20 Eylül 2022 Salı

Hangi Mesleği Seçerdim, Hangisini Seçmezdim? *

Geriye dönme imkanım olsa, bugünkü işimi seçerdim demeyeceğim. Zira böyle tiplerden değilim. Ne olmak isterdin derseniz hem savcı olmak isterdim hem de savcı olmak istemezdim.

Savcı olmak istemezdim. Çünkü mevzuatında bir olay vuku bulduğunda savcı olarak hiçbir emir ve talimat almadan suçlularla ilgili işlem başlatmak bana göre değil. Suç ve suçlu, tarih boyunca olmaya devam ettiğine göre işim gücüm yok da bunlarla mı uğraşacağım. Uğraşıp da başıma iş mi açacağım? Ondan sonra delil bulup iddianame hazırla dur. Ben o kadar uğraşıp didinip zanlı hakkında TCK'nin ilgili maddesi gereği ceza talep edeyim. Aynı okul türünden mezun olduğumuz bir avukat çıksın, benim delillerimi çürütmeye kalksın. Haydi avukattır, işi budur diyelim. Aynı koridorlarda karşılaştığım, aynı adliyede birlikte aynı havayı teneffüs ettiğim, birlikte oturup kalktığım, mahkeme salonunda yan yana oturduğum, aynı okul türünden mezun bir hakim çıksın, benim istediğim cezayı millet adına çöpe atsın ve zanlıya/sanığa beraat versin. Benim devlet adına istediğim cezayı çöpe atması ne haddine. Zanlı ve avukatın gözünde hakim iyi olacak, ben hep kötü olacağım. Madem birimiz iyi polis, diğerimiz kötü polis olacaksa, neden ben iyi polis rolünü üstlenmiyorum, değil mi?

Savcı olmak isterim. Çünkü herhangi bir vukuatta kendiliğimden harekete geçme gibi bir derdim hiç olmayacak. Her ne kadar mesleğim gereği kimseden emir ve talimat almasam da ben emirsiz ve talimatsız yaşayamam. Ruhuma işlemiş bir defa. Bir amirim bana, şunun hakkında bir iddianame hazırla deyinceye kadar ülke yıkılsa hiç umurumda olmaz. Oturur keyif çatarım koltuğumda. Çünkü devlet dediğin emir ve talimatla yönetilir. Bir sanık, bir zanlı hakkında bir büyüğümün ricası benim için emirdir. Bu konuda asker gibi düşünürüm. Emir verilince şak yerine getiririm. Şunu sal derse salar, bunu ipe gönder derse gönderirim. Saldığıma büyüğümden tepki gelirse, zanlının yakalanması için yeni bir yazı çıkartırım. Polisler zaten emrimde. Onlar suçluyu yakalamak için uğraşsın dursun. Zaten ne iş yapıyorlar ki...

Burada içinizden birileri, sen savcısın. Emir ve talimat almadan kendiliğinden görevini yapacaksın ve adaleti tesis için uğraşacaksın diyerek bana görevimi hatırlatmaya çalışmak isteyebilir. Bu tip akıl veren ve yol gösterenleri asla sevmem. Bunların yaptıkları edebiyat parçalamaktan ve dürüstlük abidesi kesilmekten başka bir şey değildir. Ben olması gerekene değil, uygulamaya bakarım. Zira benim adaleti tesis etmeye çalışmaktan ziyade beni bu koltuğa getirenlere karşı bir sorumluluğum var. Yani adalet diye bir derdim yok. Zaten adalet isteyenler hep güçsüzlerdir. Güçlüler varken güçsüzlerin yanında yer alarak kendimi ateşe atamam. Düşenin dostu olmadığını bilirim. Hatta düşene bir tekme de ben vururum.

Hasılı emir talimatla iş yaparım. Bunun dışında keyfime bakarım. Alırım yanıma korumayı, binerim makam aracıma, otururum arka sağ koltuğa, sür oğlum şuraya derim. Şoförüm beni her zaman evimden alır, akşam evime bırakır. Nasılsa hız sınırına riayet de yok. Bas oğlum gaza derim. Arabama vurmuşlar, çizilmiş, kirlenmiş, yakıtı bitmiş, bakım zamanı gelmiş...hepsini şoförüm yapar, bana hizmet eden pardon hizmet ettiğim devlete de fatura eder, olur biter. Yani elim cebime gitmez. Kendi aracımın da garajımda turşusunu kurarım. Yakıt derdi, toplu ulaşım derdi, aracımın yıpranma diye bir derdi hiç olmaz. Zamanı gelince km'si düşük, sıfır araba gibi satarım. Eşim ya da çocuğum bir yere gidip bir yerden mi alınacak. Şoförüm onların emrinde. İşte benim istediğim savcılık bu. Diğeri sizin olsun.

*23/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Eylül 2022 Pazar

“Müdire WC” *

Bir meslek lisemizde okul müdiresinin kendisine has bir WC tahsis etmesi ve kendini bilmez birilerinin kullanmasının önüne geçmek amacıyla WC'nin kapısına "Müdür WC" yazdırması infiale sebep olunca müdire hakkında inceleme başlatılmış. Basında yer alan haber böyle. İzninizle bu fiil, çıkan haber ve infial üzerinde duracağım. 

