2 Haziran 2022 Perşembe

Allah Beni Affetsin *

—Efendim, hayatta hiç hata ve yanlış yaptığınız oldu mu?

—Ne münasebet!

—Efendim olur ya.

—Olmuştur olmaya.

—Bu durumlarda ne yaptın?

—Ne yaptın derken?

—Yani hatadan vazgeçip pişmanlık duydun mu?

—Benim kitabımda geri adım yoktur. Pişmanlık asla. Bu can, bu tende durduğu müddetçe bu böyle.

—Çok iddialı bir söz ve büyük lokma değil mi?

—Beni hayata bağlayan ve yaşatan da iddialarımdır. Büyük lokmayı da severim.

—Ya iddiaların yanlış ise?

—Allah beni affetsin der, yoluma devam ederim.

—Sadece bu mu? 

—Evet bu.

—Ne bileyim. Bir bedel ödemek gerekmiyor mu?

—Ne bedeli? Benim lügatimde bedel ödemek yoktur.

—Ya bu yanlış çıkan iddialar, birilerine bedel ödetiyorsa? Ki mağduriyet yaşayanlar eksik olmuyor.

—Benim için No problem. Zira bu onların meselesi.

—Ciddi misin?

—Hem de hiç olmadığı kadar.

—Benden dolayı oldu diye zaman zaman vicdanen rahatsızlık duyduğun oluyor mu?

—Niye duyayım ki. Herkes kendi ceremesini çeker. Ayrıca Allah beni affetsin diyorum ya. Yetmez mi bu?

—Yetmez mi efendim. Büyük lütuf bunu söylemen. Bu arada mağdur ettiklerin de senin gibi Allah affetsin dese yeterli olur mu?

—Tek başına yeterli olmaz.

—Niçin?

—Çünkü benimki ile onlarınki farklı. Ben içten söylüyorum, onlar ise korkularından böyle diyor. Bu yüzden bedel ödemeleri gerekiyor.

—Ne biliyorsun samimi olmadıklarını? İçlerini mi okuyorsun?

—Ben bilirim. Zira ben kaçın kurrasıyım.

*03/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Haziran 2022 Çarşamba

Sıradaki Zam Gelsin

—Üstat, ürünlerin günbegün değişen fiyatları sana neyi hatırlatıyor?

—Neyi hatırlatıyor ki. 

—Mesela? 

—Sor ben söyleyeyim. 

—De bir tane. 

—Tilkiyi hatırlatıyor efendim. 

—Ne alaka tilki? 

—Alakası şu: Tilkinin yüz planı, bu yüz planından 99’u, horozu haklamak üzerine olurmuş. Yani aklı fikri horozmuş. Ne yapıp ne eder de günlük nasıl horoz yerim üzerineymiş. 

—Yüzde 1'i ne imiş? 

—Orasını bilmiyorum. Sanırım değişkendir. Ama önemli olan 99 planı. 

—Yani?

—Yanisi, birileri tilkiden mülhem, bu planı yüzde yüze çıkardı.

—Ne demek istiyorsun?

—Efendim, tilki horoz piyasasına yüzde bir de olsa bazen yaşama şansı verirmiş. Yani az da olsa merhameti varmış ya da her gün her öğünde horoz yemekten bıkıp usanıyor olmalı. Ama güne gün zam yapanlar zamma doymuyor. Zam da zam diyorlar. Maşallah, zam yapmaktan bıkıp usanmıyorlar. Her zamma, yetmez ama şimdilik evet, arkası yarın. Yeter ki bizi izlemeye devam edin. Zira yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır diyorlar. 

—Başka neyi hatırlatıyor?

—Acizliği ve tükenmişliği. 

—Başka? 

—Sıfırı tükettim. Çarkı döndürmek için bunu yapmaya mecburum demektir.

—Başka?

—Her zam bana, "bu daha iyi günlerin", turpun büyüğü heybede diyor. 

—"Bu daha iyi günlerin", başkasına yani birine söylenmemiş miydi? 

—Ben de öyle sanıyordum ama değilmiş. Hepimize imiş. Maalesef her zamanki gibi jetonum geç düştü. 

—Başka? 

—Dün bu günümden, bugünüm yarınımdan daha iyiydi dedirtiyor. 

—Başka? 

—Ümitsizlik. 

—Başka? 

—Çaresizlik. 

—Başka? 

—Bana ümit bağlamayın zira benim adım Hıdır, elimden gelen budur, başınızın çaresine bakın demektir. 

—Başka? 

