6 Eylül 2020 Pazar

Yetmedi mi Dinden Ekmek Yediğimiz? *


Bir toplum içinde yaşayan bireylerin içerisinde kanmaya, kandırılmaya ve aldatılmaya müsait kişiler, namzetler ve müşteriler olduğu müddetçe o toplumda kandıranlar, aldatanlar ve satıcılar da olacaktır. Aldatıcılar boşa kürek çekmezler. Piyasada ne giderse onu satarlar. Yeter ki alıcısı bulunsun. Yeter ki at koşturabilecekleri bir boşluk ve ortam bulsunlar.
Devlet nezdinde resmiyette yok, fiiliyatta var ve merdiven altı çalışmalar var. Devlet bunları yok kabul eder, bunlara karşı kafasını kuma gömer ve bunlara karşı tecahülüarif sanatını icra ederse bunun sonu, hep bu merdiven altına güvenenlerin mağduriyeti olmuştur ve yeni mağduriyetler üretmeye devam edecektir.
Bir toplum içerisinde toplumun kendisinden oluşan devlet denen örgütlenme, vatandaşını koruyup kollama görevini yapmaz, vatandaşına imkanlar sunmaz; kimin eli kimin cebinde demez, gerekli denetimi yapmaz ise birileri kapalı kapılar ardında iş çevirir ve bu ülkenin başına çorap örer.
Devlet yönetmeye talip olan veya devleti yöneten siyasi partiler bir oy uğruna, resmiyette kabul etmedikleri yapılara göz yumar, onlarla dirsek temasını hiç eksik etmez ise birileri yanlamasına, diklemesine gelişir ve yayılır. Siyasiler sayesinde bu yapılar devasa bir güç olurlar. Bu yapılar bir müddet sonra bir başkasının emrine girerlerse bu tür yapılar okunu bu ülkenin kalbine nişan alır.
Bir ülkenin halkı, bir konuda özellikle dini konularda yeterince ve düzgün bilgi sahibi olmaz, dinin cahili olursa, bunlara dini öğretmek isteyen birileri daima karşılarına çıkar. Laf cambazı, derviş görünümlü bu kişiler; Allah, peygamber, din, iman, ayet, hadis diyerek halkasını kısa zamanda genişletirler. Halka genişledikçe bu saadet zinciri bir şekilde devam ettirilir. Çünkü bu milletin yumuşak karnı dindir. Birileri Allah, peygamber dedikçe kurtuluş reçetesini almak için aklımızı ve beynimizi, vardır bir hikmeti diye teslim ederiz. Farkına varmadan bir müddet sonra mankurtlaşırız ama ne hale düştüğümüzün farkına bile varamayız.
Aldatmaların her türü kötüdür ama en kötüsü din ve diyanetle aldatmaktır. Çünkü bu tür aldatmada Allah ile aldatmak vardır. Din alanında yapılan her aldatma aynı zamanda dine de zarar vermektedir. Kalbinde zerre Allah korkusu olan ve tüm yaptıklarının ahirette hesabının sorulacağına inanan biri, insanları Allah ile aldatmaz. Eğer aldatıyorsa bu kişinin Allah ve ahiret hayatına dair olan inancı problemlidir. Niyeti, cenneti bu dünyada yaşamaktır. Nitekim hep öyle oluyor. Bu tür aldatıcılar bir eli yağda, diğer eli balda, yaşayıp gidiyorlar.
İnsanları dinle aldatan derviş görünümlü kişilere kızıyorum. Keşke insanları aldatacak başka argümanlar bulsalar diyorum. Ama en fazla da dinin ticaretini yapan bu din bezirganlarına inanıp onların arkasından giden sürülere kızıyorum. Bu konuda yazıp çizeceklerimi genç bir kalem ve düşünen bir beyin, nefis bir şekilde ifade etmiş. Bu kardeşimin yazısının üzerine söz söylemeyeceğim. Aynen aktarıyorum:
“Malum sapık şeyh olayıyla ilgili çok şey yazılıp çiziliyor. Kimi, bu mesele üzerinden dine saldırıyor, kimi neden yeterince tepki vermiyorsunuz, diyor. Genel olarak herkes bu esfeli suçluyor. Şimdi bu adam sapık. Hepimiz hemfikiriz.
Peki, ya bu adamı bu hale getirenlere, ona musallada yatan meyyit gibi teslim olanlara, her dediğini ve her yaptığını hayra yoranlara, İslam’a mugayir hareketlerini durmadan tevil edenlere, şeyhini peygamberle eşdeğer tutanlara, bir tarafı açıkken yatıp gördüğü rüya üzerinden şeyhini uçuranlara, şeyhini ailesinden üstün tutanlara, şeyhi zenginlik içinde yüzerken verdiği riyazet mavallarına ağlayanlara, şeyhimin nefsi yoktur diyerek kadınlarla oturup kalkmasına ses etmeyenlere, şeyhim her yaptığımı görüyor diyerek ona tapanlara; hasılı şeyhlerinin sapıklıklarına sapıkça inananlar ve destek verenlere ne demeli?
Ben bir şey diyemiyorum. Sadece ibretle izliyorum. Bir de emin olun bu adam gibi ve hatta daha fenasından Türkiye’de yüzlercesi var.
Bu yazıyı okuyup ‘acaba benim şeyhim/hocam da öyle mi’ diyerek tereddüt edip ‘yok canım, bunlar şeytanın vesveseleri’ deyip şeyhinin/hocasının peşinden gidecekler o kadar çok ki…
Sorgulamayacaklar. Çünkü sorgulamak onlara dinden çıkmak gibi öğretildi.
Mensuplarına “Şeyhini zina ederken görürsen ne yaparsın” diye soruluyor bir örgütte. Tahmin edin ideal cevap ne: Gusledecek suyunu hazırlarım.
Bir diğer soru: En sevdiğin kim?
El cevap: Oğlumdur.
Sorunun devamı: Hocanın, oğlunu kestiğini görürsen ne yaparsın?
İdeal cevap: Kanlı ellerini yıkaması için su getiririm.
Emin olun bu yazdıklarım, aysbergin görünen yüzü. Daha neler var neler!
Rabbim hepimizi ıslah etsin.” (Mustafa Necadettin Aktaş)

