11 Ağustos 2020 Salı

Rektöre Altın Öğütler

Bir rektörümüz daha sistem kurbanı oldu diyeceğim ama sistem işliyor. Sayın rektör, sistemden ziyade acemiliğinin kurbanı oldu. Gördüğüm kadarıyla rektör, eşini işe yerleştirmede acemilik yaptı. Benim rektörlük tecrübem yok ama hayat tecrübem var. Eş ve akraba yahut bir tanıdığını bir yere atamanın kurallarını çok iyi bilirim. Arasaydı "Abi, şu bizimkine bir iş ayarlayacağım, bu işler nasıl oluyor" deseydi yaşça bir büyüğü olarak kendisine yardımcı olmak isterdim. 

Eşekten düştükten sonra akıl veren çok olur ama atama kıstaslarını buraya yazacağım. Her ne kadar iş işten geçmiş olsa da rektörün önü açık. Bugün düştü, yarın tekrar ayağa kalkabilir. Önerilerim işte o zaman işe yarar. Yaptığım sadece rektöre yardımcı olmak değil, diğer üst görevde bulunan insanımıza da bir yol gösterici niteliğindedir. Zira böyle basit şeyler için yetişmiş değerlerimizin düşmesine gönlüm razı olmaz. Çünkü kolay yetişmiyor böyleleri. 

Şimdi rektör oğlumuz nezdinde oğlumuza, kızımıza, eşimize, gelin ve damadımıza, diğer akraba ve tanıdıklarımıza atamalar nasıl yapılır, bunu anlatacağım ki kızımız da dinlesin. Benim de ülkeme katkım bu olsun.

Sayın rektörüm!
Koltukta oturmak ve ikinci dönemi garantilemek ve sonrasında daha da yükselmek için ya yardan vazgeçeceksin ya da serden. Burada ser koltuğu ifade etmekte. Koltuk yardan önce gelir. Ölüm iksiri içip eşine iş vermeyip o koltukta oturmaya devam edecektin. Eşin zaten üniversitenin 'first lady'isi. Senin makamını o da temsil ediyor. Böyle bir temsil varken ne diye daire başkanı yapmaya çalışarak eşinin değerini düşürüyorsun? Ama görüyorum ki aşk senin gözünü kör etmiş. Üniversite yönetiminde duygulara yer yoktur.

Belki de eşine iş vermek suretiyle eve çift maaş girsin istedin. Bunu anlıyorum. Bir rektörlük maaşıyla geçinmek zordur. Ama bunun yolu, yanında eşine iş vermek değil. Tamam, taşıdığı şartlar dolayısıyla eşinizin evde ev hanımlığı yaparak eriyip gitmesine gönlünüz razı olmadı. Onu yanınıza alarak ülkeye bir katma değer üretsin ve ülke faydalansın istedin. Seni anlıyorum ama bunun yolu bu değil ki...

Yahu sen, koskoca bir ilin üniversitesinin bir numaralı adamısın. Protokolde en üst seviyedesin. Eşine üniversitende değil, başka kurumlarda iş ayarlayacaksın. Anladığım kadarıyla eşiniz Arapçayı sular seller gibi biliyor, çatır çatır Arapça konuşuyor. Eşinin, çoğu kimsede olmayan özelliklerine bakınca Göçler İdaresi Müdürlüğü eşin için biçilmiş kaftandır. Çünkü Göçler İdaresi denince bu ülkede Suriyeliler akla gelir. Sizin ilinizde de ikamet eden Suriyeliler vardır. Onların dilinden anlayan, onların sorunlarına çözüm üretmede eşiniz çok faydalı olabilirdi. Hemen Göçler İdaresi bana bağlı değil, hem orada bir müdür var deme. Dinle biraz. Bu durumu bir yemekli toplantıda ilin valisine o değilden açacaktın. Yetinmeyip ilin yetkili sendika temsilcisine bildirecektin. Bununla da yetinmeyip rektör atanmada sana referans olan vekil ve partililere, eşinizin cv'sini yine bir yemekli toplantıda verecektin. Gerisi onların bilebileceği bir şey. Senin hatırını mı yıkacaklardı? Bir bakmışsın, eşin Göçler İdaresi müdürü olmuş, Göçler İdaresindeki müdür de senin üniversitende daire başkanı. Var mı bu işte bir anormallik. Bu atamaya kim ne diyebilir? Burada kazan kazan politikası gütmen gerekirdi.

