13 Ocak 2022 Perşembe

Ali Dayı ve Oğlu

Mahallemizde Ali Dayının bir oğlu vardı. Mahalle onu sever. O da mahalleliyi severdi. Mahalle onun bir dediğini iki etmezdi. Öl dese ölürlerdi.

Herkes şaşırır ve kıskanırdı bu Ali Dayının oğluna bu sevgi neden diye.

Ama bir zaman gelmiş. Mahallede işler tersine gitmeye başlamış. Ali Dayı ile oğlu arasında şu diyalog geçmiş:

Oğlum, mahallemiz yangın yeri. Bir şeyler yap.

Ne yapayım ki bu durumda?

Ne yapacaksan yap artık. Elinde sermaye olarak ne silahın varsa onu sür.

Başka sermayem yok.

Gerçekten.

Aslında var bir tane. 

Nedir o?

Mahallelinin karşısına çıkıp konuşmak.

Sakın ha yapma bunu. Hazırında yangını körüklersin. Zaten elinde tek sermayen bu idi. Bunu da yıllar yılı tepe tepe kullandın. Zira laf ile peynir gemisi yürümez. Görüyorum ki deniz bitmiş, kum da bitmiş. Bu durumda yanarım da güzelim mahalleye ve sakinlerine yanarım. Artık bir ağlayanları da olmaz. Yazık oldu gerçekten.

Burada tüm suç benim mi?

Senin suçun kendine çok güvenmen. Mahallelinin suçu da sana çok güvenmeleri ve sana sonsuz kredi açmaları. İnsanın kendine ve etrafına yaptığını kimse yapmaz. Keşke etrafında sana doğruları söyleyecek, seni zamanında eleştirecek üç beş dost edinseydin. Görüyorum ki yalnızsın. Bunu da sen yaptın. Çünkü etrafından onları uzaklaştıran da sensin.

4-6 Yaş Kur'an Kursları *

Ne zamandır Diyanet İşleri Başkanlığının yaygın eğitim kapsamında uyguladığı 4-6 grubuna dair bir yazı yazmak istedim. Bugün, yarın derken bu kurslarla ilgili bir siyasinin “Ortaçağ zihniyeti” benzetmesi araya girince, ortamın soğumasını bekledim. Önce bu kurslara dair kısa bilgi vereyim.

2013-2014 öğretim yılında pilot olarak 10 ilde uygulamaya konan 4-6 yaş grubuna yönelik Kur’an Kursları tüm Türkiye’de yaygınlaştırıldı. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Burhan İşliyen’in 10/09/2021 tarihinde verdiği bilgiye göre bu kurslarda 200 bin öğrenci eğitim ve öğretim görmektedir.   

Yaygın din eğitimi faaliyetleri arasında yer alan 4-6 yaş grubuyla ilgili belirlenen amaçlar,  Başkanlık (DİB) tarafından şöyle açıklanmaktadır:

*”İslam dininin değerlerini, insan hayatına anlam kazandıran unsurlardan biri olarak fark etmesini, kazandığı bu değerleri günlük hayatında kullanabilmesini,

*Kur'an-ı Kerim'i içerik ses ve şekil olarak kendi yaş grubuna uygun olarak tanıyabilmesini, *Allah'ı sevgi temelinde tanıyabilmeyi ve yaratılışı fark etmelerini,

*Peygamber efendimizin kişiliğini ve karakterini tanımalarını, sevip rol model almalarını, *Sağlıklı bir din ve ahlak gelişimi göstermelerini sağlamak ve ihtiyaç duydukları diğer gelişim süreçlerine de katkıda bulunmaktır.”

4-6 yaş grubuna görevlendirilenler kimlerden oluşuyor ve nasıl seçiliyor? “İlahiyat Fakültesi, İlitam, Ön lisans İlahiyat ve İmam-Hatip lisesi mezunu olup halk eğitim merkezi, üniversitelerin uzaktan eğitim merkezleri, Başkanlık tarafından düzenlenen programlardan sertifika alan öğreticiler arasından seçilmektedir.”

Diyanet tarafından uygulanmakta olan bu proje ihtiyaç mı, değil mi bunun üzerinde durmayacağım. 200 bin öğrencinin eğitim gördüğü dikkate alınırsa vatandaş nezdinde bir talep söz konusu. Demek ki ihtiyaçmış ki açılmış ve Diyanet de bu ihtiyacı karşılamaya çalışıyor.