*07/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


30 Ağustos 2020 Pazar

Gurur Tabloları *

ÖSYM tarafından 26 Ağustosta üniversite yerleştirme sonuçlarının açıklanmasının ardından okullar ve kurs merkezleri, öğrencilerinin isim ve kazandığı bölümleri gurur tablosu adı altında sanal alemde paylaştılar. 
Kimi, kazanılan gözde bölümleri ön plana çıkarırken kimi de yerleşen öğrenci sayısını vermektedir. Bazı bölümlere isim ve sayı bakımından yer verilirken bazıları da "diğer" olarak yer bulabilmektedir. Tablonun en başında da genellikle tıp fakültesini veya gözde bir üniversitenin bölümünü burslu kazanan öğrencilere yer verilmektedir. Türkiye derecesi yapmış öğrencileri varsa haliyle bu öğrencilerin tercih ettiği bölümler listenin en üstünde kendine yer bulduğu görülmektedir. Bana gurur tablolarını tek tek saydırmayın. Zira hepimiz görüyoruz bu paylaşımları. 
Bu adam lafı bir yere getirecek ama lafı ağzında eveleyip geveliyor. Bir türlü sadede gelmiyor dediğinizi duyar gibiyim. Hakkınız var. Ağzımdaki baklayı çıkarayım artık. Sosyal medyada paylaşılan gurur tablolarından birini, liseyi bu sene bitirmiş, çiçeği burnundaki bir üniversiteliye gösterdim. Bitirdiğin okulun başarısına bir bak dedim. Vara demez olaydım. Bana "Beyefendi! Bu tablodaki şu öğrenci geçen yılın mezunu. Şu öğrenci sene başında açık liseye geçiş yaptı. Şu, senenin başında özel okula gitti" demez mi? Nasıl, olur mu öyle şey? Gurur tablosunun altında 2019-2020 başarımız yazıyor. Bu tablodan ben, bu öğrencilerin hepsinin o okuldan bu yıl mezun olduğunu anladım dedim. Dedim ama bu görüntü beni geçmişe götürdü.
Fî tarihinde lisede görev yaparken yerleştirme sonuçları açıklanır açıklanmaz, mevcut ve bir önceki yıl mezun ettiğimiz öğrencilerin sonuçlarını TC'leri ile sorguladım. Kazanan öğrencilerin adını, soyadını, kazandığı üniversite ve bölümünü Excel formatında hazırladığım bir listeye kopyaladım. Sayfanın sağ tarafına "açıklamalar" başlığıyla açtığım kısma da kazanan öğrencinin mezuniyet yılını yazdım. Yani bu öğrenci, okulumuzun geçen yılın mezunu bilgisine yer verdim. Gurur listeme son şeklini verdim. Listenin birkaç çıktısını alıp masamın üstüne koydum.
Birkaç gün sonra okulumda çocuğu olan kendisi de akademisyen olan bir velim geldi. Kazananlar listesine baktı. Önce tebrik etti. Ardından açıklamalar bölümündeki "geçen yılın mezunu" şeklinde 2007-2008 mezunu gibi- bir bilgiye yer vermemi eleştirdi: "Yazmaman gerekir. Listeyi gören hepsi bu yıl mezun olmuş bilmeli. Bu, senin okulunun reklamını yapman için en iyi yol. Açıklama kısmını silmelisin" dedi. Bense bu yapacağım doğru olmaz dedim. "Siz böyle yaparak okulunuzun reklamını yapamaz ve kendinizi de gösteremezsiniz" dedi. Mevcut hali göstererek olmayacaksam, varsın olmayayım. Olanı farklı gösteremem" dedim. Bu konuşmamdan hoşnut olmadı tabi.
Hasılı okul ve kurs merkezlerinin gurur tablosu adı altında paylaşım yapmaları, kazanan öğrencilerinin başarılarıyla gururlanmaları, en doğal haklarıdır. Zira okuttukları öğrencileri, başarı göstererek bir yere yerleşmişlerdir. Kim olsa gurur duyar bundan. Aynı zamanda bu paylaşımlar ile okul ve kurs merkezleri yeni ve başarılı öğrenci çekmek için bir güzel de reklamlarını yapmış olurlar. Ama gurur tablosu adı altında paylaşım yaparlarken okullarımızın şeffaf olmalarında fayda var. Listede önceki yıllarda mezun olan öğrencilerine de kendilerinden son sene ayrılan öğrencilere de yer versinler. Öğrencileri ne de olsa. Ama bunu belirtmeleri daha dürüstçe olur kanaatindeyim. Okullarımızın çoğunun tablo hazırlarken şeffaf olduğuna yürekten inanmak istiyorum. İsterim ki hepsi böyle olsun. Bu vesileyle tüm okullarımızın, tablolara sığmayacak şekilde gurur tablolarının olmasını ve başarılarının artarak devam etmesini temenni ediyorum. 

*02/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Kapalı Camiler ve Seccade Meselesi *