Yok, ben eşime üniversitemde iş vermek istiyorum diyorsan ilana çıktığın, adrese teslim şartlar akademik personel alımında geçerli. Bu şartlarla eşini üniversitene öğretim üyesi alabilirdin. Kim ne diyebilirdi buna?

Yok, ben illa eşimi başkan yapacağım diyorsan bunun da yolu şartlara ilave olarak sözlü mülakat idi. Biliyorsun, personel alımlarında bugünlerde kıstas sözlü mülakattır. Bunun için tek yapacağın, il bünyesinde bir sözlü mülakat komisyonu kurmaktı. Komisyon seçiminde üyelerin haktan ve adaletten ayrılmayan, ehliyet ve liyakata önem veren kişilerden olmasına özen gösterecektin. Nerede bulacağım böylelerini deme. Ararsan bulursun. Mesela MEB bu konuda çok maharetli. İl MEM'den yardım isteyebilirdin. Müdür de sana 2014 yılından beri müdür ve yardımcı alımlarında epey mesafe kat etmiş şube müdürlerinden istemediğin kadar verebilirdi. Komisyon, işi sıkı dokuyarak adrese teslim alım yapardı. Belki eşinize tam yüz vermeyebilirdi ama puanın 99 küsur olacağından ve bu puanın emsallerine fark atan bir puan olacağından emin olabilirdin. Eşinin birincilikle kazanmış puanı önüne geldiğinde eşinin FETÖ vb yapılarla bağının araştırılması için YÖK'e, emniyete, MİT'e bir yazı yazacaktın. Buralardan temiz raporu geldikten sonra eşinin, üniversitende göreve başlatılmasının önünde bir engel kalmazdı. 

Gördüğün gibi tereyağından kıl çeker gibi oldu. Zaten istediğin de bu değil miydi? Gecikmiş de olsa adalet böylece yerini bulmuş olurdu. Tüm bu sürece kim ne diyebilirdi? Ama sen kestirmeden gitmek istedin, devletin yerleşmiş ve yerleştirilmeye çalışılan atama kültürünü görmezden geldin. Kusura bakma ama devlet, kendisini çiğneyen ile çalışmaz.

