24 Şubat 2022 Perşembe

Develere Sahip Çıkma Zamanı

Abdulmuttalip'i bilirsiniz. Peygamberimizin dedesidir. Ebrehe, Kabe'yi yıkmaya geldiğinde, saldırıya geçmeden önce adamları tarafından Mekkelilere ait civarda ne kadar mal, mülk ve hayvan varsa el koydurur. El konulan develer arasında Abdulmuttalip'in de 100 devesi var.

Develerine el konan Abdulmuttalip, Ebrehe'nin huzuruna çıkarak develerinin geri verilmesini ister. Ebrehe, ben de sandım ki Kabe'yi yıkma diye ricaya geldin. Sen ise develerinin peşindesin, der. Abdulmalip, ben develerin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Develerimi korumak zorundayım. Kabe'nin sahibi ise evini koruyacaktır, cevabını verir.

Bu anekdotu dindar, mütedeyyin camiada bilmeyenimiz yoktur. Bunu herkes harika cevap şeklinde anlatır durur. Bugüne kadar Kabe yıkılmakla yüz yüze iken Abdulmuttalip'i develerinin derdine düşmüş, mal düşkünü diye kimsenin eleştirdiğini, ayıpladığını görmedim. Aksine ondan bu sözünden dolayı övgüyle bahsederler. Ben de bu sözünden dolayı Abdulmuttalip'i takdir ederim. Çünkü develerinin derdindedir. Ki o develer tüm Haşim oğullarına aittir. Kabilenin geçimi, rızkı, ekmek kapısı ve sermayesidir. Bir insanın kendi derdiyle dertlenmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ki ateş düştüğü yeri yakar.

Günümüze gelirsek, ekonomik sıkıntı ve belirsizlik dolayısıyla köşe olanlar olduğu gibi milyonlarca insan ekonomik sıkıntı çekiyor. Çocuğunu everecek. Düğün eşyası ateş bahası. Altın uçmuş. Nasıl mihr yapacak vs. Hiç çekmiyorum diyen peşi sıra gelen zamlardan etkileniyor. Kimi döviz ve altın borcu almış, borcu katlanmış bir durumda iken bunlardan biri gidişattan dert yansa senin derdin de bu mu? Oyun var efendim oyun... Nankörlük yapma vb. sözleri duyması kaçınılmazdır.  Yahu Abdulmuttalip gibi kendi derdinin peşine düşmesinde ve dertlenmesinde ne sakınca var, anlamıyorum. Vatandaş kendi derdine düşecek. Bu dertleri de giderecek olan devlettir. Vatandaş devletin gözüyle bakmaz. Devlet de vatandaşın gözüyle bakmaz. Kulvar farklı. Koyun can derdinde iken et derdinde olan kasap gibi olmayalım. Bırakalım her şeyden nem kapmayı. Sosyal medyadan ülke yönetmeyi ve bunu savunmayı. Herkes develerine sahip çıksın. Devlet de ekonomiyi düzelterek devletliğini göstersin.

Hasılı, öyle bol keseden atmanın, döviz ve altın istersen şu kadar, enflasyon bu kadar olsun şeklinde hava atmanın, ekmeğinin kaygısında olan insanları ayıplamanın hiç zamanı değil. Zaman herkesin devesine sahip çıkma zamanıdır. Çünkü “Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası/Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası” beyti boşuna söylenmemiş.

Günah Keçisi

Ne zamandır beşli marketler günah keçisi ilan edildi. Öyle bir algı oluşturuldu ki gören de diğer marketlere göre buralarda ürünler kazık mı kazık. Bence algılara teslim olmayalım. Hayat pahalılığındaki diğer sebepleri göz ardı ederek tüm suçu bunlara yıkmayalım. Gören de hayat pahalılığının başı bu marketler sanır. Bu yapılan suç bastırmak ve suçu başka yerde aramak demektir.

Hayat pahalılığından dert yanabilirsiniz ama hayat pahalılığındaki tüm suçu beşli marketlere yıkmak, halkı bu marketleri boykota çağırmak hakkaniyete sığmaz. Unutmayalım ki bu beşli marketler, insanları illa bizden alışveriş yapacaksınız diye zorlamıyor. Pahalı bulan alışverişini gider başka marketlerden yapar. Bunda da hakları vardır. Sahi pahalı olan bir ürünün fiyatı başka yerde daha uygunsa kim gider bu marketlerden alışveriş yapar.

