22 Ağustos 2022 Pazartesi

Küçüklükle Büyüklük Arasındaki Fark *

—Üstadım, bazıları ben küçüklüğümde ne isem, büyüdüğümde de oyum. Dün neyi savunuyorsam, bugün de aynı görüşteyim. Bu yaşıma geldim. Geçmişe dair hiç pişmanlığım yok. Bugün geriye dönsem, aynı şeyleri yaparım. Aynı okullarda okurum vs. der. Böyle mi gerçekten?

—Böyle diyenler çıkıyor ara sıra. Bunlara boyundan büyük laf eden tipler diyebiliriz. Bu tipler ne kendilerini tanır ne olup biteni ne insanın biyolojik yapısını ne de zihinsel gelişmesini bilir. Kendisini gizleyerek hayatından memnun tablosu çizmeye çalışan bu tipler, değiştim demeyi kendilerine yediremezler. Aklı sıra kendilerini çizgisi sağlam biri göstermeye çalışırlar. Halbuki bu yaptıkları insan doğasına aykırıdır.

—Ne demek istiyorsun?

—Böyle diyenler halt etmişler diyorum. Çünkü hayat dediğin beklenti ve pişmanlıktan ibarettir. Neyse bunları boş vereyim de ben kendimden anlatayım. Zira ben hiç yerimde saymadığım gibi hayatım pişmanlıkla dolu desem, abartmış olmam.

—Lütfen!

—Küçüklüğümde hep büyümek istedim. Çünkü aklım erse bile büyüklerim çocuk muamelesi yaptı. Kahvehanelere çay içmek için giremedim. Neymiş de yaşım 18 olmamış. Ah bir 18’i bulsam da şu büyüklerim gibi kahvehaneye elimi kolumu sallayarak girip bir çay içebilsem, beni hesaba katmayan büyüklerimin karşısına dikilip ben büyüdüm diyebileyim dedim. Ayrıca büyüdükçe okulları bitirip görev alacağım, evlenip çoluk çocuğa kavuşacağım. Yanlış giden şeyleri bir bir düzelteceğim dedim durdum.

—Sonra?

—Büyüdüm herkes gibi. Ama hiçbir şeyi umduğum gibi bulamadım. En iyisi küçük kalmakmış demeye başladım. Çünkü sorumluluk başa belaymış meğer. Ne uykudan zevk alıyorsun ne gezmekten ne de tozmaktan. Ev geçindirmek seni bekliyor. Ayağını yorganına göre uzatman gerekiyor. Namerde muhtaç olmamak için hesap kitap yapmaya başlıyorsun. Bu yaşa geldim. Kendimi düzeltemedim ki çevremi ve dünyayı düzeltebileyim.

—Başka?

—Dün yaşımı büyük göstermek için girdiğim yaşı söylerdim. Bugün yaşlanmışsın denmemesi için girdiğim yaşı değil, bitirdiğim yaşı söylüyorum. Çünkü yaşlılık da başa bela. Küçüklükten tek farkı çocuklukta olmayan sorumluluk yaşlılıkta da peşini bırakmıyor. Bir diğer fark tecrübedir. Yaşlandıkça tecrübeleniyorsun. Kısaca küçüklükte sorumluluk olmadığı için huzur ve mutluluk var. Yaşlılıkta ise sorumlukla beraber mutsuzluk ve huzursuzluk var. Mesela, çoğu kimse her geçirdiği bayram için “Nerede kaldı o eski bayramlar” der. Halbuki bayramlarda bir değişiklik yok. Değişen şey sorumluktur. Dün çocuk iken bayramlardan zevk alınır. Zira çocukluğun sorumluluğu yok. Yaşlılıkta ise sorumluluk olduğu için eski haz alınmaz.

—Ya düşüncelerin?

—Düşüncelerim konusunda doğduğum yerde değilim. Her yaşın gereği olarak savunduğum fikirleri büyüdükçe yaşıma uygun bir şekilde değiştirdim. Sadece fikirleri değil, bakış açımı da değiştirdim. Üstelik bu değişimi u dönüşü olarak görmem. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğuna inanıyorum.