Şu fıkrayı hatırlatıyor: "Olumsuz hava muhalefetine rağmen bir dağcı, arkadaşlarıyla birlikte dağa tırmanır. Ayaklarının kaymasıyla birlikte beraber tırmandığı tüm arkadaşları bir bir düşer ve ölür. Kalan son dağcı, kayarak yuvarlanırken ince bir dala tutunur. Dal kırıldı kırılacak. Ölümü burnunda hisseden dağcı, avazı çıktığı kadar bağırır: "Kisme yok mu? Kisme yok mu? Kisme yok mu?" diye.

Gaipten: "Ver kulum elini" şeklinde bir ses gelir. Daha da sesini yükselten dağcı: "Başka kisme yok mu? Başka kisme yok mu" diye var gücüyle bağırmaya devam eder.

Başka? 

Umutsuz vaka. 

Başka? 

Yok mu bu uğursuz gecenin sabahı. 

Başka? 

Empati yoksunluğu. 

Başka? 

Ağustos böceği. 

Yine cıvıttın. Ağustos böceği ne alaka? 

Öngörü ve tedbir eksikliği yani. Atalarımız sakla samanı gelir zamanı sözünü boşa söylememişler. Gelmesi muhtemel tehlikelere karşı tedbirini zamanında almazsan, ağustos böceği misali, kara kışta aç be aç kalırsın ve karıncadan bile yardım istersin. Bilirsin ama yine de bu fablı anlatmak isterim: "Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmediği kesindir. 

Başka? 

Uykusuzluğu. 

Yani? 

Her zam gözleri fal taşı gibi açıyor. 

Başka? 

Mırıldanma, serzeniş, içe kapanma, dertlenme, dertlere gark olma vs. 

Başka? 

Verin elinizde ve avucunuzda ne varsa. Zira bunları sayemizde edinmiştiniz. Şimdi devran döndü. Almadan vermek Allah'a mahsustur. Verme sırası şimdi sizde. Hiç ağlayıp sızlamayın, size şemsiye hikayesini hatırlatırım demektir. Ömer Seyfettin'in diyetini hatırlatıyor. 

Şemsiye hikayesini hatırlayamadım. 

Hani biri hocaya, yağmur yağarken ıslanma diye şemsiye vermiş ya. Hoca, yağmurda bu şemsiyeyi kullanmış. Yağmur kesilince teşekkür ederek adama şemsiyesini vermiş. Bu yardım bir teşekkürle bitmemiş. Adam hocanın olduğu her ortamda benim şemsiye olmasaydı, o gün halin nice olurdu der dururmuş. Hoca her hatırlatmada, bu iyiliğe tekrar tekrar teşekkür eder. Yine bir gün bir havuz başında eşraftan birileriyle otururlarken adam yine şemsiye konusunu açmış ve şemsiyem olmasaydı, halin nice olurdu demiş. Hoca, kabak tadı veren bu bezdirici muhabbete daha fazla dayanamaz ve elbisesini çıkarmadan içi dolu havuza atlar ve sırılsıklam ıslanır. İşte böyle olurdum, bir daha da hatırlatma der. 

Başka? 

Bordro mahkumunu iyice ezeceğim demektir. 

Başka? 

Fakirden alıp zengine vereceğim demektir. 

Başka? 

Cebindeki paranın alım gücünü düşürmektir. Buna, modern hırsızlık da diyebiliriz. 

Başka? 

Sürünseler de hala yaşamaya devam ediyorlar. Hala bir şeyler alabildiklerine göre daha bunlarda var bir şeyler. Kaşıkla verdiğimi kazanla alayım ki beter olsunlar ve sürüm sürüm sürünsünler demektir. 

Başka? 

Yabancı paraya, enflasyon canavarına boyun eğmek ve teslim bayrağını çekmek, atacak kurşunu kalmamak demektir. 

Başka? 

Başka başka başka... Sen, zam gibi başka başka başka demekten başka elinde başka bir şey yok mu? Mübarek, zammı sordun. Zamdan fazla başka diyorsun. Milletçe sıfırı tükettiğimiz gibi kelime kıtlığı da mı çekiyoruz?

Tamam, başka demeyeceğim. Zira ne benim başka sözüm bitecek ne de zamlar bitecek. O zaman şöyle söyleyeyim. Millette para var ve çılgınlar gibi alışveriş yapıyor. Geçen yıla göre trafiğe çıkan araç sayısında yüzde 20 artış olmuş. Bu da millette para ve alım gücü olduğunu gösteriyor. 

