29 Aralık 2021 Çarşamba

Biri Bana Bu Faiz İndirimini Anlatsın *

 

Banka Adı

Faiz Oranı

(%)

Şekerbank

13.50

Halkbank

13.75

Vakıfbank

16.00

Ziraat Bankası

17.00

Yapı Kredi

17.25

Turkish Bank

17.50

ICBC

17.75

Burgan Bank

18.75

Odeabank, TEB, Fibabanka

19.00

Alternatif Bank

19.25

Akbank, ING Bank

     20.00

Merkez Bankası'nın açıkladığı kur korumalı TL vadeli mevduat sisteminin devreye girmesiyle birlikte parasını mevduat hesaplarında değerlendirmek isteyen müşterileri çekmek için bankalar, kesenin ağzını açmış görünüyor. Tabloda, 32 günlük vadeli mevduat hesabı, aralık ayı faiz oranlarını görmektesiniz.

Bankaların müşterilerine duyurduğu faiz oranları, yüzde 13.50 ila 20.00 arasında değişiklik göstermektedir. En düşük faiz veren banka ile en yüksek faiz veren banka arasında 6.5’luk bir fark söz konusu.

Bankaların bu farklı oranlarını görünce, MB’nin belirlediği faiz oranına uygun faiz veren bankaların Şekerbank ve Halkbank olduğu, diğerlerinin MB’ının faiz oranını sollayıp geçtiği dikkatinizden kaçmamıştır. Bildiğiniz gibi Merkez Bankası faiz oranlarını 16 Aralıkta % 14’e indirmişti.

Buradan Merkez Bankası’nın birkaç aydır periyodik olarak indirdiği faiz oranlarına gelmek istiyorum. Ekonomiden ve ekonomiye dair olup bitenleri anlamadığım gibi faizin indirilmesini ve çıkarılmasını da çok anlamış değilim. Anlamasam da bu konuda yazacağım. Olur ya biriniz bana bu faiz indiriminin künhünü açıklar da cehaletim gider. Yine niyetim siyaset değil, sadece olup biteni anlamaya çalışıyorum. Bunu da burada belirtmek isterim.

Bildiğiniz gibi Türkiye “Düşük faiz, yüksek kur” modelini uyguladı kısa bir süre. Bundan gaye faizle mücadele etmek, yatırımcının uygun kredi alıp yatırım yapmasının önünü açmak; sıcak paraya dayalı bir ekonomik modelden üretime dayalı bir ekonomik modele geçmek ve cari açığı kapatmak için ihracatı parolamız olarak belirlemiştik. Sadece yeni bir model denemek değil, aynı zamanda bu konuda nas var diye faize savaş açtık ve bir kurtuluş savaşı başlattık. Her faizi indirdiğimizde döviz fırladı, piyasa allak bullak oldu. Fiyatlar aldı başını gitti. Döviz her gün bir önceki günün rekorunu kırdı. Bundan dolayı millet yediden yetmişe dolarizasyon oldu. Bankalarda yabancı para üzerinden açılan mevduat hesapları yüzde 60’ı geçti. TL’den kaçan kaçana birkaç ay yaşadık.

“Kur garantili TL” modeli ile birlikte şu anda devletin kendisi ve bankalar, var gücüyle vatandaşı TL cinsinden bankalara para yatırmaya teşvik ettiğine, bankalar MB’nin belirlediği faiz oranlarından yüksek faiz verdiğine göre  “Düşük faiz, yüksek kur“ modelinden yani faizle mücadeleden hızlıca vazgeçtiğimiz ve faizi teşvik ettiğimiz görülüyor. Faizle kalınsa yine iyi. Bir de kur garantisi veriyoruz. Bunu bir tarafa bırakalım ve faiz oranlarına bir bakalım:

MB, faiz oranlarını kasım ayında yüzde 15’e indirdiğinde, basından okuduğumuza göre MB, % 15 ile bankalara para veriyor. Hazine ise MB’nin % 15 ile verdiği parayı bankalardan yüzde 22-23 ile borçlanıyor.  Bu demektir ki devlet verdiği faizden yüzde yedi daha pahalı borçlanıyor. Aynı bankalar mevduat sahiplerine yüzde 13.5-20 arasında faiz veriyor. Yine bankalar kredi verirken ihtiyaç sahiplerine yüzde 27-30 arasında faiz yansıtıyor.