Yazımın başında yer verdiğim amaçlara bakılırsa, amaçların da güzel olduğu görülmektedir. Bu amaçlar gerçekleştirilirse istendik davranışlar elde edilmiş olur. Burada gördüğüm bir eksiklik üzerinde duracağım: Ders veren öğreticiler. Bunların dini bilgilerini sorgulamayacağım. Çünkü hepsinin alanında ve sahasında yeterli donanım ve birikime sahip olduklarına inanıyorum. Bunlar bu çocukların seviyesine inebiliyor mu? Beni düşündüren de burası. Çünkü seviyeye inme konusu, alan bilgisinden önce gelir ve ayrı bir yetenektir. Diyanet de bunun farkında olmalı ki buralarda görev yapacak öğreticilerde sertifika şartı koşmuş. Acaba uzaktan veya yüz yüze verilen veya alınan bu sertifikalar, çocukların seviyesine inmek için ne kadar yeterli? Sertifika alma süresi, ne şekilde alındığı veya verildiği düşünülürse, açıkçası alınan bu sertifikaların yeterli olacağını sanmıyorum. Çünkü çocukların seviyesine inmek ayrı bir kabiliyet ve belli bir eğitimden geçmeyi ister. Günümüzde bu çocukların seviyesine ancak okul öncesi eğitimi alan öğretmenler, kısmen de sınıf öğretmenleri inebilir. Seviyesine inmek çocuklaşmak demektir. Bunu kaçımız yapabilir?

Halen Kur’an kurslarında 4-6 yaş grubu öğrencilerine sertifika almak suretiyle ders veren öğreticilere bir göz atarsak; İHL, ön lisans, İLİTAM ve ilahiyat eğitimi alanların,  aldıkları sertifika dışında bir okul öncesi eğitimleri yok. Bunların içinde çocukların seviyesine inebilen öğreticiler vardır. Ama çoğunluğunun zorlandığını düşünüyorum.

Bu durumda ne yapılabilirdi? Diyanet 4-6 yaş grubu Kur’an eğitimine başlamadan önce böyle bir projesinin olduğunu, buna uygun branş öğreticisinin yetiştirilmesi için YÖK’ten talepte bulunabilirdi. YÖK de 2 ya da 4 yıl olacak şekilde bölümler açabilir. Bu bölümler mezun verdikten sonra bu kursların açılmasına başlanabilirdi.

Burada yeni bölümlere ihtiyaç var mı diyebilirsiniz. Bence ihtiyaç var. Zaten devlet çoğu okul kademelerinde branşlaşmaya gitti. Örnek verirsek; ortaokullarda ilköğretim matematik ve ilköğretim fen bilgisi adı altında branşlar oluşturarak lise matematik ve FKB’den (fizik, kimya, biyoloji) ayırdı. Beden eğitimi, müzik ve görsel sanatları saymazsak, devletin ayırmadığı iki branş kaldı. Bunlar da İngilizce ve din kültürü ve ahlak bilgisi. Bugün İngilizce öğretmenleri ilkokul ikinci sınıftan başlayarak lise son sınıfa, din kültürü öğretmenleri ise ilkokul 4.sınıftan lise son sınıfa kadar derse girebiliyor. Aslında ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi diye bir zamanlar ilköğretimde derse girecek şekilde bir branşlaşmaya gidildi ama nedense bundan vazgeçildi. Bence eğitim ve öğretimde öğrenci seviyesini ve öğrencilerin seviyesine inmeyi önemsiyorsak ilkokul, ortaokul ve liselerde branşlaşmaya gidilmelidir. Buna gerçekten ihtiyaç var.  Özellikle, aşağı yukarı her sınır seviyesinde derse girmekte olan ilahiyat fakültesi mezunları daha fazla zorlanır. Çünkü lisede derse giren bir öğretmen, ortaokulda ve ilkokulda der vermekte, aynı şekilde ilk ve ortaokullarda ders veren biri lisede zorlanır.

