23 Kasım 2021 Salı

Cebim ve Dolar

24 Kasımda içime umut dolar

Getirse her bir öğrencim bir dolar

Cebimde  bolca olur birlik dolar

Etrafım sevenlerimle dolar

 

Ders anlatırken içime sevinç dolar

Çünkü gözümde hepsi bir dolar

Karşılığında, öğrencim bilgiyle dolar

Notları hep beşle dolar

 

Geleceğe yatırımdır dolar

Teneffüslerde hep konuşurum dolar

Bir de çıktı mı, yüzüm sevinçle dolar

Bozdurunca bereket cebime dolar


21 Kasım 2021 Pazar

İnadın Zaferi *

Televizyonun lüks; bilgisayar, tablet ve cep telefonunun olmadığı küçüklüğümüzde, bizi evde oyalayacak bir meşgalemiz yoktu. Bizim tüm meşgalemiz, mahalle arkadaşları ile vakit geçirmekti. Evden çıkar, akranlarımızla buluşurduk. Gelmeyen arkadaşımızın evine gider, haydi gel diye çağırırdık. Ne yapalım ne edelim üzerine kısa bir görüşme yapardık. Elimizde de doğal oyuncaklardan başka bir seçenek yoktu. Ya çember sürecektik ya kim geçecek diye koşu yarışması yapacaktık ya bilye ya aşşık oynayacaktık ya teker sürecektik ya da plastik (naylon) top oynayacaktık. Çember, bilye, aşşık, teker herkesin vardı. Topa gelince bakkaldan gidip alacaktık. Önce bakkala topun fiyatını sorar, sonra aramızda para toplar, ortaklaşa bir top alırdık.

Topu eline alan sağa sola değdirmeden, özene bezene top sahasına kadar topu götürürdü. Çünkü yere düşen top yuvarlanıp bir dikene, bir çöğüre dokunsa hemen patlardı. Biz de onunla beraber soluğu sahada alırdık.

Saha dedimse 8-10 kişinin kendi arasında çift kale maçı yapabileceği taşlı, topraklı bir yer idi. Diğer yerlere göre biraz daha düz olurdu. Hemen iki tarafa taşları koyar, adımlar, kale yapardık.

Ne eşofmanımız olurdu üzerimizde ne de spor ayakkabısı. Ne giyiyorsak oydu bizim formamız. Ayağımızda da çarık ayakkabı olurdu.

Sıra gelirdi takım kurmaya. Mahalle maçı yapacaksak mahalleden olanlarla takım kurulurdu. Kendi aramızda yaparsak iyi ve zayıf olanları harmanlayarak bir takım oluştururduk. Topu patlatmadan ne kadar oynarsak kardı bizim için. Koşar dururduk saha içinde. Heyecanı başkaydı. Düşer bir yerimizi yaralasak da problem değildi. Yaraya rağmen ayağa kalkardık. Bir de gol atınca dünyalar bizim olurdu. Mahalleler arası yapılan maçlar FB-GS rekabetini aratmazdı.

İster mahalle ister kendi aramızda maç yapalım. Biz oyuna kendimizi kaptırmışken kimsenin gelmesini istemediği köyün belalısı gelirdi sahaya. Tuttururdu ben de oynayacağım diye. Oyunu durdururdu. Eksik yok desek de laf dinlemezdi. Ya direk oyuna girer, topa rastgele vurmaya başlar ya bak beni oynatmazsanız topunuzu keserim der ya topu alır kaçar ya da topa çukura doğru vururdu. Uzağa kadar gitmiş topu alıp gelmek de işin bir başka yönüydü. Elin mahkum bunun dediğini yapmaya. Zira bağırır çağırır, ortalığı velveleye verir, delirme noktasına gelirdi. Sesi de herkesten fazla çıkardı. Dediğini yapmazsan herkesle kavgaya tutuşurdu. Hiçbirini yapamasa, gider birimizin evinin camını taşla kırardı. Dediğini de yapardı. İnatçıydı çünkü. Mutlaka dediği olacaktı. Nuh der, peygamber demezdi.