İnsanları boykota çağırırken işin perde gerisini de düşünelim. Diyelim ki boykot çağrısı bu ülkede dalga dalga yayıldı. Kimse bu marketlere gidip alışveriş yapmadı. Bu firmalar zincirlerini kapatma kararı aldı. Bu kapatmalarda en büyük zararı buralarda çalışanlar görecektir. Kim bu çalışanlar? Senin oğlun, benim kızım. Merak ediyorum, boykota çağıranlar bu işsizler ordusuna iş verebilecekler mi?

Bu marketler hakkında bir taraftan emir almış gibi algı oluşturmayı bırakalım. Bu marketler, bölgesinde fiyat istikrarı sağlayan marketlerdir. Bir an için düşünün. Bu marketler bu sektörden çekildi. Diğer marketlerin fiyatlarının yanına varılabilecek mi? Unutmayın ki birçok bakkal ve market bu beşli zincirin fiyatlarıyla rekabet edemediği için kepenk kapattı.

Beşli marketleri boykota çağıranlar, gerçekten bu marketleri pahalı buluyorlar ve bunda da samimiler ise bu beşli marketlerin fiyatlarıyla Tarım Kredi Kooperatiflerindeki fiyatları bir karşılaştırsın. Bence uzaktan gazel okumayalım. Bu sektörde yüksek fiyat çeken hiçbir market ayakta kalamaz.

Unutmayalım ki hayat pahalılığının nedeni yaşadığımız yüksek enflasyondur. Bir mamulün maliyeti arttıkça ürünlerin maliyeti artacak ve ürünlere zam olarak yansıyacaktır. Maliyetler ne kadar artarsa artsın, firmalar ürünlere zam yapmasın düşüncesinde isek bu ticaretin doğasına aykırıdır. Hiçbir satıcı ürününü maliyetinin altında veremez. Verdiği takdirde önce cepten yer, ardından bu sektörde tutunamaz. Yine aynı şekilde ürünlerini hep pahalı veren de bu sektörde tutunamaz.

Eğer hayat pahalılığından muzdarip isek esas sebeplerine ve sebep olanlara inmek lazım. İnanın, suç bastırmak için birilerini günah keçisi ilan etmenin enflasyonla mücadeleye bir katkısı olmaz. Hazırında sosyal barışı bozar ve büyük vebaldir.

Ha ürününü fırsat bu fırsat deyip pahalıya satmaya kalkan olmaz mı? Sahasında tek, tek değilse de piyasayı belirleyenlerle anlaşma yoluna gitmişse bunun yolu da denetimdir. Sıkı bir denetip açgözlü insanları yola getirir. Bu da devletin asli görevidir.

Rektör Olmanın Sırrı

Bugün, bileğinin hakkıyla akademisyen olan bir bilim insanı ile görüştüm. Her türlü kariyeri elde etmiş ve makamları tatmış olmasına rağmen konuşmasından anladığım kadarıyla kendisine yeni bir hedef koymuş. Tutturmuş “İlla ben şu ilkokula yazılıp o okulu bitireceğim” diye. Akademisyenliğinin zirvesinde ne alaka yeniden ilkokula başlamak, üstelik niçin şu okul. Başka ilkokul mu yok dedim. Dedi ki o okulda okuyup okul birincisi çıkacağım. İyi de ne işine yarayacak bu dedim. Benim için tüm kapıları açacak dedi. Biraz daha açık konuş dedim. Konuşmadı. Sadece basını takip et dedi.

Basını şöyle bir karıştırdım. Meseleyi anladım. Meğerse bu okuldan mezun biri, taşrada bir üniversiteye rektör olarak atanmış. Gazeteler yeni rektörü haber konusu yaparken geçmiş başarılarına da yer vermek istemiş. Aramışlar, taramışlar. Ortaokul, lise, üniversite ve akademisyenlik hayatında imza attığı bir başarıyı yakalayamamışlar. Gazetecileri bir merak sarmış. Öyle ya rektör olanın geçmişi başarılarla dolu olmalıydı. Başarı yoksa var bu rektörün atanmasında bir hikmet demeye başlamışlar ama nafile. Gazeteciler eski araştırmacı gazeteci olmayınca nasıl bulacaklar? Sonunda gazetecilerin göremediği ve bulamadığı başarıyı bir el onlara göstermiş. Başarımı ilkokulda arayın demiş. Bir bakmışlar ki rektörümüz tüm başarısını ilkokula vermiş ve ilkokuldan almış. Onca akranının arasında ilkokulu birincilikle bitirmiş.

