17 Aralık 2021 Cuma

Doğu Toplumlarında Lider *

Yazılarımda zaman zaman Doğu toplumlarının özelliklerine yer veririm. Bu yazımda da Doğu toplumlarında lider üzerinde duracağım. Kimdir, nedir, ne değil lider?

*Liderlerine sultan, padişah, hakan, kağan, başkan, cumhurbaşkanı vs. ismini verirler.

*İster savaşarak ister kardeşleriyle saltanat kavgası yaparak ister babadan oğla geçerek olsun, hepsi ölünceye kadar tahtta oturur. Seçim yoluyla gelenler bile ölünceye kadar o koltukta oturmak için her yolu dener. Başarılı olamayan muhalefet liderleri bile kongre yoluyla kolay kolay değişmez. Çünkü ülke hep bu lider etrafında döner.

*Ülkede ve ülke dışında herhangi bir menfi durum söz konusu olduğunda kastın lidere olduğu anlamı çıkarılır. Hemen etrafında liderimizi yedirmeyiz denerek kenetlenilir.

*Liderlerin sevenleri pek çoktur. Lider sevgisi anne-babasından, çoluk-çocuğundan önce gelir. Liderlerine yapılmış en küçük bir eleştiriyi kabullenmezler. Böyle yapanı mücadele edilmesi ve başı ezilmesi gereken düşman görürler. Onu korumak için kol kanat gererler ve onu uçan kuştan korurlar. Her halükarda ölümü göze alırlar. Ülke savaşa girmişse tüm askerin görevi, lideri korumaktır. Gerekirse her biri teker teker ölür. Problem değil. Tebaanın görevi liderini yaşatmaktır. Ülke elden gitsin, ülke bitsin ama lider yaşasın. Bu durum Türk filmlerine de sirayet etmiştir. Şöyle bir Türk filmini gözünüzün önüne getirin. Hatırlarsanız, başroldeki oyuncunun karşısında kötü rolde olan kişinin etrafında, yüzlerce koruması olur. Lider onları besler. Karşılığında da onlar liderlerini her şey ve herkesten korurlar. Başroldeki oyuncu, filmin sonlarına doğru, kötü adamı öldürmeye gelirse, onu korumak için beslemeleri teker teker ölürler. Kendilerinin naçiz vücudu nedir ki kendilerini besleyen adamın yanında. Çünkü o kötü adam onların varlık sebebidir. O yaşamalı ki kendileri de yaşayabilsinler.

*Liderin başına bir şey geldiği zaman yerine kimin geçeceği belli değildir. Çünkü tüm plan, liderin ebedi olmasına göre dizayn edilir. Liderin karşısına çıkan bedelini canıyla öder. Lider de alternatifini yanında barındırmaz. Biri biraz kendini göstermeye başlamışsa, yarın yerime göz diker düşüncesiyle bir yolu bulunup uzaklaştırılır. Bu toplum tahta kavgaları nedeniyle devletin bekası için kardeş katline bile cevaz vermiştir. Kimi kardeş öldürülmüş, kimi boğdurulmuş, kimi ömrünü hapislerde veya ev hapsinde geçirmiştir. Çünkü lider demek devlet demektir. Devlet ise ebet müddettir.

*Lider her şeydir. Mülk onundur. Saraylarda yaşar. Ülkenin tüm imkanları onun için seferber edilir. Ülkesinde her türlü kurul ve komisyonlar var. Ama istişareye önem verilmez. Daima liderin dediği olur. Çünkü ondaki her şey Allah vergisidir. Haddini bilmeyenin haddi bildirilir. En hafifiyle disiplin cezası işletilerek ipi çekilir.

*Kişiler kimliklerini ve aidiyetlerini liderinden alırlar. Akıllarını kiraya verirler. Onunla yatar, onunla kalkarlar. Görüşlerini liderin açıklamasından sonra pişirirler. O fikrini değiştirir, onlar da değiştirir, o bir şeyi savunur, onlar da savunur. Her dediğinde bir hikmet aranır. Bulunur da. Birey değildirler. Sürü psikolojisiyle güdülmeye teşnedirler. Ömürleri liderlerini överek geçer. Liderlerin sözü ayet ve hadis gibidir. Çünkü lideri kurtarıcı olarak görürler.