Bu müdür WC'sinin haber değeri var mı? Var. Çünkü bu WC uygulaması okullarda görülen rutin bir uygulama değil. Bu yüzden haber değeri taşıması kadar doğal bir şey olamaz.

Eğitimde güzel örneklere emsal olabilecek bu özel WC uygulamasının neresine soruşturma başlatılacak? İnanın, çok anlamış değilim. Bence müdire hanım, bırakın inceleme ve soruşturmayı, ödülü hak etmiştir. Çünkü 657 sayılı DMK'nin122.maddesine göre düzenlenen Yönergede ödül kriterleri belirlenmiş. Bu kriterlerin ilk maddesinde "Olağanüstü gayret ve çalışmaları ile emsallerine göre başarılı görev yapmak" yazar. Bu madde tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde hoca hanımı tarif ediyor. Çünkü emsallerine göre farklı ve olağanüstü bir başarıya imza atmış. Sorarım size, bugüne kadar gelmiş geçmiş kaç müdür kendine has tuvalet yaptırdı? Kaçının aklına böyle bir fikir geldi? Okulundaki bir tuvaleti kendine has kıldığı halde kaçı WC kapısına "Müdür WC" yazdırdı? Bildiğim kadarıyla yok. Meslektaşlarının düşünemediği, düşündü ise de uygulamaya geçiremediği bir fiili yerine getirdiği için bu müdireye ceza mı verilmeli yoksa ödül mü? Bence gecikmeden soruşturmayı kaldırmalı ve "Emsallerine göre başarılı görev yapmak" maddesinin gereği olarak bu müdireye başarı belgesi verilmeli ve kendisinden özür dilenmeli. Başarı belgesinin altında da ilgili bakanın adı olmalı, gereğini yap diye iş kaymakama bırakılmamalı. Ardından bakanlığın sayfasında "Müdür WC" başlığı altında bir sayfa açarak bu uygulamanın tüm okullara örnek olması tavsiye edilmeli. Kendi imkanları ile yapamayan okullara öncelikli olarak müdür WC ödeneği gönderilmeli. 

Burada okulların onca derdi varken "Müdür WC" öncelikli mi diye içinizden moral bozucu soru soranınız çıkacaktır. Garipsemem bu soruyu. Zira beklediğim bir sorudur. Bunlara şunu demek isterim: Bir okul, müdürüyle okul ise bir okulda müdüre ait bir WC'nin olması kadar doğal ne olabilir? Ayrıca öğretmen ve öğrencilerden ayrı olarak bu müdürlere müdür odası diye ayrı bir makam odası ayırmıyor muyuz? Hangi okula gitseniz, ilk sorduğunuz, müdür odası nerede değil mi? Müdür odası varsa, niçin müdür WC olmasın? Müdüre ayrı bir oda tahsis edip insani bir ihtiyacını gidereceği zaman herkesin kullandığı ortak WC'ye müdirenin gidip hacetini gidermeye kalkması ne derece etik ne derece ahlakidir. Bırakalım da okullarda müdürlere ait bir WC de bulunsun. Sonra ortak WC'yi kullanan bir müdürün ardından bir başka personelin aynı WC'yi kullanması, Kibar Feyzo ile Maho Ağa arasında geçen tuvalet sahnesini hatırlatmaz mı? Nasıl ki ağanın p.kunun üzerine p.k yapılamazsa, müdürünkinin de üzerine yapılamaz. Hiç tevazua gerek yok. Güç böyle bir şey. Herkes bu güce boyun eğmeli. Hatta müdürün giriş çıkışı, asansörü ve merdiveni bile ayrılmalı. Bu imkanları müdürlere özellikle bu müdüre sunmaktan kaçınmayalım.

Burada iğneyi de müdireye batırmak istiyorum. Zira müdirenin de kadı kızında olabilecek küçük hataları var. Bir defa emsallerine göre yaptığı bu olağanüstü fiilinin ardında durmalı: “Sehven oldu. Firma yanlışlıkla yazdı. Benim bundan haberim yok…” dememeli. Sonunda müdireliğinden de olacak olsa uygulamasını savunmalı. Bir diğer hatası da kendisi kadın olduğu halde WC’nin kapısına “Müdür WC” yazdırması. Halbuki doğrusu “Müdire WC” olmalıydı. Tüm itirazı da buna olmalıydı. Bu müdireye illa bir soruşturma açılacaksa bundan dolayı açılmalı.

Hasılı bu müdireye sahip çıkmalı. Onu kurda kuşa yem etmemeli. Birilerinin tenkitlerine pabuç bırakmamalı. Özellikle bu müdire, yazılı sınav olmadan mülakattan başarılı olarak atanmışsa daha fazla sahip çıkılmalı. Çünkü böyle orijinal müdüreler kolay yetişmez. Kamuoyunun gazı alınsın diye bu müdire görevinden alınacaksa, bu müdüreye ilçe milli eğitim müdürlüğü veya daire başkanlığı gibi bir görev vererek onu taltif yoluna gitmeli.

 *19/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Serzenişim Kime? *

—Yazılarında hep bir serzeniş, eleştiri ve karamsarlık hakim. 

—Haklısın, öyle. 

—Nedir sebebi yoksa muhalif misin? 

