23 Eylül 2021 Perşembe

Mesai ve Ders Saatleri *

Küresel ısınmanın kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı son yıllarda, her ne kadar yaz ve kış şeklinde iki mevsimi yaşasak da ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış şeklinde sıraladığımız dört mevsimimiz var. Genelde ilkbahar hoşumuza gitse de her mevsim sırayla gelir ve mevsimlerin bu şekilde dönmesinin sayısız faydaları vardır. Bu faydaları sayacak değilim. Yalnız şu kadarını söyleyeyim: Çoğu zaman planlamamızı havanın soğuk ve sıcak oluşuna ve giyim kuşamımızı da mevsim ve hava şartlarına göre yaparız. Aynı zamanda işlerimizi yaparken havanın aydınlanmasını ve kararmasını da dikkate alırız. Çünkü kış mevsiminde geceler uzun, gündüzler de bir o kadar kısa. Bundan dolayıdır ki enerjiden tasarruf sağlamak amacıyla, diğer ülkelerde olduğu gibi bu ülkede de uzun yıllar, saatler kışın geriye, ilkbaharla birlikte ileriye alınmıştır. Ülkemiz birkaç yıldır saatleri ileri ve geri alma işini bırakarak saati ileri saate sabitledi. Bu sabitleme ile birlikte yeni saate alışma, eski saati terk etme zorluğu da sona ermiş oldu.

Burada ileri ve geri saatin fayda ve zararını, ileri saate sabitlenmenin gerekliliği veya gereksizliği üzerinde durmayacağım. Değinmek istediğim iki husus var. Bunlardan biri, mesai saatleri, diğeri de ortaokul ve liselerin haftalık ders saatleri. Her ne hikmetse gündüzün uzun günlerinde de kısa günlerinde de 8 saat mesai var. Aynı şekilde haftalık ders saatleri de gündüzü kısa ve uzun günlerde de aynı. Burada ya ne olacaktı, elbette aynı olacak. Şayet aynı olmasa kargaşa meydana gelebilir, diyebilirsiniz. Burada az mesai yapılsın ve dersler daha az görülsün demek istemiyorum. İstediğim, nasıl ki birçok planlamamızı havanın kararmasına ve aydınlanmasına göre yapıyorsak, hem mesaileri hem de öğrencilerin haftalık gördüğü ders saatlerini, gündüzlerin kısa ve uzunluğuna göre ayarlayabiliriz. Bu ayarlama özellikle ikili öğretim yapan ortaokul ve liseler için çok elzemdir. Çünkü ortaokulların 35-36, liselerin 40 saat ders yükleri var haftalık. Ortaokullar günde en az 7, liseler ise 8 saat ders görmek zorundalar. Bu durumdaki okulların öğretmen ve öğrencileri, daha güneş doğmadan, zifiri karanlıkta okulun yolunu tutmak zorundalar. Öğle derse başlayan okulların öğretmen ve öğrencileri de yatsı ezanlarında hala okulda ders görmek zorunda kalıyorlar.

Ortaokul ve lise ders yüklerinin gerekli ve gereksiz derslerle artırıldığı, bu ders yükünün çocuklara ağır geldiği, hala normal öğretime geçememiş Türkiye şartlarına uygun olmadığı ve haftalık ders saatlerinin mutlaka azaltılması gerektiği düşüncemi şimdilik bir tarafa bırakıyorum. Mevcut ağır ders yükü ve mesailer için günlerin kısa olduğu kış günlerinde ne yapılabilir? Günlük işlenen 7-8 dersleri, 6-7 saat işleyecek şekilde planlama yapılabilir. İşlenmeyen bu dersler ise gündüzlerin uzamaya başladığı günlere ilave edilebilir. Yani okullar bu uzun günlerde 7-8 saat işlemeleri gereken dersleri 8-9 saat olarak işleyerek kışın işlenmeyen dersleri bu şekilde telafi edebilirler. Aynı şekilde 8 saat olan mesai, kış şartlarında 7, uzun günlerde ise 9 saat olacak şekilde planlanabilir.

Yetkililerimiz bu önerilerimi dikkate alır mı, almaz mı bilmiyorum ama üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü öğretmeni, öğrencisi ve diğer kamu çalışanları okul ve işyerlerine yakın yerlerde oturmuyor. Birçok öğrenci, servisle şehrin öbür ucundan okula geliyor. Bu öğrenciler servise binmek için karanlıkta yola düşmek zorunda kalıyorlar. Bu durum ise çok pedagojik olmasa gerek. Öğrenci ve diğer çalışanların psikolojisine uygun olan, güneşin doğmasından sonra okul ve işe gitmeleri, akşam ise güneş batmadan evlerinin yolunu tutmalarıdır. İnşallah ülkemiz böyle günleri de görür.

