13 Temmuz 2022 Çarşamba

Önemsemediğimiz Bazı Sorunlarımız *

Türkiye'nin ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, stratejik, kendi kendine yetmezlik, üretim, gelir adaletsizliği, adalet, liyakate göre atama, gelişmişlik vb. sorunları çoktur. Bunlar bugünden yarına çözülecek konular değil. Her biri ayrı bir yazı konusudur. Bunlar üzerinde durmayacağım. Basit gibi görünen ya da sorun olarak görmediğimiz sorunlarımıza değineceğim.

Bu ülkenin;

Dil ve üslup sorunu var.

Saygı sorunu var. 

İletişim sorunu var. 

Birbirimizi anlamama sorunumuz var. 

Ülkeyi birbirimizden kurtarma sorunu var. 

Kendimizi dünyanın merkezinde görme sorunu var. 

Empati yapmama sorunu var. 

Algı oluşturma, algılarla yaşama ve yaşatma sorunu var. 

İnsan psikolojisinden anlamama ya da bu psikolojiyi hesaba katmama sorunu var. 

İnsan onurunu önemsememe sorunu var. 

Yangına körükle gitme sorunu var. 

Niyet okuma hastalığımız var. 

Doğru değilken doğru görünme sorunumuz var. 

Hamaset ve sloganla yaşama sorunumuz var. 

Kahir ekseriyetimizde kurtarıcı bekleme sorunu var. 

İdeolojisini, partisini, idealini, geleceğini başkasıyla korkutma üzerine kurma sorunu var. 

Eleştiriye gelmeme, üzerimize toz kondurmama ve kendimizle yüzleşmeme sorunumuz var. 

Problemlerimizin köküne inmeme ve pansuman tedbirlerle günü kurtarma sorunumuz var. 

Yaptığımız iyiliği başa kakma sorunumuz var. 

Kurtarıcı olarak gördüğümüz siyasilerin ülkenin en büyük problemi olduğunu görmeme sorunumuz var. 

Hesap vermeme ve hesap sormama sorunumuz var. 

Yapanın yanına kar kaldığı bir sorunumuz var. 

Kamu malını har vurup harman savurma gibi bir sorunumuz var. 

Vazgeçilmez olduğumuzu dikte etme sorunumuz var. 

Aklımızı kullanmama ve aklımızı teslim etme gibi bir sorunumuz var. 

Tarafgirlik ve aşırılık damarlarımıza kadar işlemiş. Tüm kötülükler karşı cepheden, biz ise birer iyilik perisiyiz. Böyle de bir sorunumuz var. 

Olayın esas faili ile uğraşmayız. Ömrümüzü taşeronlara kızarak geçiririz. Çünkü as oyuncu değiliz. Bu sorunu da yabana atmamak lazım. 

Kötülüğün menşeini kurutma gibi bir mücadelemiz olmaz. Kötülerle mücadele ederiz. Mücadelemiz de had bildirme üzerine kuruludur. Orantısız güç kullandığımızdan bol bol mağduriyetler oluştururuz. 

Toptancı anlayışa sahibiz. Aristo'nun klasik mantığından hareketle kıyas yaparız...