Bazı zamanlar namaz vakti dışında vakit namazımı kılmak için gördüğüm bir camiye yönelirim. Ya geldiğim gibi geri dönerim ya da cami girişinde ayakkabıların konduğu, gelip geçenin ayağını bastığı yerde namazımı kılar, çıkar giderim. Çarşı merkezindeki tarihi camiler ne durumda bilmiyorum ama kenar-köşe ve mahalle aralarında bulunan camiler, görevli imam nezaretinde cemaatle kılınan namazdan sonra kapatılıyor. Yani camilerimiz kilitli. Bu fiili durum nice zamandır böyleydi. Koronavirüs tedbirleri çerçevesinde de aynı tasarruf devam ediyor.
Merak ettiğim, camilerimiz vakit namazları dışında niçin kapalı? Bu kadar caminin tüm mesaisi ve tüm işlevi namaz vakitlerinden  mi ibarettir? Görevli eşliğinde kıldırılan vakit namazı dışında camilerde namaz kılmaz caiz değil mi? Namaz kılanların çoğu, okunan ezanla birlikte cemaate katılamadığına göre bu kimseler ev ve işyerlerinde de değiller ise namazlarını nerede kılacaklar? Namaz kılacak açık cami bulamadığı için namazını geciktirenin ya da kılamayanın sorumluluğunu böyle bir tasarrufa imza atanlar "Vebali bize ait" diyebiliyorlar mı? Cemaate katılmayanın kıldığı namazdan zaten hayır gelmez diye mi düşünülüyor? Gerçekten camiler niçin kapalı? Vakit namazı dışında camiye gelenler camilere zarar verir diye mi düşünülüyor? Böyle bir şeyi düşünmek bile akıllara ziyandır. Çünkü düşüncesi ne olursa olsun bu millet camilere zarar vermez. Hırsızlık olaylarının önüne geçmek için mi yapılıyor ya da camiye gelenler, camileri namaz kılmanın dışında başka amaçlarla kullanabilir endişesi mi taşınıyor? Sebep veya hassasiyet ne ise bunu önlemenin yolu camileri kapatmak değildir. İnsanları mağdur etmeye ve camileri mahzun bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. 
***
Camilerle ilgili değinmek istediğim bir başka husus da vakit ve cuma namazlarına seccade ile gelinmesi. Seccade ile camiye gelinmesi uygulamasına da bir son verilmeli artık. Camilerin ibadete açılmasının ardından açık havalarda cuma kılınmaya başladığında namaza seccade ile gelinmesini anlarım. Çünkü dışarıda uygun bir yere seccade serilerek namaz kılınması gerekiyordu. Aynı uygulamanın cami içindeki halılara seccade sermek şeklinde devam etmesini anlamıyorum. Bildiğim kadarıyla cami halıları, pandemi ortamına uygun bir şekilde temizlendi. Yani halılar tertemiz. Temiz halı üzerine ayrıca seccade serilmesi garip. Çünkü cami halıları zaten seccade görevi görüyor. Böyle yapmakla, seccade üzerine seccade seriyoruz. Halılar kirleniyorsa ancak evden getirip serdiğimiz seccade ile kirlenebilir. Çünkü aynı seccade bir hafta önce veya az önce bahçedeki beton veya çimin üzerine serilmiş, az sonra o seccade kaldırılıp cami içindeki halı üzerine serilmiş olabiliyor. Ayrıca herkes vakit ve Cuma namazına evinden gitmiyor. Çoğu insan, dışarıda ezanın okunduğu camiye gidip namazını kılabiliyor. Bu durumda olan insanlar seccadeyi nereden bulacaklar? Herkes yanında seccade taşımayabilir. 
Neyin hassasiyeti taşınıyorsa artık bu hassasiyetten vazgeçilmeli. İnsanımız camiye seccadesiz gidebilmeli.