9 Ağustos 2020 Pazar

Gençler Yol Ayrımında *

Gençlerin okul öncesi, ilk, orta ve lise okuma serüveninden bahsetmeyeceğim. Bunlar her çocuğumuzun okumakla yükümlü olduğu öğretim kademeleridir ve zorunludur. Bu, ayrı bir yazı konusudur. Burada liseyi bitirmiş üniversite tercihinde bulunacak çocuklarımız üzerine birkaç kelam etmek isterim. Üniversite tercihlerine gelmeden önce bazı bilgilere yer vereceğim:
*2020 yılı itibariyle 129’u devlet, 77’si vakıf olmak üzere 206 üniversitemiz var.
*Üniversitelerde okumakta olan öğrenci sayısı, (2019 Mayıs itibariyle) 1 milyon 492 bin 277’dir.
*Çoğu bölümler tercih edilmediği için kontenjanını dolduramamıştır.
*2020 YKS’ye 2,5 milyona yakın öğrenci müracaat etmiş; TYT’ye 2.296.138, AYT’ye 1.672.376, YDT’ye 105.579 aday katılmış, sonuçlar 28 Temmuzda açıklandı.
*Üniversiteli olmak isteyen adaylar 6-14 Ağustos tarihleri arasında tercih yapmak zorundalar.
Bilgilerden anlaşılacağına göre üniversite sınavına giren öğrenci sayımız çok, aynı zamanda her öğrencinin okuyabileceği üniversite sayımız da bir o kadar çok. İki yıllık ve dört yıllık üniversite tercih edebilecek barajı aşan çocuklarımız, puanlarına göre tercihte bulundukları takdirde üniversitelerimizde okuyabilecekleri bölümler mevcut. Yani açıkta kalan çocuğumuz pek olmayacak gibi.
Tercih edip okuyabilecekleri bölümler olmasına rağmen gençlerin moralleri bozuk ve kara kara düşünüyorlar. Çünkü ilk 20 binin üzerinde öğrenci alan hangi bölüme bakarlarsa baksınlar,  mezuniyet sonrası işsizlik mukadder görünüyor. Kara kara düşünmeleri de bundan. Niye düşünmesinler ki…Sağlık alanı, özellikle tıp fakülteleri dışında diş hekimlikleri, mühendislikler, eczacılık, hukuk, PDR gibi puanı yüksek bölümlerde bile bir tıkanmışlık durumu söz konusu. Hemen hemen her bölüm istihdam alanından fazla mezun verdiği için piyasada, iş bulamamış üniversite mezunları, gelecekten umut kesmiş bir şekilde umutsuz bir vaka olarak dolaşıyorlar. Bugün hangi birine “Arkadaş, yeni mezun oldun. Senin bitirdiğin bu bölümü tercih edeceğiz. Ne dersin” diye bir soru sorsan bir dokunup bin ah işitiyorsun. Aralarında anlaşmışlarcasına “Aman yazma, yazacaksan falan bölümü yaz” diyorlar. Tavsiye ettiği bölümden mezun olan birini bulup görüşünü almak istediğinde o da “Aman bizim bölümü yazma” uyarısında bulunuyor.
Yazdıklarımı abartı bulabilir. O kadar da değil, diyebilirsiniz. Hatta bana, moral vermiyor, pozitif enerji dağıtmıyor, felaket tellallığı yapıyorsun da diyebilirsiniz. Gerçekler acıdır. Durum maalesef böyle. Bu durumda olan öğrenci sayısı da az değil. Şu anda tercihte bulunacak 2 milyona yakın öğrencinin kahir ekseriyeti (derece yapanlar ve ilk 20 binde olanlar hariç) aynı haleti ruhiye içerisindedir.
Burada bana “Efendim, her mesleğin ve bölümün önü açık. Alanında iyinin iyisi olacaksın. Böyle olduğun takdirde iş bulma sorunu yok” şeklinde bir eleştiri getirilebilir. Doğrudur. İyinin iyisi olduktan sonra bir meslek, yok olmadığı müddetçe mezunlar piyasada iş bulabilir ve aranan eleman olurlar. Ama kaç kişi iyinin iyisi olabiliyor. Her çocuk akranlarının içerisinde iyinin iyisi olmak için yola çıkıyor. Yolun bitiminde kaç kişi zorlu maratonu başarıyla tamamlıyor. Üniversite sınavına hazırlanan her çocuk “en iyi olacağım, derece yapacağım” diye yola çıkar.  Sonuçta alanlarına göre 4-5 kişi ipi göğüsler. Diğerleri bunların arkasına sıralanır gider.
Elhasıl, üniversite adaylarının önünde fazla bir seçenek yok. Ya tercih yapmayıp bir yıl daha hazırlanacaklar ya da umut ve gelecek vaat etmese de doyuma ulaşmış bölümleri yazıp 4-5 yıl sonra şimdiki işsiz üniversiteliler gibi aynı kaderi paylaşacaklar. Önce bir yere girmek için uğraşacak. Baktı olmuyor, 25-26 yaşından sonra yabancısı olduğu meslekleri öğrenip şansını denemek istiyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki bizde üniversite kapısı veya üniversiteli olmak problem çözmüyor, problem üretmeye devam ediyor ve gelecek vaat etmiyor. Problemi daha da büyütüyor. Normalinden fazla üniversite ve bölüm açmanın ve makulün üstünde öğrenci almanın, ihtiyaç olmamasına rağmen birçok bölümün ikinci öğretimlerini devam ettirmenin, plansızlık ve programsızlığımızın ceremesini maalesef gençler çekiyor ve çekecekler. Tüm iyi niyetimize rağmen maalesef bu gençlere kötülük yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Unutmayalım ki yarını olmayan gençlerin bu ülkeye verebileceği bir şey olamaz. Burada suç gençlerin değil, maalesef biz büyüklerindir.
Son sözüm de üniversite adayı gençlere olsun: Gençler! Size umut vermek isterdim. Ama gördüğünüz gibi umut veremedim. Tercihlerde ne karar verirseniz verin, hakkınızda hayırlısı inşallah. Allah yardımcınız olsun...