*27/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

İp Öncesi, İp Sonrası

Yeni vizyonum bu. İlave bir ip var demeyin sakın. Hele hele ipi küçümsemeyin. O beğenmediğiniz, bir aksesuar gibi gördüğünüz o ip nelere kadir bir bilseniz. Ki bunun kıymetini bilmek için benim gibi kaç defa eşekten düşmeniz gerekir. İsterseniz, ip öncesi ve ip sonrasını bir anlatayım ki ne badireler atlattığımı ve nasıl bir nimete konduğumu kıyaslayabilesiniz. 
Bir şey okumak ve yakını görmek istediğimde uzak için kullandığım bu gözlüğe ihtiyaç duymuyorum. İhtiyaç olmayınca gözden çıkarıp bir kenara koyuyorum. Oturduğum yerde durup kalmıyorum. Kalkıp başka odaya geçiyorum. Bir zaman sonra dışarı çıkacağımda, lise 1'den beri benden bir parça olan şu gözlüğümü de alayım dediğimde, benim için maraton o zaman başlıyor. Tüm odalara, masalara, sehpalara, oturduğum ve oturma ihtimalim olan yerlere dönüp dönüp bir daha bakıyorum. Adeta dört dönüyorum. Hele gözlüğün rengine uygun bir yere koymuşsam, gözlük yere uyum sağlamış olur. Bakar bir kör edasıyla bakarım ama gözlük namına bir şey göremem. 
Umum yerlerde bazen el yüz yıkamak ve abdest almak istediğimde gözlüğü koyacak yer ararım. Böyle yerlerde gözlük koyacak yeri bulmak mesele. Varsa da kir ve pisten konmaz. Koymak zorunda kalsam da sonrasında gözlüğü bir güzel temizlemek gerek. Bazen de ceket vb. şeylerin asıldığı askılara taktığım da olur gözlüğü. Sonrasında gözlüğü buralarda unutup gittiğim sonra gözlüğü almak için geri döndüğüm olur. Bazen de cebe koyarken ıslatırım. Sonrasında gözlüğün camını silmek için gözlük bezi ara dur. Bazen de gömlek ya da tişörtün cebine koyarım. Ya düşürürüm ya da düşürme tehlikesi yaşarım. Çoğu zaman da düşmesin diye ya iyice eğilemem ya da bir elimle cebimi tutarım.
Bir yere koyma yerine bazen de gözlüğü başımın üstüne koyarım. Eskiden saçlar gür olunca gözlük başıma tam otururdu. Nicedir saçlar dökülüp olanı da kesince gözlüğün başta, içkinin şişede durduğu gibi durmadığını gördüm. Eğilince, kaymasıyla birlikte evde kaç defa düşürdüm. Çekirgenin bir iki sıçramasıyla cam kırılmadı. Ama bu durum, gelmekte olan bir şeylerin habercisiydi. Adeta dedi ki bana. Bu sefer ucuz atlattın, dikkat et, şakam yok dedi. Aldırmadım. Yine bir gün soğuk bir havada rutin yürüyüşlerimden birini yaparken üşümeyeyim diye başıma bir takke geçirdim. Müsait olan bir mevkide yürürken bir şeyler okuyayım dedim. Gözlüğü takkenin üstüne attım. Biraz terlemeye başlayınca takkenin üstündeki gözlüğü unutarak şu takkeyi başımdan biraz çıkarayım dedim. Sen misin çıkaran. Takkenin üzerinden bir şeylerin fırladığını ve kaldırıma düştüğünü gördüğüm an iş işten geçmişti. Allah vere de kırılmasa dedim ama geçti artık. Bereket camın birisi kırılmış. Sonrasında rotayı değiştirerek tıpış tıpış gözlükçüye gittim. Gözlükçüye, bu camların garantisi yok muydu dedim. O camların garantisi benim hocam. Yarısı benden yarısı senden. 70 lira ver, yeter cevabına karşın, cebimde sıkışan 70 lirayı bayıldım. 
Gördüğünüz gibi gözlüğümle başım dertte. Ya koyduğum yerde unutmuşum ya da baştan düşürerek kırmışım. 
Gözlükle imtihanım düşe kalka ve unutarak bu şekil devam ederken gel zaman git zaman bir yüksek tansiyon peyda oldu. Uzağı eskisi gibi net göremediğimi ve yazıları okuyamadığımı anladım. Göz muayenesi oldum. Benim, bildim bileli kullandığım 2,75 göz numaralarım, 1,5'a düşmüş. Yeni numaralarım 1,5 olsa da doktor 2,00 yazmayı tercih etti. Haliyle bir iki ay önce düşürüp kırdığım ve yeniden taktırdığım camları çıkarttırarak yerine yeni numaradan cam taktırdım. Bu sefer 300 lira bayıldım. 
Gözlükçü gözlüğü uzattı. Ona, başıma takınca düşürüyorum. Şunu az sıkıştırıver dedim. Öyle olmaz. Buna ip takacağız. Getir kızım oradan bir ip dedi. İpi takıp uzattı. Bunu, bundan sonra başına değil, önüne indireceksin dedi. Orada bir iki denemesini yaptım. Fena değildi. Hasılı şimdi ipli gözlük takıyorum. Burada ipsiz gözlükle iplisi arasında ne fark var derseniz, dünya varmış derim. Zira hayatım değişti:
Ne zaman gözlüğe ihtiyaç hissetmediğimde, onu sağa sola bırakıp ardından gözlük aramaya gitmiyorum. Önüme indiriveriyorum. 
Başıma koyup düşürmüyor, camını kırmıyorum. Haliyle yeni cama para vermiyorum. Param cebimde kalıyor.
Gözlüğümün camları eskisi gibi kirlenmiyor. Demek ki saçlarla temas ettikçe kirleniyormuş. 
Gözlük kah bağrımda kah gözümde gölgem gibi benimle beraber gidiyor. Yürürken sallanıp beni rahatsız etmiyor. Öyle ki gözlük gözümde mi bağrımda mı diye zaman zaman kontrol ediyorum. 
Bazen can sıkıntısından yapacak bir iş aradığımda gözlüğüm akla geliyor. Zira ipi sündürmeli. Bir asılıp aşağı indiriyorum. Sonra gözüme takmak için asılıp gözüme takıyorum. 
Hasılı geç de olsa bu vesileyle bir nimete kondum. Artık gözlük sorunum kalmadı. Gözlüğe yer aramıyorum. Bulmak için arama da yapmıyorum. Bunun için tüm aile seferber olmuyor. Düşürme riski zaten ortadan kalktı. Daha ne isterim. Öyle değil mi? 
Gözlüklü iseniz ve aynı sıkıntıları yaşıyorsanız, bana ipli mi, ipsiz mi derseniz, ipli derim. Zira gözlüğünüz ipli olsun, böylece tüm dertleriniz bitsin. Yok, ben ip takmam. Çünkü ip beni yaşlı gösterir derseniz, bunu siz istediniz ve kendi düşen ağlamaz derim. Son sözüm de budur.