—Tecrübe konusunda ne dersin?

—Ne diyebilirim. “Tecrübe, kişinin yediği kazıkların bileşkesidir” sözü benim için de geçerli. Bu da nedamet olarak karşına çıkıyor. Hatta derim ki bugünkü aklım olsaydı, geçmişte bunu yapmazdım diyorum. Ama bu konuda kendimi ayıplamam. Bunların her biri bir tercih meselesidir. Tercihte isabet de edersin yanılırsın da.

—Sonuç?

—Hasılı ben dün ne isem, bugün de o değilim. Zira bu, tabiatın ve insanın biyolojik ve zihinsel yapısına terstir. Hiç değişmedim diyenler, eğer bu dediklerinde ciddiler ise hep yerlerinde saymışlardır. Bu tiplere bazıları “Ot gelmiş ot gidiyor”, “Odun gelmiş, odun gidiyor” der. Ben ne otum ne de odun. Kendini iyi tanıyan da bu benzetmeleri kabul etmez.

*05/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Arı Kovanına Çomak Sokmak (2) *

Konunun bağlamından daha fazla kopmadan kutuplaşmamızı güncel bir olayla açıklamak isterim. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Başörtülüden psikolog olmaz” sözüne gelmek istiyorum.  Güya başörtülüden her şey olur ama psikolog, PDR’ci olmazmış. Olur mu olmaz mı bilmiyorum. Bilsem de içeriğine girmeyeceğim. Aslında Dökmen’in bu görüşü ilk değil, kamuoyu bunu ilk defa 2019 yılında Sakarya’daki bir seminerinde Dökmen'in ağzından duydu. O zaman bu kadar tepki çekmeyen bu sözler 2022 yılında tekrar ifade edilince kamuoyu özellikle dindar kamuoyu bu sefer daha yüksekten tepki gösterdi.

Dökmen'in niyetini bilemem ama başörtüsü bu ülkede hep kutuplaştırma aparatı olmuştur. Bu olayda da görüldüğü üzere hala olmaya devam edecektir. Dökmen'in yaptığı arı kovanına çomak sokmaktır. Tarafları germektir. Bu da siyasetin işine yarar. Bir kesim modernlik değil, çağdaş Türkiye'ye yakışmıyor diyerek seçmeninin saflarını sıklaştırırken diğer taraf da bak, bunların başörtüsü düşmanlığı yeniden depreşti. Zaten bunların genlerinde din düşmanlığı var demek suretiyle seçmenini arkasına alıyor. Hasılı nasıl mübarek ya da sihirli bir örtüymüş ki bir taraf savunarak diğer taraf karşı çıkarak başörtüsünden ekmek yiyor.  Aslında başörtülü psikolog olmaz diyenler bilerek veya bilmeyerek başörtüsünü savunanlara güçlü destek veriyor. Bunlara gizli ortak denebilir. Çünkü başörtüsü bu ülkenin kahir ekseriyetinin kırmızı çizgisidir. Ne zaman başörtüsü gündeme gelse dindar, mütedeyyin, İslamcı, muhafazakar seçmen teyakkuza geçirilir. Siyasi geçmişimize bakılırsa başörtüsünün hep siyasi bir malzeme yapıldığı görülecektir.

Kılık kıyafet üzerine aleyhte siyaset yapanlar iktidar olmak istiyorlarsa ilk önce başta başörtüsü olmak üzere bu ülke halkının hassasiyetlerini ve dini değerlerini özümsemeleri yahut bu realiteyi kabul etmeleri gerekecektir. Yani bu kuru inat ve sevdalarından vazgeçeceklerdir. Değilse hep müzmin muhalif veya mutlu azınlık olarak kalacaklardır.

