8 Kasım 2022 Salı

Bir Yabancı Gözüyle Biz *

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi* ismini ilk defa duydum. Tarih-i İslam isimli eserinin 535-536.sayfalarında bir yabancının Türklerle ilgili gözlemlerine yer vermiş. Sosyal medyada okuduğum bu gözlemi sizlerle paylaşmak istedim:

“Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır.

Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. 

Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. 

Bir şahıs az nazik bir hikâye anlatır: 

O sırada müezzin ezan okumaya başlar. 

Hikâye anlatan hikâyeyi keser, namazını kılar, sonra hikâyesine kaldığı yerden devam eder.

Bir tacir yalan söyler, aldatır sonra namaz kılar sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder.

Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşguldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. 

Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alâkası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez hiç kimse bundan arlanmaz. Herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur…” (Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi; Tarih-i İslam, s. 535-536)

Bir yabancı gözüyle Türkler böyle imiş. Siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana ilginç geldi ve yabancı nokta atış yapmış. Bu gözlemden adet ve alışkanlık haline getirilen namazın asıl amacına ulaşmadığını, Türk ve Müslümanların namaza önem verdikleri kadar ahlaki yöne önem vermediğini anlatmak istediğini anlıyorum. Hoş, Türklerin dışındaki diğer Müslümanların da bizden farklı olmadığını düşünüyorum. Yabancının bu gözlemine katılır veya katılmayız ama bir gerçek var ki dışarıdan bize bakan bizi böyle görüyor. Farz edelim ki böyle değiliz ama unutmayalım ki anlatamadığımız doğru, doğru değildir. Her ne kadar tüm yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın hesabını Allah'a verecek olsak da insanlar nezdinde karşı tarafın anladığı kadarız. Demek ki böyle bir algı var. Bu algıyı değiştirmek de bizim elimizdedir. 

Gözleme eleştirim, Türkler böyle denerek bir genelleme yapılmış kısmınadır. Bu genellemeyi yanlış buluyorum. Çünkü her Türk ve her Müslüman bu şekil değil. Kıldığı namazın hakkını vermekle beraber işini düzgün yapan insanımız da vardır. Ama bu şekil olanların sayısının az olduğunu söyleyebilirim.

*“Filibe doğumlu olan Ahmed Hilmi bu nedenle Filibeli Ahmed Hilmi olarak anılmıştır. Babasının görevi (şehbender/konsolos)nedeni ile de Şehbenderzade olarak anılır. İlk eğitimini Filibe'nin müftüsünden alan Ahmed Hilmi, daha sonra ailesiyle birlikte İzmir'e taşınmıştır. Eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladıktan sonra Duyunu Umumiye’de çalışmaya başlamış, Beyrut'a atanmıştır. Siyasi bir mesele nedeniyle Beyrut'tan Mısır'a kaçmış, 1901'de tekrar İstanbul'a dönmüş fakat Fizan'a sürülmüştür. Tasavvufa olan ilgisi büyümüş, özellikle Vahdet-i Vücut düşüncesine inanmaya başlamıştır. Tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir. Ekim 1914'te zehirlenerek ölmüştür. Zehirlenmesinin nedeni bilinememektedir. Masonlukla ve Siyonizm’le mücadele eden ilk kişilerdendir. Dolayısıyla ısrarla karşı çıktığı ve düşmanı olmuş masonlarca zehirlendiği söylenmiştir. Ancak masonlarca zehirlendiği iddiaları ölümünden bir süre sonra ortaya atılmıştır. Gerçek ölüm nedeni bakır zehirlenmesidir”. (Wikipedi)

*11/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Banka Promosyonları *

Bankalar nicedir çalışanların maaşlarını kendi bankaları aracılığıyla vermek için kurumlarla genellikle üç yıllık maaş anlaşması yaparak karşılığında da her bir çalışana peşin ya da taksitle ödeme yapıyordu. Buna da promosyon anlaşması deniyor. Bu tür anlaşmalarda çoğu bankalar peşin ödemeye pek yanaşmaz hatta angarya olarak gördükleri için maaş anlaşmasına da pek sıcak bakmazlardı. 