Maçın içine eden köyün bu mızıkçısını, birini takımdan alarak oyuna alırdık. Bu arkadaş bu inadıyla hep bize galip gelmiş ve zafer elde etmiştir.  Hasılı, biz ona hiç galip gelemedik.

Köyün bu mızıkçısı, oyuna dahil olduktan sonra da oyunun içine etmeye devam ederdi. Hakem de oydu, oynayan da oydu, oyun kurucu da oydu. Şu mevkie geç de diyemezsin. O istediği yerde oynar, istediği kişiyi de sen şuraya geç diye talimatlar verirdi. O gol dediyse gol kabul edilir, penaltı dediyse penaltı olur, faul dediyse faul olur. Hasılı oyunun ve sahanın her şeyden sorumlu ama hiç sorumluluğu olmayan tek hakimi idi. 

Bu kişinin belli başlı özelliği, yukarıda da bahsettiğim gibi mızıkçılığı, oyunbozanlığı ve inatçılığı idi. Hiç geri adım atmamıştır. Onun bu yapısını bilen herkes de içine atıp sesini kesmiş, gerekirse çalıya dolanmıştır. Allah bizi affetsin, ne istediyse verdik. İnat onun zaferi ise, netice bizim için hep mağlubiyet olmuştur.

Küçüklükte gördüğüm bu baş belası geçimsiz kişiyi şimdilerde görüyorum. Çok değişmiş. Uyumlu biri olmuş. Bakıyorum, saygıda da kusur etmiyor. İki lafının biri bizim oğlan. Onu görünce keşke geçmişte geçimsiz ve inatçı olanların hepsi bu yönlerini küçüklükte bıraksalardı diyorum. Çünkü küçüklüğünde yani yedisinde ne ise yetmişinde de aynı olan kişi o kadar çok. Bu tipleri iş, sosyal ve siyasi hayatta o kadar görüyoruz ki sonuç kimsenin hoşuna gitmese de hep bu inatçıların dediği olur. Yani inatları galip gelir. Çünkü dediğim dedik, çaldığım düdük tipinde insanlardır bunlar. Hele bir de ellerinde güç ve imkan varsa, bunlara; bu yaptığın, bu dediğin, bu yapacağın yanlış veya onulmaz yaralar açar diye kim ne diyebilir? Dense de kar etmez. Nasıl ki cahille münazaradan kimse galip gelemezse, bu inatçıların inatlarına da kimse galip gelemez. Hasılı, ülke yanmış, bitmiş, tükenmiş önemli değil bu tip inatçılar için. Ülke zarar etse de fakrı zaruret içine girse de ülke bu tiplerin doğrularının ve inatçılığının mağlubudur. Tek galip vardır. O da bunların inatçılığı. Buna inadın zaferi diyebiliriz. Öyle zannediyorum, dediğimi yaptırdım, herkese diz çöktürdüm diye egoları da tavan yapıyordur bu tiplerin.

*24/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

20 Kasım 2021 Cumartesi

Zamlı Hayat

Baba kaç gündür akşam eve geç gelir oldun. 

İşten her zamanki vaktinde geliyorum. Ama bugünlerde trafik daha bir yoğun. Çekmiyor yollar. Ayrıca trafikten kurtulur kurtulmaz petrole de giriyorum. 

Doğru. Ne zaman arasam, petrolde yakıt alıyorum diyorsun. Depo boşalıyor mu ki her akşam dönüşte petrole giriyorsun? Gidip geldiğin mesafe de uzak değil ki depo bitsin. 

Yok, babam. Deponun bittiği yok. 

O zaman her Allah'ın günü seni petrole çeken ne? Depo boşalınca gitsen ya. Niye boşu boşuna zaman harcıyorsun? 

Öyle deme evlat. Elim mahkum gitmeye. 

Niye ki? 

Gelen zam beni petrole götüren. 

Her gün mü geliyor zam?

Şimdilik gün aşırı geliyor ama eli kulağında her gün gelmesi.

Demek öyle.