Ülkenin gelişmesi de tarafların şekilciliği bırakmasıyla mümkün olacaktır. Burada şekil önemsizdir demiyorum. Elbette şekil ilk karşılaşıldığında kişi hakkında bir ön bilgi verir ama bu bilgi bazen doğru olabildiği gibi çoğu zaman kişileri yanıltır. Unutmayalım ki insanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır. Bu yüzden şekle takılmamayı prensip edinmemiz gerekmektedir. Rengi, şekli, şemaili, kılık kıyafeti, giyim kuşamı her ne ise herkes işine odaklanmalı. İşini düzgün yapmalı. Fikrini, zikrini, düşüncesini ve ideolojisini işine yansıtmamalı. İstersek, bu ülkede solcu dürüstler, sağcı dürüstler, dindar dürüstler, başörtülü dürüstler, başı açık dürüstler vs. olabiliriz. O zaman bizi kimse tutamaz. 

*27/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

21 Ağustos 2022 Pazar

Arı Kovanına Çomak Sokmak (1) *

"Arı kovanına çomak sokmak", “Bam teline basmak”, ve “Yangına körükle gitmek” deyimlerini kullanmayanımız ve anlamını bilmeyenimiz yoktur.

“Arı kovanına çomak sokmak” deyimi,

1. "Birini ya da birilerini kışkırtacak şekilde davranmak", 

2. "Birinin üstüne gitmek, onun kızacağı şekilde konuşmak ya da hareket etmek", 

3. "Sonuçlarının ne olacağını düşünmeden riskli işlere girmek" anlamlarına gelirken,

“Yangına körükle gitmek” ise,

     1. Bir anlaşmazlıkta her iki yanı da kışkırtıcı bir yol izlemek, gerginliği, uzlaşmazlığı artıracak biçimde davranmak”,

     2.“Birini kötü davranışında güçlendirici işler yapmak, onu yüreklendirmek” anlamlarına gelir.

“Bam teline basmak” ise, “Birinin kızdığı bir şeyi yapmak veya sözü söylemek” demektir.

Bu üç deyim farklı sözcüklerle ifade edilse de gördüğünüz gibi aynı anlamı içermekte ve olumsuz anlamda kullanılmaktadır. Bu üç deyimi farklı şekillerde ifade eden başka deyimlerimizin de olabileceğini düşünüyorum. Başka ülkelerde aynı anlama geldiği halde farklı deyimlerle ifade şekli var mı bilmiyorum. Varsa problem değil. Şayet yok ise bizde aynı içerikli fakat farklı sözlükle ifade edilmesi Türkçemizin çok zengin bir dil olmasından mıdır yoksa bu deyimleri biz meslek haline getirdiğimizden midir, inanın çok anlamış değilim. Türkçemizin zengin olmasını, ikinci seçeneğin olmamasını temenni ediyorum. Yalnız bu ülkede olup bitenlere bakınca sanki ikinci seçenek bu ülkenin genlerinde var gibi.

Ne demek istediğimi kısaca açıklamaya çalışayım. Malumunuz bu ülkenin kutuplaşmada üstüne yoktur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-seküler-Siyasal İslamcılık, memleketçilik, kılık kıyafet-şekilcilik vs. Özellikle siyasetçilerimiz bu kutuplaşma sayesinde elde ettikleri seçmen desteğiyle siyasi hayatına devam ederler. Bundan da büyük haz alırlar. Bakmayın siz üzülürmüş gibi yaptıklarına. Bunun sayesinde bazen iktidara gelirler bazen de iktidar alternatifi olarak boy gösterirler. Sorsan her biri halkı kutuplaştıran biz değiliz diyerek esas kutuplaştıranın rakibi olduğunu parmağıyla gösterir. Biz de yutarız bunu. Aslında parmağıyla karşıyı veya muhatabını gösteren kişiler baş ve işaret parmağıyla karşıyı gösterirken diğer üç parmakları kendilerini işaret etmektedir.  Her biri kendini bu memleketin aslı unsuru ve bu memleketin iyilik perisi ve tek kurtarıcısı görürken karşı tarafı ise kötülüğün menşei olarak lanse eder. Bu memleket karşıt kutba bırakılmayacak kadar önemlidir onlar için. Hasılı Türk-Kürt’ten, Sünnilik Alevilikten, Sekülerlik siyasal İslamcılıktan, Doğu-Batı şeklinde memleketçilikten, başta başörtüsü olmak üzere şekilcilikten karşılıklı olarak beslenir. Bunlar birbirlerinin panzehridir. Biri olmadan diğeri yaşayamaz, yaşarsa da neşvünema bulamaz. (Devam edecek.)