Bugünlerde bankalar çalışanların maaşlarını kendi bankaları aracılığıyla vermek için kesenin ağzını açtı. Yüksek rakamlar havada uçuşuyor. Üstelik defaten veriyor. Verilen rakamlar haberlere bile konu oluyor. Anlaşmasını daha önce yapan kurumlar ilgili bankalarıyla görüşerek güncelleme istiyor, bazısı da sözleşmeyi iptal yoluna gidiyor bazı kurumlar da tüm personeli dahil etmek suretiyle promosyon anlaşması yaparak dağıtılan pastadan daha yüksek pay almak istiyor. 

Önceki yıllara oranla bankaların yüksek promosyon teklif etmesi, bankaların daha çok kazanıyor olduğu anlamına geliyor. Bu yüzden uçuk kaçık rakamlara imza atılıyor. Değilse niye yüksek meblağları telaffuz etsinler.

Kurumlar bankalarla maaş anlaşması yaparken bir taraftan da promosyon caiz mi sorusu soruluyor. Bu konuda birbirinden farklı fetvalar veriliyor: 

"Ne helaldir ne haram. Şüpheden ari değildir. Temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanların, aldıkları promosyonu kendisine ve aile efradına harcamaması, bunun yerine bir ihtiyaç sahibine vermesi uygun olur." (Diyanet İşleri Başkanlığı) 

Bir başkası, kişinin çalıştığı iş yerinin kendisine ait bir bankası varsa, bu bankanın verdiği promosyonu caiz görürken başka bankalardan alınan promosyonu ise caiz görmemektedir. Bu fetvaya göre alınan promosyonun caizliği; her kurum, kuruluş veya özel sektörün kendisine ait bankasının olması. 

Bunun dışında promosyona caiz diyenler olduğu gibi caiz değil diyenler de var. Ne alın ne almayın deriz diyenler de var. 

Burada promosyonun helal veya haram olduğunu, bu fetvanın uygun olup olmadığını söylemeyeceğim. Zira kendimi bu konuda yeterli görmem. Yalnız bu ve faiz konusunda verilen fetvaların birbiriyle uyumlu, makul ve anlaşılabilir olması gerektiğini düşünenlerdenim. Örnek vermek gerekirse, parasını 3-6-9-12 aylık vadeyle bankalara yatıranlara devletin verdiği kur garantili TL'ye, hibe fetvası verilirken nedense maaş anlaşması yapması sonucu, banka tarafından verilen para hediye veya hibe olarak değerlendirilmiyor. Halbuki kur garantili TL'de mudiler paralarını faize yatırıyor. Sürenin sonunda, alınan bu faiz döviz kurunun altında kalıyorsa, kurdan kaynaklanan farkı hazine ödüyor. İşte bu ilave farka hibe denirken bankaların verdiği promosyona aynı şekilde hibe gözüyle bakılmıyor. 

Bir diğer husus, "Temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanların, promosyonu kendisine ve ailesine harcamaması gerektiği" kısmına gelince, temel ihtiyaçtan kastedilen nedir? Bildiğim kadarıyla fıkıh kitaplarında örnek verilen haceti asliyenin kapsamı günümüzde daha genişlemiştir. Dün lüks olarak görülüp temel ihtiyaç olarak görülmeyen birçok şey bugün temel ihtiyaçtır. Kişiden kişiye bu ihtiyaçlar da değişebilmektedir. Diyanet, oldu olacak, günümüz temel ihtiyaçlarını da bu fetvada belirlerse  daha iyi olacak.

Bir diğer husus, promosyon hakkında fetva verilirken, fetva kurulu, etkili ve yetkili kurum ve kuruluşların belirlediği açlık, yoksulluk ve fakirlik sınırını dikkate alsa daha iyi olacak. Mesela, geliri açlık ve yoksulluk sınırının üstünde olanların promosyon almasının caiz olmadığı, altında alanların ise promosyonu alabileceği şeklinde bir fetva daha makul görülebilirdi.

Sonuç olarak fetvalar dinin kendisi olmayıp, dini bir görüş olsa da aynı konuda farklı fetvalar vatandaşın kafasını karıştırmaktadır. Bu yüzden promosyon konusunun yetkili organlarca masaya yatırılması, bu konunun çok yönlü ele alınması aciliyet ve elzemlik arz ediyor. 

*09/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Tolstoy'dan Dersler *

1. Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.

2. Hayat ne gideni geri getirir ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.

3. Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.

4. İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.

5. Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

6. Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.

7. Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da o sana kızsın.

8. Bil ki yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın. Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.

9. Bir insanı bulunduğu mevki ile değil, göz koyduğu mevki ile ölçmek gerekir.

10. En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.

11. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.

12. İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.

13. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.

14. İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz.

15. Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir. Bilmelisin ki küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.

16. Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma! Önce senin ellerin kirlenecek.

17. Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.

*12/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

6 Kasım 2022 Pazar

Aksi Oğlan

—Baba, sana ihtiyacım var. Konuşmamız lazım. 

—Hayırdır evlat. 

—De haydi ne derdin varsa. 

—Telefonda olmaz. 

—O zaman atla gel.

*

—Hoş geldin evlat. 

—Sağ olasın baba. 

—Moralin bozuk gibi. 

—Öyle baba. 

—Söyle moralini bozan şeyi.

—Nereden başlasam bilmem ki? Şu kadarını söyleyeyim. Sana kırgınım. 

—Ben ne yaptım evlat?

—Hani ben işe başlarken yaptığın nasihatler vardı ya. 

—Eee? 

—Dediklerini harfiyen uyguladım.

—Yapma. Vah başıma gelene. 

—Sen dedin. Ben yaptım. Maalesef kırdım döktüm. Tamiri de mümkün değil.

—Ay oğlum, ben sana onları yapmayasın diye söylemiştim. 

—Nasıl yani? Bunları yap ki ben de seninle gurur duyayım dememiş miydin? 

—Kendini bilmezmiş gibi konuşma ve günah keçisi arama. 

—Sana göre ben nasıl biriyim?  

—Aksisin evlat. Bugüne kadar ne dediysem hep tersini yaptın. Bundan hareketle tersini söyleyeyim ki doğrusunu yapasın diye düşünmüştüm. Zira nazarımda Nasrettin Hoca'nın oğlu gibisin. 

—Hoca'nın oğlu nasılmış ki? 

—Aksi mi aksi imiş. Hoca ne söylerse hep tersini yaparmış. Hoca bu durumdan muzdarip ama evlat bu. Atsa atılmaz, satsa satılmaz. 

—Ne yapmış ki?

—Bir gün Hoca oğlunu yanına alıp un öğütmeye değirmene gitmiş. Unu öğütüp dönerlerken üzerinde un çuvalıyla eşek önde, oğlu arkada, Hoca ise epey geride kalmış. Yaşlılık başa bela ne de olsa. 

—Sonra ne olmuş? 

—Hoca bir bakmış ki eşeğin üzerine yükledikleri un çuvalı düştü düşecek. Eşek ise tam dere kenarında ilerliyor. Ne yapayım ne edeyim? Koşsam eşeğe yetişemem. Oğluma çuvalı düzelt desem, aksi oğlan, dediğinin tersini yapar. Sonunda buldum diye sevinir Hoca. En iyisi tersini söyleyeyim, oğlan doğrusunu yapsın der ve seslenir: Oğlum, çuval dereye yuvarlanacak. Kakala gitsin dereye der. Tüm bu sözleri duyan çocuğu, başını babasına doğru çevirir ve babacığım, ilk defa dediğini yapacağım der ve çuvalı dereye itekler. 

—Hoca bu duruma ne demiş? 

—Ne diyecek? Oturup kara kara düşünmüştür. Bin bir emek sarf ederek değirmene gittiğine, bir evlat yüzünden tüm emeğinin boşa gittiğine herhalde hayıflanmıştır. Başka da elinden ne gelir. Karşısında kendi sulbünden evladı var. Yukarıda dedim ya atsa atılmaz, satsa satılmaz.

—Ben de öyle miyim? 

—Yaptıklarına bakılırsa, ha sen ha Hoca’nın oğlu. Şıp demiş burnundan düşmüşsün. Bundan dolayı hiç şaşırmadım biliyor musun? Zira ben malımı bilirim. 

Siyasetten Beklediğim

Erzurumlu Naim Hoca ismini duymuş olmalısınız. Vefat edeli çok oldu. Allah rahmet eylesin kendisine. Erzurum'da verdiği vaazlarla meşhur bu Hoca, nüktedan kişiliğiyle tanınıyor, seviliyor ve sayılıyor. Ünü Erzurum dışına da taşmış bu Hoca aynı zamanda Erzurum'da ağırlığı olan biri idi. 90'lı yıllarda Erzurumluların bir yol kapatma eylemine asker polis bir şey yapamadı. O günün iktidarı Naim Hoca'dan yardım istedi. Hoca, eylemcilerin yanına giderek onları sakinleştirdiği gibi ikna edip eylemlerine son verdirmişti.