Sözün özü, 4-6 yaş grubu Kur’an kursları eğitiminde başarıya ulaşılmak isteniyorsa, ivedi bir şekilde anasınıfı seviyesindeki öğrencilere ders verebilecek bir ilahiyat bölümü açılmalıdır. Burada kısaca şuna da değinmek isterim. Oyun çağındaki çocuklara (kreş, anasınıfı ve ilkokul) bilgiden ziyade oyunu önceleyen ve uygulamaya yönelik eğitimler verilmelidir. Özellikle bilgi vermekten azami derecede kaçınılmalıdır. İlkokul boyunca okumayı ve basit matematik vermekle yetinilmelidir. Çocuklarımız kreş, anasınıfı ve ilkokullarda kişiliğine artı puan kazandıracak eğitimlere yer verilmelidir. Buna etik, ahlaki, nezaket ve görgü kuralları denebilir. Çocuklarımız nazik konuşmayı, yerleri kirletmemeyi, yalan söylememeyi vs. özellikleri bu sınıf seviyelerinde öğrenmelidir.

*15/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Ocak 2022 Pazar

“Allah’ı İşinize Karıştırmayın!” *

2014 yılında, "Yöneticilikte dört yılını dolduranlar asli görevi öğretmenliğe döndürülür ve yeniden puanlanır. Geçerli puanı alamayanlar öğretmenliğe devam eder. Boş kalan yöneticiliklere de mülakat yoluyla atama yapılır." içerikli bir kanun çıkarıldı. Şimdilerde araştırmacı adı verilen eğitim uzmanı adı altında bir kadro ihdas edilerek mevcut milli eğitim müdürleri ve müdür yardımcıları da kızağa alındı. Yani özlük hakları korunarak bankamatik memuru yapıldı. Yerlerine yeni milli eğitim müdürleri ve mülakatla atanan şube müdürleri atandı.

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinde atamalar tamamlanınca sıra geldi, dört yılını dolduran okul yöneticilerini değerlendirmeye. Bunun için değerlendirme komisyonları kuruldu. Komisyonlarda kimler vardı? Yanlış hatırlamıyorsam, yeni atanan ilçe milli eğitim müdürleri, iki şube müdürü, okul aile birliği başkanı ve yardımcısı, okul öğrenci temsilcisi, okulun en yaşlı ve en genç öğretmeni puanladı. 75 puanın altında kalan yöneticiler başarısız sayıldı ve asli görevi olan öğretmenliğe döndürüldü. Bu değerlendirmenin ne kadar objektif kriterlere dayalı yapıldığını, başarılı ve başarısız sayılanların alacağı puanlarla birlikte nerelerde, kimler tarafından oluşturulduğunu işin içinde olanlar iyi bilir. Bilinemeyen tek şey, başarılı olanlar niçin başarılı, başarısız olanlar niçin başarısız olduğunu pek bilemedi. Bu konuda büyük bir katliam yapıldı dense yanlış olmaz. Çünkü sınavla yönetici olanların pek azı hariç hepsi elendi.

Okul yöneticilerinin çoğu elenince boş kalan okul yöneticiliklerine çıkarılan kanun gereği mülakatla yeni yöneticiler seçildi. Bu mülakatlarda da diğer mülakatlarda olduğu gibi objektif ve nokta atış puanlama yapıldı. Kimin nereye atanacağı belirlendi. Değerlendirme ve mülakatta kazara gözden kaçan kimse olmuşsa, “Falan yeri yazma, orasına falanı düşünüyoruz” dendi ve tercih ettirilmedi.

Mülakata, değerlendirme puanına göre yeterli puan alamayan eski yöneticiler de girdi. Hayret ki çoğu başarılı oldu. Çalışınca oluyormuş demek ki. Bunlara geçer puan verildi ama yüksek puan verilmedi. Tercih ederseniz, kenar-köşe okulları tercih edin denerek lütuf bahşedildi.

Ağustos gibi başlayan değerlendirme, mülakat, tercih ve atama işlemleri 2014’ün Aralık ayı sonlarına kadar devam etti. Bu demektir ki okullar 3-4 ayı yöneticisiz kaldı. Yönetici olmamasına rağmen okullarda pek sorun olmadı.

