12 Mayıs 2022 Perşembe

Deve Ülkem *

—Şu cennet vatan ülkemizi bir cümle ile anlatsan, nasıl anlatırsın?

—Ülkemiz nereden cennet oluyor?

—Değil mi?

—Cennet dediğimiz yeri daha görmedik. Görmek nasip olur mu bilmiyorum. Çünkü oraya hak edenler girecek ve duyduğumuza göre iyi bir yer olduğuna inanıyoruz. Yani orada dert yok, sıkıntı yok, sıkıntı yok ve istediğin her şey orada olacak. Hiçbir çaba sarf etmeden elde edilebilecek. Yaşadığımız bu ülke cennet ise hiçbir sıkıntı yaşamamamız lazım. Böyle mi?

—Değil.

—O zaman bu ülke ve sıkıntının olduğu hiçbir yer cennet değildir. Olsa olsa bizi cennete veya cehenneme götürecek imtihan yeri diyebiliriz. Çünkü bu dünyada yaptıklarımızın veya yapamadıklarımızın karşılığının alınacağı yerdir öbür alem.

—O zaman birçok ülke insanına nasip olmayan imkanlarımız var diyelim. En azından işlerimizi düzgün yapıyoruz. Kimseye muhtaçlığımız yok. Üstelik Müslümanız. Allah cennete bizi koymayacak da kimi koyacak? Elin ABD'lisini, İngiliz, Fransız, Alman'ını mı koyacak? 

—Mesela?

—İyi yönleri yok mu bu ülkenin?

—Söyle de bilelim.

—…

—Gördüğüm kadarıyla söyleyemedin. Gidişatına bakarak bu ülkeye deve dense yeridir. 

—Deve derken? 

—Hani deveye boynun niye eğri demişler de deve, nerem doğru ki demiş ya. 

—O kadar da değil. 

—Mesela ekonomimiz mi düzgün? Kayıkçı kavgası gibi olan siyasetimiz, iktidar ve muhalefetimiz mi düzgün? Ehliyet ve liyakate göre alım mı yapıyoruz? Adalette dünyanın ilk sıralarında mıyız? Diplomasimiz mi düzgün? Eğitim ve öğretimimizin durumu ne alemde? Gençlerin geleceği var mı? Gerçekten düzgün işleyen bir yönümüz var mı? İnsanımızda huzur var mı? Söyle de bilelim. Hasılı, hangi alana bakarsak, elimizde kalır. Tüm bunlar, işimizi düzgün yapmadığımızın bir göstergesi değil mi? Bu görüntümüzle mi cennete gideceğiz?

—…

*15/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

11 Mayıs 2022 Çarşamba

Taaddüdü Zevcat

İslam dendiği zaman iman, ibadet, ahlak, muamelat ve ukubat dediğimiz bölümler akla gelmektedir. İman, ibadet ve ahlak konuları pek tartışma konusu yapılmazken toplum ilişkilerini düzenleyen muamelat ve suç işleyenlere karşı uygulanması gereken hadler adı verilen ukubat çoğu zaman tartışma konusu yapılır. Bunlardan erkeğin çok evliliği, kadının erkeğe oranla mirastan aldığı pay, kadının şahitliği, köle ve cariyelik, eşin dövülmesi, erken yaşta evlilik, nikah ve talak gibi hususlar din görevlileri tarafından pek konuşulmak istenmese de bu toplumda bu konular zaman zaman gündeme gelir. Niye konuşulmaz istenmez? Çünkü bu konular netameli ve su götürür konular. Aynı zamanda İslam'ın ve Müslümanların yumuşak karnıdır. İslam’a ve Müslümanlara vurmak isteyenler de saldırılarını bu alanlardan yaparlar.

İslam'a saldırmak veya İslami konuları eleştirmek isteyenler, işte İslam'ın kadına verdiği değer bu kadar deyip mal bulmuş mağribi gibi bu konuların üzerine giderlerken, savunmaya kalkanlar da gerekçeleri ile hem bu saldıran kesimi hem de halkın çoğunluğunu ikna edemediklerini görüyoruz. Hoş, bazılarının ikna gibi bir dertleri de yok. Lafı evirip çevirmeye gerek yok. İslam budur. Kabul edersen edersin yoksa dinden çıkarsın gibi bir davranış içerisine giriyor. Kimisi, İslam şu gerekçelerle böyle bir yol izlemiştir diyerek izahat yapmaya çalışıyor. Böyle diyenleri de İslam budur diyen kesim, bu konuda feminizme özenmeye gerek yok şeklinde konuşarak sebep ve gerekçe bulanları ayıplama yoluna gidiyor. 

