7 Aralık 2021 Salı

Kız ve Erkeği Okullarda Ayırmak (2) *

Çocuklarımız, karma eğitimde mi yoksa teşbihte hata olmasın, haremlik-selamlık diyebileceğim kız-erkek ayrı okullarda mı okumalı? Bu konuda toplumun tek fikir olduğunu sanmıyorum. Karma olsun diyenler olabileceği gibi ayrı olsun diyenler de vardır. Ayrı ve karışık okumanın, olumlu ve olumsuz yönleri vardır mutlaka. Çünkü sosyal olaylarda tek doğru yoktur. Bana ikisinden birini seç denirse seçim yapmakta zorlanırım. Ama hangisi faydaya daha haiz değil denirse, çocukları ayrı okul ve sınıf ortamlarında okutmaya tabi tutmanın, tüm iyi niyetlere rağmen iyi sonuç vereceğini düşünmüyorum. Çocuklara ayrı veya karışık eğitim yaptırırken insan ve çocuk psikolojisini düşünmek, hangisinin yararları daha fazla, bunun üzerine kafa yorup ona göre harekete geçmek gerek diye düşünüyorum.

Karma eğitim sorunsuz mu? Değil. Kız-erkeğin bir olduğu yerde sorun olur, kız kıza okunan yerde de sorun olur, erkek erkeğe okunan yerde de sorun olur. Yani bir yerde birden fazla insan varsa orada sorun mukadderdir. Sorun oluyor diye ne yapacağız? Bence sorunla yüzleşmek, sorun çıkmaması için çaba göstermek, sorun çıkıyorsa sorunu gidermek için çaba sarf etmek gerek. Sorun çıkar veya çıkıyor diye okulları kız ve erkek olarak ayırmayı, sorundan kaçma ve pansuman tedbirlere başvurma olarak görüyorum.

Neden denirse, insanoğlu sosyal bir varlıktır. Hayat sadece okullardan ibaret olsa kızı ve erkeği ayıralım diyeceğim. Ama hayat dediğimiz şey okullardan ibaret değil. Hayatın her alanında kız ve erkek vardır ve iç içe yaşar. Bir elmanın yarısı gibidirler. Kadın ve erkek de birbirlerine ilgi duydukları kadar muhtaçtırlar da. Ne kadın erkeksiz ne de erkek kadınsız yapabilir.

Öyle değil mi gerçekten. Okul ve sınıflarda cinsiyet ayırımına tabi tutuğumuz kız ve erkek; cadde ve sokakta, alışveriş merkezlerinde, park, bahçe ve pazarlarda, mahallede, servis ve toplu taşımalarda, işyerlerinde bir ve beraber değiller mi? Bundan doğal bir şey de olamaz. Kadın ve erkeği ayrı dünyaların insanları olarak ayrı ortamlarda yaşatamayacağımıza göre bunları bir arada nasıl sosyalleştiririz üzerine kafa yormak lazım. Çünkü ayrı sınıf ve okul ortamlarında yetişen çocukları bekleyen en büyük tehlike sosyalleşme sorunudur. Kız görmeden veya erkek görmeden, erkek erkeğe veya kız kıza büyüyenler, toplumun içine girdikleri zaman neye, kime, nerede, nasıl, ne şekilde davranacağının ve nasıl konuşacağının sorunu ile karşı karşıya kalırlar. Genellikle karşıt cinsle uzun süre iletişim sorunu yaşarlar. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.

Hoş, sorunlar dolayısıyla kız ve erkeğin sınıf ve okullarını ayırdık diyelim. Çağın ve teknolojinin geldiği noktayı nereye koyacağız? Çünkü bugün sanal alem, dijital ortam, cep telefonu ve İnternet hayatımızın bir parçası. Bu teknoloji sayesinde uzak yakın olabiliyor. Eve kapattığımız çocuğumuz bu teknoloji sayesinde dünyanın öbür ucundaki tanımadığı kişilerle iletişime geçebiliyor. Değil ki ayrı okullarda okuyan çocuklar iletişime geçemesin. Yani kız ve erkeği bekleyen tehlike, evlerimize kadar sirayet etti. Durum bu iken okul, bina ve sınıf ortamlarını ayırmayı kafamızı kuma gömmeye benzetirim. Dağda evliya yetiştirmeye çalışmaktansa toplum içerisinde kızın ve erkeğin kendini koruyabileceği ve gelmesi muhtemel tehlikelere karşı kendilerini nasıl koruyacağını öğrenmelerinde fayda vardır.