*

2015’in ilk aylarında eski ve yeni yenilenmiş müdürlerle, çoğu yöneticiye düşük puan vererek eleyen bir milli eğitim müdürü yemekli bir tanışma toplantısı yaptı. Yemekten sonra aldı eline mikrofonu. “Arkadaşlar! Sözlerime, çok hoşuma giden bir süre ile başlamak istiyorum” dedi ve eüzü-besmele çekerek Fatiha süresini okumaya başladı. Milli eğitim müdürü süreyi okuya dursun. Yanımda, gözde bir okulun müdürü iken yeterli puanı alamayıp elenen, daha sonra mülakat yoluyla ücra bir yerde okul müdürlüğü verilen bir okul müdürü, “Yahu arkadaş, ne diyeceksen de ama Allah’ı ağzınıza almayın, Allah’ı işinize karıştırmayın. Çünkü ne yapıp ne ettiğinizi biliyoruz” dedi.

Bu yazıyı ele almamın nedeni de müdürün, “Allah’ın adını ağzınıza almayın/ Allah’ı işinize karıştırmayın” sözleri idi. Bu müdür dinle-diyanetle sorunu olan biri mi idi? Değil. Üstelik İHL mezunu biri idi. Niye böyle demiş olabilir? Belli ki gözde bir okulda okul müdürü iken elenip iki-üç ayın ardından kenarda bir okula müdür olarak atanmayı anlayamamış, olup biteni kabullenememiş ve haksızlık yapıldığını düşünmüş olmalı. Bu isyanında haksız da sayılmazdı. Maalesef bu durum sadece kendisinin değil, çoğu yöneticinin başına gelen bir durumdu. Bu kanunu çıkaranlar, böyle bir şeyi murat etmiş olmayabilir ama sonuç pek değil, hiç iç açıcı olmadı bu süreçte. İHL mezunu biri olmasına rağmen ilçe milli eğitim müdürünün Fatiha okumasına niçin tepki göstermiş olabilir? Belli ki yaptıklarıyla Allah’ı örtüştüremedi. Çünkü yılların yöneticilerini eleyenler, ağırlığı bir meslek grubundan kimseler idi. Herkes o meslek grubundan Allah korkusu ve adalet bekledi ama maalesef göremedi.

Siz ne dersiniz bilmiyorum ama amme hizmeti yapanlar; din, iman, ahlak, adalet, Allah vb değerleri hiç ağzından düşürmez ve bunları referans kabul eder. Yaptıklarıyla insanları mağdur eder veya yaptıkları anlaşılmaz ise dini alet ediyor şeklinde anlaşılabilir. Bu yüzden din ve dini değerleri referans alanların söz ve eylem örtüşmesine dikkat etmesinde fayda vardır.

*11/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Mehmet ADİL Güven Tazeledi *

8 Ocak 2022 günü saat 10.00'da Konya Kahveciler, Çay Ocakları Büfeciler  Esnaf Odası Olağan Genel Kurulu olduğundan, Oda Başkanı Sayın Adil’in, aramızda görmek isteriz daveti üzerine haberim oldu. Olağan genel kurulun, Konya Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (KONESOB) odasında yapılacağını öğrendim. Cumartesi ve pazar günleri benim için dinlenme ve geç kalkma günleri olsa da davete icabet etmem lazım dedim, erkenden yola koyuldum. Bu vesileyle ilk defa bir oda seçimine katılmış oldum.

Toplantının yapıldığı salona girmeden önce girişte; tertip, düzen, ilgi ve alakanın yanında, girişin sağına ve soluna güzelce yerleştirilmiş izzet ve ikram köşesi dikkatimi çekti. Yok yoktu: Çay, kahve, su, poğaça, pastanın her türlüsü, envaiçeşit olarak yerleştirilmişti. İkramlıktı hepsi. Giren alıyor, çıkan alıyor. Görüntü, biz işimizin erbabıyız dedirtiyordu.

Selam verip hayırlı olsun, kolay gelsin dedikten sonra toplantının yapılacağı salona yöneldim. Salona girerken, salonda çok az kişinin olacağı yönünde içimde bir his vardı. Çünkü olağan genel kurulda tek aday yarışacaktı. Aday tek olunca, nasılsa karşısında rakip yok, bu yüzden seçime katılmama gerek yok diye üyelerde bir rehavet söz konusu olur ve yeterli sayıyı bulmak bile zor olabilirdi. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen gördüğüm manzara, endişemin yersin olduğunu gösterdi. Çünkü salon doluydu. Bu bile tek aday ve tek liste ile yeniden güven tazelemek için seçime giren Mehmet Adil’in, üyelerinin nezdinde ayrı bir yeri olduğunu göstermeye yeterdi.  25.01.2018’de Oda Başkanı seçilen Mehmet Adil, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte bir zoru başarmış, birkaç odaya nasip olacak şekilde karşısına rakip bile çıkmamıştı.

