il merkezine gitmek için kah öğretmen kah müdür yardımcısı olarak tayin istedim. Olmadı. Ardından 5 yıl yöneticiliği dolduranlara rotasyon uygulaması geldi. İlin ucunda bir mahalleye müdür olarak atandım. Burada da 2,5 yıl çalıştım. Müdür olarak çalışırken tekrar müdürlük sınavına girdim. Yüzde 70 sınav puanı, yüzde 30 mülakat puanı geçerli olacak şekilde mülakata girdim. Buradan merkezde bir liseye atamam oldu. Burada da 1 yıl çalıştım. Bu esnada yapılan şube müdürlüğü sınavına girerek başarılı oldum. Okul müdürlüğü mü, şube müdürlüğü mü derken sadece merkez olsun diyerek ilçeleri tercih etmedim. Merkezde şube müdürü olmaya puanım yetmedi. Okul müdürlüğüne devam dedim. 

Lisede çalışırken Danıştay'ın müdürlük atamasındaki uzman öğretmenlik kriterini iptal etmesiyle puanlar yeniden hesaplandı. İkinci sıradaki puanım üçüncülüğe düşünce bir başka okul müdürüyle okullarımızı değiştik. 

Yeni okulumda yaz döneminde 45 gün çalışma imkanım oldu. Çünkü 2014 yılı MEB'de, kimine göre kıyım kimine göre temizlik kimine göre budama kimine göre yeniden yapılanma yılıydı. 2014 yılında çıkarılan yasa ile MEB yöneticileri tepeden tırnağa değişti. Kanuna göre idarecilikte 4 yılını dolduranlar bu tali görevden önce asli görevi olan öğretmenliğe döndürüldü. Mevcut il ve ilçe milli eğitim müdürleri ve il müdür yardımcılarının kahir ekseriyeti özlük hakları baki olacak şekilde eğitim uzmanı yapılarak görevden el çektirildi.  (Bu arada eğitim uzmanları ne oldu, onlar neyin uzmanlığını yapıyorlar dediğinizi duyar gibi oldum. Anlatması uzun olur ama toplum nezdinde bunlara kısaca "bankamatik memuru" dendiğini söylemek isterim. Şimdilerde onlar uzmanlığı bitirip araştırmacı oldular.)  Yerlerine, çoğunlukla 2013 yılında yapılan şube müdürlüğü sınavını kazanamayanlar ilçe milli eğitim müdürü olarak atandı. Bu arada 2013 şube müdürlüğü sınavını kazananlar da nisan ayı gibi şube müdürü olarak atandılar. Üst kademe ya da ekip tamamlandıktan sonra sıra geldi 4 yılını dolduran yöneticileri geriye dönük puanlamaya. Kanuna göre ilçe MEM müdürü, iki şube müdürü, okul aile birliği başkanı ve yardımcısı, okul öğrenci temsilcisi, en yaşlı ve en genç iki öğretmen, müdürleri puanladı. Gördüğünüz gibi her şey şeffaf. Her şey şeffaf olunca çoğu müdür ve yardımcı komisyonun gözüne giremedi ve yeterli puan alamayanlar asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldüler. Çünkü bunlar yazılı sınav marifetiyle sınavı kazanan gözden kaçmış kişilerdi. Bu zorlu sınav maratonunu geçmek pek az talihliye nasip oldu. Komisyon bunları çekip bulmasaydı, bunlar da asli görevine dönenlerden olacaktı.

Maratonu geçen bir elin parmakları kadar kişiler kendi okuluna ya da başka bir okula tayin isteyerek müdür olarak atandı ve gözde müdür oldukları tescillendi. Gözde okullar gözde müdürlerle dolduruldu. Geriye koltuğu boş kalan binlerce okul kaldı. Buna da kanunda yer vardı. Zira kanun hiç boşluk bırakmamıştı. Yeni ve sıfırdan müdür ve yardımcı seçmek için müracaat edenler arasından sözlü mülakat yapıldı. Eğitim ve öğretim başladıktan üç dört ay sonra geriye kalan tüm okullar mülakatlılarla mükafatlandırıldılar. 