Görüleceği üzere bu faiz oranlarından kaybedenler, devlet ve kredi çekenler. Kazananlar ise parasını mevduata yatıranlar ve bunlara faiz yansıtan bankalar. Burada kazanan hep bankalar oluyor. Her yıl kazanç bakımından bankaların niçin başı çektiği daha iyi anlaşılıyor. İnsanın banka kurası geliyor.

İşte benim anlamadığım bu oranlar. Burada faizle mücadele mi ediliyor yoksa yüzde 30’larda dolaşan oranlar ile faize teşvik mi yapılıyor? Görüntü teşvik edildiği yönünde. Burada soralım: Mademki yüzde 20’lere varan oranlarla mevduat sahiplerine faiz, yüzde 30’lara varan oranlarla kredi verilecekse biz MB’nin faizini niçin yüzde 14’e indirdik? Madem bu noktaya gelecektik. Altı dolu olmayan ve piyasa şartlarına uymayan faiz indirimiyle niçin dövizi fırlattık? Şimdi ne yapıyoruz? Dövizi kur garantisiyle indirdik. Dövizin yükselmesiyle beraber çıkan fiyatların aşağıya indirilmesini bekliyoruz. İner mi? Haydi indirin baskısına rağmen fiyatlar inmediği gibi çıkmaya devam ediyor. Sonunda bir soru daha sorup bu nahoş yazıyı sonlandıralım:  Sonunda yine başa dönmüş isek bu kadar acı reçeteyi biz niye içtik? Her şey yine eski tas, eski hamam ise burada faizle mücadele ve nas nerede? 

*31/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Aralık 2021 Salı

Kumar

Toplum olarak kumarı ve kumar oynayanları sevmesek de içimizde kumar oynayanlarımız var. Niçin sevmeyiz? Çünkü ocakları söndüren bir yönü var kumarın. Kötülükleri pek çok olsa da ailelerin dağılmasına da sebebiyet veriyor. Ki bugüne kadar kumardan ihya olan olmamasına rağmen bu yolun yolcuları yine kumar oynamaya devam ediyor. Dinimiz de haksız kazanç olduğu için kumarı yasaklar. Gerekçe olarak içkiyle beraber kumarın araya düşmanlık ve kin soktuğu, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyduğunu Allah belirtiyor Maide 91.ayette. Çünkü kumarda gözleri kör edecek şekilde daha fazla kazanma ve kaybettiğini yerine koyma inadı vardır.

Kumar derken belirli platformlarda, mahzenlerde ve dijital ortamlarda para karşılığı oynanan, ütme ve ütülmeye dayalı oyunları kastetmiyorum. Günümüzde kumarın alanı o kadar geniş ve çeşitli ki say say bitmez. Nerede alın terletmeden elde edilen haksız bir kazanç varsa orada, o şeyde kumarın izlerine rastlamak mümkün. Son birkaç aydır ülkenin yabancı para ile imtihanı da bana göre kumardan başka bir şey değil. Bu yazımda da bunu işlemeye çalışacağım.

Son birkaç ay içerisinde döviz karşısında paramızın pul olduğu hepimizin malumu. Döviz günbegün bir önceki günü egale ederek kendi rekorunu kırdı. Her yükseliş ve rekor başta petrol ürünleri olmak üzere vatandaşa iğneden ipliğe her türlü ürüne zam olarak döndü. Ürüne zam gelecek düşüncesiyle parası olan daha fazla ürün alarak stok yapma yoluna gitti. Kimse aldığı bir ürünü ikinci gidişinde aynı fiyattan bulamadı. Zamlardan dolayı kah 5’li marketler zincirine kızdık kah fahiş zam yapan firmalara kah stok yapanlara kah dış güçlere.

