24 Şubat 2022 Perşembe

Rektör Olmanın Sırrı

Bugün, bileğinin hakkıyla akademisyen olan bir bilim insanı ile görüştüm. Her türlü kariyeri elde etmiş ve makamları tatmış olmasına rağmen konuşmasından anladığım kadarıyla kendisine yeni bir hedef koymuş. Tutturmuş “İlla ben şu ilkokula yazılıp o okulu bitireceğim” diye. Akademisyenliğinin zirvesinde ne alaka yeniden ilkokula başlamak, üstelik niçin şu okul. Başka ilkokul mu yok dedim. Dedi ki o okulda okuyup okul birincisi çıkacağım. İyi de ne işine yarayacak bu dedim. Benim için tüm kapıları açacak dedi. Biraz daha açık konuş dedim. Konuşmadı. Sadece basını takip et dedi.

Basını şöyle bir karıştırdım. Meseleyi anladım. Meğerse bu okuldan mezun biri, taşrada bir üniversiteye rektör olarak atanmış. Gazeteler yeni rektörü haber konusu yaparken geçmiş başarılarına da yer vermek istemiş. Aramışlar, taramışlar. Ortaokul, lise, üniversite ve akademisyenlik hayatında imza attığı bir başarıyı yakalayamamışlar. Gazetecileri bir merak sarmış. Öyle ya rektör olanın geçmişi başarılarla dolu olmalıydı. Başarı yoksa var bu rektörün atanmasında bir hikmet demeye başlamışlar ama nafile. Gazeteciler eski araştırmacı gazeteci olmayınca nasıl bulacaklar? Sonunda gazetecilerin göremediği ve bulamadığı başarıyı bir el onlara göstermiş. Başarımı ilkokulda arayın demiş. Bir bakmışlar ki rektörümüz tüm başarısını ilkokula vermiş ve ilkokuldan almış. Onca akranının arasında ilkokulu birincilikle bitirmiş.

Bu başarıya önce şaşırsam da biraz düşününce hak verdim. İlkokul önemliydi. Çünkü çocuğun kişiliği bu okul kademesinde atılır ve olacak olan çocuk ta ilkokulda iken belli olurdu. Belki de temeli atan öğretmeni öğrencisine, “Yavrum, sen bu aldığın temel ile hiçbir iş yapmasan bile en azından rektör olursun. Yaz bunu bir kenara” demiş olmalı.

Biraz daha düşününce anne ve babaların çocuklarının iyi bir okul ve iyi bir öğretmende okuması için niçin çok çaba sarf ettiğini daha iyi anladım.

Bu rektör şimdi ne yapıyor derseniz, rektör de olsa öğretmeye devam ediyor. İlk öğrettiği de personeline kendisinin kim olduğunu öğretmesi. Sormuş etrafındakilere, ilimiz ve havalisinin son yıllarda yetiştirdiği en büyük alimi kimdir diye? Etrafındakiler düşünüp taşınıp bazı isimler söylemişler. Ama hiçbiri değilmiş rektöre göre. Nereden bilecekler. Çünkü kafaları kalın. Sonunda rektörümüz son noktayı koyar: Bilemediniz diyerek kendi adını söyler. Evet, en büyük alim benim demiş. Rektörün bu tavrı size garip gelebilir. Bence ortada bir gariplik yok. Görmeyen gözlere bu gerçeği birileri söylemeliydi. Rektör de bunu yapmış. Çünkü bir hakkın teslimi her şeyden önce gelir.

Not: Reklam olmasın diye okulun ismini vermedim. Çünkü “Çocuğum rektör olsun” diye veliler okula bir akın ederse, okul lebalep dolar taşar. Sonra ayıkla pirincin taşını. 

23 Şubat 2022 Çarşamba

Yurt Çocukları *

Bu yazımda korunma ihtiyacı olan çocuklara yer vermek istiyorum. Sosyal Hizmetler Kanununun (Kanun numarası 2828) 3.maddesinde “Tanımlar”a, Tanımların b) kısmında ise "Korunmaya ihtiyacı olan Çocuk"; “beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup;

            1. Ana veya babasız, ana ve babasız,

            2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan,

            3. Ana ve babası veya her ikisi tarafından terkedilen,

            4. Ana veya babası tarafından ihmal edilip; fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen”, demek suretiyle kimlerin korunmaya muhtaç olduğu belirtilmiştir.