Öyle maalesef. Eskiden arabaya binip yolda giderken yakıt azalmadan petrol aklıma gelmezdi. Önüme bakıp yoluma devam ederdim. Yakıt kaç lira diye yakıt tabelasına bakma ihtiyacı bile hissetmezdim. Şimdi her sabah yol alırken bir taraftan da istasyonlarda gözüm. Çünkü akşam eve giderken gördüğüm fiyatın sabahında değiştiğini görüyorum. O yüzden sabahı beklemeden eve dönerken istasyona giriyorum. Böylece gece 00.00'dan itibaren gelecek zamdan kurtuluyorum. Depo iyice boşalmadığı için daha az yakıt alıyorum. Daha az para ödüyorum. Bir de deponun bittiğini düşün. Dolmak bilmiyor. Dolarken makineli tüfek gibi para atıyor. Dolmuyor sanki içiyor.

Senden başka var mı böyle her akşam petrole karargah kuran sürücü? 

Olmaz olur mu evlat. O kadar çok ki yakıt kuyruğu oluşuyor. 

Ne olacak böyle? 

Yakıt fiyatları şimdilik gün aşırı değişecek. Sonra günlük. Saatlik değişmesi de yakın. 

Demek öyle. 

Peki, sen ne isteyecektin benden? 

Gelirken ekmek alabilir misin diyecektim. Petroldeyim deyince iş bana düşüyor. 

Gidip alıver. Onu da mı ben alayım? 

Almaya alırım ama 1,40 olan ekmek 1,75'e çıktıktan sonra hevesim kaçtı. Üç ekmek alıyorum. 5 lira yetmiyor. Hasılı, seni petrole götüren gelecek yeni zam ise beni de fırına götürmeyen zamlı fiyat. 

—Zamlı hayat sadece yakıt ve ekmekte değil evlat. İhtiyaç olan ne varsa iğneden ipliğe hepsi zam gördü. İhtiyaç bile olsa kimse gönüllü alışverişe gitmiyor. Zorunlu alışverişe de savaşa gider gibi gidiyorum. 

—Gidişat nereye böyle? 

—Bizim neyse iyi kötü alma imkanımız var ama fakir fukara bu ortamda ne yapar? Allah onların yardımcısı olsun. 

19 Kasım 2021 Cuma

Sevmenin Bir Bedeli Var Değil mi?

—Efendim! Yandık, bittik, kül olduk.

—Olabilir, ne yapabilirim?

—Ama efendim?

—Aması maması yok.

—Efendim, böyle demenizi beklemiyorduk.

—Ya ne bekliyordunuz?

—Bizi sevdiğinizi sanıyorduk.

—Seviyorum yine. Bu yetmez mi? Gülü seven dikenine katlanacak. Siz de beni sevmiyor musunuz?

—Sevmez olur muyuz efendim? Üstelik gözleri kör eden aşk derecesinde. Onca olup bitene rağmen suskunluğumuz da bu sevgiden zaten. 

—Mesele ne o zaman? 

—Biz de sanmıştık ki...

—Ne sanmıştınız? Aşk derecesinde sevgi ne demek?

—Ne demek efendim?

—Karşılıksız, her halükarda sevmek demektir. Ölseniz de bitseniz de bu böyledir. Ölürseniz benim sevgim uğruna öleceksiniz. Sizler için bundan büyük bahtiyarlık mı olur?

—Zaten öyle efendim. Ama gülü sevmenin karşılığında dikenin elimize batmasından geçtik. Bu sevgi, vücudumuzu yaraladığı gibi canımıza kastetmeye ve çevremize zarar vermeye başladı. Tahammülsüz acılar içerisindeyiz. Ağzımızın tadı da kaçtı.

—Hiç ağlayıp sızlanmayın. Hani seviyordunuz. Öyle kuru kuruya sevmek olur mu? Seveceksiniz. Düşman çatlatan bu sevginiz yüzünden gerekirse yanıp bitip kül olacaksınız. Her zaman diyorum, yine tekrarlıyorum. Tüm bu durum bir sonuçtur.

—Neyin sonucu?

—Beni çok sevmenizin bir sonucudur. Bana açık çek vermenizin bir sonucudur. Beni bana bırakmanızın bir sonucudur. Hasılı, işim sonuç almaktır. Alın size sonuç.

—Ama efendim, bu sonuçların hepsi tufan bizim için.