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Ben Sevinmeyeyim de Kimler Sevinsin?


Bir aydır yüksek tansiyonla uğraşırım. Bu neyin nesi, neden olur dedim. Önce kafadan bir emar çektirdim. Emarı nöroloji uzmanı gördü. Sorun yok dedi. Beyne giden damar yollarının açık olup olmadığını görmek için boyundan ultrasyon çektirdim. Damar yolları açıkmış.

Kalp duvarlarında kalınlaşma vardı. Sanırım bundan olmalı. Kalbe görünmem lazım deyip EKO, EKG çektirdim. Ayrıca kan verdim. Kardiyoloji uzmanı sonuçlara baktı. O esnada rutin tansiyon ölçümlerini gösterdim. Kalp cidarlarında dediğiniz gibi kalınlaşma var. Kan değerleriniz gayet iyi. Yağ yok, kilo yok, kolesterol yok. Kullandığınız tansiyon ilacı etkisi çok az olan bir ilaç. Biz ilacı değiştirelim. Bir ay sonra yeniden kontrole gelelim. O zaman tansiyon durumunuza bir daha bakalım dedi.

Beyinde sorun yoksa, kalpte sorun yoksa o zaman bu tansiyonun büyüğü niçin 13-15'lerde, küçüğü ise niçin 9-10 arasında dolaşıyor? Gözlerim eskisi gibi net görmediğine göre o zaman sorun gözde olmalı. Çünkü göz tansiyonu olabilirmiş. Aynı zamanda yüksek tansiyona bağlı olarak gözün arkasında kanama olma riski de varmış. 

Oyalanmadan göz doktoruna çıktık. Önündeki aletle gözlerimi muayene etti. Duvara harfler yansıtarak okumamı istedi. Bir ikisi hariç harfleri okuyamadım. Zira bulanık gördüm. Ardından başka camlar takıp yeniden okuttu. Tüm harfleri bir çırpıda okudum. Çünkü hepsi çok netti. Göz numaran düşmüş dedi doktor. Nasıl dedim. İlk okuduğun daha doğrusu okuyamadığın gözlük halen kullandığın gözlük, eksi 2,75 numara, sonraki okuduğun gözlük ise - 2 numara dedi. Bir iki tetkik daha verdi. Birinci kata inerek istediği testleri yaptırdık. Testlerde bir sorun yokmuş. Sağ ve sol gözüme bir damla damlattı. Yarım saat sonra tekrar muayene edeceğim. İster burada oturabilir, ister dolaşıp gelebilirsiniz. Yalnız birazdan göz kapakların iyice büyüyecek. Bugün akşama kadar bulanık göreceksin. Haberin olsun dedi. Damlayı döktükten sonra az vakit geçti ki etrafı bulanık görmeye başladım. Özellikle dışarı çıkınca güneşten dolayı daha da etkilendim. 

Yarım saat sonra doktora geri geldik. Bir iki aletle her iki gözümü muayene etti. Sağa bak, sola bak, ışığa bak, bana bak gibi komutlar verdi. Ne göz tansiyonu bulabildi ne de bir kanama tespit edebildi. Değişen göz numaran için çerçeve yazayım. Yazmadan önce bir nolu tetkik odasına giderek göz numaranızı ölçsünler dedi. Ölçümde göz numaram eksi 1,5 çıktı. Bu demektir ki uzak için kullandığım gözlüğüm 2,75'den 1,5'a düşmüş. Doktor, ben yine de -2,00 yazacağım dedi. 

Eve geçip biraz dinlendikten sonra ikindi gibi dışarı çıktım. Baktım ki gözüme damlatılan ilacın etkisi geçmiş. Çarşıya geçtim. Yeni tansiyon ilacımı aldım. Sonra gözlükçüye geçtim. Camları değiştiriverin dedim. 

Bir buçuk saat kadar bir esnafın yanında oyalandıktan sonra gözlüğümü aldım. Gözlükçüye, bu gözlüğü uzak için kullanıyorum. Yakın için gözlük kullanmıyorum. Otururken, bir şey okurken telefona bakacağımda bu gözlüğü başıma doğru kaldırıyorum. Saçlar eskisi gibi büyük olmayınca çerçeve gözümde durmuyor. Hafif eğilince düşüyor. Başımdan düşmeyecek şekilde şunu bir sıkıştırıver dedim. Olmaz öyle dedi gözlükçü. İp takacağız buna dedi. Getir kızım oradan bir ip dedi. Taktı ve şimdi tak diye uzattı. Kullanmayınca önüne doğru indireceksin dedi. Olur mu böyle dedim. Herkese böyle ip takıyoruz dedi.