*26/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Ağustos 2022 Perşembe

Acınası Çocuklar *

Üniversite sonuçları açıklanır açıklanmaz, bazı anne ve babaların sosyal medya aracılığıyla bu mutluluklarını takipçileriyle paylaştıklarını, şayet sosyal medya kullanıyorsanız, görmüş olmalısınız. Hangi bölüm olursa olsun, üniversiteyi kazanan tüm çocuklarımızı tebrik ediyor ve hayırlı olsun diyorum. İnşallah bin bir emekle kazanıp okudukları bölümlerinden dolayı pişmanlık duymazlar. Ki kahir ekseriyetinin pişmanlık duyacağına adım gibi eminim. Belki de keşke bir yer kazanıp okumasaydım, okuduğuma eşekler gibi pişmanım diyecek. Neden böyle diyecek? Çünkü bitirdiği bölümle ilgili bir iş bulamayacak.

Malumunuz bu ülkede en mağdurlar ve iş bulamayanlar genç nüfus diyeceğimiz okumuş ordusudur. Biz ülke olarak hangi alanda ne kadar okumuş işgücüne ihtiyacımız var planlaması yapıp bu planlamaya göre öğrenci almadıkça, olur olmaz her yere üniversite ve tercih edilmeyen bölümler açtıkça, ben sadece okuma imkanı sağlarım, iş bulmak ve iş vermek zorunda değilim mantalitesini terk etmedikçe, saldım çayıra, Mevla’m kayıra anlayışına sahip oldukça, istihdam sahası her geçen gün daralan bu ülkede okumuş genç işsizlerin sayısı sürekli artacaktır.

Kahir ekseriyeti işsiz kalacağını bile bile üniversite okuma yolunu seçse de paylaşımlar arasında halihazırda istihdam sıkıntısı çekmeyecek bir bölümü kazananlar dikkatimi çekti ve içim cız etti. Tıpı kazananlardı bunlar. Anne babaları ve çocuklar adına üzüldüm doğrusu. Acınası çocuklar çıkıverdi ağzımdan. Bu acıma hissi öylesine söylenmiş bir söz değil. Çünkü itibarlarının sıfırlanmaya çalışıldığı, hiç olmadığı kadar ötekileştirildiği, beğenmiyorlarsa daha kapı orada denildiği, hastanede ne zaman şiddete maruz kalacağı ya da öldürüleceği psikolojisini yaşayacak olan bu şamar oğlanlarını kurbanlık koç gibi görüyorum.

Abarttığımı düşünüyorsanız, kaç yıldır ilk 20 binden öğrenci alan bu okullar 35 bine düşmüş. Bu demektir ki tıpı kazanma puanını aldığı halde tıbbı tercih etmeyenlerin sayısında epey bir artış olmuş. Böylece normal şartlarda tıp kazanamayacak çocuklar da tıp okuma imkanı elde etmiş oldular. Öyle ya, değer verilmiyorsa, en ufak bir şeyde tu kaka yapılıyorsa, emeğinin karşılığı tam verilmiyorsa, üstüne üstlük hastası tarafından şiddete maruz kalacağım endişesi yaşayacaksa niye tercih etsinler bu bölümü? İşsiz kalırım daha iyi olur diye düşünmüş olmalılar. Bu haleti ruhiye içerisinde hala hekim olmayı düşünen lise öğrencilerimiz varsa ama kazanamam endişesi taşıyorlarsa hiç üzülmesinler, bir iki seneye kadar ilk 50 binden öğrenci almaya başlarız. Sonra da diğer bölümler seviyesine indirmiş oluruz. Ki bunda çok başarılıyız. Bir zamanlar herkesin kazanmak için can attığı nice gözde meslekleri, üniversite ve bölüm sayısını ve öğrenci kontenjanını artırarak istenmeyen meslekler haline getirmedik mi? Bu başarımızı niçin tıp fakültelerinden esirgeyelim.