—Yine başa dönmeyelim. Tekrar ediyorum. Madem beni seviyorsunuz. Katlanacaksınız bu duruma ve bana.  Çünkü kuru kuruya sevgi olmaz. Gerekirse yanacaksınız, kül olacaksınız. Yine de yandık, bittik, kül olduk demeyeceksiniz. Zira beni sevmenin bir bedeli var. Öyle değil mi?

Bende bu azim, bu irade, bu inat, sizde bu gözleri kör eden aşk olduktan sonra olup bitenin ne önemi var? Önemli olan sevgi ve birbirimizi sevmemiz değil mi? Bu sevgi, bu aşk düşman çatlatırken körler, sağırlar birbirimizi ağırlar dururuz.

Siz yeter ki beni sevmeye devam edin. Bana olan sevginiz hiç bitmesin. Ben de bu sevginizi karşılıksız bırakmayacağım. Size dünyanın ve yaşadığınız hayatın kaç bucak olduğunu göstereceğim. Zira siz istediniz bunu.

18 Kasım 2021 Perşembe

Kurtarıcılardan Kurtulmak *

*"Aşkın gözü kördür" :Kendisini aşka kaptıran kişi, ne sevgilisinin kusurlarını görür ne de çevresinde olup bitenlerle ve kendisi için önemli olan şeylerle ilgilenir.

*"Din halkın afyonudur" : Din, doğru öğrenilmez, din adına söylenenler ve duyulanlar akıl süzgecinden geçirilmez, dozajında alınmaz ise ve vardır bir hikmeti deyip aklını kiraya verenler için din, bir uyuşturucu görevi görür ve tehlikelidir. Kullanılmayan aklın üzerine ancak pislik yağar. Yaşadığımız ve hayal ettiğimiz din, Karl Marx’ı haklı çıkarırcasına bir din olmasın. Arı, duru, başkasına güven veren bir din olsun.

*"Benim geri vitesim yoktur" veya "Kitabımda geri adım atmak yoktur" :Kişinin kendini mükemmel ve kusursuz görmesi, kendine çok güvenmesi, kendi ve yaptıklarıyla yüzleşmemesi demektir ki bu tipler güç zehirlenmesi yaşıyor. 

İdeallerini, ülkülerini ve hayat tarzlarını kişiye endeksli yürütenler, yüz üstü bırakılmaya mahkûmdur. Ekibi, kurumu, ortak aklı geri plana iterek kişiyi ön plana çıkaran, kişiyle yatıp kalkan Doğu toplumlarından hiç ihya olanını gördünüz mü siz? Hepsinin pespayelik paçalarından akıyor. 

Ömürlerini geçmişe övgü ve sövgü üzerine bina edenler, her konuda söz söylese de daima geçmişle yaşarlar. Asla bugüne gelmezler. Her türlü iyi şeyin geçmişte birinin eseri olduğuna, kötü şeyin de öbürünün eseri olduğuna kendilerini inandırmışlardır bir defa. Bu tiplerin dünyaya dair bir katkısı olmamakla beraber daima başkalarının pazarı olurlar. Hep tüketici durumundadırlar. Borç da paçalarından akar. Hayatlarını övgü üzerine kuranlar, “Benden bir cacık olmaz. Şu kimse gibisi bir daha gelmez. Kimse onu aşamaz. Aşmaya kalkan ancak ikinci olur.

Mevcut kötü durumlarından kurtuluşu, kurtarıcından bekleyenler, ayakları yere değmeyen hayalperest kişilerdir. Sloganla peynir gemisini yürütmeye çalışırlar. Gemi yürümezse niye böyle diye kendilerini zorlamazlar. Çünkü gerekçeleri hazırdır: Suç daima başkasındadır. Aslında kurtarıcı bekleyenlerin kurtuluşu, kurtarıcı/lar/dan kurtulmakta geçer. Buna da ne güçleri yeter ne takatleri ne de psikolojileri müsait buna. Çünkü kendilerinden bir cacık olmadığına inandırmışlardır kendilerini. Bu inanç öyle bir psikoloji ki başkasının gözündeki çöpü görürler, kurtarıcının gözündeki merteği görmezler. Anne-babaları başta olmak üzere herkesi eleştirirler ama kurtarıcı efendilerine söz söyletmezler. Söylemeye kalkanın ağzının payını verirler.