Yazımda diğer tartışmalı konuları bir tarafa bırakarak taaddüdü zevcat (çok evlilik) konusunu ele almaya çalışacağım. Önce çok evliliğin kapısını aralayan Nisa süresi 3. ve 129. ayete bir bakalım:

“(Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarını gözetememekten korkarsanız beğendiğiniz (size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın! Adil olamamaktan korkarsanız bir tane ile veya sahip olduğunuzla (yetinin)! Bu (davranış), adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır”. (Nisa 3. ayet meali, Mehmet Okuyan)

“Ne kadar uğraşsanız da kadınlar arasında adil davranmaya asla güç yetiremezsiniz; (eşlerinizin birisine) tamamen yönelip (diğerini) askıdaymış gibi bırakmayın! Kendinizi düzeltir ve [takvâ]lı (duyarlı) davranırsanız, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir”. (Nisa 129. ayet meali, Mehmet Okuyan)

Bu iki ayet çerçevesinde İslam’ın çok evlilik konusuna nasıl baktığını kendi penceremden izah etmeye çalışacağım:

*Günümüzde azalsa da çok evlilik geçmişten günümüze gelen toplumsal bir vakıadır.

*İslam geldiği zaman bu toplumsal vakıayı kucağında bulmuştur.

*Toplumsal vakıalar konusunda İslam’ın izlediği metot, tedricilik yöntemidir. Yani zamana yayarak kaldırma yolunu tercih etmektedir. Çünkü toplumsal olaylar “Ben kaldırdım” demekle kalkmış olmuyor ve sosyal olaylar matematik gibi yüzde yüz kesin sonuç vermez.

*İslam, sayısız çok evliliği ilk önce dörtle sınırlandırmıştır. Bu, trafik kazası geçirmiş kanamalı bir hastanın doktorlar tarafından önce kanının durdurulması gibidir. Ameliyat daha sonra yapılır. İslam’ın nihai hedefi tek evliliktir.  

*Birden fazla evliliği tercih eden için İslam bir yasak getirmemiş ama böyle evliliğin devamını eşler arasında adil davranma şartına bağlamıştır ve bu konuda adaletin tesis edilemeyeceğini, bundan dolayı da bir tane ile yetinin önerisinin getirildiğini görmekteyiz. Buradaki öneriyi emir gibi telakki etmek gerektiğini düşünüyorum. Bunu şöyle bir örnekle açıklayayım. Devlet memurları bilir. Üstün ricası emir kabul edilir. Allah da insanın ve her şeyin üstü olduğuna göre buradaki bir tane ile yetinin cümlesini rica, bu ricayı da emir gibi düşünmek lazım.

*Buna rağmen bir eşi olduğu halde bir erkek bir başka kadınla evlenmek istiyor, kadın da bir başka kadın üzerine kuma gelmek istiyorsa, burada İslam’a suç bulmayı anlamıyorum. Eğer kızılacaksa çok evlenen erkeğe ve böyle bir evliliğe kapı aralayan kadına kızmak lazım. Bunları bu eyleme zorlayan İslam mı, kişilerin kendi tercihi mi? Herhalde kişilerin kendi tercihi görmek daha uygun olmaz mı? Erkek evlenmezse, kadın da evlenmek istemezse, kim ne diyebilir bu duruma?

*Burada yeri veya değil, şu hususa da işaret etmek istiyorum. İslam’ın çok evliliğini eleştiren kimselerin evli olduğu halde eşini aldatanlara, gizli-kapaklı ve gayri meşru gönül ilişkisi yaşayanlara bir sözleri var mı? Bunu da merak ediyorum.

*Sonuç olarak Nisa 4 ve 129.ayetlerde geçen çok evlilik meselesini Allah’ın, çok evlilikten tek evliliğe dönüştürmeyi murat ettiğini söyleyebilirim. Unutmayalım ki bir erkek çok evlenmediğinden veya bir kadın çok evliliğe razı olmadığından dolayı Allah kimseyi sorumlu tutmaz.

9 Mayıs 2022 Pazartesi

Orantısız Güç ve Toptancılık Adalet Değildir

Payitaht Abdülhamit dizisine bakıyorum: Padişahın birlikte çalıştığı, iş verdiği burnunun dibindeki bir hain, Abdülhamit'in paşalarından ve akrabalarından aldığı destekle Abdülhamit tren yolunu yapamasın ve memurlarına maaş veremesin diye darphaneyi basıyor.