—Muhalif değilim. Böyle diyene de gönül koyarım. Yaptığım, gördüğümü okumak, dert edindiklerimi terennüm etmek, Halkın derdine tercüman olmak. Bir nevi amme hizmeti benimkisi. Tüm bunları yaparken izlediğim yol, meşhur hadisi şerifin gereğini yerine getirmek. 

—Nedir o? 

—"Bir kötülük gördüğün zaman elinle düzeltmek, buna gücün yetmiyorsa dilinle düzeltmek, buna da gücün yetmiyorsa, kalbinle buğz etmek" . Buna göre benim yaptığım, gördüğüm sosyal, ekonomik, siyasi, ahlaki vb. hoşnutsuzlukları yazıya dökmekten ibarettir. Yani hadisin dil ile düzeltme kısmını yerine getirmeye çalışıyorum. 

—Düzeltebiliyor musun bari? 

—Devenin neresini düzelteceksin? 

—O zaman boşa kürek çekmiş olmuyor musun? 

—Boşa kürek çekmiş olsam da hoşnutsuzluklara karşı içimi dökmüş oluyorum. Bu da kalple buğz etmeye girer. Yani ben bu gidişattan memnun değilim demektir. 

—Yazılarının muhatabı kim? 

—Kişilerle işim olmaz. Zira kişilerle uğraşmak küçük insanların işi. Olup bitenlerden hareketle bir prensip ortaya koymaya ve duruş sergilemeye çalışıyorum. 

—Çoğu yazıların adrese teslim gibi. 

—Elbette öyle olacak. Ne şiş yansın ne de kebap ya da fincancı kayıtları ürkütmeyeyim diye bir derdim hiç olmadı. 

—Çoğu yazılarında bir ima, kapalılık ve dokundurma var. Niçin açık yazmıyorsun? 

—Sözün daha açığı ahmağa söylenir derler. Ayrıca milletimiz irfan sahibidir. Dokundurmanın kimlere ve neye olduğunu çok iyi bilir. 

—Ama çoğunlukla bir kesimi eleştiriyorsun? 

—Eleştirdiğim kesim benim çevremdir, içinden çıktığım muhitimdir. 

—İnsan çevresini savunmalı değil mi? 

—İnsanın çevresini savunması kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu savunma doğru olanlar içindir. Yanlışlar çevremden çıkıyorsa buna bigane kalamam ve kötü körüne savunmam. Başkasından önce ilk ben eleştirmeliyim. 

—Oldu mu ya şimdi? 

—Niye olmasın, bal gibi olur. Zira olması gereken ve benim izlediğim yol budur. Bu yolumdan dolayı da eleştirilirim. Problem değil. Ben buyum, ne yapayım. Görmezden gelmezlik yapamam. Bunu bir örnekle açıklayayım. Diyelim ki evime yemekli misafir geldi. Misafirle beraber yemeğe başlayınca baktım ki yemek olmamış. Misafirden önce yemek de olmamış, tuzlu olmuş, kusura bakmayın derim. Bunu misafirden duyarsam, zoruma gider. Yemeğin olmaması, eşimin yemek yapamadığı, berbat bir aşçı olduğu anlamına gelmez. Eşim iyi bir aşçıdır normalde. Değişik sebeplerle bu yemeğin kıvamını tutturamamış olabilir. Ayrıca yemeğin olmadığını söylemem, eşimi bir çırpıda silip atmam, onu düşman bellemem anlamına gelmez.

—Ama hep kendi camianı eleştiriyorsun? Başkası çok mu iyi yapıyor? 

—Muhatabım, sorumlu olanlardır. Elbette sorumlu olanlara serzenişte bulunacağım. Yemeği eşim yapmış ama yapamamışsa onu eleştireceğim. Yemekte dahli olmayanı eleştirmem hakkaniyete sığar mı? İnsanımız bir şeyden olumsuz etkilenmişse, muhatabım o olumsuzluğu bize düçar kılana. Dahli olmayanla işim olmaz. Yani bir şeyin etrafında dolanmam. Birinci derece sorumlu kimse, serzenişim onadır, sorumluluğu olmayan rakibine değil. 

—Rakibi geldiği zaman çok mu iyi yapacak? 

—Yapar veya yapamaz. Müneccim değilim yapıp yapmayacağını. Gelirse şayet, dediği gibi yapamazsa, sorunlara neşter vuramazsa, eleştiri oklarını ona döndürürüm. Şimdiden doğmamış çocuğa don biçemem. 

—Ama o zaman sevenin olmaz. Hep kara listeye alınırsın. 

—Çok da tın. 

—Çok karamsar olmana ne demeli? 

—Karamsar değilim normalde. Ama umut beklediklerin, iyi şeyler yapacak diye bel bağladıkların seni hayal kırıklığına uğratmışsa, bu durumda karamsar olmayıp da ne yapacaksın? İsyanım bunadır. Çünkü ümit beslediklerim kendilerine çeki düzen vermez, kırıp döktüklerini tamir etmezse, Allah bunlara verdiği nimeti çekip alacaktır. Sonuçta sadece yetkiyi ve sorumluluğu kaybetmeyecekler. Savundukları ve referans aldıkları ortak değerlerimizi de kendileriyle birlikte götürecekler. Korkum, endişem, serzenişim, isyanım, haykırışım, dokundurmam bundandır. 