*27/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Benim Oğlan Evlenmek İstiyormuş!

Baba, ben evlenmek istiyorum.

Aklının ucundan bile geçirme.

Niye? Zamanım geldi diye düşünüyorum.

Zamanın geldi gelmeye ama zaman evlenme zamanı değil. Bence sultan ol.

Ne alaka? Evlilikten bahsediyorum.

Ben de onu diyorum. Çünkü bekarlık sultanlıktır.

Yapma baba. Şimdi şakanın zamanı değil.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim.

Bana ne. Ben evlenmek istiyorum.

Var mı aday?

Var bir tane.

Şimdi siz düğün de istersiniz. Ayrı bir ev. O ev döşenecek. Kıza mihr vereceksin değil mi?

Tabi. Olması gereken ne ise biz de istiyoruz.

Oğlum, senin piyasadan haberin var mı?

Ne oldu da?

Bir düğün kaça yapılır, bir ev kaça kiralanır ve düzülür, haberin var mı? Haydi bundan geçtim. Mihrin ne olduğunu biliyor musun?

Ne demek?

Kıza vereceğin para.

Tamam verelim.

Oğlum, para derken altından bahsediyorum. Mihr olarak altın vereceksin. Öyle üç-beş gramla olmaz. Şimdi kızın babası 200-300 gram altın isterse ne yapacağız?

Yapıp vereceğiz.

Ulen oğlum, altının gram fiyatından haberin var mı? Altının yanına mı varılır şimdi?

İyi de ben ne olacağım? Kıza da söz vermiştim.

Oğlum, sen evlenmeyi gerçekten istiyor musun?

Evet.

Bu kızı seviyor musun?

Evet.

Evet evet evet. Sen evetten başka bir şey bilmiyor musun. Evet evet diyerek nikah masasındaki evete mi hazırlanıyorsun? Oğlum, evlilik bu. Şakaya gelmez. Bu zamanda evlilik yapmak akıl karı değil. Zira bu evlilik bizi bitirir. Altından kalkamayız. Zaten birileri vurdu. Düğüne kalkışarak bir de sen vurma.

E biz ne yapacağız bu durumda?

Kız da seni seviyor mu?

Seviyor.

Senin her dediğini yapar mı?

Yapar.

O zaman kızı kaçır. Kaçırırken sizin şoförlüğünüzü bile yaparım. Bu da benim size düğün hediyem olsun.

Baba, ciddi misin?

Hem de nasıl.

Kızı kaçırdığım için adliyeye düşmek istemiyorum.

Oğlum, bunu yaptığın için hakim sana aferin, en iyisini yapmışsın der ve seni berat ettirir. 

Ömer'in Yolundan Gidelim

Dindar, mütedeyyin insanlar ve İslamcılar dört halife içerisinde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i ayrı bir yere koyarlar. Tüm sahabeyi severler ama Hz Ömer'i daha bir fazla severler. Çok sevmelerinden olsa gerek, çocuklarına Ömer ismini de verirler. Türkiye’de 541.475 kişi ile Ömer ismi en fazla konan 13.isim olarak istatistiklerde yerini almıştır. Yarım milyondan fazla kişi demektir bu. Ömer isminin bu kadar çok konmasında bu milletin adalete susadığının bir göstergesidir.