Piyasada para yok değil. Orta ve dar gelirli gerisin geriye giderken belli bir zümre paraya para demiyor ve alıyor. Enflasyonlu hayat sosyal dengenin bozulması, aradaki uçurumun artması, zengin lehine dönmesi demektir. Ayrıca bir yerde veya bazı alanlarda alışveriş yapılması, tüm Türkiye'nin alışveriş yaptığı anlamına gelmez. Olaya böyle yani herkes lüksünden ödün vermeden çılgınlar gibi alışveriş yapıyor dersen, istersen bir de hastanenin yolunu tut. Orada da tıklım tıklım hasta görürsün. Sanki herkes hasta zehabına kapılırsın. Halbuki herkes hasta değil. Unutma ki bu ülke 84 milyondur. Tüm hayat, senin gördüğünden ibaret değil. Ateş düştüğü yeri yakar. 

Son sözün? 

Son sözüm olamaz. Zira sözün bittiği yerdeyiz. Milletçe, hep birlikte bindik bir alamete. Gidiyoruz kıyamete. Hoş, belki kıyamet kurtuluşumuz olur. Zira kalırsak, bu enflasyon canavarı, freni patlamış kamyon gibi herkese çarparak, emin adımlarla bir hızla yoluna devam ediyor. Kamyon kendinden emin ama kamyonun kadrajına takılanlar olup bitenden emin değiller. Hepsi kendilerini nasıl bir mukadderatın beklediğine dair endişeli bir bekleyiş içerisinde. Zamları bilmem ama bu tedirgin bekleyiş insanımızı ölmekten beter eder. Allah encamımızı hayreylesin. Yöneticilerimize feraset, basiret ve empati versin. 

Amin.

Dünyaya Yeniden Gelseniz *

Size, hayata yeniden başlasanız, hangi dine girersiniz dense, Müslüman olun, hayatınıza Müslüman olarak devam edin derim. Çünkü herhangi bir bedel ödemeden Müslümanlığı yaşamak daha kolay. Buyurun birlikte bir bakalım:

* Allah'ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul ettikten sonra dinin hiçbir gereğini yerine getirmeden cennete gireceğiniz garantisi verilmiş. Günahınız varsa şefaat umudunuz var. Bu da olmazsa cehennemde biraz yandıktan sonra nasılsa cennete gideceksiniz. Çünkü Müslümanlardan başka hiçbir inanç sahibi cennete giremeyeceğine göre cennete girme şansınız yüksektir.

* Müslümanlık adına yapacağınız belli ritüeller var. Bunlar: Günde beş vakit namaz, yılda bir ay oruç, zengin iseniz yüzde 2,5 zekât ve kotaya takılmazsanız, ömürde bir defa hac, gitmek isterseniz umre. Haftada bir cuma, senede iki defa bayram namazı. Bunları yerine getirdiniz mi, sizden iyisi yok. Çünkü dört dörtlük Müslümansınız.

* Cuma, bayram ve kandil mesajları gönderirsiniz. Teknoloji ile birlikte bunu yapmak da çok kolaylaştı. Bir mesajı aynı anda tüm kayıtlı telefonlara gönderebiliyorsunuz. Üstelik hiç maliyeti de yok. Gönderirken de mesaj yazmanıza gerek yok. Resim formatında hazırlanmışları var. Siz sadece göndereceksiniz. Sonrasını mesajı alanlar düşünsün.

* Dini yaşamadan dinin muhabbetini yapabilir, dürüst olmadan dürüst geçinebilir, hamaset ve sloganla yaşar, Allah’ı, dini ve değerlerini hiç ağzınızdan düşürmez, Müslümanlığı da kimseye bırakmazsınız.

*Bir şey üretemedim diye asla üzülmeyeceksiniz. Bunun için kendinizi hiç sorgulamayacaksınız. Çünkü olup bitenlerden ve başa gelenlerden dolayı hep başkası kötüdür. Tüm kötülüklerin anası başkasıdır. Bu bazen dış güçler olur, bazen muhalefet olur. Bu da bize İslam tarihinden tevarüs etmiştir. Çünkü İslam tarihindeki her menfi olayın arkasında Abdullah b. Sebe’nin parmağı vardır. Geri kalmamızın sebebi bile dış güçlerdir. Onlar bizi hiç çekemezler. Sanki bizimle mücadele için yaratılmışlar. Bu yüzden kendimizi suçlamaya gerek yok ve Müslümanlar sütten çıkmış birer ak kaşıktır.  Bu durumda yapacağınız tek şey, başkasının ürettiğini pazarlayıp alacaksınız. Onlar icat edecek, üretecek, siz bunların satışını yapıp kullanacaksınız. Yani başkasının pazarı olacaksınız.