Bu başarıya önce şaşırsam da biraz düşününce hak verdim. İlkokul önemliydi. Çünkü çocuğun kişiliği bu okul kademesinde atılır ve olacak olan çocuk ta ilkokulda iken belli olurdu. Belki de temeli atan öğretmeni öğrencisine, “Yavrum, sen bu aldığın temel ile hiçbir iş yapmasan bile en azından rektör olursun. Yaz bunu bir kenara” demiş olmalı.

Biraz daha düşününce anne ve babaların çocuklarının iyi bir okul ve iyi bir öğretmende okuması için niçin çok çaba sarf ettiğini daha iyi anladım.

Bu rektör şimdi ne yapıyor derseniz, rektör de olsa öğretmeye devam ediyor. İlk öğrettiği de personeline kendisinin kim olduğunu öğretmesi. Sormuş etrafındakilere, ilimiz ve havalisinin son yıllarda yetiştirdiği en büyük alimi kimdir diye? Etrafındakiler düşünüp taşınıp bazı isimler söylemişler. Ama hiçbiri değilmiş rektöre göre. Nereden bilecekler. Çünkü kafaları kalın. Sonunda rektörümüz son noktayı koyar: Bilemediniz diyerek kendi adını söyler. Evet, en büyük alim benim demiş. Rektörün bu tavrı size garip gelebilir. Bence ortada bir gariplik yok. Görmeyen gözlere bu gerçeği birileri söylemeliydi. Rektör de bunu yapmış. Çünkü bir hakkın teslimi her şeyden önce gelir.

Not: Reklam olmasın diye okulun ismini vermedim. Çünkü “Çocuğum rektör olsun” diye veliler okula bir akın ederse, okul lebalep dolar taşar. Sonra ayıkla pirincin taşını. 

23 Şubat 2022 Çarşamba

Yurt Çocukları *

Bu yazımda korunma ihtiyacı olan çocuklara yer vermek istiyorum. Sosyal Hizmetler Kanununun (Kanun numarası 2828) 3.maddesinde “Tanımlar”a, Tanımların b) kısmında ise "Korunmaya ihtiyacı olan Çocuk"; “beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup;

            1. Ana veya babasız, ana ve babasız,

            2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan,

            3. Ana ve babası veya her ikisi tarafından terkedilen,

            4. Ana veya babası tarafından ihmal edilip; fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen”, demek suretiyle kimlerin korunmaya muhtaç olduğu belirtilmiştir.

Devlet bu kimsesiz çocukları daha önceleri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (SHÇEK) bağlı yurtlarda bakımını üstlenmiş. Bu yurtların çoğunda taciz ve şiddet olaylarının ayyuka çıkmasıyla, devlet yeniden yapılanmaya gitti. Bu çocukları “Sevgi Evleri” ve benzeri evler adı altında ev/aile ortamında yetiştirmeye başladı. Bu yeni proje ile yetişen çocukların nasıl yetiştiklerini, amaçlananları verip vermediğini ilerleyen yıllarda daha iyi test etme imkanına kavuşmuş olacağız ama bilinen bir gerçek var ki yurt ortamlarında büyütülen çocukların istenildiği şekilde iyi yetiştirilemediğidir.

Kanunun detaylarında, korunmaya muhtaç bu çocukların nasıl, nerelerde, kimler tarafından yetiştirileceğine ve bu çocukların eğitim ve öğretiminin nerelerde yapılacağına dair bilgilere yer verilmiştir.