Etrafı kuşatılan hainler darphanedeki nakitleri ateşe veriyor, altınları eritecekleri sırada Abdülhamit operasyon emri veriyor.

Darphanedeki hainlerin dışarıdaki uzantıları devlete karşı terör eylemine kalkışan hainleri kurtarmak ve deşifre olmalarını önlemek amacıyla "Paralarınız yanıyor, maaş alamayacaksınız" propagandası yaparak halkı ve devlet memurlarını darphaneye çağırıyorlar.

Darphaneyi işgal eden hainlerin etrafı çembere alındığı halde kalabalıklar arasında hainler yakalanmadan kurtulur, yani kurtarılır. Elebaşları soluğu Abdülhamit'in yanında alır ve kendisine padişah tarafından yeni bir görev verilir.

Darphane işgalinde 107 kişi tutuklanır. Tutuklananlar arasında devlet memurları da var. Fakat bunların darphane işgalinde rol oynayıp oynamadığı, suçlu olup olmadığı bilinemez.

Nümayişçiler yargılanmadan haklarında karar Abdülhamit tarafından verilir: "Devlet memuru olanların devletle ilişiği kesilsin" şeklinde.

Hasılı suçlular kaçtı, padişahla iş yapmaya devam ediyor ve pek masumlar. Devlet memurlarının ise memurluğuna son veriliyor.

Diziden aktardığım bu anekdot, günümüzde olup bitenlere ne kadar benziyor değil mi? Yakalanan 107 kişiden kaçı masum, kaçı suçlu? Belli değil. Hani kopya çekmek günahtı? Hani taklitçilik iyi bir şey değildi? Sizi taklitçiler sizi!

El hasılı kelam, adalet şüphe götürmez. Şüphe ile yargılama yapılamaz. Yargılamada toptancı davranılamaz. Devleti yönetenler suçluyla mücadele ederken önce kendi yanlarında güvenilir bildiklerine bakmalıdırlar. Çünkü düşman uzaklarında değildir. 

İnsanların ipini çekerken, işine son verirken, suçlu ilan ederken kişisel davranmamalı, objektif ve genel geçer kuralları göz ardı etmemeli, adaleti elden bırakmamalı ve somut suç olmadan kişilerin ekmeği ile oynamamalı. Kim, nerede, ne için vardı. Bunun incelemesini iyi yapmalı.

İnsanları dışlama yerine kazanma yoluna gitmeli. Çünkü her insan ikinci bir şansı hak eder.

Birilerinin kalemini kıracağı zaman da ben bu konuda ne kadar temizim özeleştiri yapmalı ve ona göre hareket etmeli. Gücümün yetmediğine dokunabildim mi, gücüm zayıfa mı yetiyor, koruyup kolladığım var mı diyebilmeli.

Dış Kapının Mandalı

Kızın var, evlendirirsen damadın; oğlun var, evlendirirsen gelinin olur. Bu tür evliliklerle oluşan akrabalığa sıhriyet denir. Bu yol ile kan bağına dayalı aile genişler. Evliliklerin temeli sağlam atılır, karşılıklı anlayış içerisinde bir geçim olursa, genişleyen bu ailede sadece huzur olur. Bu durumda damat oğlun, gelinin de kızın olur. Zaten evlilikten maksat da budur. Bazen de diyalog eksikliğinden veya başka nedenlerle evlilikler istenildiği şekilde gitmez. Gitmeyince de ailelerde huzur olmaz. Sorunu tespit etmeyip çözme yoluna gidilmezse, eşler birbirini suçlarsa aile yabancılaşır, birbirinden kopar hatta birbirine düşman bile olur. Bu tür parçalanmış ailelerin çocukları varsa olan çocuklara oluyor. Bundan dolayıdır ki evlilik esasına dayalı sıhriyette huzurlu ailelerin sayısı fazla değil. Zaten çok boşanmalardan da bunu anlayabiliriz.

İster kan bağına dayalı oğlun ve kızın olsun, ister sıhriyete dayalı damat ve gelin olsun, hepsi birer imtihandır. Daha doğrusu hayatın kendisi bir imtihandır. Bazen oğlunla bazen kızınla bazen damadınla bazen de gelininle imtihan olursun ya da onlar seninle imtihan olur. Allah herkese hepsinin hayırlısını versin. Altından kalkılmayacak yük vermesin.