*Daima geçmişinizle övüneceksiniz. Asla günümüze gelmeyeceksiniz. Bizim ecdadımız şunu, bunu yaptı. Onlar bizden görüp aldı deyip duracaksınız. Biz kimseye zulmetmedik, kimseyi sömürmedik, adalet dağıttık diyeceksiniz. Günümüzde durumumuz ne, biz niye böyleyiz demeyeceksiniz. Makus talihimizi yenmek için rahatınızdan hiç ödün vermeyeceksiniz.

*Yaşamak için kutuplaşacak ya da kutuplaştırılacaksınız. Algılarla yaşayacaksınız. Hiç doğrunun peşinde olmayacaksınız. Mücadele edebilmeniz için birilerini rakip ya da düşman belleyeceksiniz. Yanınızdan ayırmadığınız iki silahınız olacak. Bunlar savunma ve saldırı. Rakibinize karşı gardınızı alıp onunla mücadele için her yolu mubah göreceksiniz.

*Zayıfken nazik, kibar ve alttan alan biri olacaksınız, güçlendiğiniz zaman ağzınızı bozacaksınız. Bunu da herkese anladığı dilden konuşacaksın diyeceksiniz.

*Asla eleştiriye gelmeyecek, eleştiri yapmaya kalkanlara da prim vermeyeceksiniz.

*En büyük ideal ve hedefiniz bir makama geldiğiniz zaman top atsalar dahi sizi oradan kimse kaldıramayacak.

*Başkasını hep ayıplayacak, aynı ayıpla müşerref olduğunuz zaman aynı şey değil deyip duracaksınız ve siz de geçmişte şunu yapmıştınız diyeceksiniz.

*Olur ya işler istediğiniz gibi gitmezse veya olumsuz bir durumla karşılaştığınız zaman bunda bizim payımız var mı demeyeceksiniz ve takdiri ilahi böyle diyeceksiniz…

Örnekleri çoğaltabiliriz ama gerek yok. Çünkü gördüğünüz gibi bu dini yaşamak çok kolay.

*10/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

31 Mayıs 2022 Salı

Niye Hep Beni Eleştiriyorsun? *

—Baba, derdin ne benimle?

—Ne derdim olacak evlat seninle.

—Ne bileyim, bana öyle geldi.

—Çıkar şu dilinin altındaki baklayı.

—Hep beni eleştiriyorsun. Tamam, yap bunu. Ama başkasının yanında da yapıyorsun bunu. Yetmedi, durmadan beni yazı konusu da ediniyorsun. Haliyle hep eleştiri hep eleştiri.

—Kasap sevdiği postu yerden yere vurur evlat. Bunu böyle bil.

—Bunu kol kırılsa da yen içinde kalacak şekilde yapsan olmaz mı?

—Kol mu kaldı, yen mi evlat? Malumun ilamı benimkisi. Zira sağır sultan duydu ve mızrak çuvala sığmaz oldu. Ben kral çıplak diyorum.

—Bu kadar mı ya?

—Maalesef. Sanma ki eleştiri hoşuma gidiyor. Tüm bunları söylerken de içim kan ağlıyor. Ama dost acı söyler ve yüze söyler.

—Hiç mi iyi şeyler yapmıyorum?

—Bir zamanlar iyi şeyler yaptığını sanıyordum. 

—Ama ailede beni destekleyen, ardındayım diyen sendin. Şimdi ne oldu böyle?

—Haklısın, bir zamanlar seni destekledim. Desteklemekle kalmadım, korudum kolladım. Kimseye vermediğim açık çeki verdim. Zira çok güvenmiştim sana. Ama yanılmışım. "Allah beni affetsin".

—Eee, ne oldu? Başka güvenecek birini mi buldun? 

—Kimseyi bulmuş değilim. Ama şu var ki güvenimi boşa çıkardın. Çünkü sen "kurtuluş biletimdin". 

—Ne yaptım ki? 

—Sorun da bu ne yaptım ki zaten. Oğlum, şu kafanı kumdan çıkar da bir bak. Bir zamanlar övüne övüne anlatıp bitiremediğin ne varsa hiçbirini ağzına almıyorsun artık. Çünkü ayıpladığın ne varsa ölmeden hepsi üzerinde gerçekleşti. Aslında kendin de işlerin iyi gitmediğinin farkındasın. Gel gör ki yokmuş gibi kabul ediyorsun. Bu da işin bir başka acı yanı. Ama her şeye sinirlenerek kendini ele veriyorsun. 

—Başkası benden iyi mi yapacak? Ben senin oğlunum ne de olsa. 