*31/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



28 Ağustos 2020 Cuma

Sıradaki Görev Gelsin! *


—Efendim! Bu süreçte Sağlık Bakanı olmak ister miydiniz?
—İsterdim elbet!
—Ama efendim, bu süreci yönetmek zor değil mi?
—Zorluk derken
—Mesela her akşam covit 19 sonuçlarını açıklamak bile başlı başına zor bir iş.
—Neresi zor bunun?
—81 ilde yapılan test sayısını, testi pozitif çıkan hasta sayısını, yoğun bakım ve entübe hasta sayısını, iyileşen hasta sayısını ve ölen sayısını kastediyorum.
—Ne var bunda?
—Ne demek ne var bunda? Kolay mı bu istatistikleri toplamak ve açıklamak?
—Tutturduğun rakamlar üzerinde her gün biraz değişiklik yapacaksın.
—Neye göre değişiklik yapacaksın?
—Belli bir yüzdeyi geçmeyecek şekilde rakamlarda bir ileri iki geri ya da iki ileri bir geri yapacaksın.
—Yani?
—Verdiğin bilgileri izleyenler hayretinden şaşırıp kalacak.
—Ama efendim olur mu?
—Niye olmasın? Bal gibi olur hem de...
***
—Diyanet İşleri Başkanlığına ne dersin? Buna da kolay demezsin herhalde?
—DİB başkanlığı en kolayı. Kebap kebap!
—Sana göre de her şey kolay maşallah! Sanırım zor görev yok. Mesela her hafta hutbe konusu belirlemek bile zorun zoru. Bunu kolay mı sanırsın sen?
—Mübarek! Bundan kolay ne var?
—Nasıl?
—Yılda 52 hafta var. Her haftada birden fazla belirli gün ve haftalar var.
—Eee?
—Eeesi, bu günlerden istediğini seçip hazırlatacaksın. İşte sana hutbe.
—Haydi bir yıl böyle yaptın ya ertesi yıl ve sonrası.
—Be kardeşim! Bu belirli gün ve haftalar her yıl tekrarlanır. Sen de önemine binaen tekrar edersin.
—Olur mu öyle şey?
—Niye olmasın kardeş? Böyle olmuyor mu zaten?
—Ama millet sıkılır, dinlemez.
—Dinleyen kim zaten. Zaten dinlenilsin diye okunmuyor ki...Çoğu, sessiz bir şekilde dinler gibi yapıyor. Kazara dinlemeye kalkan çıkarsa biraz homurdanır. Bu da problem değil. Varsın homurdansın. Ateş olsa cürümü kadar yer yakar. Kim dinler onu.
—Bazı cumalarda belirli gün ve haftalar takip edilmiyor ama...
—O zaman da namaz, oruç, hac, zekat, sünnet/hadis, mübarek geceler gibi rutin konulara değinirsin, olur biter.
—Teşekkür ediyorum.
—Ben teşekkür ediyorum. Var mı bana tevdi edeceğin başka görev? Gördüğün gibi hepsine hazırım.

*04/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




27 Ağustos 2020 Perşembe

“Allah taksiratını affetsin!” *