Devlet bu kimsesiz çocukları daha önceleri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (SHÇEK) bağlı yurtlarda bakımını üstlenmiş. Bu yurtların çoğunda taciz ve şiddet olaylarının ayyuka çıkmasıyla, devlet yeniden yapılanmaya gitti. Bu çocukları “Sevgi Evleri” ve benzeri evler adı altında ev/aile ortamında yetiştirmeye başladı. Bu yeni proje ile yetişen çocukların nasıl yetiştiklerini, amaçlananları verip vermediğini ilerleyen yıllarda daha iyi test etme imkanına kavuşmuş olacağız ama bilinen bir gerçek var ki yurt ortamlarında büyütülen çocukların istenildiği şekilde iyi yetiştirilemediğidir.

Kanunun detaylarında, korunmaya muhtaç bu çocukların nasıl, nerelerde, kimler tarafından yetiştirileceğine ve bu çocukların eğitim ve öğretiminin nerelerde yapılacağına dair bilgilere yer verilmiştir.

Devlet bu çocukların karnını doyurmak, harçlığını vermek, barınma ihtiyaçlarını karşılamak ve üniversiteyi bitirinceye kadar okumalarını sağlamanın yanında, bu çocukların devlet kurumlarında istihdam edilmeleri için de aynı kanunun EK Madde 1’inde düzenleme yapmıştır. Buna göre haklarında koruma ve bakım tedbir kararı alınmış çocuklar, fasılalı olarak Aile ve Sosyal Bakanlığının modellerinden yararlanmışsa, reşit olduktan sonra serbest kadro ve pozisyonlarının binde biri bu çocuklara ayrılmaktadır. Yeter ki buralarda yetişen bu çocuklar haklarındaki koruma ve bakım onayı sona erdikten sonra beş yıl içerisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına başvurmuş olsunlar. İşe yerleştirilmelerinde sırasıyla lisans, ön lisans ve ortaöğretim mezunlarına öncelik verilmektedir.

Korumaya ihtiyaç duyulan çocuklarla ilgili bu kısa bilgilendirmeden sonra bu konuda bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Öncelikle Allah kimseyi annesiz, babasız, terk edilmiş ve devlet koruması altına alınmış eylemesin. Kimseyi bu şekil bir imtihana tabi tutmasın. Devlet adına iş yapanlar ve bu çocukların iaşe, ibate ve eğitim işlerini üstlenenlere de ecir, sabır, vicdan ve merhamet versin. Kendilerine emanet edilen bu çocukları kendi çocukları bilmeyi de nasip etsin. Duam bu şekilde ama maalesef kimsesizlik, sahip çıkılmama ve terk edilme günümüz dünyasının bir gerçeğidir. Bu sahipsiz çocuklara devletin kol kanat germesi, bunlara sahip çıkması, bunların yetişmesi için devletin elinden geleni ardına koymaması, sosyal devletin bir gereğidir.

Şimdi izninizle beni bu yazıyı yazmaya sevk eden konuya değinmek istiyorum. Devletin yeme, içme, barınma ve okuma imkanı verdiği bu çocuklar, devlet kurumlarında istihdam edildikten sonra bunlardan verim alınabiliyor mu? Öyle zannediyorum, istisnalar hariç kahir ekseriyetinde maalesef bir verim yok. Çoğu içine kapanık, hayata küsmüş vaziyetteler. Maaşları olmasına rağmen borç batağı içerisindeler. Toplum içerisinde farklı dünya insanı görüntüsü veriyorlar. Çoğu daire amirleri bunları çalıştıramıyor ve idare yoluna gidiyor. Devletin koruma altına aldığı bu çocuklarla ilgili bir araştırması var mı bilmiyorum ama şayet böyle bir araştırma yapar veya yaptırırsa çok iyi olur. En azından bu çocukların iş hayatına atıldıktan sonra haleti ruhiyesini bilmiş ve tedbir alınmış olunur. Bu çocukların çoğu iş hayatında verimli değilse, devlet bunlara başka bir yol bulabilir. Çünkü hayata küsmüş insanlardan asla verim alınamaz. Günümüz Türkiye’sinde genç nüfusun her geçen yıl iş bulmada zorlandığı, en yüksek KPSS puanıyla atanamayıp iş arayan gençler varken devlet kurumlarına bu şekil verimsiz kişileri almanın doğru olmadığını düşünüyorum. Burada korunmaya muhtaç bu çocuklar ne olacak denebilir. Devlet nasıl ki bu kişileri yetiştiriyor, bakımını yerine getiriyorsa, bunlar için hiç maddiyattan kaçınmıyorsa pekala bunu reşit olduktan sonra da sağlayabilir. En azından devlet kurumlarında iş yapacak gelecek vadeden gençler istihdam edilmiş olur. Yurt çocukları da diğer çocuklar gibi KPSS puanıyla atansın. Nasılsa devlet yetiştiriyor bunları. İnanın, üniversite bitirdiği halde dışarıda boş gezen çocuklar, bu şekil verimsiz insanları devlet kurumlarında gördükçe, keşke benim de ailem olmasaydı, böylece bir işe girmiş olurdum şeklinde düşünceye kapılabilir.