İmtihanın diğer kesimlerini bir tarafa bırakarak damatla imtihan üzerinde durmak isterim. Çünkü damadıyla sorun yaşayan insanların sayısı da az değil.

Damat her ne kadar oğlun gibi aileden biri gibi olsa da bazı konularda belli bir mesafenin konması gerektiğini düşünüyorum. Tamam, gelinsin-gidilsin, izzet-ikramda bulunulsun, damada değer verilsin, kendi öz çocuklarından ayırt edilmesin, el üstünde tutulsun, piknik-gezi vb. yerlere gidilsin, çocukları olur da çocuğumuza bakın derlerse toruna bakılsın, işi-gücü yoksa iş bulunsun, maddi imkanları yerinde değilse desteklensin, görüş alışverişinde bulunulsun, onunla istişare edilsin vs.

Anlatmak istediğim damadınızla aile olun ama damadınızla iş yapmayın. Rektör iseniz, damadınıza veya gelininize üniversitenizde kadro tahsis etmeyin. Bakan veya devlet yönetiyorsanız, bakanlık veya üst düzey görev vermeyin; şirket-holding vb. özel işletmeniz varsa damadınızı işin başına getirerek onu tam yetkili kılmayın. Çünkü kimsenin ağzını büzemezsin. Böyle durumlarda damadınız sizinle, siz de damadınızla anılırsınız ve başınız ağrır. Bu demek değildir ki damadınız bir iş yapmasın veya bir yere gelmesin. Bir yere gelecek veya iş yapacaksa kendi hakkıyla gelsin. Buna kim, ne diyebilir ki. 

Burada damadı hani aileden biri kabul edecektik diyebilirsiniz. Buna sözüm yok. Elbette aileden kabul edilsin. Yalnız bir yere getirdiğinizde damadınız orada başarılı olamazsa bu durumda ne yapacaksınız? Bu durumda olan oğlunuz, kızınız olsa, bırak yavrum, beceremedin diyebilirsiniz. Çocuğunuz size biraz gönül koyar, belki küser ama hayat devam eder. Başarısızlığından dolayı damadınızı alamazsınız. Alırsanız, damadınızın huzursuzluğu eve sirayet edebilir ve kızınızın da huzuru bozulabilir. Haydi, hiçbiri olmadı diyelim. Damadınıza insanlar nasıl bakacak? Kayınpederinden dolayı bu makama geldi denmeyecek mi? Burada damadın da onurunu düşünmek lazım. 

Sanırım ne demek istediğimi anlatabildim. Yazımı sonlandırırken şunu da söyleyeyim. Damada Güneydoğu bölgemizde "Dış kapının mandalı" denir. 

Mahallem ve Ben *

Bir zamanlar içinde doğup büyüdüğüm bir mahallem vardı: Sevinç ve tasada, fikir ve düşüncede; din, dünya ve siyasi görüşte, olayları değerlendirmede vs. hemfikirdim. Balta girmemiş Afrika ormanları gibiydi mahallem. Biz başka mahalleyi bilmez, başka mahalleler de bizi bilmezdi. Başka mahallelerle ilgili bildiklerim, öncü diye bildiğim, sayıp sevdiğim ve değer verdiğim büyüklerimin anlattıklarından ibaretti. Aynı köşe yazarlarını okur, aynı gazeteleri takip eder, belli yazarların kitaplarını alır, belli kişilerin konferanslarına giderek salonu hıncahınç doldurur, dinledikçe deşarj olurduk. Birimiz veya birkaçımız bir araya geldiğinde mangalda kül bırakmaz, dürüstlüğü kimseye vermezdik. Kulaktan dolma bildiğimiz diğer mahalle sakinlerine ise önyargılıydık. Zira iyilik bizde, kötülük onlardaydı. Dini en iyi biz yaşardık. Diğer mahalleliler ya dine mesafeliydi ya da yaşadıkları din, bize göre eksikti. Ülkeyi bize verseler, ülkeyi en güzel şekilde yönetir, herkese adalet dağıtır, herkesi müreffeh bir şekilde yaşatırdık. Yaşanabilir bir ülke ancak bizim elimizle olurdu. Başkası ancak zulüm yapar, huzursuzluk verirdi. Çünkü onlar kendi ceplerine çalışır, ülke kaynaklarını kendi yandaşlarına peşkeş çekerdi. Gelmiş geçmiş hükümet ve siyasi görüşlerin de yaptıkları bundan ibaretti… Böyle büyüdüm mahallemde. 