* 24/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Eylül 2021 Pazar

Gözünü Sevdiğimin 2023’ü *

—Babacığım, beni evlendirsene.

—Tamam, evlendirelim. 

—Sağ ol babam. O zaman hazırlıklara başlayayım mı ben? 

—Tamam dedimse, o kadar değil. 

—Ne zaman ya? 

—2023'de. 

—...? 

*

—Bana bir araba lazım baba. Yardımcı olur musun? 

—Elbette evlat. 

—Sen çok yaşa baba. Gidip gelirken zor oluyor. Müjdeyi arkadaşlarıma haber vereyim. 

—Acele etme. Bekle biraz. 

—Bekleyeyim de ne zamana kadar? 

—2023'e kadar. 

—…?

*

—Biraz birikmişim var. Ev alacağım ama param yetmiyor. Biraz destek olur musun? 

—Olmaz olur muyum evlat. Ben senin babanım. Sana destek olmayacağım da kime olacağım. 

—Ver elini öpeyim baba. Oyalanmayayım o halde. Hemen bir emlakçıya gideyim. 

—O kadar da değil. Acele etme hemen. 

—Ya ne yapayım? 

—Bekle biraz. 

—Mesela? 

—2023'ü. 

*

—Babacığım, kızmazsan bir şey sorabilir miyim? 

—Kızmak ne mümkün. Buyur, istediğini sor. 

—Değişik zamanlarda bir büyüğüm olarak senden beni evlendirmeni, araba almanı, alacağım eve destek çıkmanı istedim. Hep 2023 dedin. 2023'e daha var iki yıl. Ben o zamana kadar evsiz barksız ve arabasız ne yapacağım. Halbuki hepsi acil. Haydi hepsini geçtim. Yaşım ilerliyor. Evlenmem lazım. Demir bile tavında dövülür. Tutturdun bir 2023 diye. 2023'e kadar kim öle kim kala. Ne istersem 2023 diyorsun. İnan, baba acıktım, yemek yiyelim diyemiyorum. Bekle 2023'ü diyeceksin diye. Gerçekten ne var bu 2023'de? Beni oyalıyor musun yoksa 2023'de bir gömü mü bulacaksın ya da bir yerden miras falan mı gelecek? 

—Söz verdim kızmayacağım diye ama kırıldım evlat. Bugüne kadar yemedim, içmedim. Sizler için saçlarımı süpürge ettim. Hala da sizin için çırpınıyorum. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Şurada ne kaldı 2023'e? Biraz daha sabır. 

—Sabır da nereye kadar? Akranlarımın çocukları neredeyse askere gidecek. Ben hala bekar oğlu bekarım. Hala kiradayım, hala toplu taşımaya biniyorum. 

—Sabreden derviş muradına ermiş diye boşuna söylememişler. Çatlasan da patlasan da hedef ve hayallerimden ödün veremem. 2023 demişsem, o tarihi bekleyeceksin. Üstelik en yakın hedefim bu. Başka hedeflerim de var. Dua et, o tarihleri vermedim. 

—Neymiş o tarihler? 

—Bende ne hedef biter ne de tarih evlat. Mesela 2053 hedefim var, 2071 hedefim var, 2099 hedefim var. Var oğlu var. Başka babalarda böyle bir hedef bile yok. Babanla gurur duymalısın. 

—Çok sağ ol baba. Eksik olma. Olmazsa 2 sene daha sabredeyim. Şurada ne kaldı gerçekten. Maazallah hedefini bir ötelersen mesela, 2053 dersen, yandım demektir.  Bekleyeceğim beklemeye. Hoş, zaten başka seçeneğim de yok. Sahi 2023'ün sihri ne baba? Sakın 2023'de söylerim deme. Bunu bari şimdi söyle. 

—2023'de emekli olacağım evlat. Alacağım emekli ikramiyesini senin ve ailemin diğer fertlerinin ihtiyaçlarına harcayacağım. 

—...? 

—Oğlum oğlum! Ne oldu sana? Bir şeyler söylesene. Dut yemiş bülbüle döndün. 

—Bey bey, üzerine varma oğlanın. Bırak oğlanı kendi haline. Böyle kaynağı ve peşin parayı görünce ne yapsın oğlan. Bu müjde karşısında nutku tutuldu. 