Kız ve erkek aynı sınıflarda okuduğu zaman öğrencilerin davranışlarında -istisnalar kaideyi bozmamakla beraber- olumlu yönde değişiklik olabileceğini düşünüyorum. Sınıfından bir kıza ilgi duyan -bunun tersi de mümkün- ilgi duyduğu karşıt cinse, kendini göstermek bakımından derslerine ve davranışlarına daha bir özen gösterebilir. Bu da başarıyı getirebilir. Burada, bunlar aşk hayatını okullarda yaşasın demek istemiyorum. Doğası gereği karşıt cinse ilgi duyan biri, ileride evlenmeyi düşündüğü kişiyi okul ortamında tanımış ve test etmiş olur. Bundan eş olur veya olmaz dedirtir. Bu da evliliğin temellerinin daha sağlam atılmasına sebebiyet verebilir. Çünkü sınıf ortamı bir günlük, üç günlük değil. Neredeyse 4 yıl boyunca birbirlerinin hal ve hareketlerini, ders başarısını, neye güldüğünü vs. gözlemlerler. Davranışlar pozitif enerji veriyorsa, ileride Allah’ın emri ile evlenirler. Böylesi bir durum; eş ve dostun tavsiyesi, görücü usulü ile evlenme, çarşı-pazarda veya işyerinde fiziki görme ve bir pastanede birkaç oturma sonucu muhtemel evlilikten daha iyi olmaz mı?

Bir diğer husus, kız ve erkeğin ayrı okul ve sınıflarda okutulması, devletin imkanlarını yerli yerinde kullanılmaması anlamına gelir. Çünkü kız ve erkek okulları aynı muhitte yan yana yer almıyor. O muhite kız okulu açılmışsa aynı mahalledeki erkek çocuklar daha uzaktaki okulda eğitim ve öğretim yapmak zorunda kalıyorlar. Aynı muhitteki okulun öğrencilerini kız ve erkek sınıfı diye ayırdığımız zaman 30 olan ideal sınıf özellikle kırsalda oluşmuyor. Çünkü okula gelen kız ve erkek sayısı eşit olmuyor. Bir sınıf seviyesinde 10 kız öğrenci varken erkek öğrenci sayısı 20 olabiliyor. Bir sınıflık öğrenciyi bu şekil iki sınıfa ayırdığımız zaman devlet bir öğretmen görevlendirmesi yerine iki öğretmen görevlendirmek zorunda kalabiliyor. Bu da devletin sırtına maddi olarak ek yük getirmektedir. Yani okulların normları alt üst olmaktadır.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Okullarda denetimli serbestlik şeklinde karma eğitim yapılması, bana daha makul geliyor. Biliyorum, bu konu çok su götürür ve çok şey söylenebilir. Yaptığım değerlendirme de kendimi bağlar. Herkesin görüşü kendisine.

*02/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Evladım İsyanlarda *

—Babacığım, biraz konuşabilir miyiz?

—Hepiniz toplanıp geldiğinize göre önemli bir şey olmalı.

—Yani.

—Buyurun, sizi dinliyorum.

—Bildiğiniz gibi bizim için çok şeyler yaptın. Neredeyse saçını süpürge ettin. Sayende görmediğimiz imkanları gördük. Bunun karşılığında bizden her ne istedi ise hep yanında olduk. Her dediğine destek olduk ve bir nefer gibi çalıştık.

—Sadede gelin.

—Sadede gelirsek, ne zamandır durumumuz iyi değil. Dünü arar olduk.

—Neyiniz eksik? Nankörlük yapmayın.

—Nankörlük yaptığımız yok. Yalnız, nicedir bir şeyler ters gidiyor.

—Ters olan ne?

—Aldığımızı yerine koyamıyoruz. Enflasyon başımızın belası.

—Enflasyon bu. İner de çıkar da.

—Ya dövize ne demeli?

—Ne diyeceksiniz? Döviz bu. Bugün çıkar, yarın iner.

—İyi de baba. Bu, normal çıkış ve iniş değil ki. Yukarı doğru kafasını dikti. İnmiyor bir türlü. Bir maraton koşucusu gibi hız kesmeden dörtnala koşuyor. Her gün bir önceki günün rekorunu egale ediyor. Eskiden akşam beşte bir soluklanırdı. Şimdi gece gündüz dönüyor durmadan. Ekranda dönen rakamları görünce bizim başımız dönüyor.

—Ben ne yapayım?

—Ne yapayımı var mı?

—Bekleyeceğiz ve bu durumla mücadele edeceğiz.

—İyi de bu ahvalimizle mücadele, yel değirmenleriyle mücadeleye benzer. Kazanamayacağımız aşikar. Hoş, mücadele edildiğini de düşünmüyoruz. Hatta döviz daha da yükselsin şeklinde bir görüntü de veriliyor.

—Kenarda, köşede birikintiniz yok mu? Biraz da cepten yiyin.

—Vardı ama o da pul oldu.

—Nasıl pul oldu?

—Zamanında üç beş kuruşu kenara attık. Attığımız para aynı duruyor ama değeri beş para oldu. Keşke parayı döviz veya altına yatırsak iyiymiş.

—Yapaydınız. Elinizden alan mı vardı?

—Yapma baba. Sen demedin mi elinizdeki dövizi bozdurun, altını bozdurun. Parasını TL’de tutan kazanacak diye. Ata sözü dinleyelim dedik, bozdurduk. Söz dinlemeyip bozdurmayanlar kısa zamanda köşe oldu. Biz ise mağdur olduk.

—Ticaret bu. Birileri kazanacak, birileri kaybedecek.