—Son bir soru: Yine tek düze yazmıyorsun? Yazılarında bazen ironi bazen mizah bazen kapalılık var. Bazen över gibi yapıp yeriyorsun. Bazen de yerer gibi yapıp övüyorsun. Nerede, ne yaptığını okuyucu nasıl bilsin? 

—Kimseyi kırmadan dökmeden, kimsenin onurunu zedelemeden ince mesajlar vermek suretiyle nerede, neyi kastettiğimi de okuyucu tespit edecek. Burada espri var demem. Böyle dersem, bir anlamı kalmaz. Türkçe ve edebiyat derslerinde hocalarımız sınavlarda bir paragraf özellikle şiirin bir bölümünü verir. Buradaki edebi sanatları bulun der. Bizler de şurada telmih, burada teşbih, şurada kinaye vs. var diyerek kendimiz buluruz. Karşılığında da doğru tespit edip etmediğimize hocalarımız puan verir. Yani metindeki edebi metni hoca değil, öğrenci bulur. Yazılarımdaki mizah, kinaye, ironiyi de okuyucu bulacak. 

*28/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Eylül 2022 Cumartesi

Adaylardan Bekliyorum *

Bugünlerde bol bol seyirlik vesikalık fotoğraflar görüyorum sosyal medyada. Fotoların altında da sendika delege adayı yazıyor. Belli ki sendika seçimi var. Seçim var ama foto, ad soyad, sendika ismi ve okul isminden ibaret tüm yapılanlar. Başka da bir şey göremedim. Seçim dediğin ya da seçim atmosferi tüm bunların yanında, yapılanlar ve kazandığımız takdirde şunları şunları yapacağız dendiği bir süreç olmalı diye düşünüyorum. Öyle ya isim ve fotoya mı oy verecek üyeler? Her neyse. Mesela şu tür vaatleri görmek isterdim:

"Delege seçildiğim, yönetime girdiğim, temsilci veya başkan olduğum takdirde;

Üyelerin özlük haklarının şu şekilde olması için çalışma başlatıp mücadele edeceğim.

Üyeler arasında ayrım yapmayacağım.

Makam, mevki, mansıp, müdürlük vs. dağıtmayacağım. Çünkü burası bunların dağıtılacağı yer değildir. 

Belirli periyotlarla üyelerimi yerinde ziyaret edeceğim. Onların dert ve isteklerini mahallinde dinleyeceğim. Her bir üyenin şikayet ve talebini tek tek not edeceğim. Şikayetleri göğüsleyip makul talepleri yerine getirmek için uğraşacağım. 

Yeni üye bulmak için araziye çıkıp adaylarla birebir görüşmeler yapacağım. Onlara, sendikamı diğer sendikalardan ayıran özellikleri anlatacağım. 

Herhangi bir sebeple üyelikten ayrılmak isteyen üyelerle görüşüp derdini dinleyeceğim. 

Ayrılan üyelerin ayağına kadar gidip "Seni hep aramızda görmek isterdik. Ama biz seni tutamadık. Kapımız her daim açık. Telefonun bizde kayıtlı. Üyemiz olmasan da herhangi bir derdinde yanındayız" şeklinde konuşmalar yapacağım. 

Sendikamı partilerin arka bahçesi yapmayacağım. Sarı sendikacılık hiç yapmayacağım. Sendika hiçbir partinin payandası olmayacak. 

Haftanın her günü bir sorun veya istek için telefon açan üyelerime en makul sürede şahsım veya yardımcılarım tarafından dönüş yapılacaktır. 

Hafta içi mesaiden sonrasını ve cumartesi günlerini bizimle görüşmek isteyen üyelere ayırıp onlarla tek tek veya toplu görüşeceğim. 

Herhangi bir yerde üyelerimden biriyle karşılaşırsam, onları görmezlikten gelmeyeceğim. Selâm mutlaka olacak. Duruma göre hal hatır soracağım. 

Başkan ya da temsilci seçildiğim takdirde koltuğa yapışıp kalmayacağım. Okul okul gezeceğim. O bölgedeki tüm okul ve üyeleri ziyaret ettikten sonra üyelerin hak ve taleplerini görüşmek üzere il-ilçe milli eğitim müdürlerini ziyaret edeceğim. Gerekirse sorunların çözümü için kaymakam, vali gibi mülki amirlere çıkacağım. Anlayacağınız bir il veya ilçeye gidince üyelerle görüşmeden ilçe MEM'e ve kaymakama çıkmayacağım. 

Yönetim kurulunda müdür, müdür yardımcısı olmayacak. Yöneticilik görevi olanları yönetim kuruluna girdikten sonra istifa ettireceğim. Yani hiç kimse üzerinde birden fazla unvan ve makam bulunduramayacak.

Herhangi bir seminer, kurs vb. toplantı için soluğu Alanya ve Antalya'da almayacağım. Bunları mahallinde makul salonlarda gidereceğim. Üyelerin parasını otel ve turistik yerlere peşkeş çekmeyeceğim. Maksat tatil ve kafa dinlendirme ise şahsımın ve yönetim kurulundakilerin istifade ettiği tüm haklardan üyelerim de yararlanacaktır. Üyelerim yararlanamayacaksa oraları kendime de haram edeceğim.