*

Hasılı, günler, aylar geçti. Oğlumun yüzü gülmüyor. Halbuki verdiğim müjdelerle sevineceğini sanmıştım. Aynı evde iki yabancıyız nicedir. Bir sustu, pir sustu. Benden bir şey de istemiyor artık. Niye istesin ki. Oğlum mutlu olacak diye hedeflerimden ödün veremezdim ya. Bana evlat mı, hedef mi deseler, hedef derim. Çünkü insan prensipleriyle yaşar. Üstelik başım da çok rahat. Oğlumun bir şey istemeyeceği bu rahatlık 2023'e kadar sürecek. Sonrası ne olur bilmem. Emekli maaşım oğlumun isteklerine yeterse ne ala. Yetmezse, ne olacağını ben bile kestiremiyorum. Oğlan ağlasın, ben ağlayayım. İkimizin ağlaması yetmezse hep biz mi ağlayacağız? Biraz da anaları ağlasın. Oğlan da "Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar" deyip dursun. 

* 22/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Eylül 2021 Pazartesi

Okul Türlerine İdeolojik Yaklaşım *

Eğitim ve öğretimimiz bu milletin ve devletin milli bir meselesidir. O yüzden maarifimizin başında milli ifadesi yer alır. Devlet ve millet, maarifimizin iyi olmasını ister. Bunun için her gelen hükümet eğitim ve öğretime el atar. Kimi radikal kararlar alır kimi de vaziyeti idare eder. Ama hiçbir hükümet eğitim ve öğretime ve okullara bugüne kadar bigane kalmadı. Sürekli sistem değişikliğine gidilir ve merkezi sınav sistemleriyle oynanır. Her hükümet zamanında olmasa da çoğu zaman yeni okul türleri açılarak eğitim ve öğretimde çıta yükseltilmek istenir ve okullara, bazı okul türlerine, eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşır. Hepsinin bilinçaltında ve icraatlarında ideal gençlik yetiştirme anlayışı vardır. 

Maarifimizin başında millilik var ama nedense milli bir eğitim politikamız yok. Her gelen hükümetin millilik anlayışı da farklıdır. Bunu da  kendilerinin açtıkları veya bir projeye dönüştürdükleri okullara yaptıkları muameleden, söylem ve icraatlarından, Talim Terbiyeye yön vermelerinden, ders kitaplarında yaptıkları ilave ve çıkarmalardan, öğretim programları ve müfredat değişikliklerinden, koydukları seçmeli derslerden, belli kilit noktalara yaptıkları atamalardan anlayabiliyoruz.

Köy Enstitüleri ve öğretmen liseleri ve İHL'ler bir ihtiyaçtan ortaya çıkmış, milletin ihtiyacını gidermiş, toplumun her kesiminde olmasa da belli bir kesiminde karşılığı olan okullardır. Bu okullara milli ve bize özgü yaklaşılmaktan ve daha ileriye taşımaktan ziyade hükümetler, ideolojik yaklaşmışlar, belli bir misyon yüklemişler, buraları arka bahçeleri ve oy deposu olarak görmüşler. Bundan dolayıdır ki bu iki okul türü diğer okul türleri arasında farklı bir yere konmuş ve her devirde tartışılır olmuştur. Kimi kapatma, kapatamıyorsa biçip budamayı ve önüne engeller çıkarmak, kimi de bu okul türlerinin sayısını çoğaltmak için çaba göstermiştir. Nitekim belli bir zihniyetin kalesi ve oy deposu kabul edilen Köy Enstitüleri kapatılarak mevcut okullar öğretmen okullarına dönüştürülmüş. İHL'ler de her gelen iktidarın sınandığı okullar olmuştur. Öyle zaman gelmiştir ki bu okullar kapatılmaktan beter edilmiş, kolu kanadı kırılmıştır. Öyle zamanlar da gelmiştir ki bu okullar, kaliteyi düşürme ve kaliteyi yakalayamama riskine rağmen mantar gibi çoğaltılmıştır. Bu okulları kapatmaya çalışanlar da sayılarını çoğalmaya çalışanlar da aslında olaya hep ideolojik yaklaşmışlardır. Her iki zihniyet de bu ideolojik yaklaşımdan faydalanma yoluna gitmiştir. Aslında eğitimde açmazımız ve en büyük sorunumuz okul türleri arasında ayrım yapmak, onlara öz evlat veya üvey evlat muamelesi yapmak ve bu okulları kendi hallerine bırakmamaktır.

Köy Enstitüleri ve sonradan dönüştürülen öğretmen liseleri kapatıldı. Üzerinde durmaya gerek yok. İHL'ler de 2012 yılından itibaren İHO'larla birlikte çoğaltıldıkça çoğaltıldı. Okul sayısında doyuma ulaşılınca, son yıllarda adına ister nitelikli ister sınavlı ister başarılı ister gözde ister gelecek vadeden okullar densin, bu okullar proje okul kapsamına alındı ve şimdi bu okullar revaçta. Proje adına bu okulların ne ürettiği bilinmese de farklı okul türlerinde son yıllarda proje okulu olma ve açma yarışı var. Sanırım bütün umutlar bu proje okullarına bağlandı. Bugün bu okullara öz okul, diğerlerine üvey okul şeklinde bir bakışın olduğu sezilmektedir.