Yazım uzadı biliyorum ama bu vesileyle şu hususa da değinmeden geçemeyeceğim. Devletin sınava tabi tutmadan kura yoluyla atamasını bilen bazı aileler, çocuğum ileride daha kolay atansın diye çocuğuna korunmaya muhtaç kararı da aldırdığı duyumlarını aldım. Eğer böyle ise durum çok vahim gerçekten. Devletin bu tip açıkgöz geçinenlere fırsat vermemesi lazım.

*28/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Ahmet Özcan Caddesi *

Fetih ve Ahmet Özcan caddeleri alternatif yollarımızdan biri ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gördüğüm kadarıyla bazı yerlerde üç şeritli olsa da iki şeridi işleyen bir yol. Bir ışığa yakalanan, 60 hızla gittiği takdirde bir daha ışığa yakalanmıyor. Çünkü caddede yeşil dalga var. Araçlar zamanında kalkar, yolun sağında ve solunda gezinmez, ara yollardan hızı kesen araçlar girmezse, pat önünde biri durmazsa, hiç ışığa yakalanmadan iki şeritli yoldan Ahmet Özcan Caddesinin son ışıklarına kadar varmak mümkün. Çünkü yeşil dalgada saniyeler bile önemli. Bazı sürücülerde duyarlılık olmadığı için yeşil dalga çoğu zaman geçerli olmuyorsa da her ışıkta durmaktan iyidir.

Niyetim bu iki caddeyi anlatmak değil. Burada bir aksaklığa ve trafikteki kargaşaya dikkat çekmek istiyorum. Meram İtfaiye ışıklarından sağa dönüp önümüze gelen ilk ışıktan sonra yol iki şeritli olmasına rağmen tek şeride iniyor. Çünkü şeridin bir tanesi, sağ taraftaki yüksek katlı bina sahiplerinin araçları tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü bir ışıktan diğer ışığa kadar yolun sağı kat maliklerinin park yeri. Işığa iki şerit olarak gelen araçlardan, yolun sağında olanlar, yollarına devam etmek için sola sinyal vererek sol şeritten gelen araçların önüne geçmek zorunda kalıyor. Bu da trafiği aksatıyor.

Ana caddeye araç park edilmesini, park edilen araçların sabahtan akşama orada durmasını inanın anlamış değilim. Oradan geçerken bu yolda park yasağı olması lazım diyorum ama gözüme çarpan bir yasak da göremedim. Gördüğüm kadarıyla evi cadde boyunda olan kat maliklerinin araçlarını ana caddeye park etmesinin önünde hiçbir engel yok. Bu yüzden trafiği tek şeride indirecek şekilde yol boyu park etmeleri analarının ak sütü gibi kendilerine helal. Çünkü ne park yasağı var ne belediye bir şey diyor ne trafik buraya park etmek uygun değil diyor ne de aracını park edenler biz buraya aracımızı park ederken, buradan kalkarken ve park esnasında akan trafiği engelliyoruz. Bu yüzden araçlarımızı ara ve arka sokaklara koyalım diyor.