—Başkası iyi mi yapar bilemem ama sen tüm umutları, idealleri bitirdin. Dün boynum büküktü ama onurluydum. Bir zaman yaptıklarınla başım dik hale geldi. Gurur duydum. Nicedir başım öne eğik. Sayende kimsenin yüzüne bakamıyorum. 

—Hayret bir şey ya. Size de iyilik yaramıyor. Başkası gelsin de gör gününü. 

—Ne olur, bana iyilikten bahsetme. İyilik bize haram oldu. Huzur ise nicedir semtimize uğramıyor. Eğer bu yaptıklarını iyilik diye yapıyorsan, ne olur, Allah rızası için bize bundan sonra iyilik yapma. Gölge etme ne olur. Hatırını yıkarım yoksa. Ayrıca başkası gelse ne yapabilir. Sayende dert küpü olduk ve hepsini gördük. Acıların çocuğuyuz artık. 

—Bu kadar karamsarlığı anlamıyorum. Lafların kurşun gibi. Sanırsın ki düşmana kurşun atıyorsun. 

—Oğlum, ne karamsarlığı. Ümit vermiyorsun artık. Verdiğim tüm kredileri hoyratça kullanarak bitirdin. Ne kurşunu. Az bile söylüyorum. Gözüm açıldı artık. Bundan sonra şu ana kadar verdiğim çek sevapsa bu sevap bana yeter. Yok, günah ise daha fazla vebalin altına girmek istemiyorum. Ayrıca bana gönül koymana gerek yok. Sana desteği veren de benim, çeken de. Bu da normaldir. Nerde görülmüş ilanihaye destek olunacak diye. Ben bir başıma yaparım diyorsun. Buyur yap.

—Son sözün? 

—Sözüm falan yok. Zira sözün bittiği yerdeyiz. Nicedir hayret, ibret, dehşet ve üzüntüyle umutsuz vaka olarak izliyorum seni. İnandırıcılığını kaybettin ve bize oynadığın bu oyunun sonu feci bitecek. Bir intihar söz konusu. Ama bu intihar bildiğimiz intiharlardan değil. Sen ölmüyorsun, hep başkası ölüyor. Yani ölümlerden ölüm beğen dercesine süründürüyorsun. Zira her yaptığın ve yapamadığın; üzüntü, tasa, dert garantili. 

*04/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Mayıs 2022 Cuma

Umum Tuvaletleri Kullanma Adabı *

Yesek, içsek de hiç WC. ihtiyacımız olmasa ne iyi olurdu ama vücut sistemimiz buna izin vermiyor, fazlasını atmamız gerekiyor. Bu yüzden tuvalet bizim için olmazsa olmazdır. Sabah-akşam ve ihtiyaç duydukça sair zamanlarda kullanmak zorunda olduğumuz tuvalet adabını ne kadar uyguluyoruz? Bir kısmımız uygulasa da büyük çoğunluğun tuvaletler konusunda sınıfta kaldığını söyleyebilirim. Yanlış anlaşılmasın, kimseye edep dersi verme gibi bir niyetim yok. Burada tuvaletlerde yapmamız gerekenleri hatırlatmak istiyorum. Tuvalet derken de çarşı-pazarda, cami müştemilatlarında ve işyerlerinde olan umum tuvaletleri kastediyorum. Ev tuvaletlerini söylemeye gerek yok. Zira oralar tertemiz zaten. Çünkü evin hanımı tarafından günde üç-beş defa derlenir, toparlanır ve dezenfekte edilir.

Gelelim umum tuvaletlere. Başında görevlisi varsa buralar temiz olur, buralara sözümüz olmaz. İstisnalar hariç cami tuvaletlerine zaten girilmez. Çünkü kokudan ve pislikten içeri girilecek gibi değil. Diyanet İşleri Başkanlığı bu cami tuvaletlerine bir önlem alsa veya bir proje geliştirse çok iyi olacak. Çünkü cami tuvaletlerinin görüntüsü yakışmıyor. Hoş, Diyanetin böyle bir derdi yok. Olsa şu ana kadar herhalde bir şeyler yapardı. (Cami tuvaletlerini daha önce konu edindim. Kendim yazdım, kendim okudum.)

Tuvaletlerin kirliliğine ve temizliğine değinmeyecektim ama kısa da olsa bahsetmiş oldum. Gönül ister ki umum tuvaletlere hiç gereksinim duymasak.

Yazımın bundan sonraki kısmında, bu umum tuvaletleri kullanan bireylerin dikkat etmesi gereken hususlara dikkat çekmek istiyorum. Diyelim ki bir umum tuvaleti kullanmak zorunda kaldınız. Ne yapmamız gerekiyor?