Üyelerimle yapacağım istişare toplantılarında hep kendim çalıp kendim oynamayacağım. Adı üzerinde istişare toplantısı. En az benim kadar üyelerim de konuşup görüş bildirmede söz sahibidir.

Yönetime seçildiğim ya da söz sahibi olduğum takdirde, sendikamı nitelik ve nicelik yönünden geliştirmek ve artırmak için gelen önerilere kapım açık olacaktır. Bunun için teknolojinin sunduğu tüm imkanlardan yararlanacağım. Üyelerin önerilerini de göz önünde bulundurmak suretiyle sendikama bir omurga ve prensipleri olan bir tüzel kişilik kazandırmaya çalışacağım.

Üyelerimin iletişim bilgilerinin yanında her bir üyeden hangi alanda ne şekil faydalanacağımın çalışmasını yapacağım. Tespit ettiğim konularda bu üyelerden komisyonlar kurarak onların bilgilerinden azami derece faydalanacağım. Devlet memurunun özlük haklarının iyileştirilmesi ve korunması, eğitim ve öğretimin geliştirilmesi, herhangi bir konuda sendikanın o konudaki duruşu gibi konular...

Sendikamın büyümesi, küçülmesi, üyelerini koruması vs. durumlar siyasi partilerin büyümesi veya küçülmesine bağlı olmayacak. Üyelerimin çoğunun gönül verdiği siyasi partiler iktidardan uzaklaşsalar bile üye kaybı yaşatmamaya çalışacağım. Bunun için aidiyet duygusunun yerleşmesi için elimden gelen çalışmayı yapacağım.

Sendika yönetiminde ve delege adayı tespitinde, branşların oranına göre adaylar belirlenecektir. Buraların çoğunluğunu tek branşa mahkum etmeyeceğim. Bu öz branş buralara girmeye kalkarsa, onlara sendikacılık, müdür ve yardımcılık dışında başka yapacakları görevleri olduğunu hatırlatacağım. Hayatta her şey makam, mevki ve ek dersten ibaret değil diyeceğim. 

Gördüğünüz gibi neler vadederdim neler... Zaman geçmiş değil. Profilinde adaylığını açıklayan delege ve başkan adaylarından da benzer vaatler bekliyorum. Biz sadece üyelerimize görücüye çıktık. Onlar da bizi tanır demesinler. Bu kadar küçük düşünmeyelim. Üyelerinize görücüye çıkmışken sendikanıza üye olmayanlara da mesaj vermek daha iyi olmaz mı? Zira başka türlü nitel ve nicel büyüme nasıl sağlanır. Bekliyorum tüm adaylardan. 

*21/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

30 Ağustos 2022 Salı

Siyaseti Nasıl Yapmalı? *

Her biri bize yol gösteren ayetlerin yeri ve önemi ayrı. Toplumsal yasalara değinen ayetlerin yeri daha bir ayrı. Benim için Maide 105. ayet de bunlardan birisidir: "Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimseler size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir" . (Maide 105)

Bu ayeti kerimeyi bağlamında değerlendirildiği takdirde itikadi ve ahlaki konularla da ilişkilendirebiliriz. Ben biraz bağımsız düşüneceğim. İzninizle bu ayetten anladıklarımı ifade etmeye çalışayım:

Kişi ilk önce kendini düzeltmekle işe başlamalıdır. İnancında,  ibadetinde, yaşantısında,  ticaretinde,  ahlakında,  iş ahlakında,  insani ilişkilerde vs. örnek olmalıdır. Hem inandığı Allah'a hem de insanlara karşı dürüst olmalıdır. Yaptıklarıyla güven vermelidir. Çünkü insan ilk önce kendisinden sorumludur.

Kişinin sadece kendisinin düzgün olması yeterli midir? Yeterli değildir. Elindeki imkanlar ve gücü nispetinde başta ailesi olmak üzere çevresinde cereyan eden kötülüklere de engel olmaya çalışma gibi bir görevi vardır. Yani insanın nemelazımcılık gibi bir lüksü olamaz. Buna iyiliği emretme,  kötülükten sakındırma görevi diyebiliriz. Bunu yaparken de kırmadan,  dökmeden ve nefret ettirmeden yapmak gerekir. Yol,  yordam,  usul ve adap bilmeyenlerin savunduğumuz değerler namına kendini düzeltmenin dışında başka bir misyon üstlenmemesi elzemdir. Çünkü kaş yapayım derken göz çıkarma durumu söz konusu olabilir. 

Tüm içtenliğiyle çalışmasına rağmen kişinin kötülerle mücadele edebilmesi ve kötülükleri yok edebilmesi mümkün müdür? Teori olarak buna evet denebilse de pratikte bunun karşılığı yok. Çünkü iyilikle beraber kötülük insanlık tarihi kadar eskidir ve böyle de devam edecektir. Önemli olan gücü nispetinde en aza ingirgeyebilmek için çaba göstermektir. 