Verdiği vaazları çok meşhur. Çoğu kişi gülme garantili olan bu vaazlarına gittiğini anlatır. Şu anekdot da Hoca için anlatılır:

Vaazlarından birinde Naim Hoca, cemaatine "Maçlar cıbıldak oynanıyor. Oyuncuların kol ve bacakları açık. Maça gitmek caiz değil yoksa günah kazanırsınız" şeklinde konuşur.

Erzurum valisi Erzurumluların takımlarını desteklemek için maça ilgi göstermediğinden, stada gelmediğinden dert yanar. Çözüm arar. Çözüm için Naim Hoca'nın ismi önerilir.

Vali, Naim Hoca'yı makamına çağırır, durumu izah eder ve ondan destek ister.

Mesajı alan Naim Hoca, kürsüye çıkar ve cemaatine, "Cemaati Müslimin, geçen hafta maça gitmek caiz değil demiştim. Vali emir verdi. Ulülemre itaat şart. Bundan sonra Erzurumspor'un maçlarına hep birlikte gideceğiz ve şehrimizin takımını destekleyeceğiz" der.

Takımın maçı var. Stat sair günlere göre tıklım tıklım. Valinin özel davetlisi olarak Naim Hoca da protokoldaki yerini alır. Yeri de valinin yanıdır.

Seyirci maça kendini kaptırıp "Yaşa, var ol, haydi aslanım..." derken Naim Hoca, hangi rengin Erzurum olduğunu öğrendikten sonra o da maçın heyecanına kendini kaptırır. Erzurumspor her gole giderken ve gol kaçırdığında heyecanlanır ve "olmadı...yine olmadı" diyerek elini yanındaki valinin dizine vurur.

Bu maçın ardından vali, her maça Naim Hoca'nın davet edilmesini, protokolde yer verilmesini ama kendisiyle Hoca'nın arasındaki bir koltuğun boş bırakılması talimatını verir.

Niyetim, rahmeti Naim Hoca'nın çelişkisine ve u dönüşüne işaret etmek değil. Ama Hoca'nın bir çelişkisi yok mu? Var. Hoca önceki görüşünü sıcağı sıcağına zıddına değiştirmiş mi? Değiştirmiş. Hoca da birçok etkili ve yetkili kişi gibi u dönüşü yapmış mı? Yapmış. Ama Hoca'yı emsallerinden ayıran özelliği, önceki görüşünü validen dolayı değiştirdiğini itiraf etmesidir. Ki vali demese de Hoca görüşünü değiştirse, bence bir sakınca yok. Çünkü insanların önceki görüşlerini değiştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. İnsanoğlu hata ile maluldür. Hatadan dönmek de bir erdemdir. Yeter ki önceki çelişkisini itiraf edebilsin. 

Buradan siyasilerimizin u dönüşlerine ve çelişkilerine gelmek istiyorum. Zira siyasilerimizin de önceki görüşlerini nakzeden yeni görüşleri çok. Dün, ak dediklerine bugün kara diyebiliyorlar. Dün, düşman belledikleriyle bugün can ciğer dost olabiliyorlar ya da tersi. Dün, söz ve eylemleriyle kapısını sımsıkı kapatıp görüşmem diyenler bir bakmışsın, görüşmem dediklerinin ayağına gidebiliyor. Dün bunlar şu, bunlar eşittir bu deyip bugün hiçbir şey olmamış gibi işbirliği teklifi yapabiliyor. Dün, bunlar şunlarla beraber deyip onları ayıplayanlar, ayıplarını unutarak ayıpladıklarıyla başbaşa kalabiliyor. 

İnanın, niyetim siyaset falan değil. Bir siyasi partinin lehinde veya aleyhinde olmak değil. Üzüntüm, siyasetimizin içler acısı durumu. İsterdim ki siyaset bu ülkede bir fazilet yarışı olsun, algılar üzerine siyaset yapılmasın, ayrıştırıcı dil terk edilsin, kazanmak için her yol mubah kabul edilmesin. Her bir siyasi partinin bir omurgası, duruşu ve prensipleri olsun. Düşünce ve görüşleri ne olursa olsun, birbirlerinin prensiplerine saygı göstererek asgari müştereklerde anlaşabilsinler, önemli konularda bir araya gelebilsinler. Birbirlerine kapıları daima açık olabilsin. 