*12/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Eleştirirken İnsafı da Elden Bırakmayalım! *

Türkiye'nin gündem eksiği varmış gibi şimdi de bir rektörün şeffaf bir şekilde atanma şartlarını belirleyerek ilana çıktığı ve herkese duyurduğu personel daire başkanlığına, tüm şartları taşıyan tek kişi olan eşini personel daire başkanı olarak atamasını konuşuyor. 
Kadın tüm şartları taşıyan bir Derya ise, eşiyle de arasında sağlam ve kopmaz bir nikah Bağ'ı var ise bunun neresini konuşurlar bilmem. Tamam, bir haksızlık varsa hep birlikte karşı çıkalım. Ama haksızlığa karşı çıkarken de insafı elden bırakmayalım. Konu madem açıldı, o zaman bu meseleyi enine boyuna irdeleyelim ve sonunda bu işin normal ve rutin bir atama ve olması gereken bir atama olduğunu kabul edelim. 
1. Eşinin tüm şartlara mücehhez olması ehliyet ve liyakate uygun olan değil mi? Böyle liyakatli biri varken başkasını alması hakkaniyete uygun olur muydu? Ne yapalım eşi olmuşsa... Siz ve eşiniz aynı şartlara haiz iken müracaat ettiniz de rektör "Ben eşimi alacağım mı" dedi. Bence rektörün eşini kıskanıyoruz. Eğer yanacaksanız eşinizin bu şartları taşımadığına yanın.
2. Rektör, damadı olmadığı için belki eşini almak zorunda kalmıştır. Adamın damadı vardı da damadına bir makam vermeyip eşini alsaydı, eleştirilerinizde bir haklılık payı olabilirdi.
3. Rektörü eleştirirken lütfen anlamaya çalışalım. Bu kişi rektör de olsa akşam olunca evine gidecek. Çünkü bir ailesi var, evine karşı da sorumlulukları var. İşten yorgun argın evine gidince evde ne olup bittiğini nereden biliyoruz. Eşi, "Bana bak! Ben kimsede olmayan bu şartlara ve üstün meziyetlere sahip iken nerede olsa iş bulurum. Boşalan daire başkanlığına benden iyisini mi bulacaksın? Beni başkan yapacaksan yap yoksa ben yapacağımı bilirim" dese hatta "bunu yapmayacaksan, bir kadın olarak İstanbul Sözleşmesinden doğan 6284 sayılı kanunun bana verdiği yetkiyi kullanmak zorunda kalırım. Nasılsa benim beyanım esas. Polise, rektör bana şiddet uyguluyor desem ve sana 6 ay uzaklaştırma talep etsem, ne yapabilirsin? Başına ne gelecek, basın 'Rektör uzaklaştırma aldı' diye haber yapmayacak mı? Sen en iyisi mi beni al" diye bir emri vaki ile karşılaşmadığını nereden biliyoruz? Sayın rektör, eşinin bu masum isteğini yerine getirmediği takdirde evde aile saadetinin bozulmayacağına bir garanti verebilir misiniz? Eşi, bu işi yapmazsan babamın evine giderim deyip bir aile faciası ortaya çıkmaz mı? Bunlar bir varsayım. Ama tüm bunlar olası değil mi? Nice sebep ve bahanelerle birçok ocak dağılmıştır. Hepimizin istediği aileyi bir arada tutmak değil mi? Aile saadeti bozulan bir rektör, üniversitesini sağlıklı yönetebilir mi? Çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durumda çocuklarımıza yazık olmaz mıydı?
4.Rektör, eşini mutlu etmek isteyemez mi? Mesela evliliklerinin kaçıncı yılı dolayısıyla bu senenin evlilik hediyesi bir makam olamaz mı? Hangi biriniz eşini mutlu etmek istemez? Öyle evlilik gününde bir gül hediyesi, bir lokantaya götürmek bayatladı artık. Çocuk mu avutuyorsunuz?
5. Rektörün eşiyle ilgili bu tasarrufu çocuklarımıza da güzel bir örnek olur. Aynı şeyi ileride bizim çocuklarımız da yapsa fena mı olur. Aday seçiminde de çocuklarımız, ileride bir makama gelirsem, istihdam edebileceğim kriterlere sahip bir eş seçmeliyim diyecek.
6. Rektör, rektör de olsam evin reisi eşim. Dışarıda emir veren ben, evde eşimden emir almaktan bıktım. Emrim altında çalıştırayım ki bu vesileyle iş icabı emir verebileyim. Böylece hıncımı biraz almış olabilirim diye düşünemez mi?
7. Rektör, eşini yanına alarak "Bak! Evde sen beni beğenmiyorsun ama ben burada binlerce kişiye emir veriyor, onlara hükmediyorum. Bana nasıl saygı gösteriyorlar. Aynı saygıyı senden de bekliyorum" mesajı vermek isteyemez mi?
8. Rektör eve gelince "Hanım! Bugün çok yoruldum" dediğinde eşinin, "Ne iş yaptın? Oturup oturup geliyorsun" sözlerinden bıkmış olmalı ki ne kadar çalıştığını eşini yanına alarak göstermek istemiş olamaz mı?
9. Yardım etmeye ilk önce yakınlarımızdan başlamayacak mıyız? Kişinin eşinden daha yakını olur mu?
10. Eve çift maaş girse fena mı olur?
11. Eşiyle kurumda altlı, üstlü çalışmak belki performansını yükseltiyordur. Biz işte yüksek performans ve verim istemiyor muyuz?
Sözün kısası, eşini üniversitesinde daire başkanı olarak istihdam eden rektörü -siz ne derseniz deyin- ben gördüğünüz gibi haklı buldum, hem de çok masum bir istek. Herkes eşine yanında iş verse işsiz kadın kalmaz. Böylece kadın istihdamına çözüm bulunmuş olur.