Devlet bu çocukların karnını doyurmak, harçlığını vermek, barınma ihtiyaçlarını karşılamak ve üniversiteyi bitirinceye kadar okumalarını sağlamanın yanında, bu çocukların devlet kurumlarında istihdam edilmeleri için de aynı kanunun EK Madde 1’inde düzenleme yapmıştır. Buna göre haklarında koruma ve bakım tedbir kararı alınmış çocuklar, fasılalı olarak Aile ve Sosyal Bakanlığının modellerinden yararlanmışsa, reşit olduktan sonra serbest kadro ve pozisyonlarının binde biri bu çocuklara ayrılmaktadır. Yeter ki buralarda yetişen bu çocuklar haklarındaki koruma ve bakım onayı sona erdikten sonra beş yıl içerisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına başvurmuş olsunlar. İşe yerleştirilmelerinde sırasıyla lisans, ön lisans ve ortaöğretim mezunlarına öncelik verilmektedir.

Korumaya ihtiyaç duyulan çocuklarla ilgili bu kısa bilgilendirmeden sonra bu konuda bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Öncelikle Allah kimseyi annesiz, babasız, terk edilmiş ve devlet koruması altına alınmış eylemesin. Kimseyi bu şekil bir imtihana tabi tutmasın. Devlet adına iş yapanlar ve bu çocukların iaşe, ibate ve eğitim işlerini üstlenenlere de ecir, sabır, vicdan ve merhamet versin. Kendilerine emanet edilen bu çocukları kendi çocukları bilmeyi de nasip etsin. Duam bu şekilde ama maalesef kimsesizlik, sahip çıkılmama ve terk edilme günümüz dünyasının bir gerçeğidir. Bu sahipsiz çocuklara devletin kol kanat germesi, bunlara sahip çıkması, bunların yetişmesi için devletin elinden geleni ardına koymaması, sosyal devletin bir gereğidir.

Şimdi izninizle beni bu yazıyı yazmaya sevk eden konuya değinmek istiyorum. Devletin yeme, içme, barınma ve okuma imkanı verdiği bu çocuklar, devlet kurumlarında istihdam edildikten sonra bunlardan verim alınabiliyor mu? Öyle zannediyorum, istisnalar hariç kahir ekseriyetinde maalesef bir verim yok. Çoğu içine kapanık, hayata küsmüş vaziyetteler. Maaşları olmasına rağmen borç batağı içerisindeler. Toplum içerisinde farklı dünya insanı görüntüsü veriyorlar. Çoğu daire amirleri bunları çalıştıramıyor ve idare yoluna gidiyor. Devletin koruma altına aldığı bu çocuklarla ilgili bir araştırması var mı bilmiyorum ama şayet böyle bir araştırma yapar veya yaptırırsa çok iyi olur. En azından bu çocukların iş hayatına atıldıktan sonra haleti ruhiyesini bilmiş ve tedbir alınmış olunur. Bu çocukların çoğu iş hayatında verimli değilse, devlet bunlara başka bir yol bulabilir. Çünkü hayata küsmüş insanlardan asla verim alınamaz. Günümüz Türkiye’sinde genç nüfusun her geçen yıl iş bulmada zorlandığı, en yüksek KPSS puanıyla atanamayıp iş arayan gençler varken devlet kurumlarına bu şekil verimsiz kişileri almanın doğru olmadığını düşünüyorum. Burada korunmaya muhtaç bu çocuklar ne olacak denebilir. Devlet nasıl ki bu kişileri yetiştiriyor, bakımını yerine getiriyorsa, bunlar için hiç maddiyattan kaçınmıyorsa pekala bunu reşit olduktan sonra da sağlayabilir. En azından devlet kurumlarında iş yapacak gelecek vadeden gençler istihdam edilmiş olur. Yurt çocukları da diğer çocuklar gibi KPSS puanıyla atansın. Nasılsa devlet yetiştiriyor bunları. İnanın, üniversite bitirdiği halde dışarıda boş gezen çocuklar, bu şekil verimsiz insanları devlet kurumlarında gördükçe, keşke benim de ailem olmasaydı, böylece bir işe girmiş olurdum şeklinde düşünceye kapılabilir.

Yazım uzadı biliyorum ama bu vesileyle şu hususa da değinmeden geçemeyeceğim. Devletin sınava tabi tutmadan kura yoluyla atamasını bilen bazı aileler, çocuğum ileride daha kolay atansın diye çocuğuna korunmaya muhtaç kararı da aldırdığı duyumlarını aldım. Eğer böyle ise durum çok vahim gerçekten. Devletin bu tip açıkgöz geçinenlere fırsat vermemesi lazım.