Bu dediklerimden siyasi partiler görüş değiştirmesin anlaşılmasın. Ülke yönetiminde tek doğru yoktur. Mutlaka esneklik olmalı. İşaret etmek istediğim nokta, önceki görüşlerini nakzedecek şekilde yeni bir görüş ve öneri ile yola çıkanlar, önceki görüşlerinden niye vazgeçtiklerini bir güzel açıklasınlar. Hatalı imişiz, doğrusu bu imiş diyebilsinler. Hiçbir şey olamasalar bile Naim Hoca gibi olabilsinler. Başka da bir şey beklemiyorum. 

4 Kasım 2022 Cuma

Sevilmezler

Denetimin yüzü soğuktur. O yüzden bir kurumu teftişe gelen müfettişler sevilmezler. (Sevilen müfettiş bir kurumu üstün körü denetleyendir. Eksiklikleri görmeyendir.) 

Hakkında, inceleme ve soruşturma yapmakla görevlendirilen muhakkiki inceleme sahibi sevmez. (Şayet dosyayı kapatmak üzere gelmişse, o başka)

Yazı ve paylaşımlarında, iyi gitmeyen şeyler konusunda eleştirel yaklaşan kalem erbabı sevilmez. Sevilmediği gibi adı muhalife çıkar. Hoş, kendine ve yaptıklarına güvenmeyenler yapıcı eleştiriye bile tahammül edemezler. 

Doğrucu davutlar sevilmez. Çünkü yanlış adamların doğru ile hiç yıldızı barışmaz. 

Kaşının üstünde gözün vardır diyenler sevilmezler. 

Nabza göre şerbet vermeyenler sevilmezler.

İşimize gelmeyen şeyleri söyleyenler sevilmezler.

Kendi partisine oy vermeyenler sevilmezler. Çünkü onlar yerli ve milli değildir. Üstelik haindirler.

Kendi cemaatine bağlı olmayanlar sevilmezler. 

Aklımızla alay ederek algılar üzerinden bize bir şeyler pazarlayanlara, gönlünü ve aklını teslim etmeyenler sevilmezler. 

Her alanda tek doğru kendileridir. Başka doğru arayanlar sevilmezler. 

Trafik kurallarına uymadan ve hız sınırlarına riayet etmeden son surat giden bir kaptana, kaza yapacaksın, biraz yavaş diyenler sevilmezler. 

U dönüşü yapana çelişkisini hatırlatanlar sevilmezler. 

Sınavdan zayıf alan bazı öğrenciler, o dersin hocasını sevmezler, dersini de sevmezler.

Dini tekeline alanlar, başkasının dinden bahsetmesini sevmezler. Çünkü tek samimi Müslüman onlardır.

Atatürk'ü tekeline alanlar, başkasının Atatürkçülüğünü beğenmezler. Zira onlar sahte Atatürkçüdürler. 

Tezgahın önüne sebze ve meyvenin iyi ve irisini koyan pazarcı esnafı, tezgahın arkasına bakmaya çalışan müşteriyi sevmezler. Çünkü onlara göre "hepsi aynıdır". Tezgahın önünden isteyen müşteri de sevilmez. Seçmece var mı diyen müşteri hiç sevilmez. 

Bizi en çok inciten eleştiriler isabet eden eleştiriler olduğu için bu konuda nokta atış yapanlar sevilmezler. Eleştirinin isabet ettiği kişiler, eleştiri sahiplerinin ne yüzünü görmek isterler ne de isimlerini. Kırmızı görmüş boğa gibi olurlar. Gerçeklerle yüzleşmek zordur vesselam. 

Üst astı eleştirir, astına her şeyi söyler. Zira ne yapsa yeridir. Astın hiç sesi çıkmaz. Çünkü üst daima haklıdır bilhassa haksız olduğu anlarda.  Üste bu havayı veren gücünü koltuktan alan makamı ve yetkisidir. Astını ezmeye çalışan, onu emir eri gibi gören yöneticiler sevilmezler. 

Astın üstünü eleştirmeye kalkması, yol göstermesi astın idam fermanıdır. Asla sevilmezler. 

Herkesin işine karışanlar, her işe burnunu sokanlar sevilmezler. Çünkü bu tipler her işe maydanoz olurlar. 

Çevresine ve astına tepeden bakanlar, onlara güvenmeyenler sevilmezler. Çünkü bu tipler ne oldum budalasıdır. 