Ödemeyi yaptıktan sonra dışarı çıktım. Yeni cam numaramla birlikte bambaşka bir dünya vardı dışarıda. Uzağı ve her şeyi daha net görmeye başladım. Oh be, dünya varmış. Sorun ne beyin damarlarında ne beyne giden damarlarda ne de kalpte idi. Kalp duvarları hafif kalınlaşmış. Kalın duvar daha sağlam olur. Göz tansiyonu ve göz kanaması da olmadığına göre sorun, yıllardır uzağı bana net gösteren 2,75'lik camlarmış. Şimdiki taktığım 2,00 numara ise bir zamanların 2,75 numarasının gördüğü işlevi yerine getiriyor. 

Ertesi günü yeni tansiyon ilacımdan kullandım. Tansiyonumu ölçtürdüm. 14/8 çıktı. İyi, küçük normale dönmüş dedim. Bir sonrası, bugün normale dönerim dedim, tekrar ölçtürdüm. 14/9 çıktı. Üçüncü günü 12/8'i görünce bir daha tansiyonumu ölçtürmedim. Gider miyim bir daha. Zira aylardır bu ölçüyü bekliyordum. 

Hasılı keyfime diyecek yok. İçim içime sığmıyor. Nasıl sevinmem. Nöroloji ve kalp uzmanları bir sorun görmemiş. Tansiyonum normale dönmüş. Göz numaram düşmüş. Etrafı cam gibi görüyorum. İp takılması dolayısıyla gözlüğümü sağa sola bırakıp, sonra arama derdi de sona erdi. Oda oda gözlük aramıyorum artık. Gözlüğümü başımdan düşürerek yeni cam taktırma ve yok yere masraf etme sorunum da kalmadı. Gözlüğü çıkarmam mı gerekiyor. Asılıp önüme indiriyorum. Gözlük beni rahatsız etmeden benimle beraber oturuyor, benimle beraber yürüyor, benimle beraber kalkıyor. O benden memnun, ben ondan. Umum yerlerde abdest alacağımda, el-yüz yıkayacağımda gözlüğü nereye koyacağım derdim de kalmadı. Gözümden bir asılıyorum. Bir bakmışsın ki sünmüş ve bağrımda. Hanıma göre ipin görüntüsü beni ihtiyar gösteriyormuş, vız gelir bana. Öyle değil miyim zaten. 

İp deyip de geçmeyin. Gördünüz bir ip nelere kadir. Benim birçok sorunumu çözdü. Bu ipin mucidi anneler olsa gerek. 

Şimdilerde her öğrencinin kalem ve silgisini koyacağı kalemliği var. Eskiden kalemlik var mıydı? Varsa da kaç kişinin vardı? Çoğu çocuk okulda silgisini kaybederdi. Baba çocuğuna durmadan silgi alırdı. Sonunda anneler silginin ortasından iğne ile ip geçirerek ipli silgiyi çocuklarının boyunlarına astılar. Silgili ip uzunca idi. Çocuk hiç boynundan çıkarmadan silgiyi kullanabiliyor, o şekilde evine geliyordu. Şimdilerde var mı silgiyi böyle kullanan? Sanmıyorum. Öyle zannediyorum, gözlükçülerin gözlüğe ip takmadaki ilham kaynakları bir zamanların silgiyle ip geçirip silgiyi boyunda taşıtan anneler olmalı. 

Göz numarasının düşmesine gelince, bu konuda birkaç kelam etmek isterim. Göz numaramın düştüğünü söyleyince, şaşırdım ama cehaletim ortaya çıkmasın diye olur mu böyle şey ya da böyle düşer miymiş demedim. Camımı değiştiren gözlükçüye sordum. O da ender görülür dedi. İnternetten bir araştırma yaptım. Düşer diyen bir bilgiye rastlamadım. Aynı kalır hatta yükselir bilgisine ulaştım. Geriye, gözlükçüden aldığım ender görülür bilgisi kaldı. Normal mi bu? Size göre normal olmayabilir ama bana göre normal. Zira ben nevi şahsına münhasır biri olduğum için bu ender görülen göz numara düşmesi de haliyle bana isabet etti. Gözlüklü iseniz, benim de gözlük numaram düşse diyorsanız, bunun yolu belli. Benim gibi cins biri olacaksınız. 

Hasılı, cins-mins Allah beni sevindirdi şu ahir ömrümde. Allah sizleri de sevindirsin. 