Burada, sakinlerin araçlarını park edeceği yer yok. Nereye koysunlar. Mecburen yola koyacaklar diyebilirsiniz. Pekala, ara ve arka sokağa koyabilirler. Bunun için biraz yürümeleri gerekecek. Vatandaş, aracını trafiği engellemeyecek şekilde uzağa park edip niye yürüsün. Çünkü bizim anlayışımızda; ev alırken, dükkan kiralarken sadece ev ve dükkanı kiralamıyor veya almıyoruz aynı zamanda yol da bizimdir. Pencereden görecek şekilde aracımız gözümüzün önünde olacak. Trafiği aksatıyormuş. Bu bizim meselemiz değil. Olsa olsa sürücülerin meselesi olur. Yola çıkmışlar ve bu yolu kullanıyorlarsa, ona da katlanacaklar. Millet olarak bakış açımız bu maalesef.

Ahmet Özcan Caddesi çok eski bir cadde olsa, geçmişte planlama eksikliği var diyeceğim ama bu caddenin trafiğe açılmasının fazla bir geçmişi yok. Öyle zannediyorum, buralara bina dikilirken birkaç daire daha fazla çıkarılsın düşüncesiyle park yerleri es geçilmiş. Nasılsa bizim milletimiz işini bilir denmiş olmalı.

Sebep her ne ise bu aşamadan sonra buradaki binalar yıkılamayacağına göre sorumlu yetkililerden istediğimiz, yolu tek şeride indiren bu alternatif ana caddeye araç parkını yasaklanmaları, burada oturanların binanın arka taraflarına araçlarını park etmeleri için bir planlama yapmalarıdır.

*04/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

19 Şubat 2022 Cumartesi

Başarımın Sırrı

—Helal olsun baba sana.

—Hayırdır evlat.

—Kriz yönetimini iyi beceriyorsun. Bugüne kadar içinden çıkamadığın hiçbir mesele kalmadı. Öyle ki suçu olmayan bile senin konuşmandan sonra kendini suçlamaya başlıyor. Nasıl çıkıyorsun bunun içerisinden böyle?

—Bu başarımı çocukluğuma borçluyum evlat.

—Nasıl?

—Bazı derslere çalışmadan sınava girerdim. Haliyle kötü puan alacağım. Daha sonuç açıklanmadan basardım yaygarayı. Ne kötü öğretmen. Doğru dürüst ders anlatamıyor. Kendi doğru dürüst bilmiyor ki bize anlatsın. Derse zaten geç geliyor. Sınavlarda kazık soruyor. Notu kıt. Gramla veriyor. Sınıf hep dökülecek gibi şeyler söyleyerek alacağım zayıfla bahane bulur, zemin hazırlardım. Sonuçlar açıklandıktan sonra kimse beni suçlamazdı. Çünkü suçlu ders öğretmeniydi. Yüksek puan aldığım dersler yok muydu? Vardı elbet. Bu derslerden yüksek notu ben alırdım, zayıfları ise öğretmen verirdi. Kısaca iyi olan şeyler benden, kötü olanlar ise öğretmenden kaynaklanıyordu. Büyüdüğüm zaman da aynı yolları izledim. Suçlu olduğum her konuda ürettiğim mazeret ve gerekçeler beni zeytin yağı gibi hep üste çıkardı. Bunun dışında bana yol gösteren başka şeyler de var hayatımda. Belki de en önemlisi.

—Nedir o?

—Küçüklüğümde yer düşerdim. Elim yüzüm toza karışırdı. Sağıma soluma bakardım. Şayet birileri varsa basardım ağlamayı. Ağlamamı gören biri gelip beni kaldıracaktı nasılsa. Kaldırırlardı sağ olsunlar. Kaldırdıktan sonra niye dikkat etmedin, yere sağlam basmadın, önüne bakmadın mı şeklinde suçu bana atmasınlar diye ağlamama devam ederdim. Ta ki büyüklerim düştüğüm yere ayaklarıyla vuruncaya kadar. Onlar ah ah seni şeklinde yeri tekmeledikçe keyfim yerine gelir, ağlamayı keserdim. Büyüğümün ardından, düştüğüm yere birkaç tekme de ben atardım. Burada da suçlu bendim. Yerin ne suçu vardı halbuki. Ama büyüğüm suçu bende aramayıp tüm suçu yere atınca, bu benim bilinçaltıma yerleşti. Başıma ne gelirse gelsin, bir şeyi ağzıma yüzümü bulaştırsam dahi suçu hep karşımda aradım. 