Tuvalet ihtiyacımızı gidermek için son raddeye kadar beklemeyin. Olur ya üzerinize bırakacak şekilde tuvalette sıra beklemeniz gerekebilir.

Tuvalet kabini boş diye hemen kapıyı açıp içeriye dalmayalım. Belki içeride biri olabilir. Bu yüzden içeride kimse olmasa bile kapıyı çalmayı alışkanlık haline getirelim.

Kabine bak. Girilecek gibi ise ihtiyacını gidermek için gir.

Tuvalete girdiniz. Lütfen kapıyı iyice kapatalım ve arkasında sürgüsü varsa kilitleyelim. Kim gelecek veya kim açacak diye yarı açık bırakmayalım. Bakarsınız biri, bu kabin boş diyerek içeriye dalabilir. Ondan sonra öksürmeye, boğaz temizlemeye veya dolu demeye kalkarsınız ya da iş başında iken ayağa kalkmaya davranırsınız. Ne gerek var tüm bunlara. Kapat kapıyı, rahatına bak. Ben tuvalet kapısına dokunamam, buralar mikrop yuvası. Dur bakalım, kim ne şekil kullandı diye bir vehme kapılma. Çünkü içinden çıkamazsın. Şayet böyle bir vehmin varsa bu tür yerleri kullanmayacaksın. Üzerime bırakamam, mecburum kullanmaya diyorsan, gerekirse cebinde kağıt peçede bulundur, kapı kollarını o kağıt mendille aç ve kapa.

Tuvalette rahatladım diye kendini kaybetme. Dışarıda bekleyen olabileceğini hesaba kat ve fazla oyalanmadan hemen çık. Kabız isen, geçmiş olsun ama Allah seni bildiği gibi yapsın.

Çıkarken geriye dön bak. Ortamı bulmak istediğin şekilde bırak. Sifonu da çek. Zaten ben girdiğimde pis idi deyip o şekil bırakma. Çünkü senden sonra gelen, o ortamı senin bıraktığın şeklinde değerlendirir, amma da pis adammış der.

Mümkünse kabinleri kullan. Pisuarları pek kullanma.

Tuvaletten çıktıktan sonra lavaboya yönel. Elini bir güzel yıka. Sıvı sabun varsa sabunla. Yoksa kalıp sabun kullanma. Elimde bir şey yok. Ben sadece bir ihtiyacım için girdim deme. Çünkü senin lavaboya uğramadan çıkıp gittiğini gören, içeride ne yaptığını bilmez ve ardından bu adam elini bile yıkamadı der. Ben kendimi bilirim deme. Çünkü senin ne olduğun değil, kişilerin seni ne şekil gördüğüdür. Bir de hem tuvalet çıkışı ve sair zamanlarda elimizi temiz tutalım. Çünkü az sonra bir tanıdığın karşına gelir, tokalaşmak için elini uzatabilir… (Şaka maka, tuvalet adabıyla ilgili dikkat edeceğimiz baya malzeme çıktı bu arada.)

*26/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Milletin Azrail’i Olmaya Ne Dersin? *

—Üstat, şöyle kafamı ağrıtmayacak, fazla sorumluluğu olmayan bir iş söyle de onu yapayım. Para, makam ve şöhrete doyayım, gül gibi geçinip gideyim. Kırıp döksem de bunda benim hiç vebalim olmasın. İnsanlar sebebi hep başka yerlerde arasın. Onlar beni hep el üstünde tutsunlar. Yediğim önümde, yemediğim arkamda olsun. Kendim köşe olduğum gibi çevremi de ihya edeyim ve bunlardan dolayı da hiç bedel ödemeyeyim.

—Bu istediğine uyan benim bildiğim bir siyaset var. Bence siyasete atıl.

—Ama orada bu imkanlardan faydalanmam için başarılı olmam gerek. Bu da kolay değil. İktidar olmayı kolay mı sanırsın sen?

—Elbette kolay değil. Yalnız dediğin bu imkanlardan tam faydalanman için iktidar olmak ve iktidarda tutunmak önemli ise de suyunun suyu da yeter sana. Bunun için ana muhalefet, muhalefet olman da yeterli. Hatta kurduğun parti tabela partisi bile olsa gül gibi geçinip gidersin.

—Diyelim ki iktidar oldum. Ama iktidar demek sorumluluk demek. Koca ülkeyi yöneteceksin. İşler tıkırında giderse, tamam. Ya gitmez ise ya da ağzıma yüzüme bulaştırırsam…

—Düşündüğün şeye bak. Hiç böyle şeyleri aklına getirme.