Hasılı,

-Birilerini sevelim sevmeye ama bu sevgi aşk derecesinde olmasın. Çünkü aşıklar, sevdiğini mükemmel görürler.

-Dine inanalım, dinin gereklerini yerine getirelim. Bu din ahlaki yönden gelişmemize katkı sağlasın ama dini yaşanmaz, sağa-sola ve hayata zarar verecek şekilde uyuşturmasın.

-Hatasız kul olmaz sözünden hareketle hata yaptığımızı, hata yapabileceğimizi göz önünde bulundurarak kendimizle yüzleşelim. Bunu yapmamak insanı insan kılığından çıkarır. Kişiyi burnu havada gezdirir. Tevazudan uzaklaşmamak lazım.

-İdeallerimizde prensip olsun, kişiye dayalı olmasın. Çünkü kişi sendeledi mi veya öldü mü kişi sudan çıkmış balığa döner.

-Gelip geçenleri “Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Ne yaptılarsa karşılıklarını gördüler veya göreceklerdir” diyerek günümüze gelelim. Övgü ve sövgüyü terk edelim. Çünkü övgü ve sövgü kişileri yerinde saydırır. Olduğu yerde patinaj yaptırır.

-Derdimizle dertlenmeyenden, dertlenir gibi görünüp dert edinmeyenlerden uzak duralım. Kimse bizi değişik aksesuarla kandırmasın. Kendimizi yenileyip rektifiye olalım ve kendimiz olalım. Kurtarıcı beklemekten, birileri kurtaracak umudunu taşımaktan vazgeçelim. Topyekûn kurtarıcılardan kurtulalım ki felaha erelim.

*22/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Kasım 2021 Çarşamba

Kız ve Erkeği Okullarda Ayırmak (1) *

Ortaokul ve liseyi okuduğum yıllarda, kız ve erkek çocuklarının okuduğu ayrı ayrı okullar vardı. Kız ortaokulu, kız lisesi, erkek lisesi denirdi. Bununla beraber kız ve erkeğin aynı sınıflarda karışık okuduğu karma eğitim yapan okullar da vardı. İHL'lere ilk önceleri sadece erkek öğrenciler alınırken sonradan kız öğrenciler de alınmaya başlandı. Endüstri meslek liseleri dendiğinde erkek okulu akla gelirdi. 

Sonraları kız ve erkeklerin ayrı ayrı okuduğu okullar gittikçe azaltıldı. Sadece kız meslek liseleri kaldı. Endüstri meslek liselerinde kızlar da okur oldu. 

Yine eskiden kadın mesleği, erkek mesleği diyebileceğimiz meslekler vardı. Bundan dolayı kamuya personel alımında, şartlar arasında erkek olmak ya da kadın olmak şartları da vardı. Nicedir bu şartlar kalmadı. Kadın mesleği denilen yerlerde erkek, erkek mesleği denilen yerlerde de kadın istihdam edilir oldu. 

Kız ortaokulları kalktığı gibi kız meslek liseleri dışındaki kız liseleri de kalktı. Aynı şekilde erkek liseleri de. Ağırlıklı olarak kız ve erkeğin okuduğu karma eğitime geçildi. 

Zamanında okullar niçin kız ve erkek şeklinde ayrılmış, sonradan niçin vazgeçilmiş olabilir? Aklıma, çoğu ailelerin kız çocuğu okur mu dediği ve kızlarını okutmadığı yıllar geliyor. Devlet, sadece kızlara hitabeden okullar açarsak, velilerdeki çocuk okutmama inadını kırabiliriz diye düşünmüş olabilir. Sonradan kız-erkek karışık okul türlerine geçilmesi ise “Nasılsa veliler kızlarını okutmaya başladı. Maksat hâsıl oldu. Bu yüzden kız-erkek ayrı okullarda okumasına ihtiyaç kalmadı diye düşünülmüş olabilir ya da kızların ve erkeklerin ayrı okuduğu okullarda, açıklanmayan bazı problemler ortaya çıktığı için devlet bundan vazgeçmiş ya da azaltma yoluna gitmiş olabilir.