—Mevcudu korusak tamam diyeceğiz. Gerisin geri gidiyoruz. Kasamız boşaldı. Borç ise paçadan akıyor. İflasın eşiğindeyiz. Nereye kadar kaybedeceğiz böyle? Hele her alışverişte ürünlerin fiyatlarının değişmesi yok mu, bu çok zorumuza gidiyor.

—Bu benim değil, sizin sorununuz. Zira ben yapacağımı yaptım. Daha ne yapayım? Benim derdim bana yeter.

—Senin derdin ne baba?

—Bir de soruyor musunuz? Yedi düvelle mücadele ediyorum. Hep başıma gelen de bundan.

—Yapma baba. Ciddi olamazsın. Farz edelim ki böyle. Ceremesini biz çekiyoruz.

—Hem de hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ayrıca beni böyle eften püften şeylerle oyalamayın. Benim işim var. Ceremesini çekeceksiniz. Zira bu işler bedel ödemeden olmaz.

—Ne işin olacak baba akşam akşam. 

—Siz yatıyorsunuz ama ben çalışıyorum. Bir kanala çıkacağım. 

—Yine mi? 

—Ne oldu, beğenemediniz mi? 

—Biraz çıkmasan ve orta yerde görünmesen olmaz mı? Erkenden yatıp dinlensen, ertesi güne daha dinç çıksan. 

—Ne oldu, hayırdır?

—Hiç. 

—Çıkarın ağzınızdaki şu baklayı. 

—Eğer bizi dinlemeyip ekrana çıkacaksan, müsaade ederseniz, biz kalkalım. Zira acil yapacak bir işimiz var. 

—Ne işiniz var? 

—Paramızın değerini korumak için kalan paramıza döviz alacağız. 

—Sizde mi? 

—Maalesef bizde. 

—Alacağınız olsun. Şimdi böyle mi olduk?

—…

*10/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Aralık 2021 Pazartesi

Devlet Vatandaşının Ne Kadar Yanında? *

Mutfağa girmeye korkuyorum bugünlerde. Ama elim mahkum. Yemeğimi yedikten sonra o değilden alışveriş listesi var mı diye göz atıyorum. Yoksa, şükür deyip çıkıp gidiyorum. Çünkü her yaptığım alışverişten sonra hazırlanan listenin alışverişini yapmak için aynı markete girdiğimde, alacaklarımın fiyatının değiştiğini görüyorum. Hem de öyle böyle değil, kallavi.

Kış ayının vazgeçilmezi olan tahin ihtiyacımı, en son 27,50’den almıştım. Sonraki gidişimde 32,50, bir sonrakinde 37,50 olmuş. Tahini bitirmeden bir daha gideyim, belki aynı fiyattan alırım dedim. 42,50 lira olmuş kilosu. Artık diğer gidişimde kaç olur? Bunu ne ben kestirebiliyorum ne de satıcı. Fiyat artışına bakınca her defasında 5 lira gelmiş. Nedense buçuktan hiç vazgeçmemişler.

LPG’ye gelen zam ise tahine gelen zamma rahmet okutur cinsten. Zira Ocak 2021’de 3 küsur liradan aldığım LPG, kasım ayı içerisinde 8 lira oldu. Gelen zam oranı ise yüzde 111 dolaylarında. İşin garibi, aynı zaman dilimi içerisinde benzin ve motorine gelen zam oranı ise yüzde 50-60 civarında. Yıllık enflasyonun TÜİK kayıtlarında yüzde 21 açıklandığı bugünlerde, benzin ve dizele gelen yüzde 50-60 bile anormal iken LPG’ye gelen zamlar ise katmerli mi katmerli. Maalesef bunun izahı da mümkün değil. LPG’nin gelmesinde ve tedarikinde bir sıkıntı mı var? Gördüğüm kadarıyla yok. Benzin ve motorin içeriden çıkarılsa eh diyeceğim ama bunların hepsi dışarıdan geliyor. LPG’ye gelen bu astronomik ve izahı mümkün olmayan kazık zammın, zam koyucular nezdinde mutlaka bir izahı olmalı ve açıklarlarsa çok iyi olacak. Herhangi bir açıklama olmadığına göre bu konuda ancak yorum yapabiliriz.

Nedense zam koyucular bir türlü LPG’den ellerini çekmediler. Ne zaman bütçede bir gedik olsa, bir zararı bir yerden telafi edelim dense, ilk akıllarına gelen LPG’li araçlar. Nasılsa araçların kahir ekseriyeti LPG’li. Diğerlerine zam yapılsa litre fiyatı 10 lirayı geçecek. Bu da dikkat ve tepki çekecek. Böyle yapmaktansa LPG’ye dokunalım demiş olmalılar. Aklıma başka bir izah gelmiyor. Maalesef iktidarlar LPG’li araç sahipleri ile şamar oğlanı ile oynar gibi oynayıp duruyorlar. Eskiler hatırlarlar. 2000 öncesi yine zamanın hükümeti, kapanmayan ve kapanması dahi mümkün olmayan bütçe açığını kapatmak için LPG’li araçlara 4 kat motorlu taşıtlar vergisi getirmişti. Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti ama yatıranlar, üzerine bir bardak soğuk su içmekle yetindi. Çünkü Anayasa Mahkemesinde kararlar geriye doğru işlemezmiş. Bunu Anayasa Mahkemesi iptal eder deyip yatırmayanlar karlı çıktı. Devlet ise Deli Dumrul mantığıyla hareket ederek Allah bereket versin deyip aldığıyla yetindi.