TL'nin pul olduğunu, devletin de bir şey yapmadığını/yapamadığını toplum olarak yaşadık ve bunun sonu nereye varacak diye endişe içerisinde izledik. Herkesin sabahtan akşama gündemi, ne olacak bu dövizin, altının durumu ve memleketin hali oldu. Bu olağanüstü durumu görüp endişe içerisinde olup biteni izleyen, elinde üç beş kuruşu olan vatandaşın çoğu, doların ateşinin sönmediğini görünce, bari paramın değerini koruyayım diyerek döviz ve altına yöneldi. Bu kesim yüksek rakamlardan altın ve döviz aldı. Parasını dövize çevirenlerden bir tanesi de burnu iyi koku olan, piyasayı takip eden para babalarıdır. Bu kesim borsa-faiz ve döviz üçgeni içerisinde döner dolaşır. Çünkü onlar parasını yatırıma dönüştürmeyen, sürekli paradan para kazanan tiplerdir. Bunlar paraya para demezler ve daima kazanan olmalarına rağmen gözleri paraya da doymaz. Bu tiplerin ülke diye bir dertleri de yok. Bunlar, dövizi düşükken alıp yüksekken bozduranlardır. Şu anda döviz düştü. Bunlar piyasadan yine döviz alma yoluna giderler. Döviz düşse de yükselse de her daim bunlar kazanır. Dövizi anormal bir şekilde köpürtenler de bu kesimdir. Kaybeden kesim ise dövizin ateşinin bir türlü sönmediğini gören ve üç beş kuruş parasını erimesin diye bir panik ve endişe içerisinde, altın ve döviz yüksek iken parasını altın veya dövize yatıran kesimdir. Çoğu elindeki sermayesini de kaybetti.

Dövizin birkaç ay içerisinde yükselmesi ve bir gece aniden düşmesi kumardan başka bir şey değildir. Kumardan da öte bir şey olsa gerek. 20 Aralık gecesi olup bitenler fiili olarak kumar oynamaya rahmet okutur türdendir. Kumarda, oynuyorsun ve sonucunda kazanıyor veya kaybediyorsun. Haksız kazanç da olsa en azından burada bir emek var. Döviz ve altın ile oynamada ise bir emek yok. 20 Aralık gündüzünde bir değer ifade eden paranın, üzerinde herhangi bir işlem yapmadan bir bakmışsın ki hesaptaki para eriyivermiş.

Bu nahoş durum gelip geçti. Bu olup bitenlerden hem devlet hem de millet olarak oturup bir düşünmemiz lazım ki bundan sonra bir daha böyle durumlarla karşılaşmayalım. Burada işin en sevindirici yanı, dövizin ateşinin sönmesi. Üzücü yanı ise Hazine Bakanı’nın da ifade ettiği gibi küçük yatırımcının bu oynanan oyunda kaybetmesidir. Sosyal medyada paylaşım yapanlardan bir kısmının, parasını kaybedip üzülenlere sevindiğini görünce, bunların bu yaptığına üzüldüğümü ifade etmek isterim. Çünkü üzüntü ve dertli insanların mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak, oh olsun demek hoş değil.

Allah bize bir daha böyle kumar oynatmasın.

Kur Garantili TL *

—"Kur Garantili TL" konusunda ne dersin?

—Dövizin ateşinin söndürülmesi bakımından devlet böyle bir tedbir almış olmalı. Ama gecikmiş bir karar. Devletin bu gecikmiş adaletine "ba'de harabil-Basra" denir. Buna da adalet denmez.

—Ne zaman almalıydı bu kararı? 

—Merkez Bankası faiz kararı vermeye başlamadan alınmalıydı. 

—Gecikmiş de olsa iyi oldu değil mi? 

—Ümit ederim ki alınan bu karar sürekli olmaz, üç ayla sınırlandırılmalı. 

—Niye ki? 

—Dünyanın hiçbir yerinde parasını faize yatırana artı kur garantisi verilemez. Ki bu karar yeni değil. Öncesinde bu ülkede denenmiş. Hazineye ilave yük getirdiği için vazgeçilmiştir. 

—Devlet garanti verdiğine göre bu demektir ki yükselmeyecektir. 

—Mesele iç piyasadan ibaret olsa tamam diyeceğim. Çünkü devlet iç piyasaya hakim olabilir. Ama ekonominin küreselleştiği günümüzde en ufak bir dış müdahale kuru uçurur. Ki zaman zaman bu durumu yaşadık, yaşıyoruz. Böyle bir durumda hazine kur farkının altından kalkamaz.

—Devletin hesabı tutarsa, yani kur yükselmezse.