Başka kesimlerin içine girdiğimde, onlarla teşriki mesaim olsa da onlara hep mesafeli oldum. Yine de onları dinledim ve gözlemledim. Bunlarla bir ortak noktada buluşamaz mıyız diye içimden düşünmeden edemedim. Çünkü kafa yapım, hayat görüşüm örtüşmese de içlerinde dürüst olanları yok değildi. Farklı görüşte olmalarına rağmen diğer mahallenin bazı insanlarıyla aramızda bir hukuk oluştu.

Gel zaman git zaman, çocukluğumu, gençliğimi ve olgunluk çağımı geride bıraktım ve yarım asrı devirdim. Mahallem; fikriyle, zikriyle, siyasetiyle muktedir oldu. Rab Teâlâ’ya ne kadar şükretsem azdı. Nasıl şükretmezdim. Kimse bizi muhatap almazken, hiçbir yerde esememiz okunmazken, suyun başına kimse yaklaşamazken nicedir suyun başında benim mahallem var. İmkân ve güçle sınanan mahallem bir süre hakkını da verdi, işi iyi götürdü.

Şimdi dönüp bakıyorum ve kendi kendimi sorguluyorum. Her şeyimiz yalancı bahardan ibaretmiş gibi düşünmeye başladım. Sanki tüm dürüstlüğümüz; makam, mevki, şöhret ve imkanlarla sınanıncaya kadarmış. Yokmuş aslında diğerlerinden farkımız. Üstüne bir de giydiğimiz beyaz sarığı kirlettik. Zirveden aşağıya doğru tepetaklak giderken, savunduğumuz değerler de bizimle beraber gidiyor. Ne eleştiriye geliyoruz ne bir katkıya. Eleştirdiğimiz, ayıpladığımız ne varsa dün dündür, bugün de bugün diyerek bir güzel “u” dönüşü yapıyoruz. Çeliştiğimizi hatırlatanları düşman belliyoruz. Elimizi başımıza alıp “Hani biz onlardan farklıydık, niye böyle olduk, nerede hata yaptık yoksa bizim kumaşımız da onlardan farklı değil miymiş diyeceğimize, başkası gelsin de görün gününüzü” diyerek korku pompalamaya devam ediyoruz. Efendim, kötü yapıyoruz dediğimizde “Başkası sanki iyi mi yapıyor” diyoruz. Daha olmadı, “Dünyada böyle. Biz yine iyiyiz. Nankörlük yapmayın” diyoruz.

Gerçekten ne oldu bize? Biz böyle miydik de kendimiz dahil kimse bizi bilmiyordu yoksa makam-mevki, güç-kuvvet ve imkanlar mı bizi değiştirdi?

Zoruma giden nedir biliyor musunuz? Benim gördüğümü mahallemden çoğunun görmemesi. Bu durumda ya bende bir sıkıntı var ya da mahallemde. Umarım sıkıntı bendedir.

*18/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

8 Mayıs 2022 Pazar

Kimin Başımın Üstünde Yeri Vardır, Kimin Yoktur?

Bir insan dese ki "Arkadaş, şu işi en iyi ben yaparım diyordum. İçine bir girdim ki bu iş bana göre değilmiş. Demek ki hiçbir şey dıştan göründüğü gibi değilmiş. Zira bu işi beceremediğim gibi ağzıma yüzüme de bulaştırdım. Daha fazla zarar vermemek, rezil olmamak ve sevenlerimi mahcup etmemek için benden bu kadar. Buyurun daha ehil birini getirin. Yaptığım yanlışlardan dolayı da özür diliyorum. Bedeli ne ise cezamı çekmeye de razıyım" dese,

Yapamadığından dolayı hiçbir mazeretin arkasına sığınmasa, birilerini suçlu ilan etmese, başkalarını hedef göstermese,

Ağzına yüzüne bulaştırdığını şeytana rahmet okutacak şekilde tozpembe bir tablo çizmese,

İşi tadında ve kıvamında bırakıp daha fazla gülünç duruma düşmese,

Yaptıklarına yüce değerleri alet etmese,

Temcit pilavı gibi dediklerini tekrarlayıp durmasa,

Dediğim dedik deyip yanlışında ısrar etmese ve inadım inat demese…

Derim ki adam özeleştiri yaptı. Beceremediğini kabul etti. Suçu başkasına atmadı. Mazeretlerin ardına sığınmadı ve gereğini yaptı. Bu yüzden helal olsun bu adama. Başımın üstünde yeri var derim. Çünkü kişinin kendini bilmesi kadar güzel bir şey yoktur. Erdemlice bir hareket olarak görürüm.