Kim bu LPG’li araç sahipleri? Bu ülkenin hatırı sayılır zenginlerinden mi? Öyle olsa devlet zengine dokunuyor, fakiri koruyor diyeceğim. Bildiğim kadarıyla LPG’li araç sahiplerinin çoğunluğu, orta ve dar gelirli insanlardan oluşuyor. İnsanımız, dişinden tırnağından biriktirdiğiyle, nasılsa yakıtı hesaplı diye LPG’li bir araç almış ya da aracına LPG taktırmış. Tüm bunları yaptırırken dönüşüm parası vermiş, ruhsatına işletmiş. Her 10 yılda bir tankını değiştirmeyi ve masrafı göze almış. Gel gör ki devletin LPG’ye olan iştahını hesaba katamamış. Bir yıl dolmadan LPG’ye gelen yüzde 111’lik zam, benzinli ve dizel araçlardan daha pahalıya mal olur oldu. Gördüğüm çoğu LPG’li araç sahipleri, LPG almayıp benzin alır oldu. Çünkü şu anda benzinli arabaya binmek daha mantıklı.  Bu durumu gören bazı LPG’li araç sahipleri bir zamanlar cazip gördüğü LPG tankını söktürmeye bile başladı.

Başta LPG’li araç sahipleri olmak üzere bu ülkenin çoğu vatandaşı, devletim zor durumda diye sosyal medyada “#DevletiminYanındayım” hashtagları açtı. Vatandaş devletinin yanında olmaya devletinin yanında da devlet kimin yanında? Halihazırda devlet mi zor durumda yoksa devletin yanında yer alan vatandaş mı? Hasılı, ayıptır bu muamele ve vatandaşın bunu hak ettiğini düşünmüyorum. Zam gelecekse orantılı bir şekilde gelsin. Bedelini de bir kesim değil, herkes çeksin. Alavere, dalavere, Kürt Memet nöbete misali tüm yük LPG’li araç sahiplerine yüklenmesin. Bir de gelen zamlar yüzde 21’i geçtiğine göre Çavuşesku Termometresine benzeyen TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyon ne işe yarar? Bunun izahı yapılırsa vatandaş rahatlayacaktır.

*08/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

2 Aralık 2021 Perşembe

Oğlum, Kur'an ve Sünnet Yolunda *

—Evlat, işlerin nasıl?

—Daha iyi olacak baba.

—Kötü o zaman.

—İyi diyelim, iyi olsun.

—İyi olacak dediğine göre mevcut durumunu düzeltmek ve geliştirmek için ne düşünüyorsun?

—Bir karar verdim. Bundan sonra Kur’an ve sünnet çizgisinde hareket edeceğim.

—Tebrik ederim. Yalnız…

—Yalnız derken?

—Biraz geç kalmadın mı? Bu yaşa geldin, bu kadar yıl geçirdin.  Kur’an ve sünnet yeni mi aklına geldi? Hangi dağda kurt öldü?

—Nereden başlarsak kâr değil mi?

—Kâr olmaya kâr da senin ki biraz geçmişi hoyratça kullanıp bir ayağı çukura girince cami-cemaate katılmaya benzemiş. Neyse geçen geçti. Peki, bunu yapabilecek misin?

—Niye yapamayayım baba? Burada önemli olan niyet beyanı değil mi? Niyet halis ise arkası gelir.

—Niyet önemli elbet. Hatta her şeyin başı denebilir. Ama bil ki cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla dolu. Ayrıca niyetinin ne kadar halis olduğu da sözünü eyleme geçirince belli olur.

—Eyleme geçireceğim, bana inan.

—Her ne kadar niyet önemli ise de bu beyanı uygulamaya koymak için plan, program ve bunları yapacak ekibin olması lazım. Var mı böyle bir hazırlığın?

—Yok, ama olacak. Şimdilik söz aşamasındayım.

—Bak evlat, laf ile peynir gemisi yürümez. Bana -cek, -cak edebiyatı yapma. Daha ortada ne plan var ne program ne de ekibin.

—Olacak dedim ya baba.

—Şimdiki çalıştığın ekibinle mi yapacaksın bunu? Öyleyse yandık.

—Ne varmış ekibimde?

—Ekip demeye bin şahit lazım. Sen bunlara ekip mi diyorsun? Etrafın; senin kuyunu kazan, senden nemalanan, seni aşağıya doğru çeken, seni yanıltan, yüzünü ağartmayan, sadık gibi görünen, inisiyatif alamayan, daha önce başkasının artığı olan, emir eri tiplerle dolu. En ufak bir sıkıntında gemiyi ilk terk edecekler bunlar. Ama bunları sen istedin. Özellikle seçtin. Çünkü yaşa padişahım demeleri ve başlarını sallamaları hoşuna gitti. Sana yol gösterecek, senin yükünü alacak, yanlışlarına fren olan kişileri ise şu ya da bu şekilde uzaklaştırdın. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek istemedin. Aslında gerisin geri gitmenin en önemli sebebi de bu. Neyse bu da ayrı bir konu. Yeniden konuya dönelim. Hangi alanda nassa uyacaksın?