—Kur yükselmezse sorun yok. Bu demektir ki devlet isabetli bir karar almıştır. Ülke ekonomisi bundan dolayı rahat bir nefes alır.

—Daha ne?

—Yalnız devlet bir karar alırken olası en kötü ihtimali de göz önünde bulundurmalıdır. Ya kur yeniden fırlarsa o zaman ne yapacak? Devlet böyle bir riske giremez. Girdi diyelim. Bu yaptığı devlete artı yük getirmeyecek mi? Sonra devlet çok mu zengin ki mevduat sahiplerine fazla para verecek? Fazla parası varsa versin diyelim. Hepimizin bildiği gibi devlet iç ve dış borç almak suretiyle ekonomiyi yürütmeye çalışıyor. Borçlu iken başkasına ağalık yapmak, “hibe” bahşetmek ne derece doğru? Sonra devlet kimin parasını kime veriyor? O hazinede 83 milyonun hakkı var. Soruldu mu millete “Biz mevduat hesabı açtırmak suretiyle faizden para kazanmak isteyenler, aldıkları bu faizi yeterli görmezlerse üzerine biz para vereceğiz. Siz ne dersiniz bu konuda” diye. Devlet faiz + kur garantisini başka kime veriyor? Buradan hareketle diğer vatandaşlar mesela ticaretle uğraşanlar, işçi çalıştıranlar ya da faiz almadıkları için parasını bankalarda vadesiz hesapta tutanlar biz de kur garantisi istiyoruz derlerse, bu isteklerinde haklı olmazlar mı? Bence devlet paradan para kazanmayı alışkanlık haline getirenlerin yatırımlarına garanti verdiği kadar ülke ekonomisine katkıda bulunmak amacıyla yatırım yapanlara da vermelidir.

—Bu durumda ne yapmak lazım?

—Burada tüm dert kurun yükselmesini önlemek ve parası olanların dövize yönelmesini önlemek ise devlet başka yollar bulmalıdır. Mesela, kanuni bir engel yoksa döviz alımına sınırlama getirebilir. “Dövizi sadece yurt dışına çıkacaklar, ihracat yapacak olanlar vs. alabilir. Bankalarda döviz hesap açtıranlar şu kadar vergi vermekle yükümlüdür” şeklinde geçici bir karar alabilir. Hasılı, devlet her ne karar alırsa alsın ama paradan para kazanmak isteyenlere teslim olmasın. Vatandaşın tümüne ait olması gereken olmayan hazine parasını kur garantili mevduat adı altında birilerine peşkeş çekmesin. İnan bu oynanan, kumardan başka bir şey değildir.

*05/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Aralık 2021 Pazartesi

Oynanan Kumardı. Oynandı Bitti *

—Döviz ve altının füze gibi çıkmasının ardından paraşütten iner gibi düşmesi konusunda ne dersin?

—Baştan sona bir kumardı. Oynandı bitti. Bu oyunun kazananları oldu, kaybedenleri oldu. 

—Kimler kazandı? 

—Alın terletmeden paradan para kazananlar, spekülatörler vs. Bunlar hiç kaybetmezler. Burunları iyi koku alır. Ellerindeki parayı faiz, döviz ve borsa üçgeni arasında dolaştırır dururlar. Döviz düşünce alırlar, zirveye çıktığında da bozdururlar. Hem alırken kazanırlar hem de satarken. Bunlar kumarı kuralına göre oynayan, her türlü inceliğini bilen, içeriden bilgi alan kimselerdir. 

—Kaybedenler? 

—Bunlar elinin emeği ile kazanıp kazandığından arta kalanı kötü günler için bir kenara koyanlar; çocuğunu evermek, ev ve araba almak, hac ve umreye gitmek için para biriktirenler, krediden uzak duranlar, parasını faiz ve borsaya yatırmayanlar vs. Bunlar küçük yatırımcıdır. Piyasada oluşan ya da oluşturulan algıya göre hareket ederler. Sonunda da kahir ekseriyeti kaybeder.

—Devlet bu oyunun neresinde?

—Bu konuda farklı görüşler var. Kimine göre devlet bu işin tam göbeğinde kimine göre ise her konuda olduğu gibi devletin bunda da bir suçu yok. Böyle giderse suç benim üzerimde kalacak. Çünkü suçun sahibi olmaz. Kimin üzerine yıkılırsa veya bu suçu kim sahiplenirse suç o kimsenin üzerinde kalır.