Ama bir insan kırıp döktüğünü ve ağzına, yüzüne bulaştırdığını kabul etmez, herkesin gördüğü ve yaşadığı problemi yok kabul ederse, 

Problemin kaynağı kendi tasarrufları olduğu halde suçu başkasına atıp, sütten çıkmış ak kaşık görüntüsü veriyorsa, 

İstişareyi bırakıp ben her şeyin en iyisini bilirim havasına girerek başına buyruk hareket ediliyorsa,

Ehil ve koltuğu dolduracak, sorumluluk üstlenecek, inisiyatif alacak kişileri değil de kişiliksiz, kendisi olmayan, koltuğa yapışıp kalan, yüz ağartmayan, emir eri tiplerle çalışıyorsa,

Başarıyı kendisine mal edip başarısızlığın faturasını yol arkadaşlarına kesiyorsa,

Yolda bulduklarını yol arkadaşlarına değişiyorsa,

Bir dediği diğerini tutmadığı, daha önce yaptığının ve dediğinin tersini yapmasına rağmen kısaca tükürdüğünü yaladığını gün gibi aşikâr iken benim kitabımda geri adım atmak yok diyorsa,

Asla eleştiriye gelmiyor, her eleştiriyi hakaret kabul ediyorsa,

Yanından ayrılıp gidenleri nankörlükle itham ediyorsa,

Herkesi kırıp geçiriyor, yerleşmiş makul gelenekleri yıkıyor, orta yerde teamül diye bir şey bırakmıyorsa, 

Ayıpladığı her şey başına geldiği halde başkasını çok ayıpladım, şu an itibariyle ayıpladığım her şey başıma geldi. Demek ki kimseyi ayıplamamam gerektiğini şu an itibariyle öğrenmiş bulunuyorum vs. demiyorsa... 

Kusura bakmayın ama böylelerinin başımın üstünde yeri yoktur ve Rabbim bu tipleri bildiği gibi yapsın. 

Proje Okullarını Nasıl Bilirsiniz? *

Proje okul denince sizin aklınıza neler gelir bilmem. Proje okulu müntesipleri kızacak ama benim aklıma şunlar geliyor:

Gözde ve başarılı okulların proje okul kapsamına alındığı ve hazıra konulduğu, başarısıyla ön plana çıkmamış okulların tercih edilmediği,

Öğrencilerinin merkezi sınavla alındığı,

Yönetici ve öğretmenlerinin bir kritere bağlı olmaksızın (duyurusuz ve puansız) diğer okullardan kâh geçici kâh kadrosuyla bakanlık atamasıyla seçildiği, diğer okulların bu öğretmen ve idareciye ihtiyacının olup olmadığına bakılmadığı, "aldım seni" denmesinin yeterli olduğu,

Eski bir bakanın deyimiyle bu okullara "nitelikli", mefhumu muhalifinden gidersek, diğer okullara "niteliksiz" denebileceği,

Bu okullara öz, diğerlerine ise üvey evlat muamelesi yapıldığı; bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul misali, devletin tüm imkanlarının bu okullara seferber edildiği, 

Adı üzerinde proje okulu ama bugüne kadar proje namına ne ürettiklerinin ve ortaya ne koyduklarının bilinmediği,

Proje okul furyasının belli bir sayıda bırakılmadığı, nerede duracağını bakanlığın bile bilemediği, 

Öğretmen ve idareci atamalarında buralara tayin istemenin kapalı olduğu,

Bu okullarda görevlendirilen öğretmen ve yöneticilerin toplamda 4+4 yıl görev yapabildiği,

Proje okul kapsamına alındıktan sonra o okulda halen çalışmakta olan öğretmen ve idareci ile çalışmak istenmiyorsa, onlara kendinize okul bulun, biz sizi düşünmüyoruz denerek dış kapının gösterildiği,

Bu okullar sayesinde sevindirilenlerden fazla sevindirilmeyenlerin olduğu,

Proje okulda çalışan öğretmen ve idarecilerin ürettikleri projelerin neler olduğu bilinmese de havasının başka olduğu,

Şimdilik sınırlı sayıda açılan bu okul türlerinin bir gün elimizde patlayacağı belki de bundan vazgeçileceği belki de liseleri Anadolu statüsüne dönüştürmede olduğu gibi tüm okulların proje okul kapsamına alınacağı vs.

aklıma geliyor. 

*01/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.