Hasılı, devlet ve millet olarak bu bakış açısını ve insan kaynağı plansızlığını terk etmedikçe, öyle zannediyorum, yakın bir zamanda hastanelerde bizi muayene edecek doktor, özellikle riskli bölümlerde çalışacak uzman doktor bulamayacağız. Bu sektörde artık hangi milletin çocuklarını istihdam ederiz bilmem. Mevcut doktorlarımız da hangi ülkeye hizmet ederler, bekleyip hep beraber göreceğiz.

*22/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Ağustos 2022 Salı

Kurak ve Bitek Tarla *

Babacığım, gidişatımı nasıl görüyorsun?

Her fani gibi ölüme yaklaştığını görüyorum.

Ne alaka?

Bugüne kadar hep başkasının yaptığını eleştirerek, onları ayıplayarak ekmek yedin.

Eee, ne var bunda? Öyle değil mi?

Öyle de kaç yıllardır ne kadar ayıpladığın varsa, bugün aynısını sen yapıyorsun. Yani neyi eleştirdi isen, aynısını hatta daha fazlasını yapıyorsun.

Nereye varmak istiyorsun? Ölümümle alakası ne?

Alakası şu: Ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş insan. Sen de hiç olmadığı kadar ayıplanır olduğuna göre artık bir ayağın çukurda. Hepsi başına gelecek. Zira Allah’ın adaleti bu.

Ama ayıpladıklarımda haklı değil miydim?

Haklı olabilirsin ama dozajı çok artırdın. Çok abarttın. Ayrıca ayıpladığın dönemi yaşamadın. Üstelik o dönemleri yaşatanlardan hiçbiri yaşamıyor bugün. Yine eleştirdiğin kısaca ekmek yediğin dönemi bugün savunan yok. Seninki babanın suçunu oğlundan çıkarmaya benzer. Halbuki herkes yaptığından sorumlu. Baba, suçlu diye oğul da suçlu muamelesi göremez. Hukukta masumiyet karinesi var değil mi?

Failler değişmiş olabilir ama onlar bir zihniyeti temsil ediyorlar. Haliyle vuracağım.

Hakkını yemeyelim. Bu işi iyi becerdin. Zira o zihniyetle korkutarak bu piyasada çok ekmek yedin.

Ben bu işin piriyim. Kaçın kurasıyım. Becerdim ya, sen ona bak. Bu uğurda her yol mübah değil mi ayrıca. İşin ilginci, atıp tuttuğum o dönem, o zihniyeti savunanlar için kurak bir dönem olsa da benim için çok bitekti. Onlar ekti, ben biçiyorum.

Çok sevinmesen iyi olur.

Niye? Maksat başarı değil mi? Başarılım. Gerisi teferruat. Çok sevinmesen derken…

Sünnetullah gereği ayıpladıkların hep başına gelecek dedim ya.

Eee?

Bu aşamadan sonra onlar veya başkası, nice yıllar senden yani senin döneminden ekmek yiyecek. Bu ekmek yeme senin ölümünden sonra da devam edecek. Çünkü nasıl ki ayıpladığın dönem bir zihniyeti temsil ediyorsa, sen de bir zihniyeti temsil ediyorsun. Sen başkasının kurak tarlasından nice yıllar ürün aldıysan, bir başkası da oluşturduğun bu kurak tarlandan ekmek çok yiyecek. Demedi deme.

Şaka yapıyorsun.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim ve üzgünüm. Çünkü zararın senden sonra da devam edecek.

*24/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Oğlum Bana İsyan Bayrağını Çekti *

—Babacığım, falana niye çok kızıyorsun? Üstelik kızmakla da kalmayıp ihanet içerisinde olduğunu söylüyorsun.

—Hain de ondan.

—Nereden hain oluyor? Senin ardından gizli-kapaklı iş mi çevirdi?

—Evet.

—Ne yaptı?