—Sence?

—Millet olarak bu kumarın içerisine girdik. Her birimizin az veya çok bu suçta payı var. Bana göre suçun büyüğü devlette. Çünkü Devlet “Çin gibi olacağız” diyerek “düşük faiz ve yüksek kur”a dayalı yeni bir ekonomik model denemeye kalktı ve kumarın fitilini ateşledi. İşe, yüzde 19 olan faiz oranını her ay indirerek “Çin gibi olma” yolunda ilerledi. Her faiz indirildiğinde döviz o günü rekorla kapattı. Döviz her gün bir önceki rekorunu egale ederken etkili ve yetkili kişiler, dövizin ateşini söndürmeye yönelik konuşmalar yapacağı yerde altı dolu olmayan konuşmalarıyla hazırında yangına körükle gitti. Devlete bir türlü toz kondurmayan bazılarına göre devletin bunda bir suçu yok. Bir an için bunların dediğini kabul edelim. Burada sormak isterim. Her gün her saat TV ekranlarında ve sanal alemde birileri “Altın bu kadar olacak, döviz şu kadar olacak” derken devlet niçin bu spekülatörlere engel olmadı diye sormak lazım. Maalesef devlet bu spekülatörlere mani olmadı. Buna da devlet, kişilerin ağzını bağlayamaz ve karışmaz diyelim. TL her gün her saat döviz karşısında erirken devlet 20 Aralık akşamı aldığı kararı niçin ilk başta almadı ve niçin bu kadar bekledi? Pekala faizi ilk indirmeye başlarken “Kur garantili TL” mevduatını devreye sokabilir ve paramız da bu kadar pul olmazdı. Maalesef devlet birkaç ay sadece seyretti. Bu durum vatandaşta güven problemini beraberinde getirdi ve kahir ekseriyet devletin aciz kaldığı hissine kapıldı ve önünü göremediği için elindeki parasının değerini korumak maksadıyla denize düşen yılana sarılır misali döviz veya altına yöneldi ve kaybedenler de maalesef bunlar oldu.

—Vatandaş parasını gidip altın veya dövize bağladıysa devletin suçu ne burada? Hep devleti suçluyorsun.

—Devlet babadır bizde. Baba ise ailenin ve evladının her şeyinden sorumludur. Onları korur ve kollar. Meydanı birkaç spekülatöre bırakmaz. Zamanında alacağı tedbirlerle meydanı birilerine bırakmaz. Ailedeki baba da öyle değil mi? Ailede bir sorun olduğu zaman sorumluluk babaya aittir. Bu sorunu baba çözecektir. 

—“Kur garantili TL” konusunda ne dersin?

—Bu konuyu da başka zaman konuşalım. 

*03/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

21 Aralık 2021 Salı

Ters Köşe Oldum

—Baba beni evlendirsene.

—Aklının ucundan geçirme. Bu aşamada düğün yapamam. Zaten altından kalkamam.

—Ya ben ne olacağım ya?

—Bekle oğlum, sabır. Ne demişler?

—Dur, ben söyleyeyim. Sabreden derviş, muradına ermiş.

—Bak, biliyorsun.

—İyi de ben beklesem, kız beklemez.

—Beklemiyorsa, kızı kaçır oğlum.

—Olur mu hiç.

—Hem de nasıl olur. Hatta kızı kaçırırken yakıtın alırsanız, şoförlüğünüzü de ben yaparım. Bu da benim size düğün hediyem olsun.

—Anladığım kadarıyla masrafsız bir düğün istiyorsun.

—Evet, öyle.

—Eldeki parayı ne yapacaksın?

—Duracak biraz.

—Daha ne kadar duracak? Madem düğün yapmayacaksın. Ev bari al.

—Ev almaya yetmiyor param. Bekleyeceğiz. 

—Ne zamana kadar bekleyeceğiz?

—Bu arada ev almaktan da vazgeçtim.

—O zaman bu parayı ne yapacaksın? Bari ihtiyaçlarımızı alalım.

—Yo, bu parayı ihtiyaçlara harcayamam.

—Turşusunu mu kuracaksın?

—Sizin için geleceğe yatırım yapacağım. Sayemde yaşayacaksınız.