Neydi zorlukları derseniz, malumunuz 2019 Martı ile birlikte hala devam eden küresel bir salgın musallat oldu. Bu salgından en fazla etkilenen sektör ise Mehmet Adil’in başkanlığını yaptığı odanın üyeleri olan kahveci, çay ocakları, büfeciler ve kantinciler oldu. Bu süreçte özellikle kahveciler ve kantinciler kepenk kapattı. Kimi bu süreçte başka iş buldu kimi ise işsiz kaldı. Dün veren el olan bu sektör temsilcileri yardıma muhtaç hale geldiler. Zaman zaman belediyeler ve bazı yardım kuruluşlarından yardım almak zorunda kaldılar. Zor zamanların adamı olduğunu Mehmet Adil bu süreçte göstermiş oldu. Çalmadık kapı bırakmadı, görüşmediği kimse kalmadı. Her yerde sektörünün sesini duyurmaya çalıştı. Sosyal medyayı pek kullanmamasına rağmen bu süreçte sayfasını aktif bir şekilde kullandı. Kırmadan, dökmeden, kimseyi ötekileştirmeden üyelerinin derdine çare olunması için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi. Sektörün dışından biri olmama rağmen bu süreçte bu gayretine bizzat şahit oldum. Üyelerinin derdi ile dertlendi ve süreci iyi yönetti. Ellerinin emeği ile para kazanıp evine ekmek götüren bu sektörün insanı da yapılanları takdir etmiş olmalı ki karşısına rakip çıkmayı ve çıkarmayı düşünmediği gibi işini gücünü bırakıp genel kurula katılarak bu heyecana ortak olmak istemiş.

Genel kurulda 2018-2022 yılları arası gelir-gider tablosu, yönetim ve denetim raporları okundu, üyelerin oylarına sunuldu. Geçmiş yapılanlar ve yapılacak olanlar üyelerden tam not aldı.

Yazıma son verirken yaptıklarıyla göz dolduran ve yeniden başkan seçilerek güven tazeleyen Oda Başkanı Mehmet Adil’in konuşmasından bazı kesitlere de kısaca yer vermek isterim: Sektörlerinde daha önce iz bırakan eski başkanları rahmetli Cemal Çınardalı beyefendiye ayrı bir bölüm ayırarak ona olan vefasını gösterdi ve duygulu anlar yaşadı. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da sektörün dertlerine çözüm bulmak için gereken her şeyin yapılacağını; doğruluktan, dürüstlükten, insani ve milli hassasiyetimizden ödün vermeden tüm sektördeki esnaflarımızın hak ve hukukunu gözeterek görev yapmayı taahhüt ettiklerini; haksızlık yapmadıklarını ve yapmayacaklarını; yalandan, iftiradan, dedikodudan kaçındıklarını ve kaçınmaya devam edeceklerini sözlerine ekledi.

Bu vesileyle güven tazelemeye dayalı olağan bu genel kurulun, Konya’mıza ve sektör sahiplerine hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Sayın başkan Mehmet Adil ve yeni yönetim kuruluna başarılar diliyorum.

Not: Genel kurulda daha önce “Konya Kahveciler, Çay Ocakları ve Büfeciler Odası” olan odanın adına, kantincilerin de eklenmesi üyelerin oyuna sunuldu ve oybirliği ile kabul gördü. Resmiyet kazandıktan sonra odanın yeni adı “Konya kahveciler, Çay Ocakları, Büfeciler ve Kantinciler Odası” olacak. Buna gerek var mıydı? Bence vardı. Çünkü kantinciler de üye yönünle çoklar. Odanın yeni ismi de hayırlı olsun ama isim koyma konusunda burada şunu söylemeden geçemeyeceğim. Gördüğünüz gibi zaten uzun olan odanın ismine, kantincileri de eklemek suretiyle odanın ismi daha da uzamış oldu. Elbette her sektör kendi isimlerinin oda isminde geçmesini ister ama sektörün tüm üyelerini kapsayacak şekilde kısa isim vermeye dikkat etmede fayda görüyorum. Bu hassasiyetim, sadece bu odanın ismi ile sınırlı değil, tüm isimler verilirken konan ismin, “ağyarına mani efradına cami” şeklinde olmasına dikkat etmek gerek. İsim dediğin bir çırpıda, bir nefeste ve unutmadan söylenmeli. Bakarsınız diğer genel kurulda da bulunan kısa isim tüm üyelerin oyuna sunulur. Bu oda da uzun isimden kurtulmuş olur.