Proje okulları olsun olmaya. Çok da karşı değilim. İçime sinmeyen, proje okullarının sayısının artırılması, hep başarılı okulların bu kapsama alınması ve bu okulların her öğretmen ve idareciye açık olmaması. Madem proje okulları olacak. Niçin kenarda ve köşede başarısını bir türlü ispatlayamamış okul türleri proje okul kapsamına alınmaz? Bir gün adı sanı duyulmamış bir okul proje okul kapsamına alınır da seçerek alınan öğretmen ve idarecinin elinde bu okullar, başarılı okullar seviyesine yükselirse, bilin ki o idareci ve öğretmenlerin ellerinden öpeceğim. Hep başarılı okullar bu kapsama alındığına göre çok emek sarf etmeden başarılı olma ve hazıra konma anlayışının olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Diyelim ki bundan amaç, bu başarılı okulların mevcut başarısını korumak ve daha iyiye götürmek murat ediliyor. Buna da tamam diyelim. O zaman bu başarılı okullarda her öğretmen ve idareci niçin görev yapmasın? Niçin karpuz seçer gibi idareci ve öğretmen seçiyoruz? Amaç, başarılı okullara, başarılı öğretmen ve idareci isteniyorsa; bunun yolu, bir zamanlar Anadolu liselerine öğretmen seçimi gibi istekliler arasında yazılı sınav yapmaktır. Sınavda başarılı olan öğretmen ve yöneticiler, bu okullarda belli bir süre görev yapmak için tercihte bulunsun. Belli bir yılın sonrasında bu proje öğretmenleri yeniden sınava tabi tutulsun. Burada, böyle bir sınavla bu okullara her zihniyetten öğretmen gelir, maazallah denirse; proje okul yöneticileri, çalışacakları öğretmenlerde sınav kriteri arasın. Herhalde bu yol, ideolojik yaklaşmanın ve öğretmenler arasında ayrım yapmanın önüne geçer.

Hasılı, hangi okul türü olursa olsun, okul türleri ve okullar bu milletin okullarıdır. Hepsinin misyonu ayrıdır. Bunları ellerimizle özene bezene büyütmemiz ve bunların başarılarıyla övünmemiz lazım. Bunun yolu da bu okulların uzun soluklu olması ve kurumsallaşmaları için okul türlerine ve okullara ideolojik yaklaşmamaktır. Hangi okul türü olursa olsun, onları, misyonları ve amaçlarıyla diğer okullar gibi kendi haline bırakmaktır. Birini öne çıkarmayalım, diğerini de geriye itmeyelim. Birine öz, diğerine üvey evlat muamelesi yapmayalım. Unutmayalım ki kardeşler arasındaki çoğu huzursuzluğun temelinde, anne ve babanın çocukları arasında yaptıkları ayrım yatar. Eğitim ve öğretimimizde milliliği esas alacaksak ve ilerleme kat edeceksek, okulları normal akışına bırakalım. Göreceksiniz, bir arpa boyu yol almayan maarifimiz harekete geçmek için yerinden kıpırdayacaktır. 

* 20/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Eylül 2021 Pazar

"Şeddeli Yavrum" ve Yenmiş Elma

Bugünkü 2 saat 11 dakikalık Yaka-Köyceğiz-Akyokuş-Beyşehir Yolu ve Takkeli Dağ güzergahımın dönüşünde, Akyokuş mevkiine geldiğimde, Beyşehir'e doğru tırmanan bir araçtan, al biraz da sen faydalan dercesine atılan, yenmiş bir elmayla müşerref oldum.

Fırlatılıp atılan bu elma, kafamı sıyırıp geçti. Yol kenarındaki bariyerlere çarptıktan sonra yola doğru yuvarlanıp geldi.

Geçip gittikten sonra nasibim neymiş diye geri dönüp baktım. Sarı rengi görünce bir an için Mısır mı diye düşündüm. Mısır değildi. Ayılar armudu sever. Olsa olsa armuttur dedim. Altın olamazdı. Çünkü ayıların altınla işi olmazdı. İyice yaklaşınca resimde de gördüğünüz gibi elmaymış meğer.