Şimdi durum nasıl? Kız meslekler hariç Anadolu, fen, sosyal bilimler, mesleki teknik vb. liseler 1739 sayılı yasanın 15.maddesinin bir gereği olarak karma eğitim yaparken yine aynı maddenin devamında “…eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir” kısmı eklendiği için kız ve erkeğin ayrı ayrı okullarda okuduğu kız imam hatipler ve erkek imam hatipler çoğaldı. Sayıları da az değil. Kız ve erkek olarak açılamayan yerlerde, aynı okul bünyesinde kız ve erkeklere ayrı sınıflarda ders görme imkanı verildi. Sayıları İHL’ler kadar olmasa da kız ve erkeğin ayrı okullarda okuduğu İHO’lar var. Ayrı İHO yoksa aynı okulda kız ve erkek öğrencilerin sınıfları da ayrı.

Gördüğüm kadarıyla İHO ve İHL’ler ağırlıklı olarak kız-erkek ayrı öğrenim görüyor. Bundan maksadın ne olduğunu buna karar verenler bilir. Öyle zannediyorum, sınıf ve okulları ayırmak suretiyle karma eğitim yapan okullarda ortaya çıkan kız-erkek sorunlarını minimuma indirmek ve yok etmek düşünülmüş olabilir. Burada kız çocuklarını koruma hassasiyeti göze çarpmaktadır. Buna korumacılık da diyebiliriz. Bu kararı alanlar toplumun kahir ekseriyetinin hassasiyetini de bu şekilde gözetmiş oluyorlar. Çünkü toplumumuzda kız-erkek çocuğu aynı dense de özellikle “kız çocuğu” denerek erkeğe göre daha fazla korunur. İyi niyetle uygulamaya konan bu kararın olumlu ya da olumsuz yönlerinin olacağı muhakkak. Çünkü toplumsal olaylarda tek doğru yoktur. Doğru bu denilen şeylerin aksayan yönleri ortaya çıkabileceği gibi yanlış denen şeylerin de doğru yönleri ortaya çıkabilir. Bunlar yaşanmadan bilinmez. Yine de bu işin olumlu ve olumsuz yönleri, pedagojik olup olmadığı, işin uzmanı pedagoglar tarafından masaya yatırılmalıdır. Bu konudaki kanaatimi de diğer yazımda serdetmek isterim.

*01/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Kasım 2021 Salı

Namaza Niçin Mesafe Konmuş Olabilir? *

FETÖ’den ihraç olmuş biriyle karşılaştım geçen gün. Açıldı da açıldı. Şaşırdım bu kadar konuşmasına. Çünkü tanıdığım kadarıyla içine kapanık, pek konuşan biri değildi. FETÖ ile ilgisi kalmasa da eski çevresinden tanıdıklarının durumundan örnekler verdi. Hangisini örnek verdiyse hepsi düzenli namaz kılan kişiler iken yaşamış oldukları süreç sonrasında, namaz kılmayı bıraktıklarını, dine mesafe koyduklarını, cumaya bile gitmediklerini anlattı. Halen görev yapan ama defalarca hakkında inceleme ve soruşturma yapmış bir tanıdığının da namazı bıraktığını sadece cumadan cumaya namaza gittiğini söyledi.

Bir tanesinin, çevresindekilerin haleti ruhiyesi için anlattıkları böyle. Bu durumda olan ne kadar kişi var bilmiyorum. Bu anlatılanlara siz nasıl bakarsınız bilmem. Belki de bunların durumunu, imama kızıp cami yakmaya da benzetebilir. O yapının içinde olmayalardı, beter olsunlar, devlet az bile yapmış diyebilirsiniz. Ben bu anlatılanlara, dinin bir umdesi olan namazı bıraktıklarına üzüldüğümü, bir zamanlar gittikleri bu yolun yol olmadığını, namazı bırakmalarının yanlış olduğunu söylemek isterim. Yalnız onları, mütemadiyen kıldıkları namazdan uzaklaştıran psikolojiyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Öyle zannediyorum, yaşadıkları süreç, başlarına gelenler, terörle damgalanmaları, kalburüstü işlerinden olmaları, maddi sıkıntı çekmeleri, birçoğunun iş bulamaması, buldu ise de emeklerinin karşılığını özel sektörden tam alamamaları, toplum nezdinde sakıncalı piyade muamelesine maruz kalmaları ve vebalı gibi görülmeleri, takip edilmeleri; geçirdikleri inceleme, soruşturma ve mahkeme boyutları, hapis vs. durumlar onları çok etkilemiş olsa gerek. Bu dünya bir imtihan dünyası. Herkesin başına türlü türlü gaileler gelebilir. Önemli olan sıkıntıları en az hasarla atlatmak. Gördüğüm kadarıyla terörist muamelesi gören bu kişiler, yaşadıkları süreci ve başlarına geleni atlatamamış, bu durumu kabullenememişler, belki de olup biteni hala anlayamadılar ya da anlam veremediler. Namaz gibi dinin bir umdesini terk ettiklerine göre öyle zannediyorum, içten içe isyan ediyorlar.