—Birlikte çalışıyorduk. Ayrıldı gitti. Gittiği yerde de benimle birlikte yaptığı işi yapmaya kalktı.

—Anlaşamadı iseniz, ayrılması ve daha önceki yaptığı işi yapması doğal değil mi? Ne yapacaktı başka? Karalar bağlayıp eve çekilip oturacak mıydı? Bu evlilik değil ki. Ki evliliklerde bile baktın geçim olmuyor. Kimsenin hoşuna gitmese de ayrılık olabiliyor. Nasıl ki evliliği bitirenler bir başkası ile yeniden yuva kurabilme hakkı elde edebiliyorsa bu da varsın, seninle birlikte iken öğrenip tecrübe kazandığı işi yapsın.

—Bilmediğin bir şey var. Olur olmaz konuşma.

—Neymiş o?

—Senin o tecrübe dediğin şeyi bana borçlu. Bugün meşhur biri ise sayemdedir. Zira onu o makamlara ben getirdim.

—Getirdiysen, ehil biri olmalı. Ya değilse getirmezsin.

—Doğrusunu söylemek gerekiyorsa, ehil biri değildi. Sayemde oldu hepsi. Kısaca varlığını, tanınırlığını, her şeyini bana borçlu. Nankörlüğü de bundan.

—Bir dakika. Sen onu ehil biri değilken mi o kadar sorumlulukları verdin?

—Evet.

—Üstüme iyilik sağlık. Sen değil miydin, emaneti ehline verin fermanını bize sık sık hatırlatan, Ömer’in adaletle ilgili uygulamalarına atıf yapan, zaman zaman Ömerler arayan? Gerçekten ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?  Ne oldu sana böyle? Hele liyakati yokken onu oraya ben getirdim demen itirafı gaftan da öte bir şey. Buna özrü kabahatinden büyük denir. Yakışır mı bilmem ama buna “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” de denebilir. Suçüstü yakalanmadır bu. Ayrıca “İş, ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” hadisini nereye koyacağız bu durumda?

—Oğlum, nereden bilebilirim böyle hain olacağını. Hem ben onu bulup getirmeseydim, onu kim tanırdı? Onun bu yaptığına yediği kaba pislemek denir.

—Hep diyorsun ki onu ben getirdim, değilse o bir hiç idi. Buradan gidersek, bir zamanlar sende bir hiç değil miydin? Tanınıyor muydun? Geldiğin yerlere, aldığın sorumluluklara seni biri getirmedi mi? Üstelik sen de seni bir yere getirenleri bırakarak onların işini nicedir yapmıyor musun? Çırak bile ustasından öğrendiğini ayrı dükkan açarak rızkını temine çalışır. Ustam beni nankör görür deyip çırak usta olduktan sonra da mı ustasına çalışacak? Sen yaparken iyi, başkası yaparken kötü değil mi? Bırak aynı işi yapsın. Müşterisi olmazsa kapatır tezgahı. Tamam, bir O, bir ben varım. Bir başkası nazarımda benim marabam diyorsun. Yahu şu etrafına bir bak. Kırıp döktüklerin yüzünden başım öne eğik. Kimsenin yüzüne bakamıyorum. Kimi görsem, babam buna ne yaptı psikolojisini taşır oldum. Halbuki dün başım eğikken sayende başım dimdik olmuştu. Bugün yine sayende başımı kaldıramıyorum utancımdan.

—Ben ne yaptığımı biliyorum. Sen de nankörlük yapma.

—Beni boş ver de diyelim ki insanları bir yere ehil olmadığı halde iyilik olsun diye getirdin. Sonra nankörlük yapıp çekip gittiler. Çekip giden olduysa, işine yoğunlaman gerekmiyor mu? Giden insanın ardından konuşmak, yaptığın iyiliği başa kakmak da ne oluyor? Sen ne ara böyle başa kakar oldun. Sana göre kim senden ayrılmışsa, kim seni desteklemiyorsa katıksız nankör.

—Nankörler tabi. Zira her şey sayemde oldu. Kadir kıymet bilmeyene böyle haddini bildireceksin.