—Aynen devam ettiriyorsun bu huyunu.

—Matematik formülü gibi kesin sonuç veriyor. Niye devam ettirmeyeyim.

—Bazen gülünç duruma düşme durumu da söz konusu olabilir ama

—Bazen benim de öyle düşündüğüm olur ama bana inanan yani uydurduğum bahane ve gerekçeye inanan etrafımda o kadar çok kişi olunca çevremin inandığına ben niye inanmayayım diyor ve yoluma devam ediyorum.

—Formül dedin. Gerçekten her kapıyı açar mı?

—Hem de nasıl. Siyasilerimizi görmüyor musun? Onlar da aynı yolun yolcuları. Proje, program ve hizmetten çok tüm siyasi hayatları mazeret üretmek, gerekçe bulmak, bahane uydurmakla geçiyor. Mesela bir ürüne zam gelir. Biz yapmadık derler. Zammın biraz fazla olduğuna dair tepkiler gelmeye başlayınca az biraz indirim yaparlar. İndirimi biz yaptık derler. Hasılı, siyasilerimiz de bu maharetlerini benim gibi küçüklüklerine borçlular.

18 Şubat 2022 Cuma

Karaman Caddesi *

Şehir içi araç trafiğinin her yıl arttığı, mevcut yolların belli saatlerde çekmediği hepimizin malumudur. Belediyeler, trafik yoğunluğu olan bazı cadde ve yollar için alternatif güzergahlar üretmiş olsa da Karaman Caddesi bugüne kadar alternatifi olmayan yollardan birisidir.

Karatay Terminali civarından, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinden çıkıp Karaman Yoluna çıkmak isteyenlerin güzergahı bu yoldur. Karaman Caddesi ve Karaman Yolunun sağında ve solundaki mahallelerde ikamet edenler, İçeriçumra, Alibey Hüyüğü, Çumra, Akören, Bozkır, Hadim, Güneysınır, Karaman gibi yerlere gidecek olanların bazısı, çevre yollarından Karaman Yolunu takip etse de küçük araçların büyük bir çoğunluğu bu caddeyi kullanır.

Bilenler bilir ama bilmeyenler için Karaman Caddesini kısaca anlatayım. Bu cadde işlek bir cadde. Hem gidiş hem de gelişe açık olan bu yol, ortasından çizgi ile bölünmüş durumda. Çoğu yerlerinden iki aracın yan yana geçemeyeceği kadar da dar bir yol. Altıyol köprüsü ile Karaman kavşağına çıkıncaya kadar sürücüler, 2 km’lik bir mesafede üç tana ışıkla müşerref olmak zorunda. Her ışıkta durmak ve kırmızıya yakalanmak Allah’ın emri gibi bir şey. Kaçla gidersen git fark etmiyor. Kazara bir ışığa yakalanmadan geçen ise gemisini kurtaran kaptan gibi hisseder kendini. Çoğu yerlerinde iki aracın geçemeyeceği bu yolun Karaman kavşağına çıkarken ışığı geçer geçmez sağa park edilmiş araçlar ve Karaman kavşağından girdikten sonra ışığa varmadan yolun sağına park edilmiş araçlar trafik akışını tıkıyor. Dikkat etmedim ama sabahtan akşama park edilmiş bu araçların olduğu yerde “Araçların durması ve park edilmesi yasaktır" uyarı levhası da vardır. Zaten nerede bir yasak varsa o yasağı çiğnemek bizim toplumun genlerinde vardır. Nasılsa takip eden yok, ceza yazan yok. Bari levhalar kaldırılsa da vatandaş gönül huzuru içerisinde aracını koysa diyorum. Çünkü uygulanmayan, yapanın yanına kâr kaldığı bir kuralın kalmasının bir anlamı yok.

Kısaca, bu yol bu haliyle yani yolun darlığı, birbirine yakın ışıklarla ve yasak yere araçların park edilmesiyle, akan trafik akmasın diye her şeyin yapıldığı bir cadde görünümünü arz ediyor. Hasılı, alternatifi olmayan bu Karaman Caddesi trafiği çekmiyor. Zaten bu yola trafiğe giren bu hengameden kurtulunca derin bir oh çekiyor.