—Faiz konusunda.

—Ya diğerleri?

—Diğerleri derken?

—Çünkü nass sadece faizi yasaklamıyor. Başka yasaklar da var. Ayrıca nass sadece yasaklardan ibaret değil.

—Ne gibi?

—Örneği çok. Ama birkaç tane söyleyeyim. Emaneti ehline vereceksin. Ehliyet ve liyakate göre alım yapacaksın. Adil olacaksın. Hata yaptığın zaman bu hatanda ısrarcı olmayacaksın. Hata ve yanlışlarından dolayı Allah beni affetsin demen yeterli değil. Bu hatandan etkilenen mağdurlar varsa onlar için de gerekeni yapacaksın, onların gönüllerini alacaksın. Nazik ve kibar olacaksın. İstişareye önem vereceksin. Burnunun dikine gitmeyeceksin, kibirli olmayacaksın, tevazuu elden bırakmayacaksın gibi. Yani bir konuda nass varsa hepsini yerine getireceksin ki bir anlam ifade etsin. İşine geleni alıp işine gelmeyeni görmezlikten gelmeyeceksin. Bir de nassı emellerine alet etmeyeceksin. Onu elinde kullanabileceğin bir aksesuar olarak kullanmayacaksın. Şayet kullanırsan insanları dinden de soğutursun.

—Faize gelirsek.

—Faizden uzak durmak istemen güzel. Her türlü faizli muameleden kaçınmak lazım zira. Yalnız neden şimdi?

—Şimdi aklıma geldi.

—İyi de daha önce niye aklına gelmedi? Neyse. Peki, başarabilecek misin? Buna hazır mısın? Bunun önünü arkasını düşündün mü?

—Başaracağım elbet. Zira bunun mücadelesini vereceğim.

—Evlat mücadele vereceksin. Zira mücadelesiz olmaz.

—Hazır mısın derken?

—Evlat, o kadar kredi aldın, borç aldın. Bu borçları zamana ve yıllara yaydın. Yani borç paçandan akıyor, ödeme zorluğu çekiyorsun. Şimdi bu borç aldıklarına ben faizini ödemiyorum diyebilecek misin? Haydi dedin, el adama ne der. Tefe koyarlar adamı. Sonra işini yapman için sana sermaye lazım. Bu sermayeyi nereden bulacaksın? Bu enflasyonlu hayatta sana kim faizsiz borç verir? Kardeş kardeşe vermez bu devirde. Kendi kendine yetsen, bir başkasına borç verecek kadar zengin olsan, gelirin giderinden fazla olsa, eh diyeceğim. Şimdi sıfırı tüketince mi buna sarıldın demezler mi adama. Sonra bu niyetini, imkanların daha iyi iken niye yapmadın? Zira bu işi yıllardır yapıyorsun. Yeni başlamadın ya.  Faizin yasak olduğunu yeni mi öğrendin yoksa? Bence niyet önemli ama niyet her şey değil. Üstelik alacağın bu kararın sadece seni bağlamayacak. Aileni ve işinden ekmek yiyen herkesi etkileyecek. Bunun getirisi nedir, götürüsü nedir, sonuçları ne olacak, zamanlaması uygun mu? Tüm bunları maslahat yönünden düşünmende fayda var.

*04/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla "Neden Şimdi" başlığıyla yayımlanmıştır. 

Ya Secdeye Bir Kapanırsak… *

İğneden ipliğe her şeyimizin dolara endeksli olduğu ülkemizde, milli paramız TL’nin göz göre göre gözümüzün önünde erimeye devam etmesi, paramızın değerinin düşmesi, alım gücümüzün azalması, her şeye ardı arkasına zamların gelmesi, kimsenin birkaç saat sonrasını görememesi durumu daha ne kadar devam edecek bilinmez. Herkes endişeli bir şekilde döviz kurunu takip edip duruyor. Görünen o ki bu endişeli bekleyiş ve karamsarlık uzun sürecek. Çünkü bugünden yarına tünelin ucu görünmüyor. Hatta daha kötü günlerin bizi beklediği kanaati hakim. Endişeyi artıran da devletin tüm bu olup bitenlere bigane kalması. Açıkçası bu durumu çok da dert etmiyor. Hatta paranın erimesinin özellikle istendiği şeklinde bir düşünce de var. Böyle düşünenler haksız da sayılmazlar. Çünkü piyasanın ateşini söndürecek açıklamalar yapılmıyor, yangına körükle gidiliyor. Devlete yön verenlerin elinde tek sermaye, yangını artıracak körük ve döviz kurundaki dalgalanmadan dolayı zam silahına başvurmak. Akaryakıta zam geldi mi zaten her şeye zam geliyor. Hükümeti yönetenlere kayıtsız şartsız destek veren kişilerin dışında, gidişattan pek memnun olan yok. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete doğru. İnşallah sonumuz hayır olur.