Bu arada benim yöneticilik maceram da arada kaynasın istemem. Birkaç ay önce şube müdürlüğüne gitmeyerek okul müdürlüğünü tercih eden benim okul müdürlüğüm, yeni okulumda 45 gün sürdü. Ben de şeffaf, objektif ve de adil komisyonun elinden kurtulamayanlardandım ve asli görevime döndürüldüm. İyi ki asli görev var. Yoksa bugün nerelerde olurdum bilemiyorum.

İki ay boyunca eğitim ve öğretim içinde yıllık izin kullandım. Tam asli görevime başlayacak iken yöneticiliğe bir daha tövbe derken bir arkadaşın ısrarıyla mülakat usulü müdürlüğe müracaat etmek zorunda kaldım. Verilen puan ne iyiydi ne de kötü. Ortanın üstü, pekiyinin altı. Süresi içinde tercih yapmadım. Aman boş ver müdürlüğü dedim. Dedim ama öğretmen olarak müdürlükten elendiğim okula tanımlandığım için o okulda asli görevimi yapmak istemedim. Yıllık izin de bitti bu arada. Yönetici tercihlerinin bittiğinin ertesi günü okula giderken bir arkadaşım aradı. Tercihler uzatılmış, isterseniz tercih yapın dedi. Okula giderek rastgele on okul seçip teslim ettim. Akşamında sonuçlar açıklanmış. Onuncu sıradaki okula atamam yapılmış. 

Kenardaki bu okulda 1,5 yıl çalıştım. İl içi atama döneminde il içi atamaya müracaat ederek öğretmenliğe döndüm. Oh be, dünya varmış derken geriye dönüp baktığımda, 11 yıl idareciliğin ardından beş yıl asli görev pardon öğretmenlik yapıvermişim. 

Dersime girip çıkarken bir gün okuldan aradılar. Hocam, şube müdürü olarak tercih hakkı verilmiş. Sizin isminiz var. Okula uğrayıp size tebliğ edelim dediler. Bu neyin nesi derken 2013 şube müdürlüğünün ardından bir şube müdürlüğü sınavı daha yapılmış. Üzerinden bir yedi yıl geçmiş. Bakanlık mahkeme kararını uygulamak zorunda kalmış ve daha önce sözlü puana göre alım yapan Bakanlık bu sefer yazılı ve sözlü ortalaması, 76 ve yukarı puana sahip olanlara, mahkemeye versin veya vermesin, bir tercih hakkı daha vermiş. 

Gideyim mi gitmeyeyim mi derken 7 sene önce ilçe istemem diyen ben, bu sefer gideyim diyerek bir ilçeyi tek tercih olarak yazdım. Yazarken de inşallah yüksek puanlı biri tercih eder. Ben de tercih ettim ama olmadı derim hesabı yaptım. Maalesef şube müdürü olarak atandım. 

Bu maceram da iki yıla yakın sürdü. Şimdi yeniden asli görevime döndüm. Gördüğünüz gibi maceranın sonu yok. 

23 Aralık 2022 Cuma

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (4)

Bir önceki yazımda başı örtülü iken sonraki yıllarda başını açan kız çocuklarıyla ilgili iki anekdota yer vermiştim. Bu yaşanmış hikayeler başı açmanın ipuçlarını vermiş olsa da bu yazımda bu konuyu biraz açmak istiyorum.

Din bir inanma, gönül verme ve tercih meselesidir. Kulun inanıp inanmama hürriyetini de Allah insanoğluna irade olarak vermiştir. İnanan, kulluğunun ilk adımını yerine getirmiş, inanmayan ise bu iradeyi kullanarak küfretmiş olur. 