Gördüğüm kadarıyla bu işlek caddede trafiğin akmasını sağlamak için belediye işi zamana bırakmış. Bina sahipleri gönül rızasıyla evini yıkacak ve yeni bina yapacaksa, binalar biraz daha içeriye çekilerek yol biraz genişleyecek. Bunu ileride görürüz ama kaçımız görürüz, kestiremiyorum.

Bugünkü bu haliyle bu cadde için ne yapılabilir?

1. Yolun sağına araç parkı yasaklanabilir. Buna rağmen aracını park eden olursa trafik cezası yazılabilir. Bizim insanımız ceza yazıldığını görürse bir daha aracını koymaz.

2.  Yolun bazı bölümlerinde geniş kaldırımlar var. Bildiğim kadarıyla bu yoldan yaya gidip gelen fazla kimse yok. Pekâlâ bu kaldırımlar küçültülebilir. Kaldırımda olan ağaçlar buradan başka yerlere nakledilebilir. Çünkü yayanın pek geçmediği bu kaldırımlara bir güzel araçlar park ediliyor. Güya kaldırım üzerine araç parkı yasak. Merak ediyorum, uygulanmayan yasaklar niçin konur? Bence devletin ciddiyeti koyduğu kuralların arkasını aramasıyla belli olur.

EtEtkili ve yetkili kişi ve kurumlara duyurulur. Ne olur, bu caddeye bir çözüm üretin.

*02/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

17 Şubat 2022 Perşembe

Puslu Hava *

Bazıları oturduğu yerden esnafın zam üstüne zam yaptığından dert yanar. “Şu ürün dün şu kadardı, bugün bu kadar yapmış. Bunlar KDV indirimi öncesi fiyatları yükseltti. Yüzde 7 KDV indirimi de berhava oldu. Bu esnaf çok vicdansız, merhametsiz, insafsız açgözlü. Bunlarda Allah korkusu yok. Varsa yoksa ceplerini doldurmak. Devlet bunları denetlemeli. Bunlara bol cezalar yazmalı”. Hatta bazıları daha da ileriye giderek “bunların işyerlerini bir hafta kapatmalı. Bak bakalım, fiyatları yükseltebiliyorlar mı” şeklinde yazılan yazıların ve paylaşımların haddi hesabı yok.

Tüm bu yazılanlarda haklılık payı var mı, var. Esnaf veya sektörler ürünlerine zam yapıyor mu, yapıyor. Esnafın içerisinde daha fazla kazanayım diye fırsatçılık yapan var mı? Var. Bunlar kızılmayı hak ediyor mu? Ediyor. Buraya kadar eyvallah. Yalnız yağmur gibi gelen zamları sadece esnaf, firma ve sektörlerin üzerine atıp onlara kızmak ne derece doğru? Zamların müsebbibi tek başına onlar mı? Bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama tüm hıncımızı, ürünlere zam yapan marketlere kızarak gidermeye ve egomuzu tatmin etmeye çalışıyoruz gibi geliyor bana.

Neden derseniz? Ticaretin doğasında olan daha fazla kazanma hırsı, önceki yıllara oranla bu yıl niçin arttı? Çünkü enflasyon var bu ülkede. Hem de öyle böyle değil, yüksek bir enflasyonla karşı karşıyayız. Sadece bizde değil, tüm dünya bu enflasyon belasıyla boğuşuyor. Diğer bazı ülkelerin yanından enflasyon teğet geçerken bizim gibi ülkeler enflasyonun göbeğinde ve depremin merkez üssü gibidir. Yani enflasyondan biz daha fazla etkileniyoruz. Ne demek enflasyon? Hayat pahalılığı demektir, Alım gücünün azalması demektir, fiyatların bir yerde durmaması, sürekli yukarıya doğru değişmesi demektir. Bırakalım esnaf ve özel sektörü, devlet bile bu enflasyonlu hayatta, zam yetkisi kendi elinde olan ürünlere kallavi zamlar yapıyor. Elektrik bunun en bariz örneğidir. Meskenlere bile yüklü miktarda yapılan zammın daha fazlası sanayi ve işyerlerine yapıldı. Bu yapılan zammı esnaf, fabrikatör, üretici vs. tüketiciye yansıtmayacak mı? Elbette yansıtacak. Ayrıca petrol ürünlerine gelen zam tüm ürünlere zam olarak yansıması demektir. Çoğu haftalarda birden fazla petrol ürünlerine zam geldi bu ülkede. Hiçbir esnaf, petrol ürünlerine geldi ama biz zam yapmayacağız demez ve hiçbir esnaf ederinden daha aşağıya ürününü piyasaya sürmez. Tüm girdilerin üzerine dükkan, işçi, enerji, yakıt vb. zammını eklediği gibi kârını ve devlete vereceği vergiyi de ekler. Tüm bunlara ilaveten fırsat bu fırsat deyip daha fazla zam yapmaya kalkan esnaf olmaz mı? Olur, niye olmasın. Alışverişin doğasında var bu. Hangi bir esnaf istemez daha fazla kazanmayı.