8 Temmuz 2022 Cuma

Yalanın Kardeşi *

Toplumda bir anket yapılsa, onlara en sevmediğiniz nedir dense, herhalde ilk sırada yalanı sevmem çıkar. Çıkan bu sonuç, doğru bir tespit olur. Öyle ya kim sever yalanı. Zaten din de büyük günahlardan sayar yalanı. Her ne kadar yalanı sevmem dense de zor durumda kaldığımız zamanlarda yalana başvurduğumuz olur. Savaşta düşmanı yanıltmak için can ve mal tehlikesine karşı, iki kişi arasını ve karı koca arasını düzeltmek için hastaya moral vermek için yalana başvurmaya cevaz verilir.

Buradan anlaşılıyor ki yalana izin verilen alanlar sınırlıdır. Çünkü yalan her şeyden önce güven ve itibar kaybına sebebiyet verir, kişiyi güvenilmezler sınıfına sokar. Toplumda yalanı meslek haline getirenler için “onun Allah bir dediğinden başkasına inanmam” bile denir.

Yalanın her türlüsü kötü olsa da bazı yalanlar vardır ki sonuçları kimseyi mağdur etmez. Bu tür yalana atmasyon diyebiliriz. Bazı yalanlar vardır ki sonuçlarından birileri olumsuz etkilenir. Bu yalan türünde iftira boyutu vardır ki kul hakkı oluşur. Tehlikelidir. O yüzden başkasını mağdur etmeye dayalı bu tür yalanlardan uzak durmak lazım. Bazı yalan türünde ise doğru ile yanlışın karışmışlığı vardır. Neresi doğru neresi yanlış bilinmez. Bazı yalanlar vardır ki konunun ya da olayın bir kısmını söyleyip bir kısmını söylememek şeklindedir. Buna sureti haktan görünme de diyebiliriz. Toplumu kandırmaya ve algı oluşturmaya dayalı bu yalan türünde, gerçeğin bir kısmını söyleme, bir kısmını söylememe üzerine kurulu olduğu için bu tür yalana, yalanın kardeşi diyorum. Çünkü bu tür yalanla sadece birkaç kişiyi değil, toplumun tamamını kandırma durumu söz konusudur. Örnekle bu yalan türünü somutlaştırmak istiyorum:

Malumunuz bu ülkenin cari açık sorunu var. Çünkü ithalat ve ihracat dengesini bir türlü tutturamıyoruz. Ülkenin ekonomik yönden zaman zaman krizlere duçar olması da bundandır. Örneğe gelirsek, yetkililer her ay bir önceki ayın ihracat rakamlarını açıklarlar: “Geçen ay ihracat rekoru kırdık derler. Tamam, önceki aylara göre ihracat rekoru kırdığımız doğrudur. İthalatta durumumuz nedir? İşte bu kısmı muamma. Maalesef ithalat rakamları söylenmiyor. İthalat söylenmese de bilinen o ki ihracatla beraber ithalatın da rekor kırdığıdır. Çünkü ihracatımızın yüzde 80’i ihraç ürünlerine dayalı ithalata dayanmaktadır. Bu demektir ki ihracat rekorları kırıyorsak, ithalat rekorları da kırmamız gerekiyor.

Sadede gelirsek, ihracatı söyleyip ithalat rakamlarını vermemek, doğrunun bir kısmını söyleyip bir kısmını söylememektir. Gerçekleri örtmektir. Halbuki bu işin doğru olanı, ithalat ve ihracatı birlikte vermektir. Dürüstlük de bunu gerektirir. 

*01/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

7 Temmuz 2022 Perşembe

Sağlıkta Güvenlik Zafiyeti

Konya Şehir Hastanesi Kardiyoloji bölümünden uzman bir hekim bir hastanede güvenlik görevlisi olarak çalışan bir psikopat tarafından görevinin başında iken şehit edildi. Doktoru öldüren katil aynı tabanca ile intihar etti. İddia edilen sebep ise annesinin ölümünden doktoru sorumlu tutması yazılıp çiziliyor.

İnfiale sebebiyet veren bu olayın ardından hastaneye akın eden yetkililerden ve devletin üst kademesinden “menfur olayı lanetliyoruz, kınıyoruz” gibi açıklamalar yapıldı. Tabipler Birliği sağlık çalışanlarının iki gün işe gitmemesi yönünde grev kararı aldı.

Şimdilerde Konya’da olan bu olay Türkiye’de ne ilk, böyle giderse ne de son olacaktır. Bakmayın siz yetkililerin “şiddet yasasını çıkardık, sağlıkçılara uzanan eller kırılacak…” dediklerine. Bizde şiddete meyilli bu toplum yapısı, bir caydırıcılığı olmayan ucube “Adli kontrol yasası”, beş yılın altındaki cezalar için cezaevine girilmemesi, ceza indirimi ve erteleme oldukça sağlıkçıları öbür dünyaya göndermeye daha çok devam ederiz.