—Yahu sen değil miydin, iyilik yap, denize at diyen? Sen değil miydin, zekat ve sadaka verirken bile insanların onurunu korumak için sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diyen?

—Şu konuştuklarına bak. Nasıl oğlumsun anlayamadım. Demek ki seni iyi yetiştirememişim diyeceğim ama bende bir hata yok. Zira ben hata yapmam. Neyse, bunu da geçtim. Merak ediyorum, sen kimden yanasın?

—Oğlun da olsam, ben haktan ve doğruluktan yanayım baba. Senin bir zamanlar emaneti ehline vermek lazım, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, halka hizmet Hakka hizmet sözlerini düstur kabul ediyorum ama görüyorum ki dil başka söylüyor, uygulamaların başka. Hasılı, senin bir zamanlar doğru olduğuna inandığım doğrularını savunacağım ama gittiğin yoldan gitmeyeceğim. Zira ele verir talkını, kendi yutar salkımı seninkisi. Ben Ömer aramayacağım, Ömer olacağım. Ben elimde imkan olursa emaneti ehline vereceğim. Görev verdiğime de nankör demeyeceğim. Benden ayrılanın ya da ayrıldığım kimselerin aleyhine konuşmayacağım. Öküz öldükten sonra da ortaklığı bozmayacağım. Ayrı kulvarlarda rakip bile olsam, geçmiş iyi günlerin hatırına dostlarımın aleyhinde konuşmayacağım.

—Son sözün bu mu?

—Sana son sözüm, durmadan başa kakacaksan, ne olur iyilik yapma. Seni her bırakıp gidene hain diyeceksen, ne olur, kimseyle çalışma. Nasılsa sende Allah vergisi bu yetenek var. Bir başına didin dur. Başka da ne diyeyim? Son olarak bir de şunu söyleyeyim. “Allah’ı ve peygamberini seviyorsan, ya hayır konuş ya da sus. Ne olursun, Allah rızası için sus. Zira konuştukça batıyorsun. Her konuşman bir önceki savunduklarını nakzedecek şekilde çelişkilerle dolu. Durum bu iken bir de benim kitabımda geri dönmek yok demen yok mu? Deme bari. Çünkü gördüğüm kadarıyla dilinin kemiği yok. İstediği tarafa dönüyor. Bari, fikrimi değiştirdim de.

—Ama bu çelişkilerime kimse bir şey diyemiyor?

—Nasıl desinler mübarek babam. Çelişkini içinden geçirmeye kalkan, başkası duymuş olabilir mi diye sağına soluna bakıp suspus oluyor. Yani ekmeğimi keser korkusudur onları susturan. Sanki rızkı veren sensin…

*19/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Tanıdık Bir Alışveriş *

İş çıkışı eve geçmeden çarşı içine girdim. Kadınlar Pazarının önünden geçerken iri iri şeftaliler gördüm. 10 lira yazıyordu fiyatına. Evde de dünden marketten aldığım şeftali vardı ama gözüm kaldı şeftalide. Albeni diyordu kırmızı iriliği ve fiyatı. Büyüklüğüne aldırma kardeşim, tadı yoktur hem eziktir dedim, yürüdüm gittim.

Geçip gitsem de olmayan aklımın bir köşesinde kaldı şeftali. Almalıydın, nereden bulacaksın böylesini, bir daha bu fiyata dedim. Bir pişmanlıktır yürüyorum ama ayaklarım geri geri gidiyor.

Kuzey girişine gelince kalabalığın içinde yine iri iri şeftaliler gözüme ilişti. Oradan almadın, gel buradan al. Bak son pişmanlık fayda vermez dercesine.  Yavaştan yaklaştım. Fiyat yazmıyordu. O değilden kaça dedim. 12’ye verdik ama 10’a düşürdük dedi. Hem de yarma imiş. Fiyatının yanında yarma olması da benim için bir artı idi. Dün daha küçüğüne ve yarma olmayanına 13 vermiştim. İki kilo ver dedim. Bir taraftan da cebimden 20 lira bulmaya çalışıyorum.