Hasılı, anamızı ağlatan bu zamların temelinde oluşan puslu hava var. Kurt da puslu havayı sever. Zamdan dolayı birilerine özellikle üretici, esnaf ve firmalara kızacaksak daha fazlasını bu puslu havanın oluşmasına bilerek veya bilmeyerek zemin hazırlayanlara kızmamız gerek. Piyasaya hakim olamayan, ipin ucunu kaçıran, acizliğin bir gereği olarak zamdan başka bir seçenek bırakmayan ve piyasaları yeterince denetleyemeyenlere kızalım. Bu, daha adilane olur. Yoksa piyonlarla uğraşır dururuz.

*18/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

16 Şubat 2022 Çarşamba

Bilmediğini Bilmeyen Bir Sürücü

2017 yılında bir ziyaret için bir grup arkadaşla cuma namazından sonra Karaman'a gidip geleceğiz. Gruba katılabilmem için cuma namazını çarşıda kılmam gerekiyor. Ezana beş on dakika var. Meslektaşlara, çarşı tarafına gidecek var mı diye sordum. Ben gidiyorum, sizi götüreyim dedi.

Bindik arabasına. Tali yoldan ana caddeye doğru yanaştık. Sağlı sollu araç yoğunluğu arasında bizim kaptan, sol tarafa sinyal vererek gelen araçlara aldırmadan araçların arasına daldı. Hoca Hanım, tali yoldan giriyoruz. Araçlar vızır vızır geçiyor. Beklememiz gerekmiyor muydu dedim. “Sinyal verdim hocam” dedi. Hocam, sinyal verdiniz de yol bizim değildi ki deyince “Sinyal verdim ya sinyal verdim mi iş biter” dedi. Bence sinyal de versek beklememiz gerekirdi dedim. “Sorun yok hocam. Ben trafik kurallarını iyi bilirim. Bugüne kadar hiç kaza yapmadım” deyince böyle kuralları bilen ve bugüne kadar hiç kaza yapmayan usta şoföre ne denebilirdi ki. Sesimi kesip işine hiç karışmadım. İhsaniye ışıklarına varınca, ezanlar da okunmaya başlamıştı. Hoca Hanım, ışıkta durmuşken ben burada ineyim. Çok teşekkür ediyorum diyerek arabadan inmek için davrandım. “Hocam, hani Hacı Veyiszade Camiinin orada inecektiniz. Sizi götüreceğim oraya kadar” dedi. Çok sağ olun, burası daha uygun olacak deyip arabadan indim.

Doğrudur, Hoca Hanım, bildiği trafik kurallarından dolayı hiç kaza yapmamıştır. Ama eminim ki böyle sürmesinden dolayı çoğu kazaya sebebiyet vermiştir. Bu kazalardan dolayı da acaba, bu kazada benim bir payım olabilir mi diye hiç düşünmemiştir. Niye düşünsün ki. Gördüğüm kadarıyla trafik kurallarını bilmediğini bilmiyor. Bilmediğini bilmeyen birine de kuralın ne olduğunu hatırlatmanın fayda etmeyeceğini benim iyi bilmem lazımdı. Sorunun kendinden kaynaklandığını bilmeyince zaten problemin kaynağının kendisi olduğunu hiç öğrenemeyecek. Vaziyet bu olunca Hoca Hanım araba sürmeye devam edecek. Çünkü no problem. Bu durumda Hoca Hanımla trafikte karşılaşanlar düşünsün.