Niyetim felaket tellallığı değil. Zira görünen köy kılavuz istemez. Durumumuz şu fıkraya benziyor: Nasrettin Hoca bir gün yol üzerinde bir hana misafir olmuş. Hana han demeye bin şahit ister. Hanın her tarafı delik deşik, çökmeye ramak kalmış. Hocanın içini bir korku kaplamış ama eli mahkum burada kalmaya. Söz arasında hancıya, “Bu senin tavan da beşik gibi ne gıcırdıyor böyle” der. Hancı, “Ağzını hayır aç Hoca. Beşik gıcırtısı değil bu. Tavan tahtaları Allah’ı zikrediyor” deyince Hoca, “Biliyorum bilmeye de. Ya bu senin tavan böyle zikir çeke çeke cezbeye gelip secdeye bir kapanırsa, bizim halimiz nice olur” diyerek taşı gediğine koyar.  

Fıkradan hareket edersek; uçuyoruz, kaçıyoruz, kurtuluyoruz, kurtuluş mücadelesi veriyoruz denilen bu ekonomi ile hâlihazırda secdeye kapanmasak da düşe kalka yola devam ediyoruz. Düşe kalka devam etmeye razıyız. Zira yere kapanıp komaya girmek de var işin ucunda. Hanın vahametinden, yolcuların kahir ekseriyeti farkında ise de maalesef hancı ya farkında değil ya da farkında değilmiş gibi davranıyor.  Kurtuluş mücadelesi veriyoruz dendiğine göre sanırım bu işin farkındalar. Farkında iseler isterim ki mevcut durumun bir fotoğrafının çekilmesi, bu durumun nasıl giderileceğinin tedavi yollarının bulunması ve acilen tedaviye geçilmesidir.

Anlamadığım, kurtuluş mücadelesi kime karşı veriliyor? Yine dış güçler mi? İşte bundan emin değilim. Ayrıca başımıza gelen her şeyi dış güçlere bağlama kolaycılığını artık terk etmemiz lazım. Yoksa sadede gelemeyiz. Tamam, dışarıda olup bitenler küreselleşen ekonomimizi etkiliyor olabilir ama bence mücadeleyi dıştan ziyade içeride yapmak lazım diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkede para var. Daha doğrusu döviz var. Hem de çok miktarda. Hani nerede derseniz, kısaca açıklamaya çalışayım. Bu konuya Fatih Altaylı 24/11/2021 tarihli Habertürk gazetesindeki köşesinde “2001’ Doğru” başlıklı yazısıyla değinmiş. Bugün itibarıyla Türk vatandaşı gerçek kişilerin toplam mevduatının yüzde 58’si dolarda. Oysa 2011 yılında TL’ye güven yüksekken bu oran yüzde 27’ye gerilemişti. Sonra yavaş yavaş arttı. 2013’te yüzde 29’a, 2018’de yüzde 40’a, 2020’de yüzde 51’e ve şimdi de yüzde 58’ye çıktı. Türk halkı ekonomi yönetimine artık güvenmediği için, parasını dolara yatırmış. Bankalarda gerçek kişilere ait toplam 143 milyar 700 milyon dolarlık mevduat var. Şirketlerin ise 91,5 milyar doları bulunuyor bankalarda.”

Verilen bu bilgi ve oranlar doğru ve bu ülkenin bugünkü çektiği sıkıntı yeterli doların olmaması ise görüldüğü gibi bu ülkede ve bu ülke insanında döviz var ve bu kadar dolar bu ülkeyi ekonomik krizden kurtarır. Mücadele yapılacaksa dışarıya karşı değil, içeri ile yapılmalıdır. Ne yapılacak, dolar cinsinden mevduat hesabı açanların dövizlerine el mi konacak? Hayır. Burada yapılacak olan, parasının değerini korumak için TL’den kaçıp parasını dolara yatıranlara karşı güven ortamının sağlanması gerekir. Bunu yapacak olan da bu ülkeye hükümet edenlerdir. Vatandaş kendi paramıza güvense, paramızın pul olmayacağına ikna olsa parasını niye dolarda tutsun.

 *06/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Aralık 2021 Çarşamba

Engel Tanımayan Bir Engelli *

10 ay önce tanıdım kendisini. Zira aynı ortamı soluyoruz. 20 yıldır aynı kurumda çalışıyormuş. Çocuklarının okulu için şimdilerde 75 km.lik mesafeye gidiş geliş yapıyor olsa da çoğu kimse gibi gidiş geliş yapmamış. Uzun yıllar ilçede ikamet etmiş. Bundan olsa gerek, büyük-küçük herkesi tanıyor, herkes de onu. Herkesle oturup kalkmış, dostluklar kurmuş; büyükle büyük, küçükle küçük olmuş, herkesle diyalogu olan, çabuk iletişim kurabilen, şen-şakrak ve sosyal biri. Benim memleketimi ve insanını benden iyi biliyor.