Çocuklarımıza Ömer ismini vermenin yanında dindar camia, referanslarında mutlaka Hz Ömer’e atıf yaparlar. “Ben yanılırsam, ne yaparsınız” sorusuna, sahabenin, “Seni şu kılıcımla düzeltiriz” dediği, bunun üzerine Hz Ömer’in Allah’a şükrettiği belirtilir kaynaklarda. Akif’in “Kocakarı ile Ömer” piyesi, 80 öncesi kapalı gişe olarak izlenmiştir. Ki bu piyeste torunlarına bakmakta zorlanan, yiyecek ekmeğe muhtaç bir kadının “Adli ilahide Allah, Ömer’e soracak bunu” sözünü hatırlamayanımız yoktur. “Diyarı Dicle’de bir koyunu bir kurt kopsa, sorar onu adli ilahide Allah Ömer’den” sözü de Hz Ömer ile ilgili söylenir. Mihrin alıp başını gittiği, yüksek rakamların telaffuz edildiği bir ortamda, mihre sınır getirmek isteyince bir kadının Kur’an’da yazmayan, peygamberin yasaklamadığı bir durumla ilgili hangi hakla sınır getirmek istiyorsun itirazı üzerine Hz Ömer bu tasarrufundan vazgeçer. Ki koysa iyiymiş. Bu da ayrı bir mesele. Bir ganimet paylaşımı sonrasında herkese eşit bir şekilde paylaşılan bir kumaşı Hz Ömer’in üzerinde görenler, “Kimseye bir elbise çıkmayan bu kumaştan kendine nasıl elbise çıkardın” sorgusu yapılmış. Buna oğlunun, “Ben kendi payımı babama verdim” şeklinde cevap verdiği belirtilir.

Hz Ömer’le ilgili anekdotlar anlatmakla bitmez. Zaten niyetim de Hz Ömer’i ve hayatını anlatmak değil. Burada değinmek istediğim, Hz Ömer üzerinde bu kadar çok durmamızın temelinde, devlet başkanı olarak Hz Ömer’in, adaleti yerleştirmeye çalıştığı, onca azametine rağmen eleştiriye açık olduğu, sahabenin ondan hesap sorabildiği, devlet başkanı olması hasebiyle her şeyden sorumlu olduğu bilincini taşıdığı yatmaktadır. Bundandır ki hepimiz Ömerler arıyoruz. Zaten çocuklarımıza isim vermedeki amacımız da Ömer gibi olsun isteğidir. Çünkü insan ad aldığına çeker denir bizde.

Peki, Hz Ömer her işini adalet üzerine oturtmaya çalışıyorsa biz bugün adaletin neresindeyiz? Hz Ömer eleştiriye açık ise biz bugün eleştiriye ne kadar açığız? Hz Ömer’den hesap sorulabildiğine göre biz bugün hangi idareci ve sorumlumuzdan hesap sorabiliyor ve hesap verebiliyoruz? Başımıza gelen onca olumsuzluğun ne kadarının sorumluluğunu alıp özeleştiri yapabiliyoruz?

Bence Ömerler aramayı bırakmak lazım. Çünkü işin kolaycılığı bu. Mademki Hz Ömer bizim için rol modeldir. O zaman Ömer arama yerine Ömer olmayı denememiz lazım. Şu kokuşmuşlukta Ömer olmanın da bu ülkede bir bedel olduğunu söylemek isterim. Böyle bir Ömer’e ilk karşı çıkacaklar da Ömer arayanlar olacaktır. Çünkü Ömer üzerinden ekmek yemeyi seviyoruz vesselam. Tıpkı dinin muhabbetini sevdiğimiz gibi Ömer’in de muhabbetini seviyoruz. Bu da zor ise Ömer gibi olamıyorsak, bari onun yolundan gitmeyi deneyebiliriz.

16 Aralık 2021 Perşembe

Ya Tutarsa *

Nasrettin Hoca, Akşehir Gölü'nün kıyısına oturmuş. Helkesinden çıkardığı yoğurdu kaşık kaşık göle boşaltıp karıştırdığını gören gelip geçen, bu duruma şaşırır ve Hoca’ya ne yaptığını sorarlar:

– Hocam, böyle ne yapıyorsun?
– Göle yoğurt çalıyorum.
– Göl hiç yoğurt tutar mı?
– Ya tutarsa?

(Olmayacak duaya amin demek gibi bir şey olan bu fıkrada; akıl, mantık ve bilimin olmadığını Hoca da bilir bilmeye ama bu durumu yine de fiili olarak göstermek ister. Hoca herhalde sakın böyle bir şey yapmayın. Akıl, mantık, bilim ve makulden ayrılmayın mesajı vermek istemiştir.)