İyice yemeden ve sıyırmadan attığına göre bu elmayı atan domuz olamazdı. Çünkü domuz sıyırıp atmaz, hepsini sünnetlerdi. Atan olsa olsa itibardan israf olmaz diyen, yemi fazla olan, yedikçe azan, azdıkça çevresine zarar verecek bir kıvama gelen insan müsveddesi  bir insan azmanı olmalı. İyi aile terbiyesi almış bu insanımızın paylaşımcı yönünü de burada değinmek isterim. Al biraz da sen kemir dercesine atmasından anlıyorum bunu. Belki de kendisi arabayla giderken herkesin arabayla geçip gittiği bu yoldan yürüyen tek kişi olarak beni görünce "Yazık, şu adama! Fakirlikten arabaya binemiyor ve hızlı hızlı yürüyor. Ne kadardır yürüyor, kim bilir. Deli gibi de acıkmıştır. Şu yediğimi ona atayım da yesin" demiş de olabilir. Merhametine ve acıma duygusuna da hayran kaldım. Belki de meyvenin pahalı olduğu günümüzde, bu elmayı atayım da çekirdeğinden yol kenarında elma yetişebilir, gelip geçen yiyebilir diye de düşünmüş olabilir. Bu da onun çevreci olduğuna işarettir. Bu yenmiş ve iyice sıyrılmamış elmadan kurt-kuş da faydalanabilir. İnşallah arabalar ezmez, belediyenin temizlik elemanları da gelip bunu çöp zannederek bu elmayı oradan kaldırmaya kalkmaz. Eğer böyle olursa, bu insanımız geri dönerken eserini attığı yerde göremezse, yaptığı bunca iyiliğe nankörlük yapılmış olur.

Hasılı, bir an için bu elmayı atan insanımıza kızsam da sakin kafayla düşündüğümde, yaptığı bu -ç-işin faydaları saymakla bitmez. Öyle demeyin, attığı taş da olabilirdi. Bereket taş değildi. Arabasında olan bu idi. Başka ne yapabilirdi ki. Bu arada keratanın avcılığı da benden pek iyi not aldı. Başımı sıyırıp geçmesi hareket halinde iken atmasından. Değilse tam isabet. 

Rahmetli Hasan Kıvrak'ın deyimiyle bu "Şeddeli yavrum", bana babamı hatırlattı. Babam "Orta yerde çok dolaşma yoksa ayağına tavuk pisliği bulaşır" derdi. Düşünsenize arabada yapıp ettiğini atsaydı... Yapar mı yapar. Daha neler demeyin. Yediği, içtiği, yapıp ettiği arabada elinde mi kalsaydı bu muhteremin? Atacak ki eli boş olacak, arabası da temiz olacak. Elma dediğiniz nedir ki sonra? Çevreyi mi kirletecek sanki? Ayrıca bugün yenmişini atan, yarın yenmemişini atar. Bugün, bugünün en ucuz meyvesini atan; yarın, incir veya kivi atabilir. Düşünebiliyor musunuz? En iyisi ben bu yolu boş bırakmayayım.

Seçmene Dikkat! *

Seçimler zamanında yapılırsa 2023'e doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. Türkiye'de seçimlere aylar ve yıllar kala seçim atmosferine erken girildiği göz önüne alınırsa, şurada 2023 seçimlerine fazla bir zaman kalmadı diye düşünebiliriz. 

Yeni hükümet modeliyle, 2000 öncesi koalisyon dönemleri geride kalsa da şu an ki siyasi görünüm, parçalanmışlık ve umutsuzluk 2000 öncesini andırıyor. Aslında bu tür belirsizlikler ekonomik krizlerin tipik bir özelliğidir. Ne zaman bu ülkede ekonomik bir kriz olsa, hayat pahalılığı artsa, vatandaş ne yapalım, ne edelim diye düşünmeye başlar. Bu tür durumlarda, seçmenin bir kısmı tarafını belli edip mevcudu korumaya çalışır. Bir kısmı da bu durum yönetilebilir değil deyip karşı kutupta yer alarak rengini belli eder. İki kutup ya da cephede yer alan bu iki seçmen türü, iktidar olmak ya da iktidarı yerinden etmek için yeterli değil. Esas seçim sonuçlarını etkileyen, hükümetleri yerinden eden, başkasını iktidara taşıyan ise ortada dönüp dolaşan, bir o yöne bir bu yöne yönelen seçmen kitlesidir. Bu belirsiz seçmen kitlesi de az değildir. Ciddi araştırmalar yapılmasa da yapılsa bile kamuoyu ile paylaşılmayan araştırmalardan haberimiz olmasa da adı konmamış, mutfaklara ateş salan bu ekonomik krizde, güvenilir bir liman arayan renk vermeyen seçmen sayısında ciddi bir artışın olduğunu düşünüyorum. Bu seçmen kitlesi, mevcuttan umudunu kesmiş, alternatifleri de umut dağıtmayan, kutuplaşmış ya da kutuplaştırılmış siyasi yelpazeyi şimdilik sadece izliyor. Partiler sesi çok çıkan tarafgirlerden ziyade bu ortadaki kesime kulak verir, onların taleplerine cevap verir ve umut dağıtırsa, ortadaki seçmen kitlesi umut gördüğü tarafa yönelecektir.