Bir inançta gönülden inanma yoksa burada sağlam ve sahih bir imandan bahsedilemez. İçten inanmadığı halde değişik saiklerle dıştan inanmış görünen insanlar nezdinde Müslüman muamelesi görse de Allah katında bu inanç nifak barındırdığı için bu tiplere de münafık denir. Cehennemin en alt tabakasında bu inanç sahiplerinin olacağı ifade edilir. Anlatmak istediğim, baskı ve cebirin olduğu yerde inançtan bahsedilemez.

Coğrafya kader diye bir söz vardır. Yaşadığımız coğrafya inancımızın şekillenmesinde önemli bir faktördür. Çoğunluğun Müslüman olduğu yerde Müslüman, çoğunluğun Hristiyan olduğu yerde Hristiyan olma ihtimalimiz yüksektir. Diğer dinler için de hakeza. Pek az istisna hariç Müslüman olmamızda kendi irade ve arayışımız değil, çevre ve ailenin etkisi büyüktür. Yani anadan babadan doğma Müslümanız. Pekala Budistlerin yoğun yaşadığı yerde belki de Budist olacaktık ve Budizm'i savunacaktık. Anlatmak istediğim, kahir ekseriyetimiz inandığımız bu dini araştırarak seçmedik.

Buradan yaşantımıza gelmek istiyorum. Yaşantımızda da yaşadığımız muhit ve çevrenin etkisi büyüktür. Din diye yaşadığımız çoğu şey örfün gereğini yerine getirmekten ibarettir. Giyim ve kuşam konusunda her ne kadar başörtüsü Allah'ın bir emri olduğunu kabul etsek de yine pek azımız hariç toplumsal anlayış ve baskıya göre hareket ederiz. El ne der, başkası ne der, toplum ne der, mahalle, eş-dost ne der sözlerini çoğu zaman çevremizde duyarız. Bu da yaşantımızda çevrenin etkisinin büyük olduğuna işarettir.

Başörtüsüne girmeden konuyu biraz dağıttım. Ama değinmek istediğim konuyla ilgili olduğunu belirtmek isterim. Geç de olsa konuya gireyim.

Giyim ve kuşam konusu tıpkı din gibi baskıya gelmez. Aile, okul ve çevrenin; bu yaşa geldin, örtün artık baskısı, kız çocuklarının çoğunun en büyük handikabı. Kız çocuğu daha çocukluk evresini geçirmeden, neyin iyi neyin kötü olduğunu tam kavrayamadan, başörtüsünün gerekliliğini vücudunda ve içinde özümsemeden, hal ve hareketleriyle Müslüman olmadan, kızım sen bu konuda ne dersin demeden küçük yaşta kız çocuklarının başına örtü geçirmek bu çağın çoğu çocukları için bir kabustur. Kız bu baskıyla çevresindeki arkadaşlarının giyim kuşamlarına özenti duyarak toplum içinde yaşamaya devam ediyor. Yaşıyor ama gelin bu durumu bir de bu küçük kızlara sorun. Hepsinin olmasa da çoğu, beyninden aşağıya sıcak su dökülmüş hisseder. Bu durum çocuğun psikolojisinin sağlıklı gelişmesini engellemektedir.

Bu haletiruhiye içerisinde kızımız sağına soluna özenti duyarak büyürken ilk fırsatta başımdaki bu örtüden kurtulacağım duygusunu içinde taşıyor. 

Maddi ve manevi baskıyla başını örttüğümüz bu kız çocuğu, çoğu zaman örtündüğü örtünün ağırlığını, neyi temsil ettiğini kavrayamadığı için örtü dışındaki giyim ve kuşamda, üzerindeki örtüyle bağdaşmayacak şekilde giyinme yoluna gidebiliyor. Örtüyle birlikte makyaj yapıyor. Aslında çoğunluğu tenzih ederim ama bu görüntüsüyle, bakmayın benim başımın örtülü olduğuna, ben de sizin gibi modern biriyim demeye getiriyor. Alt giyimleri, hal ve hareketleri başörtüsüyle uyumlu olmayan nicelerine, çevresi bir de başörtülü olacak. Yakışıyor mu sana dediğini en azından duymuşsunuzdur.