*10/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ağustos 2020 Cuma

Ekmeği de Siz Alın, Çayı da Siz Koyun

18'indeki çocuğumdan bugün şantaja benzer bir tehdit aldım. Hani şu pandemi yasaklarına takıldığı için ekmek almaya gitmeyen oğlumdan.

Tüm suçum, oğlum! Bir çay koyar mısın, demek. Bana, "Üniversite tercihinde İzmir'i yazarım bak" demez mi...

Bir düşündüm. Git-gel İzmir 13 saat. Otobüs parası gidiş-geliş 160 TL. Ayrıca cebine harçlık. Bir de barınma masrafı... Baktım, bir çay koydurmak bana çok tuzlu gelecek. Bundan da geçtim. Gider minarelerden Çav Bella söyletmeye kalkar. Neme lazım? Ağrımaz başımı ağrıtmayayım...

Bir tevazu örneği göstererek "Aman oğlum! Dursun, çayı ben koyarım" dedim ve annesine koydurdum. O da koymasaydı kalkıp kendim koyacaktım. Dedim ya mütevazılık benden bir parça.

Aman aman! Siz siz olun, üniversite tercihinde bulunacak çocuğunuz varsa ne ekmek aldırın ne de çay koydurun. Bir dediğini iki etmeyin.

Not: 14'ünde tercihler bitsin. Ben ona ne yapacağımı biliyorum. Hep beraber göreceğiz.