Niçin meselelerimizi konuşarak çözmeyiz biz? Çünkü buna kelime hazinemiz yetmez. En önemlisi de şiddete meyilliyiz biz. Çoğumuz hayatın herhangi bir safhasında, özellikle küçük yaşlarda anne-babasından, büyüklerinden şiddete maruz kalır. Şimdilerde gittikçe azalsa da okullarda şiddet görenimizin sayısı da az değildir. Bir zamanlar askerlik de böyleydi. Çünkü bizde şiddet gücü yeten tarafından güçsüzlere uygulanır. Üzerinde şiddet uygulanan ya da bir şiddeti gören kimse de fırsatını bulduğu ilk anda şiddete başvurur. Çünkü üzerinde uygulanan şiddet bilinçaltına işler.

Kanunlarımız suçluları koruyacak şekilde düzenlenmiş. Toplum yapımız da bu. Ne yapalım bu durumda? Bu toplum için feda olsun sağlıkçılar mı diyeceğiz? Aslında çok şey yapmamıza gerek yok. Alacağımız bazı tedbirler şiddeti ve cinayeti en aza indirger. Tamam, kendini öldürecek ve hayatını karartacak şekilde gözü kararmış, psikopat türünden insanlarımız var. Kafasına koyan gider evinde, parkta ve bahçede de bulur sağlıkçıyı. Bunlar için hiçbir şey fayda vermez. En azından görev mahallinde şiddet ve cinayetlerin önüne geçilebilir. Mesela neler yapılabilir?

Bir defa hastaneleri yolgeçen hanı olmaktan kurtarmak lazım. Hastaneye giriş yapacak kişiler sıkı bir aramadan geçirilmeli. Bunun için güvenlik tedbirlerini azami seviyeye çıkarmalı. Hastane girişlerinde X-Ray cihazları konmalı. İçeri giren herkes bu cihazlardan geçmeli. Cebinde silahı, tabancası, bıçak gibi yaralayıcı aletlerle geçmeye çalışanlar içeri alınmamalı. Girmeye kalkan olursa derdest edilip güvenlik güçlerine teslim edilmeli. Hastane girişlerindeki güvenlik görevlisi çalıştırma yerine polisin görev yapacağı şekilde bir düzenleme yapılmalı. Çünkü özel güvenlik görevlileri polis kadar etkili değil.

Görev mahallinde veya görevi dışında bir sağlık çalışanına göreviyle ilgili bir tehdit eden, şiddet uygulamaya kalkan, yaralayan kimseler adli kontrol şartından, CMUK’tan, ceza ertelemesinden kesinlikle yararlandırılmamalı. Cezası bir gün bile olsa cezaevine girip cezasını çekmeli.

Bu tipler kamuda çalışıyorsa kamu ile ilişiği kesilmeli, kamuya girişine engel olmalı.

Devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden kendisi yararlanmayacak şekilde düzenleme yapılmalı.

Güvenlik tedbirlerini ve caydırıcı unsur örneklerini çoğaltabiliriz. Her ne yapılacaksa bu alanda acele harekete geçilmeli. Değilse; riskli ve cerrahi bölümleri tercih edecek, hastayla yüz yüze olan branşlarda hastalarımıza ilk müdahaleyi yapacak ve ameliyata girecek doktor bulamayız.

Son sözüm de hasta ve hasta yakınlarına olsun. Şu bilinmeli ki yüzdesi düşük de olsa en basit ameliyatın bile riski vardır. Riskli ameliyatlarda risk yüzdesi daha yüksektir. Riski göze almayan, sonucuna katlanamayacak, hıncını sağlıkçıdan alacak, kinini sağlıkçıya kusacak olanlar ne muayene için gitsinler ne tedavi olsunlar ne de ameliyat olsunlar. Oturup evinde kendi kendilerini tedavi etsinler.

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Çocuklarımızın Geleceğini Karartmayalım *

Yeni ev değiştirdim. Ev değiştirince iş bitmiyor. Zira eksik gedik eksik olmuyor. İlk etapta bir TV ünitesi, çocuğun odasına bir gardırop bir de mutfak lavabosuna musluk alalım dedik. Lavabo musluklarına baktığımızı gören reyon görevlisi, düşünürseniz, şu iki üründe indirim var dedi. İndirimli fiyatı yani bir musluğun bedeli 1000 lira imiş. İndirim varsa kaçırır mıyım? Aldım bir tane. Dolap ve TV ünitesini de aldık. Musluğun dışında diğer iki üründen birini kargo ile eve teslim yapacaklarmış, diğerini de firma eve gönderecekmiş. Ödemeyi yapmadan önce montaj bize mi ait olacak sorusuna, montaja ne alıyorsunuz dedim. Beheri 250 lira imiş. Bir saniye deyip eli pense, şimdilerde büfe çalıştıran bir tanıdığımı aradım, ürünlerin fotoğrafını göndererek bunların montajını yapar mısın dedim. Yaparım dedi. Ki yapardı da. Çünkü küçüklüğünden beri teknolojiye, tamire merak sarmış, kendi çapında amatörce bir şeylerle uğraşmıştı.