Yazımı uzatmadan, başka sebeplere değinmeden kısaca şunu söyleyeyim: Tıpkı inanma konusunda olduğu gibi giyim kuşam konusunda baskı yapmak iyi niyete rağmen müspet sonuç doğurmuyor. Kızımız fırsatını bulunca başında hissettiği ağırlığı atıyor. Bu tip çocukları ayıplayacağımıza, bak bak, başını açmış diyeceğimize, biz büyükler nerede hata yapıyoruz ki bu çocuklar şimdi isyana uğruyor sorusunu kendi kendimize sormamız, en azından üslubumuzu ve davranışımızı değiştirmek zorundayız. Unutmayalım ki başı örtmek de tıpkı din gibi bir gönül ve irade işidir. Din sevgidir, din iknadır. Sevgisini veremediğimiz din, dinden başka her şeye benzer. İkna edemediğimiz doğru, doğru değildir. Çocuklarımızı ikna etmek, bu konuda sabırlı olmak ve zamana bırakmak en uygun olanıdır diye düşünüyorum. Bu çocuklarımızın başına verdiğimiz önemi; ahlakına, hal ve hareketlerine verelim. Çocuklarımızın önce vücutları Müslüman olsun, inanın arkası gelir. Bilelim ki ki iyi bir iş yapacağız, çevrem bizi ayıplayacak diye kurduğumuz baskıdan dolayı çocuklarımızı tamamen kaybedebiliriz. Biz sadece telkin ve tavsiyede bulunalım, ikna etmeye çalışalım. Nuh peygamberin bile oğlunun hidayetini sağlayamadığını hatırımızdan çıkarmayalım. Oğlu kafir olarak dünyasını değiştirmiştir. Lütfen dinin sevgisini ihmal etmeyelim. Bir an için o çocukların yerine kendimizi koyup empati yapalım. Onlarla baba kız, anne kız olarak arkadaş gibi konuşmayı deneyelim. Zira konuşmanın ötesinde yapacağımız bir şey yok. Onları dinleyip anlamaya çalışalım. Tüm bunları yaparken onların yaşadığı psikolojiyi anlamayı ihmal etmeyelim. 

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (3)

Başörtüsüne bu toplum yabancı olmamasına rağmen başı kapatmak da başı açmak da dikkat çeker. Yazımın bu bölümünde bir zamanlar başı örtülü iken sonradan başını açanlardan iki örnek vermek istiyorum.

Lisede görev yaparken kayıt zamanı bir kız çocuğu annesiyle birlikte okul hakkında bilgi almak için yanıma geldi. Anne birkaç şey sorduktan sonra kızı, bir şey sorabilir miyim dedi. Buyur kızım dedim. Bu okulda başı örtmek zorunlu mu dedi. Kendisine, olur mu öyle şey? İsteyen başını örter isteyen örtmez. Başı açık kızlarımız var. Sen de istemezsen örtmezsin. İleride kendi rızan ile örtüneceğini umuyorum dedim. Bu cevabım kızı rahatlattı. Ama annesi rahat durmadı. Koluyla kızını dürterek örteceksin örteceksin. Buna mecbursun dedi. Rahatlayan kızın morali bozuldu. Anneye, hanımefendi, bizde baskı yok, lütfen siz de baskı yapmayın çocuğunuza dedim. 

Pazartesi okullar açıldı. Bu okuldan tayinim çıktığı için yerime bakacak yöneticiye, konuşmayı yapmasını istedim. Tüm öğrenciler  ilk gün tören alanında sıraya girmişlerdi. Veliler de en arka tarafta bekleşiyor. Müdürlüğe vekalet eden arkadaş aldı eline mikrofonu. Eğitim ve öğretim yılının hayırlı olmasını temenni ettikten ve okul hakkında bilgi verdikten sonra şu sözleriyle son noktayı koydu: Aranızda 10 kadar başı açık görüyorum. Tüm başlar hemen kapatılacak. Bundan sonra başı açık kimseyi görmeyeceğim. Bu size son uyarım dedi. Hayda dedim içimden.