Her türlü çabaya rağmen kötüler ve kötülükler devam edeceğine ve bizler de hayatımızı idame ettireceğimize göre bu durumda ne yapmak lazım. İşte burada ayetin ikinci kısmı devreye girmektedir. "Siz kendinize bakın. Kendinizi düzeltmeye bakın. Etraf kötülerle ve sapık yaşantılarla devam ediyor diye kendinizi yiyip bitirmeyin. Öldük bittik,  bu sapıklar bize galebe çalacak diye endişeye kapılmayın. Unutmayın, rahat olun ve moralinizi bozmayın. Çünkü başkalarının sapıklığı size zarar veremez". 

Bir esnaf düşünün. İşini düzgün yapıyor, müşteriye malını makul fiyata veriyor, hal ve hareketleriyle müşterisine güven veriyorsa, karşısına istediği kadar rakip çıksın,  bu esnaf uzun soluklu olarak esnaflık yapar. Yani rakipleri kendisine zarar veremez. 

Buradan kötüler ve sapıklar hiç zarar veremez anlamı çıkarılmasın. Toplumda hırsızlık yaygınsa hırsızlar eve girerek eşyaya ve kişilere zarar verebilir. Yine toplumda sapıklar çoksa pekala tacize uğrayabiliriz. Bu konuda örnekleri çoğaltabiliriz. Bu tür konularda kişilerin alacağı tedbirlerin yanında devletin, caydırıcı cezalarla vatandaşın malını,  canını ve ırzını koruma görevini harfiyen yerine getirmesi lazım. 

Bu açıklamaların ardından konuyu ülkemizde izlenen siyasete getirmek istiyorum. Bizde siyaset, rakipleri kötüleme üzerine yapılır. Şu gelirse şöyle olur,  bu gelirse böyle olur. Onlar geçmişte şöyle şöyle yaptı. Şimdi gelirse böyle böyle yaparlar şeklinde tüm siyasetlerini rakiplerini öcü gösterme ya da beceriksizlik üzerine bina ederler. Seçmeni yani halkı böyle korkuturlar. Bizim seçmen de bu tür propagandayı aval aval dinler,  korkuya kapılır,  hizaya gelir. Diyelim ki rakip siyasiler kötü. Merak ediyorum,  ülkeyi onlar mı yönetiyor?  Bunca olumsuzlukların faili onlar mı? Böyle siyaset yerine herkes yaptıklarını ve yapacaklarını anlatsa daha iyi olmaz mı? Çünkü bir siyasi parti her şeyi doğru yaptığına inanıyorsa, başkasından niye korkar,  halkı niçin korkutur? Zira asıl olan kişinin yani partinin kendisinin ve icraatlarının doğru olmasıdır. Bir parti bir vesileyle doğru icraatlara imza atıyor ve doğru adımlar atmaya devam ediyorsa, bu halk yanlışa,  sapıklara,  kötülere yelken açmaz. Tekrar tekrar iyi olanları başa getirir. Çünkü aksi bir tercih maceraya girmektir. Halk ise maceraya girmez. O yüzden partiler önce kendilerine bakmalılar. Kendi icraatlarından ziyade rakiplerini öcü gösterme siyaseti ucuz siyasettir, cambazlıktır. Bu tür siyasetin bugüne kadar ülkeye fayda getirmediği gibi bundan sonra da getirmeyeceği aşikardır. O yüzden seçmen nerede rakiplerini kötüleyen bir parti görürse,  boş ver onu. Sen kendini anlat demeli ve cambaza bak siyasetinden başka bir işe yaramayan bu ucuz siyaset bu ülkede ekmek yemeye devam etmemeli. 

*10/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

28 Ağustos 2022 Pazar

Gülşen Vakası *

Sosyal medyaya "İmam Hatipli olmaktan gurur duyuyorum" paylaşımlarını görünce var bir şeyler, birileri yine İHL'lere saldırdı dedim. Çünkü ne zaman bu okullara bir saldırı olsa bu okullarda okuyanların gururu kalkar. Bu arada gurur, gururlanma, gurur duymak ne anlama gelirmiş, TDK'den bir hatırlayalım. Gurur: Kendini beğenme, büyüklenme, kibir; övünme, kurum, çalım; onur, şeref. Gururlanmak: Övünmek, büyüklenmek, kurumlanmak. Gördüğünüz gibi anlamı itibariyle gurur pek olumlu anlamda değil. Zannedersem, mağrur da bu kökten geliyor. Bereket üçüncü anlamında onur ve şeref gibi olumlu anlama da geliyormuş. Değilse okudukları okul itibariyle İHL'lilere kibir ve büyüklenme anlamına gelen gurur yakışmazdı. Yine de çoğu anlamı kibir içeren bu kelime yerine başka kelime bulmak lazım. Çünkü burası Türkiye olduğuna göre dün başkaları, şimdilerde Gülşen, yarın diğer birileri bu camiayı tan eden etmeye devam edecektir. 