Ürünlerin teslimatı yapılır yapılmaz, tanıdığım eve geldi, az bir inceledikten sonra iki ürünün montajını yaptı. Bu esnada eşim çeşmeci gelmeyecek mi dedi. İşleri biraz yoğunmuş, iki gün sonra arayacağım dedim. Bunu duyan tanıdığım, çeşmecinin gelmesine gerek yok, bunu ben değiştiririm.  Bir de servis parası vermeyin. Zira çok kolay dedi. Ardından bu değiştireceğiniz musluğun neyi var ki 1000 lira verip musluk aldınız. Yazık değil mi paranıza. Bu ürünü iade ederek başka bir ihtiyacınızı alırsınız dedi. Musluğu kontrol etti. Bunun alyansı mı çıkmış dedi ya da alyansla sıkarım tamam mı dedi. Bir çırpıda mevcut musluğu da halletti. Sapasağlam oldu. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Beş yüz lira montaj parasının yanında bir 1000 lira daha kazanmış oldum. Bu kazancın içine çeşmeciye vereceğim para dahil değil.

Tanıdığım, montajları yaparken terledi. Keyfi yerinde olan ben de onun duyacağı şekilde fısıltılı konuştum: Şu çocuktaki maharete bak. Aletler eline ne güzel yakışıyor. Sahasında iyi bir usta olur, işini ibadet aşkı içerisinde yapar, yıllarca başkasının yanında çalışmaz, zaman zaman da işsiz kalmazdı. Halihazırdaki büfesi olmasa yine işsizdi. Babası, illa şu okula gideceksin diyerek çocuğun geleceğini kararttı, dedim.

Şimdi ne demek istediğime geleyim. Malumunuz ilköğretimi bitiren çocuklarımız, 4-20 Temmuz tarihleri arasında liselere tercihte bulunacaklar. Bu aşamada anne, babalara ve büyüklere büyük görevler düşüyor. Burada yapılması gereken, geleceğimiz olan çocuklarımızın, kabiliyetlerine ve kapasitelerine uygun okul tercihi yapmalarına rehberlik yapmaktır. Kendi gönlümüzden geçen ve hayalimizde olan okul türünden ziyade çocuğun meylini ve yeteneğini göz önünde bulundurmak önemli. Zira okuyacağı okul sonrası, hayatın geri kalan kısmını çocuk kendi yaşayacaktır. Çocuğumuzun kabiliyetini tespit etmeden, onu gönlümüzden geçen mesleğe veya okul türüne yöneltmek, çocuğumuza yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.

Yazımda bahsettiğim çocuk da babasının kurbanı. Süreci yakinen bildiğim için söylüyorum. İstememesine rağmen babasının dayatmasıyla bir okul türünü kakalama bitiren bu çocuğun, lise sonrası girdiği birçok işte dikiş tutturamamasının ve bu işleri severek yapmamasının en büyük müsebbibi babasıdır. O yüzden bir LGS tercih aşamasında anne babaların, çocuklarının geleceğini karartmamalarında fayda vardır. Bilelim ki bu ülkenin tek okul türüne ve bu okul türünden yetişen çocuklara ihtiyacı yoktur. Tüm okullar bu ülkenindir. Biri üvey biri öz, biri ötelenecek, diğeri korunacak okullar değildir. Her okul türü en az diğer okul türü kadar önemlidir ve ihtiyaçtır. Anne ve babaların ve eğitimcilerin okul seçiminde ideolojik yaklaşmamaları ve hamaset yapmamaları gerekir. Zira eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşılmaz ve hamaset yapılmaz. Mevzubahis olan bir çocuğun geleceğidir.

Biraz kapalı biraz açık mesaj vermeye çalıştım. Tercih anne, baba ve eğitimcilerin.

*13/07/2022 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İktidar Olmanın/Kalmanın Yolu *

—Üstadım, piyasada baya piştim. Bundan sonra bana ne önerirsin? 

—Siyasete gir. 

—Piştim dedimse o kadar değil. Siyaset zor iş. Vizyon, misyon, plan, program, irade vs. ister. 

—O kadar zor değil. Yaparsın. Zira ülkenin yapılacakları bellidir. Onları bir plan dahilinde halledersin. 

—Haydi bunu yaptık. Ekip işini nasıl halledeceğim? 

—Ağzın laf yapıyorsa, bir de gelecek vadediyorsan bu da kolay. Ekibinde yer almak için çoğu sıraya girer. 

—Ekibi nasıl idare edeceğim? Zira içlerinde sivri dilli olanlar çıkar. 