Bu kız bu okula devam etti mi, devam etti ise başı açık mı okudu, kapattı ise okul bittikten sonra hala başı kapalı mı bilmiyorum. Çünkü o okuldan ayrıldım. 

*

Tanıdığım bir aile var. Çocuklarını ilkokuldan sonra önce imam hatip ortaokuluna sonra da İHL'ye yazdırdılar. Kız bu okulları bitirdi. Halen açıktan üniversite okuyor. 

Aile bir gün yardım istedi benden. Kalktım gittim. Önce aileyle görüştüm. Kızları başını açacakmış. Açacağım diye tutturmuş kız. Biz ikna edemedik. Bir de sen konuş dediler. Açarsa açsın, delikanlı kıza ne diyebilirsiniz ki. Baskı yapmayın. Kendi haline bırakın dedim. Biz bunu kaldıramayız. Sen de böyle dersen, başkasına ne diyelim? Babası imam. Gören ne der? Hocanın kızı başını açmış demezler mi? Açsın da bir göreyim dedi kızın annesi. Yarın evlendikten sona başını açarsa ne yapabilirsiniz dedim. Bir şey diyemeyiz ama burada açmayacak dedi. Sonra babasıyla görüştüm. Açsın da bir göreyim dedi.

Ardından başını açacak kızla görüşmeyi denedim. İlk görüşmeyi psikolojik durumum iyi değil diye kabul etmedi. Başka zaman konuşur musun dedim. Olur dedi. Bir başka gün için randevulaştık.

Anlat bakalım, niye açacaksın. Ki sen okuduğun okulda bu örtünün ne olduğunu, niçin örtünülmesi gerektiği bilgisini aldın dedim. “İlkokulu bitirir bitirmez 5.sınıftan beri başını örteceksin baskısı uyguladılar. Başımı örtmem dediğim için ağabeyim beni dövdü. Bu zamana kadar istemeyerek başımı örttüm” dedi. Kendisine, ailen baskı yaparak yanlış yapmış, en büyük ayıbı da ağabeyin yapmış. Ben ailenle tekrar görüşürüm. Açıp açmamak kendi tercihin. Yalnız aileni ikna edebilmem için bu kararını biraz ertele. Çünkü burası küçük bir yer. Seni dışarıda gören, başını açmış. Bir de hocanın kızı. Üstelik imam hatipli demeyecek mi dedim. Der ama olsun dedi. İyi de sen ve ailen her söyleyene cevap vermek, belki de tartışmak zorunda kalacaksın. Ailenin düştüğü durumu gözümün önüne bir getir dedim. Benim hayatımdan başkasına ne? Ailem etkilenecek diye hayatımı bu şekilde sürdüremem dedi. Elbette hayat senin, tercihler de senin. Sonuçlarına katlanabilmeyi göze almalısın. Zira moral bozanlar, dudak bükenler çıkacaktır. Bence bu muhitten gidinceye kadar bu kararını ertelemende fayda var. Unutma ki zaman her şeyin ilacı dedim. Tamam dedi.

Şimdilik orta yolu bulup ayrıldık. Sonrası bir daha bu konuda konuşmadık. Açıldığını veya kapalı durduğunu bilmiyorum. Ama anlattıklarından gördüğüm kadarıyla kızımız yaşadığı süreçten etkilenmiş, baskıyla örtünmüş olmasına rağmen örtü kendisine bir şey vermemiş. Okuduğu okul ve arkadaş çevresi de. Başında her örtüyü gördüğünde belki de yediği dayak gözünün önüne geliyordur. Açarak içindeki özlemi giderecek, kendini baskıdan kurtulmuş hissedecek, kendince özgürlüğe kavuşacak. 

Bu konuyu bu yazı ile bitirmek istiyordum. Gördüğünüz gibi bitiremedim. Başını açanların örtüyü atma sebepleri üzerinde duracağım bir yazı daha yazacağım. 