Gelelim Gülşen'e. Gülşen benim cehaletimi ortaya koydu. Sayesinde böyle bir sanatçının olduğunu öğrenmiş oldum. Bu vesileyle sanata ve sanatçıya ne kadar yabancı olduğum da ortaya çıkmış oldu. Bu demektir ki hayat damarlarımdan biri kopuk yaşamışım bu zamana kadar. Öğrenmenin yaşı yok dedikleri bu olsa gerek.  Nev zuhur bir sanatçı olmalı diye düşündüm. Değilmiş. 46 yaşında olduğuna göre epeydir bu işi deruhte ediyor. Sanatını nasıl icra ediyor diye klibinin birini rastgele açtım. Giyim kuşamından, jest ve mimiklerinden, yatıp kalkmasından nasıl bir sese sahip olduğunu tespit edemedim. Bu kadar eziyet yeter deyip tam dinlemeden şarkıyı sonlandırdım. Bu arada üzerindeki kıyafetini de beğenmedim ama kendi bilir. Çünkü herkes kendisine yakışanı giyer. 

Gelelim tepki çeken söze. Şarkısını dinlemeden Gülşen'in tepki çeken yargısını okumuştum: "İmam hatipte okumuş daha önce kendisi. Sapıklığı buradan geliyor". Hoppala... Olamazdı böyle bir şey. Kızımız nasıl böyle bir yargıya varmış? Kendisini böyle bir yargıya iten saikler nelerdir? Kaç İHL'li kendisine veya çevresine tacizde bulunmuş? Hakkında çıkan ne kadar haber varsa her birini okudum. İlave ve eksik bir bilgiye rastlamadım. Olmayacak, videosuna bakayım. Orada bir ayrıntı vardır dedim. Karşıma çıkan her bir video 15 saniyeden ibaret. Bari, 30 Nisanda verdiği konserin videosunu bulayım. Tümden dinleyip yazının ya da konuşmanın önü ve arkası diyebileceğimiz siyak ve sibakını tespit edeyim. Böyle kanaate nasıl varmış, öğreneyim dedim. Nafile. Konuşması da okuduğum yazıdan ibaret. Böyle bir konuşmaya seyirci nasıl bir tepki vermiş dedim. Bereket bu soruma cevap bulabildim. Seyirci bu cümleden o kadar haz almış olmalı ki gülmüş ve alkışlamış. İşin vahim ve üzücü yanı da bu. Çünkü Gülşen basit Aristo mantığından ibaret bu toptancı yargısında yalnız değil. 

Gelen tepkiler üzerine halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği gerekçesiyle Gülşen tutuklandı. Yargılamanın akıbetinin ne şekilde cereyan edeceğini bekleyip göreceğiz. 

Yazımın bundan sonraki kısmında kendimce bir değerlendirmede bulunacağım. 

Sanatından ziyade vücudunu teşhir eden bu sanatçı, boyundan büyük laf ve hakaret ederek bir camiaya iftira etmiştir ve bir tepkiyi hak etmiştir. Zira bu toptancı anlayış onun düşünce düzeyini, bilinçaltında gizlediklerini ve seviyesini gösterir. Buna ancak kem söz sahibine ait denir. 

Bir camiayı karalaması tutuklu yargılanmasını gerektirir mi? Her halkı kin ve nefret çağrıştıran kişiler tutuklanıyorsa, ilgili kişinin tutuklanması da yerinde. Değilse, bu tutuklama bu sanatçıyı daha da meşhur eder. Belki de istediği bu idi. 

Halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiğinden dolayı Gülşen'i tutukladık. Söylediği sözden dolayı gülüşleriyle ve alkışlarıyla Gülşen'e destek verenleri nereye koyacağız? Bunları da alıp kodese koymak gerekmez miydi? 

Bir camiaya iftira ve hakaret eden Gülşen'i yargılamak için videonun önü ve arkasını dinlemek gerekmez mi? Çünkü bu konuşma 15 saniyeden ibaret olamaz. Gülşen bunu kime, hangi pozisyonda söyledi?  Burası muamma. Kısa konuşmadan anladığım kadarıyla Gülşen bunu tanıdık bir muhatabına söylüyor. Söylerken bilinçaltında biriktirdiklerini boşaltıyor. Eline mikrofonu alan nice komedyen, seyircisini coşturmak için bu şekil belden aşağı espriler yapar. O kadar hakarete rağmen seyirciden bol alkış alır. Seyirciyi güldüreceğim uğraşı içerisinde hiçbirinin dilinin kemiği olmaz. Sahnede her şeyi söylemeyi mübah görürler. Gülşen'in durumu da böyle bir şey olamaz mı? 

Gülşen bu konuşmayı 30 Nisanda yani bundan 4 ay önce yapmış. Başta sosyal medya olmak üzere sanatçıya büyük tepki gösterildi. Bu tepkiler niçin 30 Nisanda değil de 4 ay sonra veriliyor? Sonra videonun niçin hepsi verilmiyor da 15 saniyesi servis ediliyor? Bu şekil servis bana çok tanıdık geldi. Demek ki birileri 4 ay önce dinlediği bu konuşmayı ileride kullanmak üzere arşivine kaldırmış. Gün bugün denerek servis edilmiş. Biz de neden şimdi demeden vay efendim, böyle şeyi nasıl söyler deyip atlıyoruz. Sakın birileri gündem saptırmak, gündemden bir şeyler kaçırmak için böyle bildik bir yönteme başvurmasın.

Sebep her ne ise dikkatli ve soğukkanlı olmakta fayda var. Daha fazla kutuplaşmaya meydan vermemek lazım. Unutmayalım ki her bir meslek sahibinden ve okul türünden sapık çıkabilir. İşi klasik mantıkla genellemeden, faili suçun bireyselliği çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Değilse birbirimize çamur atar dururuz. 