İktidarı devam ettirmek veya iktidar olmak isteyenlerin kulak vereceği bir kesim de ilk defa oy verecek, adına "Z" denilen nesildir. Bugüne kadar ne iktidarın ne de muhalefetin bu nesli çözebildiğini sanmıyorum. Hoş, bu nesil, ne sır veriyor ne de ser. Bu neslin oranı da seçim sonuçlarını derinden etkileyecek kadar yüksek. Ülke siyasetine yön vereceklerin, bu neslin dilini anlamak, onların taleplerini öğrenmek, taleplerine kulak vermek, sorunlarına özellikle genç işsiz sorununa çözüm bulmak için çok kafa yorması gerekir.

Seçimlerde ciddi olarak düşülmesi gereken bir üçüncü kesim daha var. Bunlar da sandığa gitmeyecek kesimdir. Sandığa gitmeyen bu ülkede ilk defa olmayacak. Hangi seçim olursa olsun, yüzde 5 ile 10 arasında değişen bir vatandaş kitlesi seçimleri protesto ederek sandığa gitmiyor. 2023 seçimlerinde bu protesto oylarında artış olacağını düşünüyorum. Çünkü daha önce oy vermiş, bu seçimde sandığa gitmeyeceğini sessiz dinlendiren yabana atılmayacak bir kesim daha geliyor. Bunlar, iktidardan umudunu kesmiş, muhalefeti alternatif görmeyen kesimdir. Gönülleri mevcut iktidardan yana olmakla beraber iktidarın yıpranmadan da öte iyice savrulduğunu düşünüyor. Ki bu kesim bugüne kadar muhalefet cephesine hep soğuk bakmış ve oy vermemiş kesimdir. İktidar ve iktidar taraftarlarının, ”Neleri eksik? Biz geçmişe oranla bu ülkeye çok şey yaptık. Nankörlük yapmasınlar” demeyi bir tarafa bırakmasında fayda var. Çünkü mesele sadece karın doyurmaktan ibaret değil: Söz verilmiş, yerine getirilmemiş sözler var. Bundan sonraya dair ne yapılacaksa ne müjde veriliyorsa, sürekli 2023'e ötelenen vaat ve müjdeler var. Atama, yükselme ve alımlardaki tercih, işsizlik, geçim sıkıntısı, işini kaybetmiş, damga yemiş ve sakıncalı piyade kabul edilen kişilerin çokluğu vs. durumlar çözüm bekliyor. Şimdiki hali ve geleceği tozpembe göstermeye, kararsızların ve sandığı protesto edeceklerin karnı tok görünüyor. 

Hasılı, bu seçimi kotarmak isteyenlerin; halkı kutuplaştırmadan, üsluplarına dikkat ederek; kararsızları, yeni protesto oy verecekleri, "Z neslini" ve işini şu ya da bu şekilde kaybetmiş ya da kaybettirilmiş kesimi kazanacak ve her geçen gün beli büken hayat pahalılığına çözüm üretmeleri gerekiyor. Bunlar halının altına süpürülür, orta yerde güllük gülistanlık bir hayat var tablosu çizilirse 2023 sandığında kim kalır, sandıktan kim çıkar, bekleyip göreceğiz. 

* 18/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kurumların SGK ile İmtihanı *

Çalışanların bir zamanlar sosyal güvenlik yönünden ayrı kurumlara tabi olduğunu biliyoruz. Memurlar Emekli Sandığına, işçiler SSK kısaltması ile Sosyal Sigortalar Kurumuna, esnaf da BAĞ-KUR'a tabi idi. Bu üç kurumdan SSK ve BAĞ-KUR iyi yönetilemediği için çalışanlarına hizmet veremez noktaya gelince, günümüz siyasi iktidarı, tüm çalışanları Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) adı altında birleştirerek çalışanlar arasındaki farklı hizmet anlayışını ve hastane farklılığını kaldırdığı gibi kurumu batmaktan da kurtardı. İyi ki birleştirildi. Bugün SGK çatısı altında insanımız ve çalışanlar daha güzel hizmet alıyor. 

Yazımda niyetim, SGK ne yapar, ne eder, işlev ve misyonu nedir, bilgisini vermeyeceğim. Zaten hepimiz sosyal devlet anlayışı çerçevesinde bu kurumun önemini biliyoruz. Bu hakkı teslim etmekle birlikte izninizle bu kurumun acımasızlığına işaret edeceğim:

Kurum ya da işyerinizde birini çalıştırmak istiyorsunuz. Elemanınızın SGK'sini unutarak, bilmeyerek, ihmal ederek veya kasten geç bildirdiniz. Yandınız demektir. Çünkü cezayı yediniz. Sizi ben bile kurtaramam.