22 Aralık 2022 Perşembe

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (2)

Başörtüsü çözülmeye çözüldü. Kız çocukları istediği yerde okuyabiliyor istediği yerde çalışabiliyor. Ama geçmiş tahrifat, birçoklarında derin izler bıraktı. Bu yazımda da bunun üzerinde durmaya çalışacağım. 

Kimi okurken başını açtı. Bir daha başını kapatmadı.

Açanların bir kısmı psikolojik sorun yaşadı. İlaç tedavisi gördü. Belki hala ilaç almaya devam ediyor.

Başını açmayıp görevinden atılanların bir kısmı travma yaşadı. Belki hala yaşıyor.

Okulunu yarım bırakanlar bu muameleyi hiçbir zaman kabullenmedi. (Bunda da haksız sayılmazlar.)

Yarım kalan eğitimini yurtdışında tanamlayanların ne tür sıkıntılar çektiklerini bir Allah bir aileleri bir de kendileri bilir. Ki bir kısmı da yabancı dil sorununu çözemediği için yurtdışındaki okulunu da bitiremedi.

Mağdur olanların hepsinin mağduriyeti giderilmese de kimi mağdurlar ön plana çıkarıldı. Bu mağduriyetlerinin karşılığını fazlasıyla gördü.

Başörtüsü ile birlikte katsayı kararı işin tuzu biberi oldu. Yüksek puanına rağmen birçok öğrenci, istediği bölümde okuyamadı. Katsayı konusunda erkek öğrenciler de aynı mağduriyeti yaşadı. Çoğu, hayallerindeki meslek dışında başka alanlarla yetinmek zorunda kaldı.

Başörtüsünün, bir kesim tarafından sürekli gündemde tutulması, bazılarında "Bu Müslümanların başörtüsünden başka derdi yok mu?" serzenişlerini dile getirmelerini beraberinde getirdi.

Başörtüsü mağduriyetinden dolayı kendisini itilmiş ve ötekileştirmiş hisseden bazı kız öğrenciler sonradan görev alabilseler de yaşadıkları süreç dolayısıyla çok sağlıklı görev yapamadı ve verimli olamadı.

Başörtüsü mücadelesine katılan, destek veren niceleri, bazı başı örtülülerin başörtüsü dışındaki giyim ve kuşamlarını, hal ve hareketlerini beğenmeyerek "Biz bunun için mi mücadele verdik?" dediklerine şahit olanlarınız vardır. (Buna başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun denebilir. Kimsenin örtünüp açılmasında değilim. Kimsenin ne şekilde giyinmesine de karışacak durumum yok. Zaten karışmaya kalkanlara da bazı kadınlar” Siz ne karışırsınız? Çekin ellerinizi üzerimizden” deyiveriyor. Ne derlerse desinler ama başörtüsü bir simge bir duruş bir zihniyeti temsil ediyor. Kadın ve kızlar kızsa da toplum başörtülüden başta giyimde özen ister. Çünkü başörtüsünün bir ağırlığı bir misyonu var. Öyle başını örtmüşler var ki keşke açık olsa diyesi geliyor insanın. Öyle bir görüntü veriyor ki bakmayın başımın kapalı olduğuna. Şekil A da göründüğü gibiyim diyenler, bu örtünün ağırlığını hafiflettiğini düşünüyorum.)

Zamanında başörtüsü mücadelesi vermiş, açmam diye direnmiş bazı kız öğrenciler hiçbir baskı olmamasına rağmen sonradan kendi isteğiyle başını açmıştır.

Bugün İHL okumuş bazı kız öğrenciler, okul bittikten sonra başını açma yoluna gitmiştir. Sayısının çok az olduğunu söyleyemem.

İHL okumamasına rağmen aile ve toplumun telkiniyle ya da başkası ne der endişesiyle başlarını örten niceleri baş örtüsünü atmaya başladı.

Diğer yazımda da bir zaman başörtülü iken sonradan başını açanlar üzerine yazmaya çalışacağım.