—Ne düşünüyorsun? Hedefin ne?

—Hedef büyüttüm.

—Nedir?

—Bir ülke satın almayı düşünüyorum. 

—Bu arada kaç paramız var baba? 

—Var biraz. 

—Ne kadar dedim? 

—200 EURO

—Hepsi bu kadar mı? 

—Döviz bu hızıyla devam ederse neden olmasın.

Not: Dün akşam bu yazıyı yazıp yayımlayacaktım ki açıklanan yeni ekonomik paketle ters köşe oldum. Ülke de hayal oldu, ev de oğlanın evlenmesi de. Zira benim hesap Ali Dayının oğlunun hesabına uymadı. 

19 Aralık 2021 Pazar

Karda Yürüyüşüm

18 Aralık 2021 akşamında, hafif hafif yağmaya başlayan kar, sabah gözleri açtığımızda yerleri doldurmuş, her yeri bembeyaz yapmış gördük.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra karda biraz yürüyüş yapayım diyerek giyinip çıktım. Hala da ince ince yağmaya devam ediyor.

Yürüyüş için ana caddeleri takip etmedim. Çünkü kaldırımlar karla kaplı. Yollarda ise sürekli araçlar gelip geçiyor. Cadde büyüklüğündeki ara sokakları tercih ettim. Tek tük geçen araçların açtığı teker izini takip ederek yürüdüm. Arkamdan veya önümden araç geldikçe sağa sola çekilip hepsine yol verdim. Baktım böyle yürünmeyecek. Evliya Çelebi Parkına geldim. Niyetim oranın parkurunda yürümek. Ne de olsa parkurdan araç geçmiyor. Belki benden önce parkurdan biri yürümüştür. Sağ olsun bir kişi yol açmış. Bir sevindim bir sevindim.

Başladım yürümeye. Kendi halimde yürüyorum. Ama yürümek ne mümkün. Parkurda ne kadar yürüyen varsa çoğunluğu tersten geliyor. Parkurda yolun tersi mi olur demeyin. Belediye okla ne taraftan yürüneceğine dair ok işaretiyle göstermiş. Bunu da sair karsız zamanlardan biliyorum. Hoş, diğer zamanlarda da tersinden yürüyenler olurdu ama kar olmadığı için ben sağdan sağdan yürüyüp geçip gidiyordum. Yürümelerinden geçtim. Hepsine kenara çekilip ben yol verdim. Küçüğü de aynıydı, büyüğü de. Çünkü hiçbiri istifini bozmadı. Bu adam bu yaşta ayakkabısına kar girme riskine rağmen kenara çekildi, biraz hızlı hareket edelim demedi. Yol vermeme rağmen bir Allah’ın kulu teşekkür de etmedi. Niye teşekkür etsinler ki. Benimki de laf. Onlara yol vermek benim görevim zira.

Yürürken tek sorunum tersinden yürüyenler değil. Önümden gidenler de sorundu. Yürümüyorlar kardeşim. İnan kaplumbağa onlardan hızlı gider. Baylar ve bayanlar, yürüyüşe değil, gezintiye çıkmışlar. Müsaade eder misiniz desem, nere çekilecekler? Sonra ayak basılmamış ve kürünmemiş yere niye bassınlar, niye ayaklarını kara belesinler. Arkadan vursan, suçlu olursun. Sağdan geçsen, trafikte sağlamak yasak. Sol bana göre değil. Onlara ayak uydursam, o şekil yürüyüş bana ancak kilo aldırır. Mecburen uygun bir yerden kaldırıma inip önlerine geçiyorum. Bir de parkurun içinde kartopu oynayanlar var. Yolu meşgul etmeseler, her zaman yağmayan bu karda kartopu oynayarak felekten bir gün çalsınlar. Kendilerine doğru gelmeme rağmen bakıyorlar sadece. Hiç istiflerini bozmuyorlar. Bu bakış normal bakış değil. Bilin ki bu bakış, bir trene bakış. Bu kadarla kalsa iyi. Yine güzergahı işgal edenlerden birkaçı da o kadar geniş parkı bırakıp tek kişinin geçebildiği ayak izine durup fotoğraf çekiniyorlar. Bunlar da aynı. Çekilip az sonra poz verelim demiyorlar. Hele bir tane bayanı annesiyle beraber foto çekinirken kaç defa gördüm kaç defa kaldırıma inip yürüdüm, inanın sayısını unuttum. Bu fotoğraf arşivi oluşturanların da ters yoldan geldiğini herhalde söylememe gerek yok.