*10/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ocak 2022 Cuma

Zam ve Para Politikam

Olup bitenlerden anladığım kadarıyla ülke zamlarla gelişecek. Vatandaş derse ki nöbet sende deyip direksiyonun başına beni getirirse, devlette devamlılık esas prensibi gereğince zamlara kaldığı yerden devam edeceğim. O zaman ne anladık derseniz, benim yoğurt yiyişim pardon zam politikam farklı olacak.

1. Yılın ilk günü zamlarına devam edeceğim. Sadece doğalgaz ve elektriğe değil, iğneden ipliğe her şeye okkalı zam yapacağım. Okkalı zammı gören vatandaş yerinden kalkamayacak. Bakıyor ki nefes alabiliyor. Ya Rabbi buna da şükür diyecek. 

2. Doğalgaz, elektrik gibi ürünler başta olmak üzere devlet süspansiyon yapmayacak. Bir şeyin ederi, kurtarır tarafı ve devletin karı ne ise aynen vatandaşa yansıtılacak. Bütçenin delikleri kapatılacak. Beğenmeyen ve gücü yetmeyen kullanmayacak. Yani kimse ürün almaya zorlanmayacak. Bu da demokrasi ve özgürlüğün bir gereğidir.

3. TL'yi koruma adı altında verilen her türlü garantiye son verilecek. 

4. Elinde parası olan, parasını üretimde ve yatırımda değerlendirmeyen; parasını borsa, döviz, faiz ve altında değerlendiren herkesten KDV, ÖTV, damga vergisi, gelir vergisi, nereden buldun vergisi gibi okkalı vergiler alınacak. Vergi oranları kişinin parasına göre belirlenecek. Parasını kah dövize kah faize kah altına yatırdığından, piyasayı allak bullak ettiğinden dolayı kendilerine ceza kesilecek. 

5. Bankalardaki paradan sonra alınan genel arama emriyle ev ve işyerlerindeki altın ve dövize yöneleceğim. Elimizde dedektörlerle birlikte her eve girilecek. Tespit edilen her altın ve dövize kayıt dışı diye el konacak. Yarısı değişik vergilere kesildikten sonra geri kalan yarısı, kişi adına vadesiz hesaba yatırılacak. 

6. Piyasayı rahatlattıktan ve herkes önünü görmeye başladıktan sonra TL’ye son vereceğim. Rüzgardan etkilenmeyen, her yerde geçerli bir para birimine geçeceğim. Bizim paramız TL diyenlere de yardımcı olacağım. Onlar için TL tedavülde olacak. Onlar her türlü alaveresinde TL kullanmaya devam edecekler. Paramız eridi diyen olursa, onlara bunu siz istediniz, denecek.

"Hibe"

Resûlullah, zekât toplamakla görevlendirdiği memurunun hediye aldığını işittiğinde; “Benim gönderdiğim bir görevliye ne oluyor ki: ‘Bu zekât malıdır; bu da bana hediye edilmiştir.’ Demektedir. Bu kişi, babasının (yahut anasının) evinde oturup kalsa, acaba kendisine hediye verilir miydi? Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz o zekât malından bir şey alırsa kıyamet gününe, o malı boynunda taşıyarak gelecektir.” (Müslim, İmârât, 26) buyurmuştur.

“Kur Garantili TL” hesabı açtıranlara, banka tarafından tahakkuk ettirilen faize ilave olarak döviz arttığı takdirde mudiinin dövizden kaynaklanan farkını, hazinenin karşılayacak olmasını bazı fıkıhçılar, bu parayı devletin o kişiye verdiği bir “hibe” olduğu, bunun faiz olmadığı görüşünü yukarıdaki hadisle kıyaslarsak, burada akla şu gelir: Kişi bankaya gidip kur garantili mevduat hesabı açtırmamış olmadı, hazine o kişiye yine hibe* verecek miydi?