Kız Çocuklarının Başörtüsü ile İmtihanı (1)

Başörtüsü bu ülkede hiç gündemden düşmedi. Bu konuda kısa kısa açıklama yapmak istiyorum. *Müslümanlar için başörtüsü dinin bir emridir ama dinin kendisi değildir. Dinin birçok emrinden bir tanesidir. Örtünen dinin bu emrinin gereğini yerine getirmiş, örtünmeyen ise bu emri yerine getirmemiş olur. 

*Başörtüsü bu çağda gerekli veya değil meselesi değildir. Mantık aranmamalı. Nasıl ki Hz Adem'i Allah "Hepsi serbest, sadece şu ağaca yaklaşmayacaksın" şeklinde imtihan ettiği gibi kadınları da başörtüsü ile imtihan etmektedir. 

*Başörtüsü bu ülkede hep tartışma konusu olmuştur. Laikliğe aykırı denerek kamuda başörtüsü yargı eliyle yasaklanmıştır.

*Başörtüsü yasağı siyasi malzeme olarak kullanılmış. Laik, Kemalist, solcu ve sol partilerin çoğunluğu bu yasağı savunmuş, sağ partilerin çoğu özellikle muhafazakar ve İslamcı partiler bu yasağa karşı çıkmıştır. Her iki kesim de siyasette başörtüsü üzerine siyaset yaparak az veya çok ekmek yemiştir ve ekmek yemeye devam etmektedir. 

*Birileri başörtüsünün lehinde veya aleyhinde olarak ekmek yerken bu alanda en büyük mağduriyeti başı örtülü kız çocukları, başörtülü çalışan kadınlar ve bunların aileleri yaşamıştır. Üniversiteler başta olmak üzere tüm okul kademelerine başörtülü ile girilememiş, sınıfa girenler sınıftan ve sınavdan çıkarılmış, kurumların girişinde başörtü kontrolü yapılmıştır. ÖSYM'nin yaptığı merkezi sınavlarına alınmamıştır. Üniversitelerde ikna odaları kurulmuş, direnen öğrenciler hakkında disiplin cezası uygulanmıştır. Kimi öğrenciler okumak için başını açmış kimi peruk takarak eğitimine devam etmiş kimi de okulu bırakarak ya eğitimine devam edememiş ya da imkan bularak yurtdışındaki üniversitelerde eğitimini tamamlayabilmiştir. Kimi aileler de nasılsa başörtüsü yasak diyerek zorunlu eğitiminden sonra çocuğunu okutmamıştır. Tüm bu süreçten kamuda çalışan başörtülü kadınlar da mağduriyet yaşamıştır. Açmamakta direnenler kamudan ihraç edilmiştir. 

*Başörtüsü yasağı kalksın eylemleri meydanlara taştı. Başta öğrenciler olmak üzere başörtüsüne özgürlük eylemleri yapıldı. Öğrenciler polisle karşı karşıya geldi.

*Kanun ve Anayasa ile çözülemeyen başörtüsü bir zaman geldi, bir yönetmelikle çözüldü. Eğitimin her kademesinde kız öğrenciler başörtülü olarak okuyabiliyor. Kadınlar da başörtülü olarak kamu kurum ve kuruluşların her kademesinde çalışabiliyor. Yani bir zamanlar dokunanı yakan başörtüsü nicedir serbest. Ne laiklik elden gitti ne de bu ülkeye şeriat geldi. Okul ve kurumlarda açık-kapalı tartışması ve gerginliği de olmadı. 

*Başörtüsü sorunu yönetmelikle çözülmüş olmasına rağmen bu kazanılmış hak ileride bir yönetmelik değişikliğiyle tekrar elden alınır endişesiyle siyasiler, iktidarıyla-muhalefetiyle bu kazanılmış hakkı kanun ve Anayasa ile kesin olarak çözme girişimleri yapıyor. Geçmiş günleri bilenler bugünleri görünce nereden nereye demekte çok haklılar.