Para çıkarıncaya kadar elinde açılmış poşetle bekledi satıcı. Yüzüme bakmadan elimdeki 20 liraya uzattı elini. Demek ki para peşin kırmızı meşin dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Parayı alıp arka tarafta tartan kişiye uzattı. Ardından poşete şeftali koymaya başladı. Öndeki kasadan sırayla almadı. Biraz o kasadan biraz bu kasadan sonra önümde en önde duran iki üç tane daha koydu. Tartıya uzattı. Uzatılan kaç kilo kaç gram geldi bilmiyorum. Çünkü müşteri göremeyecek şekilde bir tezgah kurulmuş. Poşeti teraziye koydu. Ne eksik deyip ilave etti ne fazla deyip çıkardı ne de içinden büyüğünü alıp kasadan küçüğünü aradı. Boşu boşuna tarttı hasılı. Mübareğin eli terazi imiş. Aslında teraziye bile gerek yok. Poşete doldurup al iki kilo diyecek böyleleri. Tarttığını sandığım kişi poşet parasını hesaba katmadan ikinci koyu bir poşete daha koydu şeftaliyi. Karlı bir kazanç için feda olsundu ikinci bir poşet. İçindeki poşeti kördüğüm yapacak şekilde bağladı. Ardından bana uzattı.

Tüm bu olup bitenleri sesimi çıkarmadan manidar bir şekilde bir güzel izledim. İçimden, evde olduğu halde iriliğine, yarmalığına aldanarak almaya kalktığın bu şeftali aşkı seni üzecek dedim. Çünkü seyyar satıcı veya tablacılardan kalma bu alavere bana tanıdık geldi. Bir esnaf, aldığın meyvenin ağzını o kadar işinin arasında bir güzel bağlıyorsa, sen o meyvenin hayrını görmezsin. Belli ki ezik şeftaliler var içinde dedim. Belli ki kadınlar pazarında dükkan açmadan epey bir tablacılık yapmış olmalı beyefendi. Çoğu seyyar satıcının bile bu ucuz numaraları terk ettiği günümüzde bu esnaf hala bu işlere yelteniyorsa, demek ki dünyasını epey kurtarmış olmalı. Ötesini bilemem. Aman, neyse ne. Aldığım ihtiyaç fazlası iki kilo şeftali idi şunun şurasında.

Kalbimi daha fazla bozmadan poşeti elime aldım, evimin yolunu tuttum.

Yemekten sonra haberi eşimden aldım. Şeftaliler güzel görünüyor ama iki-üç tanesi ezik dedi. Kötü haber tez yayılır dedikleri bu olsa gerek. Sanki sordum. Ben o şeftalileri görmeden ezik olduğunu anlamıştım zaten. Zira bağlamasından belli idi. Hasılı eski tanıdık alışverişlerden birini daha bu şekilde akşam akşam yapmış oldum. Kısa günün kârı.

Aslında bu alışveriş bana yabancı değildi. Ta ortaokul talebesi iken ilçeme gideceğim zaman Eski Garaj civarında yine bir tablacıdan böyle şeftali almıştım. Kardeş, ilçeye gideceğim, çok yumuşaklarını verme dedim. Tamam dedi ve ağzını bağlayıp vermişti. Elime alınca parmağımın dokunmasıyla birlikte şeftalinin vahametini öğrenmiştim. Poşeti tablaya koyarak para da kalsın şeftali de senin olsun deyip çekip gitmiştim. Hasılı bu benim ikinci sokuluşum oldu.

Siz siz olun, bir esnaf ürününü seçtirmiyorsa uzak durun. Tamam kendi versin dediniz. Verdiğinin ağzını bağlıyorsa ürün de para da sen de kalsın deyin, ardınıza bakmadan uzaklaşın oradan. Giderken de şeytan görsün böylesinin yüzünü deyin. Yok, ben eziğini, beni böyle kandıranı seviyorum diyorsanız, yanlış esnafa gitmemek için bir telefon kadar yakınım size.

*07/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.