Bir sala duyduğumuzda cenazeyi tanımasak bile “Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz” anlamına gelen “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” ayetini dilimizden düşürmeyiz. Bir yakın ve tanıdığımızın cenazesine katıldığımızda veya bir taziyeye gittiğimizde “Allah rahmet eylesin”, “Mekanını cennet eylesin”, “Allah sabırlar versin”, “Başınız sağ olsun” şeklinde taziyelerimizi bildiririz.
Bugünlerde bu duaları daha çok yapıyoruz. Çünkü salgın nedeniyle bugünlerde ebedi aleme daha fazla kişi gönderiyoruz.
Cenaze ve taziyelerde yaptığımız bu dualara ilaveten dilimizden düşürmediğimiz bir dua daha var: “Allah taksiratını affetsin!”
Kusurlar, suçlar anlamına gelen; taksir kelimesinin çoğulu olan taksirat, vefat edenin ardından halkımız tarafından dua niyetine sıkça söylenir. “Allah kusurlarını/hatalarını/günahlarını affetsin” anlamına gelir.
Vefat edenin ardından yapılan ve yazılan duaların en güzeli belki de. Çünkü duada kullanılan taksirat kelimesinde aynı zamanda bir incelik var. Taksir, “Bir işi eksik yapma, kusurda bulunma ve kusur işleme” demektir. Kusur ise eksiklik, noksan, hata, özür gibi anlamlara gelir. İşlenen kusur, kasıt olmadan, istemeyerek yapılan hata demektir. Bildiğiniz gibi hata/kusur ile yanlış arasında fark vardır. Kusur, bilmeden yapılan iken yanlışta kasıt vardır. Halkımız bu duayı yaparken “Yaşarken bilmeden ve farkına varmadan hatalar işlemiş olabilirsin. Allah bunları inşallah affeder” demek istemektedir. İncelik de buradadır. Gerçekten hangi birimiz, hiç suç işlemese bile hata ve kusur işlemeden bu dünyadan çeker gider. Her birimizin sayısız kusurları vardır. Hatta kasten işlediğimiz suçlarımıza göre taksirli suçların lafı bile olmaz.
Konumuz maden kusurlarımız. Çok uzağa gitmeden taksirat kelimesini kullanırken de maalesef çoğumuz, bilmeden ölenin ardından yapılan bu güzel duada kusurlar işlemektedir. Çünkü taksirat kelimesini doğru telaffuz eden bir elin parmaklarını geçmiyor. İşittiğim ve gördüğüm taksirat yazılışı ve söylenişleri şöyle:
"...tahsilatını..."
"...taksilatını..."
"...tahsiratını..." vs.
Sanırım, taksirat kelimesi dile gelse "Ne ya, sizden benim bu çektiğim. Benim adım şu. Lütfen doğru kullanın" der herhalde.
Kelime genellikle yanlış yazılmak ve söylenmekle beraber ne kastedildiği anlaşılmış olsa da en güzeli, kelimeyi doğru kullanmaktır. Çünkü bu şekilde yanlış kullanımlar, bilenler nezdinde kulakları tırmalamakta ve dikkat çekmektedir. Bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Doğrusu, "Allah taksiratını affetsin" şeklinde olacaktır.