Varlığıyla huzur bozanlar sevilmezler. Bu tipler sanki huzur bozmak için yaratılmışlardır. Geldikleri gibi giderler ve giderlerken arkalarında kubbede hoş bir seda bırakmazlar. 

Korku ve kaos ortamı oluşturarak varlığını hissettirenler, kendisiyle barışık olmayanlardır. Kendisiyle barışık olmayanlar etrafına da huzur vermez. Bu tipler sahte saygı ve sevgiyle avunurlar ve sevilmezler...

Böyle Eşek Olmaya Ne Dersiniz? *

"Bir sıpa yiyip-içmeyi terk etti. Bedeni zayıfladı, kulakları aşağıya sarktı, nerdeyse bitkinlikten bedeni toprağa düşecek hâle geldi.

Baba eşek, oğlundaki günden güne bu çöküşü fark etti. Bunun sebebini öğrenmek istedi. Onun ruhi ve sıhhî durumuna muttali olmak için tek başına ona geldi. 

— Oğul, bu halin nedir? Sana en güzel arpaları getiriyorum, sen hâlâ yemeği reddediyorsun. Anlat bakalım ne oldu sana? Bunu kendine niçin yapıyorsun? Canını sıkan biri mi var?

Sıpa başını kaldırdı ve babasına cevap verdi:

— Evet baba, insanlar canımı sıkıyor. 

Baba eşek şaşırdı. 

— Ne yapıyorlar ki?

— Biz eşekleri aşağılıyorlar.

— Nasıl oğlum?

—Görmüyor musun? Biri kötü bir iş yaptığında ona eşek diyorlar. Çocuklarından biri, bir rezillik yaptığında eşek diyorlar. Biz buna müstahak mıyız? Aptallarına eşek diyorlar. Baba biz böyle değiliz. Hissiz hiç değiliz. Bıkmaksızın çalışıyoruz.

Baba eşek ne diyeceğini bilemedi. Hızlıca kulaklarını sağa sola hareket ettirdi. Sonra sıpanın anlayacağı şekilde konuşmaya başladı. 

— Bak oğul! Onlar insan. Allah onları diğer mahlukattan üstün yarattı. Fakat onlar, bizden önce kendilerine çok kötülük yapıyorlar. Mesela sen ömründe hiç kardeşinin malını çalan eşek gördün mü? Veya duydun mu? Kendinden daha zayıf olan diğer eşeklere herhangi bir şekilde azap veren bir eşek gördün mü? Diğerlerine rengi, cinsi ve dili nedeniyle ötekileştiren ırkçı bir eşek gördün mü? Veya niçin toplandıklarını bilmeyen eşekler zirvesi duydun mu? Herhangi bir gün arpa elde etmek için bir Amerikan eşeğinin bir Arap eşeğini öldürme planı yaptığını işittin mi? Yabancı bir devlet için çalışan veya kendi ülkesinin eşeklerinin aleyhine komplo kuran eşek gördün mü? Kendi ehlini hizipçi esasa göre ayıran eşek gördün mü?

Tabi ki eşekler aleminde bu tür insanî cürümleri işitmedin. Acaba insanlar, yaratılış hikmetini ve bunun gereklerini iyice biliyorlar mı?

Bu nedenle ey oğul, senden eşek gibi davranmanı istiyorum. Benim ve annenin başını dik tutturmanı istiyorum. Eşek oğlu eşek kalmanı istiyorum. Boş ver insanları oğul! İstediklerini desinler. Eşek olmamız övünç olarak bize yeter. Biz;

Yalan bilmeyiz,

Öldürmeyiz,

Çalmayız,

Kimsenin arkasından konuşmayız,

Kimseyi kötülemeyiz,

Aramızda yaralı ve ölüler varken oynamayız.

Bu cümleler sıpanın hoşuna gitti. Kalktı ve şöyle diyerek arpaları yemeye başladı:

—Evet, bana dediğin gibi kalacağım baba. Eşek oğlu eşek olmakla iftihar edeceğim. Sonra ölüp toprak olacağım; yakıtı insanlar ve taşlar olan cehenneme girmeyeceğim”.

Alıntı yaptığım bu intak ya da konuşturma sanatı hoşuma gitti. Biri bundan sonra bana eşek veya eşek oğlu eşek derse eskisi gibi çok alınmayacağım. Belki de iftihar edeceğim. Zira böyle eşek veya eşek oğlu eşek olmaya can kurban.

*05/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.