Oturmasını da biliyor, kalkmasını da.

İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır misali, giyim ve kuşamına önem veriyor. Bugün de böyle giyineyim demiyor.

Kimin düğünü var, kimin cenazesi var, bilir. İyi günde, kötü günde ilçe insanının yanında. Düğünlerin davetlisi, cenazelerin gediklisi.

Bir konuşmamızda burada epey çalışmışsın, tayin iste git, maddi yönden rahat edersin, yol da yormaz dedimse de tayini düşünmüyor. Çünkü ilçe insanını çok sevmiş. Kalp kalbe karşı sözü gereği ilçe de ona yüreğini açmış.

Yemeyi-içmeyi, yedirmeyi-içirmeyi seven, gönül almayı bilen, değer verene değer veren, sohbeti, muhabbeti ve dinlemeyi seven, bir adım atana birkaç adımla karşılık veren biri. İş bitiriciliğine derman yetmez. Bir bakmışsın bir yemek organizasyonu yapmış, herkesi yemek masasında buluşturuveriyor. Birinin çocuğu veya torunu olmuş. Çam sakızı, çoban armağanı deyip ortaklaşa hediyeye öncülük ediyor.

İzinli olmadığı zaman odamı yoklar, halimi hatırımı sorar ve gelirken de eli boş gelmez. İkramı ben yapacağım yerde o yapar. Bir tepside iki kahve ile birlikte gelir. Kahvelerimizi yudumlarken muhabbetimizi yaparız. Bir gün, Dalyan Bey, kahveyi hep senden içiyoruz. Getirdiğin kahve ne ise bir de ben alıp geleyim dedim. “Şimdi kırıldım, hiç duymamış olayım. Olur mu öyle şey. Ben ikramdan kaçınmam. Ben Miralay Hasan’ın torunuyum. Dedemden kalma bu bana dedi. Deden ne dedi dedim? İlk göreve başladığında, dedesi ona şöyle demiş:

Bak oğlum, devletini koru

Hiçbir şeyine tenezzül etme

Kendinden feragat et

Devletten feragat etme.

Yemeden içmeden korkma

Benim malım, yemeyle içmeyle bitmez

Sen ye, g…. büyüsün

El yesin, namın büyüsün.

Hayata, her şeye, herkese olumlu bakan, pozitif enerji veren, umut olan ve umut dağıtan Dalyan Bey, engel tanımayan bir engelli. Bu engelin doğuştan mı, sonradan mı diye hiç sormadım. O da anlatmadı. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla kendisini yazı konusu edinmek isteyince, kendisini yakinen tanıyan birine sordum. Küçük yaşta hastalandığında yapılan bir iğne dolayısıyla sağ ayağı sakat kalmış, ameliyat olmuş ama ayağına protez takılmaktan kurtulamamış, ikinci ameliyatı da olmamış. Hasılı protez kendinden bir parça olmuş. Bundan dolayı ne ah dediğini duydum ne karamsarlığına şahit oldum ne dert yandığını ne de kendisini bu hale getirenlere kızdığını. Durumu kabullenmiş. Kimseye yük olmadan, gücü nispetinde işini yapmaya devam ediyor. Başta kendisi olmak üzere tüm engellilerimize Allah huzur, sağlık ve uzun ömürler versin.


*03/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Azimli’yi Farklı Okumak (2) *

Mehmet Azimli’nin dört halife üzerine yazdığı farklı okumak şeklindeki kitapları epey bir ses getirdi. Bir kesim tarafından da kıyasıya eleştirildi. Hala da eleştirilmeye, kendisine vebalı gibi davranılmaya devam ediliyor. Eleştirilmesini anlarım. Yazıp çiziyorsan ve konuşuyorsan, tasvip kadar eleştiri de olur. Zira hamama giren terler ama vebalı gibi bir muameleye tabi tutulmasını hiç anlamıyorum. Aynı şekilde eleştiriyi aşıp hakaretler yapılmasını ise hiç tasvip etmem. Bu yazımı da kendisine yapılan bir hakaret dolayısıyla ele aldım. Zira hem hakaret hem hakaretin sonucu üzücü mü üzücü. Ülkemin ve geldiğimiz noktayı sizlerin takdirine sunuyorum:

Azimli’nin seri halinde yazdığı eserlerden bir tanesi de 2016 yılında çıkan “Hasan & Muaviye” isimli eseridir. Twitter ve İnstagram hesabı olan C.M. isimli biri, bu eseri bahane ederek youtube kanalı üzerinden, Sayın Azimli’ye ağza alınmayacak küfür ve hakaretleri yağdırmış. Kendisine yaptığı küfürler yetmediği gibi muhterem anasını da karıştırmış. (Burada o küfürlere ve ilgili kişinin ismine yer vermeyeceğim. Zira kem söz sahibine aittir. İsim ve küfürlerine yer vererek sayfamı kirletmek istemiyorum. Cevap verebilecek çap ve kapasitesi olmayan biri de ancak küfürle kendini ifade etmeye çalışır. Aslında kendini anlatır. Maalesef birikimiyle ön plana çıkamayanlar şöhret olma adına bu yola başvurabilirler.)  