*28/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Ahmet Özcan Caddesi *

Fetih ve Ahmet Özcan caddeleri alternatif yollarımızdan biri ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gördüğüm kadarıyla bazı yerlerde üç şeritli olsa da iki şeridi işleyen bir yol. Bir ışığa yakalanan, 60 hızla gittiği takdirde bir daha ışığa yakalanmıyor. Çünkü caddede yeşil dalga var. Araçlar zamanında kalkar, yolun sağında ve solunda gezinmez, ara yollardan hızı kesen araçlar girmezse, pat önünde biri durmazsa, hiç ışığa yakalanmadan iki şeritli yoldan Ahmet Özcan Caddesinin son ışıklarına kadar varmak mümkün. Çünkü yeşil dalgada saniyeler bile önemli. Bazı sürücülerde duyarlılık olmadığı için yeşil dalga çoğu zaman geçerli olmuyorsa da her ışıkta durmaktan iyidir.

Niyetim bu iki caddeyi anlatmak değil. Burada bir aksaklığa ve trafikteki kargaşaya dikkat çekmek istiyorum. Meram İtfaiye ışıklarından sağa dönüp önümüze gelen ilk ışıktan sonra yol iki şeritli olmasına rağmen tek şeride iniyor. Çünkü şeridin bir tanesi, sağ taraftaki yüksek katlı bina sahiplerinin araçları tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü bir ışıktan diğer ışığa kadar yolun sağı kat maliklerinin park yeri. Işığa iki şerit olarak gelen araçlardan, yolun sağında olanlar, yollarına devam etmek için sola sinyal vererek sol şeritten gelen araçların önüne geçmek zorunda kalıyor. Bu da trafiği aksatıyor.

Ana caddeye araç park edilmesini, park edilen araçların sabahtan akşama orada durmasını inanın anlamış değilim. Oradan geçerken bu yolda park yasağı olması lazım diyorum ama gözüme çarpan bir yasak da göremedim. Gördüğüm kadarıyla evi cadde boyunda olan kat maliklerinin araçlarını ana caddeye park etmesinin önünde hiçbir engel yok. Bu yüzden trafiği tek şeride indirecek şekilde yol boyu park etmeleri analarının ak sütü gibi kendilerine helal. Çünkü ne park yasağı var ne belediye bir şey diyor ne trafik buraya park etmek uygun değil diyor ne de aracını park edenler biz buraya aracımızı park ederken, buradan kalkarken ve park esnasında akan trafiği engelliyoruz. Bu yüzden araçlarımızı ara ve arka sokaklara koyalım diyor.

Burada, sakinlerin araçlarını park edeceği yer yok. Nereye koysunlar. Mecburen yola koyacaklar diyebilirsiniz. Pekala, ara ve arka sokağa koyabilirler. Bunun için biraz yürümeleri gerekecek. Vatandaş, aracını trafiği engellemeyecek şekilde uzağa park edip niye yürüsün. Çünkü bizim anlayışımızda; ev alırken, dükkan kiralarken sadece ev ve dükkanı kiralamıyor veya almıyoruz aynı zamanda yol da bizimdir. Pencereden görecek şekilde aracımız gözümüzün önünde olacak. Trafiği aksatıyormuş. Bu bizim meselemiz değil. Olsa olsa sürücülerin meselesi olur. Yola çıkmışlar ve bu yolu kullanıyorlarsa, ona da katlanacaklar. Millet olarak bakış açımız bu maalesef.

Ahmet Özcan Caddesi çok eski bir cadde olsa, geçmişte planlama eksikliği var diyeceğim ama bu caddenin trafiğe açılmasının fazla bir geçmişi yok. Öyle zannediyorum, buralara bina dikilirken birkaç daire daha fazla çıkarılsın düşüncesiyle park yerleri es geçilmiş. Nasılsa bizim milletimiz işini bilir denmiş olmalı.

Sebep her ne ise bu aşamadan sonra buradaki binalar yıkılamayacağına göre sorumlu yetkililerden istediğimiz, yolu tek şeride indiren bu alternatif ana caddeye araç parkını yasaklanmaları, burada oturanların binanın arka taraflarına araçlarını park etmeleri için bir planlama yapmalarıdır.