*Aslında başörtüsü için bir düzenleme için ne Anayasaya ne kanuna ne de yönetmeliğe ihtiyaç var. Çünkü başörtüsü bir tercih meselesidir. İsteyen dini gerekçe yüzünden isteyen de örfi olarak örtünebilmelidir. Durum böyle olması gerekirken Türkiye bu şekilcilik yüzünden çok çekti. Yine eski günlere dönmemek, birilerini mağdur etmemek için ister kanun ister Anayasa ile düzenlenebilir. İktidar ve muhalefet de bunu istediğine göre benim dediğim olacak, yok senin dediğin olacak kısır tartışması yapmadan bu mesele bir daha gündeme gelmeyecek şekilde Mecliste çözülmelidir. Bir daha da kimse ve hiçbir siyasi parti bu konuyu kadınlar üzerinden siyasi malzeme yapmamalıdır.

Diğer yazımda da başörtüsü üzerinden yaşanan mağduriyet ve travmayı ele almaya çalışacağım.

21 Aralık 2022 Çarşamba

Sözün ve Yazının Bir Anlamı Var mı?

Kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı,

Tarafgirliğin arttığı ve akılların hiç olmadığı kadar kiraya verildiği, 

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çoğu  insanın kaçındığı, bunu ifade etmekten korktuğu, sosyal medyada bir konuda görüş bildirmekten kaçındığı, 

İnsanların birbirlerine ve olup bitenlere karşı körler ve sağırlara oynadığı, 

Başkasına yapılan eleştirinin makbul, kendisine ve ait hissettiği camiaya yapılanın tu kaka yapıldığı,

Sözün doğru ve yanlışlığından ziyade sözü kimin söylediğine bakıldığı,

İnsanların hiç olmadığı kadar oluşturulan algılarla yaşadığı, değerlendirmeyi de bunun üzerine yaptığı, mahallelerin kavgasını algılar üzerinden yaptığı, 

İnsanların, yaşanan bütün dertlerden kurtaracak kurtarıcı beklediği,

Ana babası ve kendisinden ziyade başkasının şakşakçılığını yaptığı, ölümüne savunduğu, karşı cepheye karşı orantısız saldırıya geçtiği, 

Fikir ve düşünce bazında seviyeli tartışmanın yapılamadığı, 

Bir fikrin kişiler üzerinden savunulduğu, kişilerin sonuna -ci, -cu eklemek suretiyle ben şucuyum, bucuyum dediği,

Bir olay vuku bulduğunda ne tepki verileceğinin bilinmediği, aidiyet duygusuyla bağlı olduğu kişilerin görüş bildirmesinin beklendiği,

Çoğu insanın kafasını kuma gömüp gerçeklerle yüzleşmediği, üç maymuna oynadığı,

Ne dediğinden ziyade ne demek istediğin üzerine niyet okuyuculuğunun yapıldığı, 

Milli, manevi ve ortak değerlerin ikbal uğruna hoyratça kullanıldığı, 

Hiç olmadığı kadar söz ve eylem çelişkisine imza atıldığı, 

Dine mesafe koyanların niçin bu hale geldiklerinin sebeplerinin üzerine kafa yorulmadığı, sebebin buldukları günah keçisi üzerine yıkıldığı, 

Çoğu insanın hiç olmadığı kadar gerçeklerle yüzleşmek istemediği, 

Hamaset, slogan ve avutmanın hala prim yapmaya devam ettiği,

İnsanların işiyle gücüyle uğraşmayı bırakıp hiç olmadığı kadar siyaset yaptığı, yapılan siyasetin ise tespitten ziyade övgü ve yergi üzerine yapıldığı,

Sosyal medyada trollerin cirit attığı,

Bilerek veya bilmeyerek oluşan/oluşturulan mağduriyet üzerinden birilerinin ekmeye yemeye devam ettiği, birilerinin de bu mağduriyet biraz da bize uğrasa diye sıra beklediği,

Çoğu insanın hiç olmadığı kadar kendisi olamadığı, kendi penceresinden bakamadığı, başkasının penceresinden hayata baktığı...

Bir ortamda gerçekten sözün ve yazının bir anlamı var mı?