—Bu durumda ne yapmalıyım?

—Sana önce halk arasında Allah ile Azrail arasında geçtiği söylenen bir diyalogdan bahsedeyim. Bir çıkarımda bulunamazsan daha da konuşuruz.

—Sizi dinliyorum.

—İnsanoğlunun canını alma görevini Allah, Azrail’e verince Azrail, “Ya Rabbi, ben insanların canını aldıkça onlar bana düşman olurlar” şeklinde bir endişesini dile getirir. Allah da “Canlarını sen aldığın halde ölümler oldukça onlar “kazadan öldü, kanserdi, kalp yetmezliği vardı, kalp krizinden gitti gibi sebeplerin arkasına sığınacaklar ve hiç sen akıllarına gelmeyeceksin” der. Konu anlaşıldı sanırım.

—Siyasetle bir ilgisini kuramadım.

—Hala ilgisini kuramadıysan, senden siyasetçi olmaz ama burası Türkiye olunca, kimler siyasetçi olmuş kimler…

—Biraz daha açık konuşur musun?

—Sözün fazlası ahmağa söylenir ama yine de anlatayım. Bak kardeşim, şimdi sen iktidara geldin, ülkeyi yönetiyorsun ya. Baktın ki işler sarpa sardı. Hayat pahalılığı aldı başını gitti. Her şey bundan nasibini aldı.

—Hah, tam bu. Bu durumda ne yapacağım. İnsanlar beni suçlamayacak mı?

—Önce şurada anlaşalım. Ülkede iyiye dair ne varsa senden, kötü olan ne varsa başkasından. İyi şeyleri ben yaptım ben diye dilinden hiç düşürmeyeceksin. Kötü şeyleri başkasına yıkacaksın. Temel felsefen bu olsun.

—Yani?

—“Dış güçler bize operasyon çekiyor” diyeceksin, “Brent Petrol yükselişe geçti” diyeceksin, Dünyada ham madde sıkıntısı var” diyeceksin. “Emtia fiyatları şöyle” diyeceksin, “Dünyada her ülkede enflasyon var, biz yine iyiyiz, başkası mal da bulamıyor” diyeceksin, “Salgın var salgın” diyeceksin. “Biz enerjide dışa bağımlıyız” diyeceksin… diyeceksin oğlu diyeceksin.

—Sonuç?

—Sonuç şu: Nasıl ki ölümlerde Azrail hatırlanmıyor, kimse onu düşman bellemiyorsa -ki zaten o onun görevi- ülkeyi yönetirken de kimse sana toz kondurmayacak. Şayet kondurmaya kalkan olursa da onlara, “beğenmiyorsan daha kapı orada. İstediğin ülkeye git, nankör herif…”gibi şeyler söyleyeceksin. Bir de bunları sen söylemeyeceksin. Etrafındaki sempatizanların ve beslediklerin yeter. Bunu onlar sen demeden yapar zaten.

—Yani şimdi ben temizim değil mi?

—Hem de anandan doğduğun gibi…

—Şimdi anladım.

—Hele şükür… Unutma ki bu ülke ağustos böcekleri için vazgeçilmezdir.

—Ağustos böceğini anlamadım.

—Bunu da anlama artık. Çünkü yeniden başa dönmüş oluruz. Zira sana bunları anlatıncaya kadar deveye hendek atlatsam çok daha iyiydi.

*03/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

24 Mayıs 2022 Salı

İnsanın Çiği

İnsanı pişmiş ve çiğ olarak ikiye ayırabiliriz. Pişmiş insan; hayatın her türlü cenderesinden geçerek düşe kalka tecrübe kazanmış, olaylara soğukkanlı yaklaşabilen, hayatın her safhasında her türlü insan tipiyle karşılaşmış, yaşının üzerinde bir olgunluğa sahip kişi diyebiliriz. Ham ya da çiğ insana gelince; “Yaşının, konumunun gerektirdiği görgüye ve olgunluğa erişmemiş olan; yerine göre davranmayı bilmeyen” kimsedir. 

Çalışma ve gündelik hayatta bu iki tip ile de karşılaşırsınız. Zaman zaman bir vesileyle muhatap da olursunuz. Görmüş geçirmişi ile karşılaşır, teşriki mesaide bulunursanız, muhabbetine doyum olmaz. Bu muhataplık bitmesin, iş ilişkisi devam etsin dersiniz. Çünkü ondan alacağınız o kadar şey vardır ki onunla her karşılaştığınızda hayata dair yeni bir şeyler öğrenirsiniz.