*

Eşeği açlıktan bir deri bir kemik kalmış. Hoca yattığı yerden kalkamayan eşeği için çok üzülmüş ve “Ölme eşeğim ölme. Kış çıkacak, bahar gelecek, yağmur yağacak, yonca bitecek, o zaman söz veriyorum karnını doyuracaksın.” Demiş ama eşeğini ölmekten kurtaramamış.

(Umut, fakirin ekmeğidir. Elinde imkanı olmayan, sıfırı tüketmiş naçar kimselerin, geleceğe işaret ederek günü kurtarmaya çalışmasından başka bir şey değildir. Bu tür maceraların sonu hep hüsran olmuştur.)

*

Eski zamanlarda yolculuk yapan biri, nevalesinde kalan en son karpuzunu çıkarıp kesmiş. Yarısını yiyebilmiş, diğer yarısı kalmış. Kalkıp yola koyulacak. Yola çıkmadan karpuzla beraber gelen tuvalet ihtiyacını gidermek ister. Arazide her yer tuvalet olmasına rağmen nasılsa gideceğim, bu karpuzun üzerine çişimi yapayım der ve karpuzun üzerine bir güzel işer. Gitmeye hazırlanırken yaptığı hesap tutmuyor. Orada kalması gerekiyor.

Beklerken acıkmış. Sağına soluna bakınıyor. Yiyecek bir şeyi kalmamış. Alışveriş yapacak bir yer de yok. Sadece kalan yarım karpuz var. Onun da üzerine işemişti.  Olmaz dediyse de zaman zaman karpuza gözü ilişiyor. Sonunda oturuyor. Çiş şurasına gelmemiştir, burasına gelmemiştir diyerek kalan yarım karpuzun tamamını afiyetle yiyor.

(Karpuzun üzerine işeme işi, bir şey bana yar olmayacaksa başkasına da yar olmasın zihniyetinden başka bir şey değildir.)

*

Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmemiş olsa gerek.

(İşini zamanında yapmayıp gününü gün edenlerin akıbeti. Ceremesini kendisi çektiği gibi başkasına da çektirir.)

*18/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Ağustos Böceği ve MEB

Karınca ile ağustos böceğinin hikayesini bilmeyenimiz yoktur. Hoşgörünüze sığınarak kısaca değinmek isterim: Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmediği kesindir. 

Bu kıssadan hisse çıkarırsak, herhalde bizim için örnek olacak olan, ibadet aşkı ile çalışan ve  kimseye muhtaç olmayan karıncadır. Ağustos böceğinin örnek alınacak bir tarafı olmasa da onun yolundan giden çok aramızda. İnsan bazında çok olsa da kurumlar bazında da bu böceği örnek alan kurumlarımız vardır. Hangisi derseniz, MEB derim. MEB, ağustos böceği gibi yatmasa da uzun oturur ve ağır aksak çalışır. Yani eğitim ve öğretime önceden ve uzun soluklu plan yapmaz. Mesela öğretmen atamalarını ele alalım. 

Sıra No

Atama Çeşidi

Başvurular

Sonuçlar

Ayrılma

1

Bölge hizmetine tabi şube müdürlerinin yer değiştirmesi

12-16/07//2021

30/07/2021

 

2

İsteğe bağlı şube müdürü atamaları

09-08/08/2021

20/08/2021

 

3

İl içi isteğe bağlı yer değiştirme

08-14/2021

16/07/2021

02/08/2021 itibariyle

4

İller arası isteğe bağlı ve zorunlu çalışma yükümlülüğü

29/07/2021-02/08/2021

03/08/2021

04/08/2021 itibariyle

5

Özür atamaları

09-13/08/2021

19-23/08/2021

24/08/2021

25/08/2021 itibariyle

6

Sözleşmeli öğretmen (ilk atama)

31/08/2021

01-02/09/2021

03/09/2021

06/09/2021 itibariyle

5

Sözleşmeli öğretmen (ek atama)

21-26/01/2022

31/01/2022

 