Bunların isyanları kime? Devlete, özel sektöre, kendilerine, dini cemaatlere vs. Görevlerinden atıldıkları, atılmakla kalmayıp 450 gün gibi bir süre bitinceye kadar özel sektörde dahi çalışmalarına izin verilmemesi daha da zorlarına gitmiş olabilir. Diyelim ki devlet bunları tehlikeli gördü ve görevlerine son verdi. Özel sektörde çalışmalarının önüne bir müddet engel konmasının izahı olamaz. Çünkü bu insanlar bu süre içinde ne yiyip ne içecekler? Üstelik bu süre az bir süre değil. Zaten bu yasağın izahı olmadığı için Anayasa Mahkemesi bu 450 günlük çalışamama yasağını iptal etti. Yanlış hesap Yüksek Mahkemeden döndü ama geciken adalet, adalet değildir.

Yasakları bittikten sonra özelde güç bela iş bulan bu kimselere özel sektör, bunlar nasılsa verdiğim fiyata çalışacaklar. Haklarını ve fazla vermeye gerek yok. Nasılsa elleri mahkum diyerek çalışmalarının tam karşılığını vermemiş olabilir. Ki bizim insanımız ayaklarına kadar gelen bu fırsatı kaçırmaz.

Tüm bu kızdıklarının yanında en fazla da kendilerine kızıyorlardır. Niçin aklımızı kullanmadık diye. Öyle ya insanın başına ne gelirse aklını kullanmadığından gelir. Yunus Süresi 100.ayette Allah “Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır” demiyor mu? Sen aklını kullanmazsan, o aklı kullanan birileri her daim çıkacaktır.

Belki de en fazla kızdıkları, dini görünümlü hüviyetiyle kendilerini kullanıp atan yapıyadır. Çünkü yapı bunları emrinde asker ve emir eri gibi kullanmak için dini kullandı. Namazı bırakmaları da bu tespitin doğruluğunu gösteriyor. Dini görünümlü bu yapıdan sonra diğer cemaatlere de mesafe koyuyor olabilirler. Bu psikolojiden kurtulamazlarsa belki de ileride din, bunların anlattığı gibi ise ben o dinden değilim diyecekler.

Namazı bırakmalarının psikoloji ile ne ilgisi var? Namaz kılacaklarsa kendilerine kılacaklar diyebilirsiniz. Bunda da haklı olabilirsiniz. Ben bu psikolojiyi anlamaya çalışıyorum. Bu psikolojinin nasıl bir şey olduğunu sözü fazla uzatmadan fanatik derecede Fenerbahçeli olan Gazeteci Cengiz Çandar’ın anlattığı, başından geçen bir anekdotu -aklımda kaldığı kadarıyla- buraya aktarayım ki ne anlatmak istediğimi ifade etmiş olayım: “Küçüklüğümde birkaç arkadaşla beraber bir Shell petrolünün önünde dayak yedik. Az büyüdük. Bir takım tutacağız. Galatasaray çok güzel oynuyor. GS’yi tutmak istedik ama gözümüzün önüne dayak yediğimiz Shell petrolü geldi. Çünkü Shell petrollerinin amblemi sarı kırmızı, GS’nin forması da sarı kırmızı. O yüzden GS’yi tutmaktan vazgeçtik. En büyük ezeli rakibi FB’li olduk”.

*28/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.