Devlet zorlukları aşmak için -tasvip etmesek de- böyle bir garanti verebilir ama fıkıhçılar buna nasıl cevaz verir, çok anlaşılır gibi değil.

Acizane, hibe denilen bu kur farkını ben, paradan para kazanan, parasını faizde değerlendiren kişileri korumak ve kollamak olduğunu, bunun faize teşvik olduğunu düşünüyorum. Buna fetva verilmiş olsa da bu durumun şu hadis çerçevesinde değerlendirilmesinin yani helal ile haram arasında kalmış şüpheli bir şey olacağını düşünüyorum: "Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir." [Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).]

*Bir kamu kuruluşu, işletme ya da vakıf tarafından bir eğitim kurumu, şirket ya da kişiye verilen karşılıksız paradır.

Bazıları Susmalı

Kızsak da bağırsak da olmaz bu kadar dediysek de günbegün gelen zamlar hayatımızın bir parçası oldu. Yılın ilk gününde petrol ürünlerine, doğalgaza ve elektriğe gelen yüklü zamlar da bir önceki yılda aşina olduğumuz zamların katlanarak devam edeceğini gösteriyor. Çünkü süspansiyon bir yere kadardır. Burada garip olan, devletin niye süspansiyon yaptığıdır. Hazinede kullanmadığı, fazla para varsa süspansiyon yapsın. Hazinede para olmadığı herkesin malumu. Devlet yılbaşı itibariyle süspansiyona ettiği ürünlerden süspansiyonu kaldırınca, enerji ürünlerine de tuzlu zam yapıldı. Keşke böyle yapacağına, bu ürünlere zamanında azar azar zam yapsaydı, daha iyi olurdu. Böylece hazine daha fazla borçlanmazdı. Vatandaş da yılbaşından itibaren yüklü fatura ödeyecek olmazdı.

Buradan başka bir konuya geleceğim. Devletin ve özel sektörün yaptığı zamlar, üretim maliyetleri arttığından bu maliyetlerin vatandaşa zam olarak yansıtılmasından ibarettir. Değilse ne diye zam yapsınlar? Zira zammın yüzü soğuktur. Kimse, tepki olmasına rağmen zam yapmaya kalkmaz. Arka arkaya gelen zamlar da sıfırı tükettiğimizin, zamdan başka çarenin olmadığının ve yaşadığımız yüksek enflasyonun bir sonucudur. Radikal tedbirler alınmadıkça, soruna derinlemesine inilmedikçe, günü kurtarmaya çalışıldıkça, piyasaya güven verilmedikçe, kimse önünü göremediği müddetçe, yeni kaynaklar bulunmadıkça, kriz iyi yönetilmedikçe, akşamdan sabaha yeni ekonomik model denemeye kalkıldıkça bu zamlar yağmur gibi gelmeye devam edecektir. Buna alışsak iyi olacak. Dua edelim, uzun sürmesin. 

Zamlar, yaşadığımız bu günlerin bir gerçeği diyerek zil takıp oynanmayacak. Kimse buna da şükür, hayat normal demeyecek. Çektiği sıkıntıyı elbette dile getirecek. Veryansın edecek. Zira hakkıdır. Yaşadığını, çektiğini insanın kendisi bilir.

Benim burada istediğim, yaşanan bunca sıkıntıyı koruma ve kollama gerekçesiyle bazılarının savunmaya kalkmasıdır. Kah başka ülkeleri örnek veriyorlar, onlara da şu kadar zam yapıldı. Bizde daha ucuz diyorlar. Kah millet zengin, sıfır araba kuyruğuna giriyor diyorlar. Kah 80 öncesi kuyrukları gördük. Ne var bunda diyorlar. Diyorlar oğlu diyorlar. Yapmayın bunu. İnan sizin bu yaptığınızı zam yapan devlet ve özel sektör yapmıyor. Eğer birilerini desteklemek, başkasının tepkisini çekmemek istiyorsanız, yapacağınız en iyi şey susmaktır. Gerçekten bu aşamada susmak bir erdemdir. Birilerini koruyup kollayacağız diye gülünç duruma düşmeyin. Enerjinizi başka alanlarda tüketin. Unutmayın ki hayatın gerçeği de olsa yapılan zamlar savunulmaz. Kendinize saygınız varsa susun. Birilerinin size saygı göstermesini istiyorsanız, yine susun. Allah aşkına susun. Lillah aşkına susun.