6

Eğitim kurumlarına yeniden yönetici görevlendirme

02-08/06/2021

02-15/06/2021

16-18/06/2021

21/06/2021 itibariyle

7

Eğitim kurumlarına ilk defa yönetici görevlendirme

26/08/2021

03/09/2021

06-10/09/2021

 

8

Ek yönetici görevlendirme

13-17/09/2021

 

 

15 Aralık 2021 Çarşamba

Bakkal Dükkanı *

Atın, arabanın lüks olduğu, şehre pek gidilmediği, sabit gelirli insanın yok denecek kadar az olduğu eski yıllarda, köylerde yaşayanlar, gaz yağına varıncaya kadar her türlü alışverişin bakkaldan yapıldığını bilir. Alışveriş yapan köylünün fiyat sorma, ürün seçme, marka beğenme hakkı pek olmazdı. Bakkal hangi ürünü verirse kaliteli, kalitesiz denmez, o alınırdı. Yapılan alışverişler genelde deftere yazdırılır. Harmandan harmana borçlar ödenirdi. Bakkal deftere kaç lira yazar, yazarsa da alınan ürünün fiyatını mı yazar yoksa ürünün kendisini mi yazar, bunu bilmek ve bakkala sormak pek mümkün değildi. Zira bakkalın hışmına uğramak da vardı işin ucunda. 80 öncesi zam gelecek diye stokçuluğun bol olduğu, sigara ve çayın her zaman bulunmadığı zamanlarda bakkalla arayı iyi tutmak fayda sağlardı. Çünkü herkese yok dediği çay ve sigarayı pekala sana verebilirdi.

Bakkal bana kötü davrandı, pahalı veriyor, bu ürün şehirde şu kadar diye sağda solda dert de yanamazsın. Çünkü küçük yer olunca bakkalın kulağına giderdi. Bu durumda bakkalın kara listesine girmek de vardı. Hiçbir şey yapmasa bile bundan sonra sana satış yok dese, köy yerinde nere gidilir ya da şu borcunu öde dese, cepte para ne gezer. Yine de her şeyi göze alıp bakkalın davranışından, ürünleri pahalı verdiğinden, kaliteli ürün getirmediğinden, ürün çeşidi bulundurmadığından, müşteriler arasında ayrımcılık yaptığından çoğunluk dert yansa, hemen birileri, “Bu dedikleriniz aynıyla vaki. Tamam, almayalım almaya. Ama bakkalımızın alternatifi mi var? Gösterin bir alternatif. Hep beraber oradan alışveriş yapalım. Hem eskiden bakkal mı vardı? Bugünümüze de şükür. Eski günleri de biliyoruz. Sonra kim yazar veresiye. Baba, oğluna yazmaz. Ayrıca bakkal, bizim çocuğumuz, bizim insanımız. Sağ olsun, pahalı-mahalı, ucuz-kaliteli istediğimizi alabiliyoruz. Sonra bakkalın paraya mı ihtiyacı var? Bizim için şehre gidip mal getiriyor. Bugün ben bakkalı kapatıyorum dese, biz ne yaparız bakkal olmadan. Hangi birimizin arabası var? Varsa da bu pahalılıkta kim gidebilir şehre. Gittik diyelim. Benzin parasıyla aynı fiyata gelir. O yüzden bakkalın kıymetini bilelim” diyerek lafı ağzına tıkar.

Kazara biri köyde bakkal açmaya kalksa, o da eski bakkal gibi yazsa, sermayesi fazla olmadığı için eski bakkalla rekabet edemezdi. Yeni bakkal, müşterilerinden bir ay sonra para istese, o zamanlarda para ne gezer. Yeni bakkalın bu işi bu sermaye ile ne kadar götüreceği de meçhul. Çünkü benden bu kadar deyip kapatıverse, eski bakkala nasıl dönülürdü tekrar. Hasılı, köyün her şeyi ve tek bakkalından herkes alışveriş yapmak zorunda idi.