*31/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Küçüklükle Büyüklük Arasındaki Fark *

—Üstadım, bazıları ben küçüklüğümde ne isem, büyüdüğümde de oyum. Dün neyi savunuyorsam, bugün de aynı görüşteyim. Bu yaşıma geldim. Geçmişe dair hiç pişmanlığım yok. Bugün geriye dönsem, aynı şeyleri yaparım. Aynı okullarda okurum vs. der. Böyle mi gerçekten?

—Böyle diyenler çıkıyor ara sıra. Bunlara boyundan büyük laf eden tipler diyebiliriz. Bu tipler ne kendilerini tanır ne olup biteni ne insanın biyolojik yapısını ne de zihinsel gelişmesini bilir. Kendisini gizleyerek hayatından memnun tablosu çizmeye çalışan bu tipler, değiştim demeyi kendilerine yediremezler. Aklı sıra kendilerini çizgisi sağlam biri göstermeye çalışırlar. Halbuki bu yaptıkları insan doğasına aykırıdır.

—Ne demek istiyorsun?

—Böyle diyenler halt etmişler diyorum. Çünkü hayat dediğin beklenti ve pişmanlıktan ibarettir. Neyse bunları boş vereyim de ben kendimden anlatayım. Zira ben hiç yerimde saymadığım gibi hayatım pişmanlıkla dolu desem, abartmış olmam.

—Lütfen!

—Küçüklüğümde hep büyümek istedim. Çünkü aklım erse bile büyüklerim çocuk muamelesi yaptı. Kahvehanelere çay içmek için giremedim. Neymiş de yaşım 18 olmamış. Ah bir 18’i bulsam da şu büyüklerim gibi kahvehaneye elimi kolumu sallayarak girip bir çay içebilsem, beni hesaba katmayan büyüklerimin karşısına dikilip ben büyüdüm diyebileyim dedim. Ayrıca büyüdükçe okulları bitirip görev alacağım, evlenip çoluk çocuğa kavuşacağım. Yanlış giden şeyleri bir bir düzelteceğim dedim durdum.

—Sonra?

—Büyüdüm herkes gibi. Ama hiçbir şeyi umduğum gibi bulamadım. En iyisi küçük kalmakmış demeye başladım. Çünkü sorumluluk başa belaymış meğer. Ne uykudan zevk alıyorsun ne gezmekten ne de tozmaktan. Ev geçindirmek seni bekliyor. Ayağını yorganına göre uzatman gerekiyor. Namerde muhtaç olmamak için hesap kitap yapmaya başlıyorsun. Bu yaşa geldim. Kendimi düzeltemedim ki çevremi ve dünyayı düzeltebileyim.

—Başka?

—Dün yaşımı büyük göstermek için girdiğim yaşı söylerdim. Bugün yaşlanmışsın denmemesi için girdiğim yaşı değil, bitirdiğim yaşı söylüyorum. Çünkü yaşlılık da başa bela. Küçüklükten tek farkı çocuklukta olmayan sorumluluk yaşlılıkta da peşini bırakmıyor. Bir diğer fark tecrübedir. Yaşlandıkça tecrübeleniyorsun. Kısaca küçüklükte sorumluluk olmadığı için huzur ve mutluluk var. Yaşlılıkta ise sorumlukla beraber mutsuzluk ve huzursuzluk var. Mesela, çoğu kimse her geçirdiği bayram için “Nerede kaldı o eski bayramlar” der. Halbuki bayramlarda bir değişiklik yok. Değişen şey sorumluktur. Dün çocuk iken bayramlardan zevk alınır. Zira çocukluğun sorumluluğu yok. Yaşlılıkta ise sorumluluk olduğu için eski haz alınmaz.

—Ya düşüncelerin?

—Düşüncelerim konusunda doğduğum yerde değilim. Her yaşın gereği olarak savunduğum fikirleri büyüdükçe yaşıma uygun bir şekilde değiştirdim. Sadece fikirleri değil, bakış açımı da değiştirdim. Üstelik bu değişimi u dönüşü olarak görmem. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna inanıyorum.

—Tecrübe konusunda ne dersin?

—Ne diyebilirim. “Tecrübe, kişinin yediği kazıkların bileşkesidir” sözü benim için de geçerli. Bu da nedamet olarak karşına çıkıyor. Hatta derim ki bugünkü aklım olsaydı, geçmişte bunu yapmazdım diyorum. Ama bu konuda kendimi ayıplamam. Bunların her biri bir tercih meselesidir. Tercihte isabet de edersin yanılırsın da.

—Sonuç?

—Hasılı ben dün ne isem, bugün de o değilim. Zira bu, tabiatın ve insanın biyolojik ve zihinsel yapısına terstir. Hiç değişmedim diyenler, eğer bu dediklerinde ciddiler ise hep yerlerinde saymışlardır. Bu tiplere bazıları “Ot gelmiş ot gidiyor”, “Odun gelmiş, odun gidiyor” der. Ben ne otum ne de odun. Kendini iyi tanıyan da bu benzetmeleri kabul etmez.

*05/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.