Yanılıp şaşıp sigortasız birini çalıştırıyorsunuz. Bu durumda cezayı bekleyin. Zira SGK’nin kapınızı çalması pek yakındır.

Birini fi tarihinde sigortasız çalıştırdınız. Eskidendi, geçip gitti demeyin. Yeter ki geçmişte yanınızda çalışan o kimse "Ben falan yerde, şu kadar ay veya yıl çalıştım. Benim sigortamı yaptırmadı" desin. SGK er veya geç sizi yakalar. Ölmüşsem de mi demeyin. Ölmüşseniz "adam ölmüş, düşene/ölene bir tekme de biz vurmayalım, bu suçu kapatalım" demez. Çünkü bu ülkede adam öldürseniz bile bir müddet sonra zaman aşımı vardır ama SGK'nin lügatinde müruruzaman yoktur. Adınıza tahakkuk eden/edecek olan borç veya cezayı veresenizden tahsil eder. 

Sakın, ben işimi zamanında ciddi ve düzenli yaparım diyerek büyük konuşmayın. Zira SGK er veya geç bir gün kapınızı çalar. Çünkü iş sadece sizinle bitmiyor. Diyelim ki, kurumunuzda sözleşmeli çalışanlarınız var. Bu bile baştan yandığınızın resmidir. Çünkü SGK ile işiniz var demektir. Bu çalışanlarınızdan biri hastaneye gitti. Hekim rapor verdi. Çalışanınız, bağlı bulunduğu mevzuata göre raporunu dijital ortamdan ilk gün size göndermesi, dönüşte de raporun aslını size vermesi, sizin de süresi içinde çalışamadığı günlerin rapor kesintisini yapmanız gerekiyor. Burada personeliniz maaşımdan kesinti yapıldı diye üzülmesin. Çünkü kesinti SGK tarafından PTT vasıtasıyla personelinize ulaştırılır. Personeliniz de adına yatan bu kesintiyi çekip ilgili hesaba yatıracak. Buraya kadar sorun yok. Ama çalışanınız bu raporu yaz, bayram, hafta sonu veya karantina döneminde iken aldı ve hastalığını evinde yatarak geçirdi. Çalışanınız dedi ki raporu tatilde iken aldım, kuruma gitmemezlik yapmadım dedi ve raporu size ulaştırmadı. İşte burada devreye SGK girer. SGK der ki “Sen nasıl bir kurumsun ki çalışanınızın hastalığından benim haberim oluyor da senin haberin olmuyor. Bu bilgisizliğinin ve ihmalinin affı yoktur. O kimse yüzünden kurumunuza şu kadar ceza kestim” yazısı gönderir. Yapacağınız, süresi içinde SGK’nin kurumunuza kestiği cezayı gidip paşa paşa yatırmaktır. Burada SGK’nin size bir iyiliği var. Bu kıyağı da unutmayın. Kesilen cezayı 15 gün içinde yatırırsanız cezanın yüzde 25’inden muaf oluyorsunuz ya da yapılandırmaya giderek iki taksitte daha az ödeyebilirsiniz. “Efendim, personel raporunu bildirmedi ise benim nasıl haberim olur. Zaten tatildi” demeyin. Zira bu tür mazeretler SGK nezdinde kabak tadı verdi artık. Bir de “bu ceza, raporunu zamanında bildirmeyen personelin cezasıdır. Haliyle bu cezayı ilgili personel ödeyecek falan demeyin”. SGK bundan da hoşlanmaz. Kazara personeliniz SGK’ye giderek meramını anlatmaya kalkarsa, SGK’nin personelinize vereceği cevap: “Siz niye geldiniz? Ceza sizin cezanız değil ki. Bu ceza kuruma kesilmiştir. Bu cezayı da kurum ödeyecektir” şeklindedir. Ondan sonra bu parayı personelinize rucû ettirin de göreyim. En iyisi, bu cezayı kurum adına cebinizden ödeyin. Sonra da altından ve üstünden girerek personelinizden bu parayı gönül rızası içinde almaya çalışın.

Hasılı, geleceğimizin teminatı, kara dostu SGK yaşasın; eksikliğini, işlevsizliğini ve 2000 öncesi batak durumunu görmeyelim ama size tavsiyem, SGK ile şöyle veya böyle karşı karşıya gelmeyin. Zira affı yoktur ve asla yenemezsiniz.