İnsanın çiğine gelince Allah böyleleri ile karşılaştırmasın, Allah'a yakın, sizlerden uzak olsun diyeceğim işin başında. Ama karşılaşmamak ne mümkün. Nereye gidersen burnunun dibinde biter böyleleri. Çiğ olduklarını kabul etseler, pişmeye geldim deseler, dersin ki öğrenmeye meyilli. Bundan zarar gelmez. Çünkü iyi niyetli biri dersin. Ya çiğ olduğunu bilmezse, işte o zaman yat ağla, kalk ağla. Çünkü problem mi problem. Kendisini problemin kaynağı olarak bilmeyene zaten verebileceğin bir şey yoktur. Çünkü alıcıları kapalıdır. Öğrenme gibi niyeti de olmaz. Hoş, olsa da buna ihtiyaç hissetmezler. Zira kendilerini mükemmel görürler.

Şimdi bu tip çiğler nasılmış bir bakalım. Mesai kavramları yoktur. Bu da bir şey mi demeyin. Bunun gibileri diğerlerinden farklı. Sabah ve öğle en az 15'er dakika iç eder. Bir o kadar da akşam erken çıkarak mesainin içine eder. Dairenin en üst amirlerinden sonra gelmeyi ve erken çıkmayı meslek haline getirir. Geciktim deme nezaketini zaten bulamazsın. Benim amirlerime ve mesai arkadaşlarıma karşı bir sorumluluğum var gibi bir derdi yoktur. Yani kafasına göre takılır. Göreve gelmesi lütuf gibi bir şey. Geldiği zaman da işe hemen koyulmaz. Kahvaltısını yapması lazım. Öyle ya kim yapacak sabah sabah evde kahvaltıyı. Daire ne güne duruyor. Kazara yazması gereken bir yazı olursa öyle berbat bir sayfa düzeni karşına gelir ki acemi insan bile uğraşsa beceremez bunu. İşin garibi düzeltemezsin de. Sağını düzeltsen, solda sorun olur, solunu düzeltsen sağda. Yazdığı her kelimede yazım ve imla yanlışı saymakla bitmez. Böylelerine iş buyuracaksın, ardından sen yapacaksın. Yazılara biraz özen göster desen, nasıl oldu ben de bilmiyorum der.

Hiç işi yoksa vurur kafayı yatar. Daha olmadı, kulaklık takarak müzik dinler. Kazara seslensen top atsan duymaz. Birinin bir şey demesine gerek yok. Kimse rahatsız etmez onu. Çünkü çevresi ve mesai arkadaşlarıyla pek iletişimi yoktur.

Mesaiye riayet konusuna biraz dikkat etmesi ve diğer arkadaşlarına emsal olmaması gibi konularda kazara bir hatırlatmada bulunsan, her şeye söyleyeceği bir mazereti olmasına rağmen mesaiye şükür ki riayet eder. Etkisiz eleman olarak zamanında gelmeye devam eder ama bir bakmışsın ki içine kapanmış, selamı-sabahı kesmiş, amirlerine ve arkadaşlarına mesafe koymuş görürsün. Belli ki görevini hatırlatmak zoruna gitmiştir. İşte kendisine görevi hatırlatılınca tavır alanları ben çiğ insan olarak görürüm. Be mübarek, uyarılmak zoruna gidiyorsa, görevine zamanında gelip gideceksin. Bulunduğun yerde bir katma değer üretmenin yoluna gideceksin. Ya değilse emekliliğin geldi ise -ki gelmiştir- vereceksin dilekçeni. Keyfine göre takılacaksın. Hoş bunu da yapar bazen. Toplamda en az 1,5 saat mesaiye riayetsizliği olmasına rağmen uyarıların akabinde “Ben yıllık izinlerimi kullanıp ardından emekli olacağım” kozunu oynar. Yok ya, iyiydik şöyle denmeyince emekli olmaktan da vazgeçer. Adam niye emekli olsun ki. Bulmuş kebap gibi işi. Çiftlik gibi gelip gidiyor. Kim verir ona bu devirde böyle bir işi, öyle değil mi?

Son söz olarak bu tip çiğler laftan ve sözden anlamaz ya onlar için şunu söyleyeyim. Uyarıya gelmeyeceksen görevini tam yapacaksın. Aksatıyorsan özür dilemeyi bileceksin. Görevini tam yapamıyor, özür de dileyemiyorsan, uyarı ve hatırlatmalara tavır almayacaksın. Bu arada böyle tavır sahiplerine çok da tın demek lazım. Allah'a yakın, bizden ırak olsunlar.