—Bu en kolayı. Siyasette bir nebze de olsa yer almak isteyen, seni karşısına almaz. Kuzu gibi olur. Her dediğine eyvallah der. Yeter ki emir verme iradesi göster. Seni dinlemeyen, yaramaz çocuğa oynayan çıkar mı? Çıkar. Bu durumda yüksek disiplin kurulunu çalıştır. Kurul üyelerine tek diyeceğin, bunu ihraç edin demektir. Zaten bir kişiyi atsan, gerisi kuzu gibi olur. 

—Diyelim ki yapacaklarımı yaptım. İşler bir müddet tıkırında gitti. Bu durumda ne yapacağım?

—Yürü, seni kim tutar bu durumda? Durmadan yaptıklarını anlatacaksın. Bir de istatistik ilminden azami derecede faydalanacaksın. Senden önceki dönemlerle kendi dönemini kıyaslayacaksın ve o dönemlerin faillerini yerden yere vuracaksın, onları ayıplayacaksın.

—İstatistik ilmi bir müddet sonra aleyhime dönmeye başlar, benden önceki dönemleri aratacak bir durum ortaya çıkarsa o zaman ne yapayım?

—Bu durumda yapacağın şey, bir zamanlar hiç ağzından düşürmediğin istatistik ilmini ağzına almayacak ve önceki dönemleri kıyaslamayı bırakacaksın.

—Ayıplamazlar mı?

—Bir alay mazeret öne sürerek işi pişkinliğe vereceksin. Efendim daha önce şöyle demiştiniz diyenlere haddini bildirecek ve ağzını bozacaksın. Onlara yüksek perdeden konuşacaksın. Ayıplama işine gelince, varsın ayıplasınlar. Bunda gocunacak bir durum yok. Zira bu vesileyle ölümlü olduğunu cümle aleme duyurmuş olursun. Çünkü ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş insan. Ayıplanmak zoruna giderse, evet öyle ama benim dönemim daha iyi diyeceksin.

—Bunu nasıl izah edeceksin?

—Bunu bir anekdotla anlatayım. Burada hisseni al. 200 kişinin alınacağı bir sınava girmiştim. Asaleten kazanamadım. Yedekler arasında 159. sıradayım. Bu süreçte aynı sınava giren bir arkadaşımla karşılaştım. Sonucumu sordu. Sıralamamı söyleyince bir sevindi bir sevindi. Hayırdır, seni bu kadar sevindiren nedir dediğimde, iyi ya ben senden daha iyiymişim dedi. Senin sonuç nasıl, asaleten mi kazandın yoksa dedim. Hayır, ben de yedeklerdeyim ama benimki 155.yedek dedi. Hasılı karşındakilerle, senden önce bu ülkeyi yönetenler arasında bir farkınız yok. Zira hepiniz Osmanlı Bankasısınız.

—Tüm bu dediğin siyaseti izledim. Başka ne yapayım? Zira seçimi alınca ilanihaye ülkeyi yönetmiyorsun. Göz açıp kapayıncaya kadar gelir. 5 yıl dediğin ne ki. Dün beni seçen seçmen, alternatif arayışa girerse ne yapayım?

—Alternatifinin olmadığını ispatlayacaksın.

—Bunu nasıl yapacağım?

—Alternatif olma ihtimali olan bir partiyi seçeceksin. Onu topa tutacaksın. O partinin cemaziyelevvelini ortaya dökeceksin. Geçmişte o parti neler yapmışsa hepsini bir bir ortaya çıkaracaksın. Şunu yaptılar, bunu yaptılar. Ülkeyi ne hale getirdiler. Bunlar böyle iken iktidara bir gelirlerse o zaman görün gününüzü diyerek seçmene aba altından sopa göstereceksin. Yani seçmeni alternatif gibi görünen parti ile korkutacaksın.

—Faydası olur mu bunun?

—Nedin sen. % yüz hem de. Bunu da şöyle bir anekdotla anlatayım. Öğretmen olduğumun ilk yıllarında bir büyüğüm geldi, bana “Burada tecrübe konuşuyor. Dediğim formülü uygularsan sınıfta yıl boyu rahat edersin dedi. Ardından konuşmaya devam etti: Bir sınıfa girdin. Selam verdin, ders defterini doldururken sınıfın gürültü yapmasına izin ver. Sen yazarken bırak onlar konuşsunlar. Ara ara öğrencilere göz at. İçlerinden güç yetirebileceğin bir öğrencinin konuşmasını kolla. O çocuk konuşur konuşmaz, o kadar kişi arasından o çocuğu tahtaya çıkar. Niye konuştun diye onu tahtada evire çevire bir döv. Bunu gören tüm sınıf süt dökmüş kediye döner. Böylece sene sonuna kadar rahat edersin” dedi. Sen de rahatça yenebileceğin bir partiyi seç, onu durmadan eleştir, halkı bu partiyle korkut. Seni dinleyen halk, beterin beteri varmış diyecek ve sana tıpış tıpış oy verecek.

—Hay aklınla bin yaşa e mi?

 *12/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.