*05/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Ağustos 2020 Çarşamba

Kabak Tadı Veren Söz ve Eylemler *

Bir şey yerinde, zamanında ve kıvamında söylendiği takdirde faydalıdır. Bu faydalı olan şeyi olur olmaz tekrarlamak, rutine bindirmek o şeyin değerini düşürür. Bir müddet sonra insanlar tınlamamaya ve önem vermemeye başlarlar. Bir şeyi olduğundan fazla tekrar, aynı zamanda kişiyi bezdirir. Hatta "Tamam, anladık. Geri zekalı değiliz. Yetti artık! Papağan gibi tekrarlayıp durma. Biraz da farklı bir şeyler söyle" dedirtir.
Ne demek istediğimi vereceğim örneklerle izah etmek isterim:
√ Bir anne veya babanın çocuğuna "Ödevin var mı? Ödevlerini yaptın mı? Derslerine çok çalış" sözlerini sıkça tekrarlaması.
√ Salgın dolayısıyla;
Hemen hemen her yerde "Maske takalım, sosyal mesafeye riayet edelim, el temizliğine özen gösterelim" sözlerinin sıkça tekrarlanması.
Her perşembe yatsı namazı vaktinde minarelerden dua okunması ve salavat yapılması, (Marttan beri devam eden bu uygulamaya ben, minare duası diyorum.)
Her gün öğle ve ikindi namazı öncesi minarelerden yapılan "maske, mesafe ve el temizliği" uyarısı…
Bilim Kurulu üyelerinin her birinin her gün bir kanala çıkıp salgınla ilgili içimizi karartan açıklama ve uyarıları.
√ Başka şehir ve muhitleri bilmem ama Meram ilçesinde yere gömülü, ağzı kapaklı çöp konteynerlarının kapaklarının bu süreçte kapalı tutulması. (Çöp atmaya gelen çöpünü atmak için kapağı eliyle açması gerekiyor. Bu demektir ki akşama kadar aynı kapağa kaç kişinin eli değiyor. Halbuki bu dönemde temas olmaması için evlere mesafeli çöp kutularının kapağının açık tutulmasında fayda var.)
√ Kullanılmış maskeleri, ulu orta atmayın uyarılarına rağmen gözle görülür her yerde  atılmış maskelerin göze çarpması.
√ Kalabalık ve kapalı mekanlarda burun dışarıda görünecek şekilde maskenin takılması.
√ Düğün, taziye gibi yerlerde hastalığı başkasına satma veya kapma seanslarının devam etmesi. (Hastalık düğün, nişan, kına, ağız tadı, cenaze ve taziyeden ziyade temastan geçmektedir. Vatandaşımız mesafesini korusa bu tür organizasyonlarda da şifayı kapmayız. Ama biz sarılmadan duramayız ki... Samimiyetiniz batsın sizin! Bereket, bu tür organizasyonlara geç de olsa yasak gelmiş oldu.)
√ Aynı evde yaşamayan bireylerin çarşı, pazar ve cami gibi yerlerde bir tanıdığını gördükleri zaman tokalaşma ve sarılmak eyleminden vazgeçmemesi.
√ Bazıları, güya tokalaşmıyorum, ben bu konuda duyarlıyım dercesine getiriyor dirseğini, dirseğine değdiriyor. Ben buna dirsekleşme diyorum. (Üstüme iyilik sağlık! Bu da bir temas değil mi? Ne anladık biz bu işten. Üstelik bu eylemle sosyal mesafe de çiğneniyor. Duyarlılığınız batsın sizin!)