Özel arabaların çoğaldığı, insanların şehre daha fazla gidip geldiği, sabit gelirli insanların sayısının arttığı, önce mini sonra süper daha sonra zincir marketlerin açıldığı, kredi kartlarının alışverişlerde yaygın bir şekilde kullanılmaya başladığı zamanlarda ise millet, köy ve mahalle bakkalı yerine büyük alışveriş merkezlerini tercih eder oldu. Çünkü hem geniş hem aradığın her şey, çeşidiyle birlikte var hem kredi kartı geçerli hem bakkalın satışına göre hesaplı hem de ürünlerin altında veya üzerinde ürünün fiyatları yazılı. Alternatifsiz bakkallar sinek avlar oldu. Vatandaş sadece ekmek, sigara vb. fiyatı belli alışverişler için bakkalına gider oldu. Bir de kredi kartı kullanmayıp yazdıranlar bakkalları tercih etti. Bakkallar, marketlerle rekabet edemez oldu. Çünkü bakkal bir üründen üç koli alıyorsa market aynı üründen yüzlerce aldı. Haliyle alış fiyatları da farklı olduğu için marketlerle rekabet edemeyen bakkallar zor günler geçirmeye başladı. Çoğu kapattı. Kapatmayıp duranların da kar marjları epey düştü. Güç bela ayakta tutunmaya çalışıyorlar.

Yazımın içeriğinden bakkalları öcü gibi göstermeye çalıştığım anlaşılmasın.  Zincir marketlerin açılması ve yaygınlaşmasıyla birlikte birçok bakkal son günlerini yaşasa da zamana ayak uydurup ticaretin gereklerini yapan bakkallar da eksik değil. Tüm olumsuzluklara rağmen mahalle aralarında, cadde üzerlerinde bir market gibi işleyen bakkallar da yok değil. Bu hakkı da burada teslim etmek isterim. Bakkalların, geçmişte olumsuz bir imaj vermesinin ve bırakmasının temelinde alışverişlerde alternatifsiz olmaları yatar. Bu durum sadece bakkal dükkanlarında değil, başta siyaset olmak üzere hayatın her alanında geçerlidir. Kim bir alanda alternatifsiz kalırsa, nasılsa alternatifim yok diyerek yozlaşmaya başlar. Bundan da insanımız zarar görür. Bu yüzden, her alanda her şeyin, herkesin bir alternatifi olmalıdır. Rekabet hayatı normalleştirir. Bu, kişilerin kendilerini bulunmaz Hint kumaşı görmelerinin önüne geçer.

*20/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Aralık 2021 Salı

Modern Hırsızlık *

Hırsızlık, bir başkasının malını, eşyasını kişinin haberi ve rızası olmadan kişinin kendi zimmetine geçirmektir. Kimse hırsızlığı tasvip etmez. Çünkü haksız kazançtır. Toplum ve kanun bu eylemi yüz kızartıcı ve adi bir suç kabul eder. Toplumun tasvip etmemesine ve hukukta cezası olmasına rağmen hırsızlık hız kesmeden devam ediyor. İnsanımız, evine ve işyerine hırsız girmesin diye ne kadar tedbir alırsa alsın ne kadar masraf ederse etsin maalesef hırsızlık, Türkiye’nin bir gerçeğidir ve hırsıza kilit dayanmıyor.

Hırsızların iç dünyasını bilmiyorum ama bir kısmı ihtiyacından hırsızlık yapsa da büyük bir çoğunluğu bu işi meslek haline getirmiş ve geçim kapısı olarak görmektedir. Cezalar da caydırıcı olmayınca hırsızlığın önüne bir türlü geçilemiyor.