*04/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

19 Şubat 2022 Cumartesi

Başarımın Sırrı

—Helal olsun baba sana.

—Hayırdır evlat.

—Kriz yönetimini iyi beceriyorsun. Bugüne kadar içinden çıkamadığın hiçbir mesele kalmadı. Öyle ki suçu olmayan bile senin konuşmandan sonra kendini suçlamaya başlıyor. Nasıl çıkıyorsun bunun içerisinden böyle?

—Bu başarımı çocukluğuma borçluyum evlat.

—Nasıl?

—Bazı derslere çalışmadan sınava girerdim. Haliyle kötü puan alacağım. Daha sonuç açıklanmadan basardım yaygarayı. Ne kötü öğretmen. Doğru dürüst ders anlatamıyor. Kendi doğru dürüst bilmiyor ki bize anlatsın. Derse zaten geç geliyor. Sınavlarda kazık soruyor. Notu kıt. Gramla veriyor. Sınıf hep dökülecek gibi şeyler söyleyerek alacağım zayıfla bahane bulur, zemin hazırlardım. Sonuçlar açıklandıktan sonra kimse beni suçlamazdı. Çünkü suçlu ders öğretmeniydi. Yüksek puan aldığım dersler yok muydu? Vardı elbet. Bu derslerden yüksek notu ben alırdım, zayıfları ise öğretmen verirdi. Kısaca iyi olan şeyler benden, kötü olanlar ise öğretmenden kaynaklanıyordu. Büyüdüğüm zaman da aynı yolları izledim. Suçlu olduğum her konuda ürettiğim mazeret ve gerekçeler beni zeytin yağı gibi hep üste çıkardı. Bunun dışında bana yol gösteren başka şeyler de var hayatımda. Belki de en önemlisi.

—Nedir o?

—Küçüklüğümde yer düşerdim. Elim yüzüm toza karışırdı. Sağıma soluma bakardım. Şayet birileri varsa basardım ağlamayı. Ağlamamı gören biri gelip beni kaldıracaktı nasılsa. Kaldırırlardı sağ olsunlar. Kaldırdıktan sonra niye dikkat etmedin, yere sağlam basmadın, önüne bakmadın mı şeklinde suçu bana atmasınlar diye ağlamama devam ederdim. Ta ki büyüklerim düştüğüm yere ayaklarıyla vuruncaya kadar. Onlar ah ah seni şeklinde yeri tekmeledikçe keyfim yerine gelir, ağlamayı keserdim. Büyüğümün ardından, düştüğüm yere birkaç tekme de ben atardım. Burada da suçlu bendim. Yerin ne suçu vardı halbuki. Ama büyüğüm suçu bende aramayıp tüm suçu yere atınca, bu benim bilinçaltıma yerleşti. Başıma ne gelirse gelsin, bir şeyi ağzıma yüzümü bulaştırsam dahi suçu hep karşımda aradım. 

—Aynen devam ettiriyorsun bu huyunu.

—Matematik formülü gibi kesin sonuç veriyor. Niye devam ettirmeyeyim.

—Bazen gülünç duruma düşme durumu da söz konusu olabilir ama

—Bazen benim de öyle düşündüğüm olur ama bana inanan yani uydurduğum bahane ve gerekçeye inanan etrafımda o kadar çok kişi olunca çevremin inandığına ben niye inanmayayım diyor ve yoluma devam ediyorum.

—Formül dedin. Gerçekten her kapıyı açar mı?

—Hem de nasıl. Siyasilerimizi görmüyor musun? Onlar da aynı yolun yolcuları. Proje, program ve hizmetten çok tüm siyasi hayatları mazeret üretmek, gerekçe bulmak, bahane uydurmakla geçiyor. Mesela bir ürüne zam gelir. Biz yapmadık derler. Zammın biraz fazla olduğuna dair tepkiler gelmeye başlayınca az biraz indirim yaparlar. İndirimi biz yaptık derler. Hasılı, siyasilerimiz de bu maharetlerini benim gibi küçüklüklerine borçlular.

18 Şubat 2022 Cuma

Karaman Caddesi *

 Şehir içi araç trafiğinin her yıl arttığı, mevcut yolların belli saatlerde çekmediği hepimizin malumudur. Belediyeler, trafik yoğunluğu olan bazı cadde ve yollar için alternatif güzergahlar üretmiş olsa da Karaman Caddesi bugüne kadar alternatifi olmayan yollardan birisidir.