*29/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Ağustos 2020 Pazar

Olmaz Olmaz Demeyin!*


—Alo, müdür bey!
—Buyrun Hocam!
—Basından okuduğuma göre yarın okulda olacakmışız, doğru mu?
—Doğru okumuşsun. Yarın okuldasınız.
—Anladım.
—Sizden bir şey istesem olur mu?
—Hayırdır hocam!
—Size zahmet okulun bir konumunu gönderebilir misiniz?
—Yarın zaten okuldasınız. Konumu ne yapacaksınız?
—Okula konumla geleceğim.
—Bir şey anlayamadım.
—Okula konumla geleceğim dedim ya...
—İyi de okulun yeni öğretmeni değilsin ki... Kaç yıldır bu okuldasın.
—Haklısın. Okulun gediklilerinden biriyim. Ama marttan beri okula uğramayınca insanlık hali unuttum. Unutamaz mıyım?
—Hakkın var. Gönderiyorum hemen. Ayrıca okulun whatsapp grubuna da bir konum göndereyim. İyi ki hatırlattın. İnsanlık hali belki başka unutanlar da çıkabilir.
—Teşekkür ederim müdür bey. Sizden bir şey daha isteyebilir miyim?
—Buyrun hocam.
—Okulumuzun adı neydi?
—Hocam, dalga mı geçiyorsun? Ne yapacaksın okulun adını?
—Aksine, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Zira okulumun adını da unuttum. Olur ya konumdan okulu bulamazsam, gelip geçen birine 'Falan okul nerede' diye soracağım.
—Yav hocam!
—İnsanlık hali unutamaz mıyım hocam. Marttan bu yana kaç ay geçti. Unutamaz mıyım? Ki ben dün akşam ne yediğimi hatırlamıyorum.
—Anladım. Başka bir isteğin var mı?
—Çok teşekkür ediyorum hocam bu anlayışınız için. Zira bir üçüncüsünü sorma cesareti gösterememiştim. Okulumuzun oradan hangi numaralı otobüs geçerdi?
—1047 numaralı otobüs.
—Yolun sağından mı bineceğim yoksa solundan mı?
—Sağından.
—Hocam, otobüse binersem şifayı kapar mıyım? Ortam malum.
—O risk var elbet.
—Bu durumda ne yapacağım ben?
—Hocam, istersen evinin konumunu at. Seni sabahtan evinden alayım.
—Çok iyi olur hocam. Hemen atıyorum.
—Başka bir isteğin var mı?
—Canının sağlığı...
—Hocam, kusura bakmazsan bir soru da ben sorabilir miyim?
—Buyrun müdür bey!
—Bu salgın sürecinde otobüse binip hiç çarşıya gittiniz mi?
—Gittim de ne alaka?
—Çarşıya otobüsle gittiğinize göre okula gelirken de otobüse binip gelebilirdiniz.
—Aynı şey değil hocam. Lütfen karıştırmayalım. Mevzubahis olan eğitim ve öğretimdir. Başka şeye benzemez. Teessüf ediyorum.
—Tamam hocam. Soruyu sormamış kabul edin. Sabah gelip sizi alacağım.

*Hayal ürünüdür. Aslı astarı yoktur.