Şimdi bildiğimiz hırsızlığa rahmet okutan bir başka hırsızlık türüne değinmek istiyorum. Malumunuz 2018 yılından beri bu ülkede döviz dalgalı bir seyir izliyor. Bu üç yıl içerisinde zaman zaman döviz inişli ve çıkışlı bir seyir izlese de bu aylarda dövizin inişine ve yerinde saymasına hasret kaldık. Döviz yükselince haliyle paramızın değeri düşüyor ve her geçen gün paramız pul oluyor. Böyle giderse paramıza pul bile alamayız. Ağzı alışkanlığı olarak döviz yükseliyor diyoruz ama aslında döviz yükselmiyor. Bizim paramızın alım gücü ve değeri düşüyor yoksa döviz de aynı, paramız da aynı. Burada faizi de bu işin içine katmak lazım. Faiz düşse de faiz yükseltilse de olan paramıza oluyor, Nasıl bir paramız varsa, böyle para düşman başına. Çünkü birileri öksürse, dünyanın öbür ucundan bir devlet faiz oranlarını yükseltip indirse, iki devlet arasında basit bir kriz çıksa, bir devlet diğer devlete ambargo uygulasa, yurtdışından veya yurt içinden bir yetkili hakkımızda konuşsa, tepetaklak giden para bizim paramız. Onların öksürüğü bizi komaya sokuyor. Karşılığında da karşımıza zam ve hayat pahalılığı olarak dönüyor. İster faiz ister döviz ister kriz ister cari açık ister kötü yönetim ister güvensizlik ne varsa ceremesini bu millet ödüyor.  Bu bedel ödemenin de sonu yok. Ömrümüz enflasyonla mücadele adına kemer sıkmakla geçti hala geçiyor ve ne zaman kurtulacağımız da meçhul.

Paramızın pul olmasıyla hırsızlığın ne alakası var derseniz, tıpatıp aynısıdır. Hatta hakiki hırsızlıktan daha beter ve tehlikelidir. Ben buna modern hırsızlık diyorum. Üstelik bu hırsızlık yapılırken birileri hakiki hırsız gibi bir emek bile sarf etmiyor. Aldıkları karar ve çıkardıkları sansasyonel haberlerle cebimizdeki paraya dokunmadan, birileri oturduğu yerden paramızın değerini düşürüyor. Yani çalıyor. Cebimizdeki 100 lira bir ay öncesinin aynı 100 lirası. Ama alım gücü yönünden bu para aynı değil. Bunu test için bir ay önce 100 liraya aldığımızı bugün alamadığımızı hepimiz biliyoruz. Bunun gerçek hırsızlıktan ne farkı var?  Bu tip modern hırsızlığı görünce ihtiyaçtan veya meslek edindiğinden dolayı yapılan gerçek hırsızlık çok masum geliyor.

Cebimizdeki bir ay önceki 100 lira ile bugünkü 100 lira aynı değil ama değer bakımından aynı olmadığına, yaşanmış şöyle bir örnek vermek istiyorum. Paraya ihtiyacı olmayan dört lise öğrencisi bir maceraya girer. Okullarının bilgisayar laboratuvarına girerek bilgisayar kasalarının içindeki parçaları sökerler. Kasayı tekrar kapatırlar. Değeri, paramızdan 6 sıfırın atılmadığı dönemde 1 milyar eden bu parçaları bir bilgisayarcıya 50 milyona satmak isterler. Bilgisayarcı bunları oyalayarak polisi arar. Polis tüm okulları arar. Çalıntı bilgisayar parçaları var. Okulunuzun bilgisayarlarına bir bakın. Sizin olabilir diye. Çocukların bu parçaları aldığı okulu da arar. Okul, kasalara bir bakar. Hepsi yerinde. Bizim değil der. Sorguda çocukların hangi okulda okudukları ortaya çıktıktan sonra az önce bizim değil diyen okula polis gelir. Sağlam görünen kasaların içini açınca bu parçaların bu okula ait olduğunu tespit eder ve parçalar okula teslim edilir. Görüleceği üzere nasıl ki bilgisayar kasası aynı ama bu kasa, içindeki parçaları çıkarıldığı için aynı işlevi görmüyorsa cebimizdeki eski yüz lira da bugün aynı ama aynı değerde değil.

Hasılı, nasıl ki gerçek hırsızlık toplum ve devlet nezdinde çok kötü bir eylem ise döviz ve faizle oynayarak piyasayla oynayan, vatandaşın cebindeki paraya, elini sürmeden pul eden modern hırsızlık da çok kötüdür. Vatandaşın alın terleterek biriktirdiği parayı pul edenler her kim iseler, Allah onları bildiği gibi yapsın.

*17/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.