* 17/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Eylül 2021 Cumartesi

MEB’in Bitmeyen Öğretmen Atamaları *

Eğitim ve öğretimde başarının gelmemesinin birçok sebebi olsa da ben burada öğretmen atamaları üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sebeplerden bir tanesi de öğretmen atamalarının zamanında yapılmaması ve personel yönünden Türkiye’nin en büyüğü olan MEB’in, eğitim ve öğretim yönünden en büyük derdi öğretmen atamalarıdır.

O kadar çok atama çeşidi var ki MEB, neredeyse yılın tamamında atama işiyle uğraşıyor. Örnek vermek istersek; şube müdürlerinin isteğe ve bölge hizmetine bağlı yer değiştirmeleri, il içi, il dışı ve özür atamaları, sözleşmeli öğretmenlerin atamaları, eğitim kurumlarına yeniden ve ilk defa yönetici görevlendirilmeleri, proje okullarına öğretmen seçimi, geçici görevlendirme isteği, ilave aile birliği vs atamalar ile yaz boyunca uğraşıyor. Atamanın biri biter bitmez diğeri başlıyor.

Atamalar yaz döneminde yani eğitim ve öğretim başlamadan bitirilse problem yok. Çünkü herkes nerede öğretmenlik yapacağını; il, ilçe, okullar hangi öğretmene ihtiyacının olup olmadığını bilir, ona göre planlama yapar. Maalesef atamaların bir kısmı özellikle ilk atama, yönetici görevlendirme, özür atamaları ve geçici görevlendirmeler okullar açıldıktan sonraya kalıyor. Hele özür grubu atamalarının en sona bırakılmasını ayrıca birinci dönemin sonunda ikinci bir özür atamasını hiç anlamış değilim. Çünkü özür atamaları ekseriyetle taşradan merkezlere olmaktadır. Özürden giden bir öğretmenin yerine genellikle yenisi gelmiyor. Öyle atamalar yapılıyor ki garip mi garip. Öğretmen bir yaz döneminde birden fazla yer değiştirebiliyor. İl dışından, tercihlerinden bir yere atanan bir öğretmen, 15 gün sonra özür atamasından merkeze gidiyor. Mübarekler, merkezde boş yer var idiyse bu öğretmeni 15 gün önce o boş yere atasaydınız ya. Biz aile birliğinden eşleri birleştirmeye uğraşırken eğitim ve öğretimi fesada uğratıyoruz. Çünkü aile birliği yüzünden o kadar okul ve öğrencileri mağdur oluyor. Niçin bunun hesabı yapılmıyor? Öğretmen merkezli düşündüğümüz kadar niçin öğrenci merkezli düşünmüyoruz? Tamam, aileleri birleştirelim. Bunu niye yaz döneminde çözmüyoruz da okullar açıldıktan sonra da bunu gidermeye çalışıyoruz?

Yine 3 Eylülde sözleşmeli öğretmen olarak atanan bir öğretmen, okulların açıldığı ilk gün olan 6 Eylülde nasıl göreve başlayabilir? Ev bulup eşya taşımayacak mı bunlar? Geçici görevlendirme isteğinde bulunan öğretmenler iki arada bir derede. Hala idareci atamaları devam ediyor. Ekim ayı geldiğinde norm düzeltme yapılınca norm fazlası öğretmenlerin atamaları, aralık ayında alan değişikliği, ocakta ek sözleşmeli öğretmen ataması, şubat ayında özür atamaları. Öğretmen dışındaki MEB personelinin atamalarını saymıyorum bile.

MEB maalesef öğretmen atamasıyla uğraşmaktan eğitim ve öğretime zaman bile ayıramıyor. MEB’in bu yaptığı kervan yolda düzülür anlayışından başka bir şey değildir. MEB’in bu durumu, teşbihte hata olmasın, şeytan taşlamaktan namaz kılmaya vakit bulamamaya benzer. Yine MEB’in bu durumu, ağustos böceği ile karınca hikayesini hatırlatıyor: Hoşgörünüze sığınarak hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca değinmek isterim: Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmediği kesindir. Maalesef kışı eylül olan MEB, karınca gibi harıl harıl çalışsa da kışa hazır girmediği için sonu, ağustos böceğine benziyor.

Merak ediyorum, MEB her türlü atamayı yaz döneminde bitiremez mi? Bitirmeli. Bitiremiyorsa atamalara daha önceden, mart-nisan gibi başlamalı. Başlamalı ki 1 Eylülde başlayan seminer döneminde kim, nerede olacağını bilmeli. Okullar bir yılın planlamasını bir güzel yapmalı ki eğitim ve öğretime tam ve eksiksiz başlamalı. Bunun için atamaları neredeyse bir yıla yayan MEB’in atama çeşitlerini üçe indirmesi iyi olur: İl içi istek/özür, il dışı istek/zorunlu/özür, ilk atama. Kesinlikle şubat özür atamasını kaldırmalı.

* 15/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.