Bu karda yürüyüş hem böyle sıkıcı mı geçti? Hayır. İki gidip bir fotoğraf çekip beni her defasında durduran hanımefendi beni bir defa daha durdurdu. Bu sefer fotoğraf için değil. “Beyefendi, sizin kaçıncı tur oldu bu” dedi. Saymadım, kaç tur olduğunu bilmiyorum dedim. Bir maşallah çekişi vardı ki görülmeye değerdi. Bu iltifat rüşveti sayesinde ona olan kızgınlığım geçiverdi. Demek ki foto çektirirken sadece fotoya odaklanmamış, benim yürüyüşüme hayran kalmış. Yürüyüşüm esnasında zaman zaman sırtımdaki paltoyu çıkarıp sol koluma almıştım. Mevsime ve havaya uygun sıkıca giyinmiş bir genç, “Amca, bu soğukta paltonu niye çıkardın? Üşütürsün bak” dedi. Teşekkür ederim deyip yoluma devam ettim.

Az daha gittim. Ne kadar yürümüşü diye saatime baktım. Bir saatten fazla yürümüşüm. Kaç adım yürümüşüm diye sayacıma baktım. O da 11 bini geçmiş. Benden bu kadar deyip ekmeğimi alıp eve yollandım.

18 Aralık 2021 Cumartesi

Çarşı Yolunda

Çarşıya gitmek için yola çıktığımda bir kızımızı marketten gelirken gördüm. Alışverişini yapmış, kulağına kulaklığını takmış. Poşeti eline almış, evine doğru gidiyordu. Poşet şeffaf olduğu için poşetin içinde ne aldığı görülüyordu. Dikkatli baksan poşetin içindekileri sayabilirsin. Üç-dört domates, 5-6 kadar kıl biber, bir de iki ekmek.

Poşette iki ekmek olduğuna göre belli ki kalabalık bir aile değil. Domates ve biberin sayılacak kadar az olması dikkat çekici. Şu anda sezonu olmadığı için bu sebzeler çok pahalı olabilir ya parası bu kadarına yetti ya da ailenin sayıyla alma prensibi var. Sebep her ne ise bugünü kurtarmış görünüyorlar. Yarına Allah kerim.

*

Anıt'ın orada karşıdan karşıya geçmek için bir anne, birbirine çok benzeyen yaşıt iki kız kardeşten biri, ateşli ateşli ana dili gibi Arapça konuşuyor. Dikkatimi çeken annenin yüzünde peçe var ve çarşaflı. Kızlar da çarşaflı ama yüzlerinde peçe yok. Belli ki bu Suriyeliler de bizimkilere benzemiş. Bizde de anne tepeden aşağıya kapalı, kızları açık aile yapısı son yıllarda yaygınlaştı. Çocuklar söz mü dinlemiyorlar, anneler biz yandık siz bari kendinizi kurtarın bu giyimden mi diyorlar? Burası muamma. Belli ki düne göre kuşak çatışmasındaki makas bundan sonra daha da açılacak.

Yeniden Suriyeli aileye gelirsek, annenin yüzünde peçe var, ikiz olmaları yüksek ihtimal olan kızlarında ise peçe yok. Takarlar veya takmazlar. Bu bir tercih meselesi. Yalnız niye anne takıyor da kızları takmıyor? Sebebi hikmetini kendileri bilir ise de bana garip geldi. Bence ne anne ne de kızları peçe takmamalı. Eğer takacaklarsa, peçe annelerinde değil de kızlarında olmalıydı. Çünkü peçeden maksat yüzün erkeklere gösterilmemesi ise anneyi alan almış, satan satmış. Başı bağlı biri. Kızların ise sahibi yok. Acaba, benim başım bağlı. Kızlarıma ise talip lazım. Yüzlerinde peçe olmamalı ki görücü gelsin maksadı gözetiliyor olabilir mi? Öyle ya, yüzü kapalı birinin kim olduğunu, nasıl bir çehresi olduğunu görmeden kim, niye talip olsun.