Karatay Terminali civarından, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinden çıkıp Karaman Yoluna çıkmak isteyenlerin güzergahı bu yoldur. Karaman Caddesi ve Karaman Yolunun sağında ve solundaki mahallelerde ikamet edenler, İçeriçumra, Alibey Hüyüğü, Çumra, Akören, Bozkır, Hadim, Güneysınır, Karaman gibi yerlere gidecek olanların bazısı, çevre yollarından Karaman Yolunu takip etse de küçük araçların büyük bir çoğunluğu bu caddeyi kullanır.

Bilenler bilir ama bilmeyenler için Karaman Caddesini kısaca anlatayım. Bu cadde işlek bir cadde. Hem gidiş hem de gelişe açık olan bu yol, ortasından çizgi ile bölünmüş durumda. Çoğu yerlerinden iki aracın yan yana geçemeyeceği kadar da dar bir yol. Altıyol köprüsü ile Karaman kavşağına çıkıncaya kadar sürücüler, 2 km’lik bir mesafede üç tana ışıkla müşerref olmak zorunda. Her ışıkta durmak ve kırmızıya yakalanmak Allah’ın emri gibi bir şey. Kaçla gidersen git fark etmiyor. Kazara bir ışığa yakalanmadan geçen ise gemisini kurtaran kaptan gibi hisseder kendini. Çoğu yerlerinde iki aracın geçemeyeceği bu yolun Karaman kavşağına çıkarken ışığı geçer geçmez sağa park edilmiş araçlar ve Karaman kavşağından girdikten sonra ışığa varmadan yolun sağına park edilmiş araçlar trafik akışını tıkıyor. Dikkat etmedim ama sabahtan akşama park edilmiş bu araçların olduğu yerde “Araçların durması ve park edilmesi yasaktır" uyarı levhası da vardır. Zaten nerede bir yasak varsa o yasağı çiğnemek bizim toplumun genlerinde vardır. Nasılsa takip eden yok, ceza yazan yok. Bari levhalar kaldırılsa da vatandaş gönül huzuru içerisinde aracını koysa diyorum. Çünkü uygulanmayan, yapanın yanına kâr kaldığı bir kuralın kalmasının bir anlamı yok.

Kısaca, bu yol bu haliyle yani yolun darlığı, birbirine yakın ışıklarla ve yasak yere araçların park edilmesiyle, akan trafik akmasın diye her şeyin yapıldığı bir cadde görünümünü arz ediyor. Hasılı, alternatifi olmayan bu Karaman Caddesi trafiği çekmiyor. Zaten bu yola trafiğe giren bu hengameden kurtulunca derin bir oh çekiyor.

Gördüğüm kadarıyla bu işlek caddede trafiğin akmasını sağlamak için belediye işi zamana bırakmış. Bina sahipleri gönül rızasıyla evini yıkacak ve yeni bina yapacaksa, binalar biraz daha içeriye çekilerek yol biraz genişleyecek. Bunu ileride görürüz ama kaçımız görürüz, kestiremiyorum.

Bugünkü bu haliyle bu cadde için ne yapılabilir?

1.      Yolun sağına araç parkı yasaklanabilir. Buna rağmen aracını park eden olursa trafik cezası yazılabilir. Bizim insanımız ceza yazıldığını görürse bir daha aracını koymaz.

2.      Yolun bazı bölümlerinde geniş kaldırımlar var. Bildiğim kadarıyla bu yoldan yaya gidip gelen fazla kimse yok. Pekâlâ bu kaldırımlar küçültülebilir. Kaldırımda olan ağaçlar buradan başka yerlere nakledilebilir. Çünkü yayanın pek geçmediği bu kaldırımlara bir güzel araçlar park ediliyor. Güya kaldırım üzerine araç parkı yasak. Merak ediyorum, uygulanmayan yasaklar niçin konur? Bence devletin ciddiyeti koyduğu kuralların arkasını aramasıyla belli olur.

Etkili ve yetkili kişi ve kurumlara duyurulur. Ne olur, bu caddeye bir çözüm üretin.

*02/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.