Yapılan küfürler vahim olmaya vahim. İşin daha vahimi ise kendisine yapılan hakaretleri haber alan Azimli, küfürbazın sosyal medya adreslerini tespit edip tüm suç delillerini ortaya koyarak avukatı aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulunur. Başsavcılık ne yapmış olabilir? Bir tahmin edin bakalım. Herhalde davayı kabul edip ilgili kişi hakkında iddianame hazırlamıştır dersiniz. Normal şartlarda savcılıktan bu beklenir. Zira adalet bunu gerektirir. Bakalım, savcılık ne demiş: “Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışmalarda Twitter ve Youtube kullanıcısının tespit edilemediğinin bildirildiği, Yargıtay 15.Ceza Dairesinin 2019/4623 Esas, 2019/6805 Karar numaralı ilamında ‘...sosyal paylaşım ağlarını yöneten şirket merkezinin Amerika Birleşik Devletlerinde bulunması nedeniyle adı geçen ülke adli makamları ile yazışma yapılması gerektiği, ancak benzer soruşturmalar için yapılan yazışmalarda ABD'deki yasal düzenlemelerin şüphelinin tespitine yönelik işlemlerin yapılmasına uygun olmadığı, bu husustaki taleplerin olumsuz karşılandığı bilgisine yer verildiği, e-iletilerin gönderilmesinde kullanılan ve yurt dışında bulunan serverlerden söz konusu ülkelerdeki "Kişisel Verilerin Korunması Yasaları" nedeniyle gönderen kişilerin kimliklerinin belirlenmesine yarayacak bilgiler almanın mümkün bulunmadığı, soruşturmanın devamı halinde yeni delillere ulaşmanın teknik ve hukuki açıdan mümkün bulunmadığı, yeni delil elde edilmesi durumda soruşturmanın yeniden ele alınmasının her zaman olanaklı bulunduğu...’ şeklinde karar verildiği, somut olayımızda da Twitter ve Youtube adresinin… üzerinden yayın yaptığının belirlendiği, belirtilen ülkenin yerel mevzuatı gereğince anılan sitenin kullanıcı bilgilerini vermekten kaçındığı, bu nedenle de müştekinin iddiasına konu olayda kullanılan hesabın kullanıcısının belirlenemediği anlaşıldığından, meçhul şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA” şeklinde karar veriyor. Yani takipsizlik veriyor.

Takipsizlik kararında başsavcılık, Yargıtay 15.Ceza Dairesinin 2019 tarihli gerekçesine yer verirken 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren kamuoyunda “Sosyal Medya Yasası” diye bilinen yasayı, Yargıtay'ın 08.06.2021 tarihli kararını ve yine Yargıtay'ın 27/05/2021 tarihli içtihadını es geçiyor.

Sizi fazla detaya boğmayayım ama 2020 ve 2021 tarihli yasa, karar ve içtihatlar varken savcının 2019 tarihli gerekçeye atıf yapıp takipsizlik vermesi, başlı başına bir garabet. Yeni mevzuat varken eski ile işlem yapan bir memur olsa başına gelmedik kalmaz ve tefe konur.

Şimdi gelelim karara. Küfürbazın sayfasına girdim. Hala aktif ve küfürler yağdırdığı videosu bile hala sosyal medyada duruyor. Savcılık da böyle karar verdiğine göre benim bu karardan anladığım, “Kardeşim, küfürlerine devam et. Zira ben sana bir şey yapmam, Azimli ile gazan mübarek olsun” şeklindedir. Yani birileri sosyal medyadan birilerine küfredecek, bizim adalet dağıtan mahkemeler de hakkında şikayet ve suç duyurusu olmasına rağmen seyredecek. Yazık, adaletimizin geldiği noktaya. Bu vatandaşın, özellikle mağdurların bunu hak ettiğini düşünmüyorum.

Bu durum yani mahkemenin bu muamelesi herkese mi böyle? Sanmıyorum. Çünkü bazen sosyal medya üzerinden özellikle siyasi kişiliği olanlara birileri hakaret ettiği zaman polis birkaç saat içinde böylelerini yakalayıp savcılığa sevk ediyor. Merak ediyorum, güçlülere yapılan hakaret ve küfürlere, ABD merkezli bu sosyal medyalar yardımcı oluyor ama nedense gücü, kuvveti olmayanlara mevzuatımız müsait değil” deniyor. Yesinler sizin adalet anlayışınızı. Tuz koktuktan sonra bu vatandaş ne yapacak gerçekten. Bu durumda Azimli de küfürbaz gibi küfür ederek onun seviyesine mi düşsün.

Bir cümleyle de küfürbaza değineyim. Sosyal medya üzerinden sürelerin tefsirini yaptığına göre demek ki bu küfürbaz; dindar, mütedeyyin ve dini tahsil yapmış biri. Yani dört dörtlük bir Müslüman ve tebliğ yapıyor. Merak ediyorum, küfürle tebliğe İslam’ın neresinde cevaz veriliyor?

*25/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.