5 Ağustos 2020 Çarşamba

Araç Muayene İstasyonlarında Kredi Kartları Niçin Geçerli Değil? *

Kredi kartları nice zamandır hayatımızın bir parçası. Evden bir yere çıkarken cebimizde cüzdanımızın arasında kredi kartımız varsa cebimizde nakit olmasa da aramayız. Nasılsa kredi kartları da nakit gibi hemen hemen her türlü alışverişte kullanılıyor. Bugün çok az sayıda prensip sahibinin dışında en az bir kart  sahibi olmayan yok gibi.
Çeşitli imkanlar sunan, kolaylıklar sağlayan ve hayatımızı kolaylaştıran kredi kartları, yerinde ve zamanında kullanıldığı takdirde bir de aylık ödemenin hepsi, gününde ödendiği zaman pek sorun olmaz. 
*Kredi kartları bazı alışverişlerde taksit imkanı sunuyor.
*Yaptığın alışverişin ödemesini bir ay sonra yapabiliyorsun.
*Elektrik, doğalgaz, su, telefon, vergi gibi ödemeleri, internet aracılığıyla karttan ödeyebiliyorsun. Ayrıca ödeme için kuyruğa girmeye gerek yok.
*Dijital ortamda satılan her şeyi internet yoluyla karttan çektirebiliyorsun. 
*Kartın varsa cebinde nakit bulundurmana, parayı düşürürüm ya da çaldırırım demene gerek yok. Daha maaş almadım. Cebimde param yok. Alışveriş yapamam diyemezsin.
*Herkesin elini sürdüğü dolaşımdaki paralara el sürmeye gerek kalmaz. Paradan mikrop kapar mıyım endişesi taşımazsın...
Niyetim kredi kartlarını övmek değil. Aslında en iyisini bile evine bastırmayacaksın. Paran varsa paran kadar harcayacaksın. Yoksa, olunca harcama yapacaksın. Kredi kartlar bu denli hayatımıza girmese öyle zannediyorum bu denli borçlu olmayız, borçlarımızı ötelemeyiz, limiti aşmayız, bankaların asgarisini öde, gerisini merak etme sen, tuzağına düşüp faize belenmeyiz. Hal böyle olmakla beraber kredi kartı hayatımızın bir parçası. Hemen hemen her yerde kullanıyoruz ama isteyerek ama istemeyerek.
Kredi kartlarının geçmediği belki de tek istisna, araç muayene istasyonlarıdır. Buralarda kredi kartları geçerli değil. Halbuki tek çekim kredi kartları da günümüzde nakit -gibi- kabul ediliyor. Nedense AMİ(Araç Mua. İst.) illa para diyor. Alınan muayene ücreti kayda değer olmasa nakit alsın diyeceğim. Maalesef az-buz para almıyor.
Araç muayene istasyonlarında kredi kartların geçmemesinin hikmeti ne olabilir?
*Nakite çok ihtiyaçları var da tahsilat için 40 gün bekleyecek takatleri mi yok?
*Nakit çalışmak işletmenin olmazsa olmaz prensibi midir?
*Buraların işletmesini devletten alırken sözleşmelerinde "Ödemeler nakit tahsil edilir" maddesi mi var?
*İşletme, nakit tahsilat yaparak günlük kazancı gecelik faizde mi değerlendiriyor?
*İşletme, faiz çekincesinden dolayı bankalarla çalışmak mı istemiyor?
*İşletme, bu faiz hassasiyetinden dolayı vatandaşı faize bulaştırmak mı istemiyor?
*Araç yakıtsız çalışmadığı gibi nakitsiz de mi çalışmaz?
Nedir gerçekten bunun sırrı? Nakit para sevdasının iç yüzünü bilen var mı? Para bir tarafa, hizmet bir tarafa dayatmasının hikmeti ne olabilir? Anlayan, bilen ve çözen varsa Allah lillah aşkına bir söylesin. Bu konuda hiçbir şey yapılamıyorsa, bari sistem üzerinden aynı anda araç muayene istasyonlarının hesabına geçecek şekilde para transferi yapabilmenin yolu açılsın. Böylece AMİ veznesi 342,20 TL'deki 20 kuruşu tahsil edeceğim, bozuk para bulunduracağım derdi ile uğraşmaz. Yine firma, ücret tahsili yapan görevlilere ihtiyaç duymaz. Böylece daha çok kazanmış olur.
Hasılı, kaybetmezsek bulduk bu araç istasyonlarını.

*08/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Araç Muayene İstasyonunu Nasıl mı Buldum?

Bizi durmadan gözetleyen, peşimizi hiç bırakmayan, nereye girip çıktığımızı takip eden, ardından da bizi nasıl buldun diyen, ardından puan ver diyen ruh ikizimiz telefona, daha araç istasyonundan çıkmadan "Araç istasyonunu nasıl buldun" mesajı geldi. Malumunuz bugün aracımı muayeneye götürmüştüm. Nasıl bulduğumu anlatayım efendim.
1. Muayeneye gitmeden önce aracımın içini, dışını bir güzel temizlemiştim.
2. Sıramatikten sıramı alır almaz sağılma peronunda numaram yandı. Resimde gördüğünüz gibi 342,20 lira bayıldım. Egzozu önce yaptırdığım için egzoza ödediğim 80 lira bu sefer benden çıkmadı. Egzoz bedava gibi geldi.
3. Bir beş dakika geçmeden aracımın ameliyata alınacağı ve ölüm fermanımın yazılacağı 2.perona davet edildim. İsmim iki defa zikredildi. Herkes duydu. İşin sevindirici yanı da bu.
4. Mehmet isimli doktor geldi. Kolay gelsin delikanlı dedim. Aracımı ona emanet ettim. Elindeki sızdırmazlık ölçen aletle aracımı önden ve arkadan bir güzel muayene etti. Yetinmedi. Aracıma binerek bazı testlere tabi tuttu. Kah bağırttırdı kah tekerleri sürttürdü. Sonra altına geçti. Altta ne yaptığını bilmiyorum. Zira meslek sırrı. Sonra aracı çıkış kapısına doğru getirdi. Haritacıların aleti gibi bir aletle aracı hem sağından hem solundan süzdü. Ardından aracı muayene salonundan çıkarttı. Elindeki evrakla geri döndü. Emsalleri müşterisini ve benim ardımdakini göndermesine rağmen bizim Mehmet bir gitti, pir gitti. Bekleye gördüm Mehmet'i. Nice sonra "Nissan kimin" diye geldi. Elime evrakı tutuşturdu. 
5. "Ön fren hortumları sol ve sağ hasarlı", "Bir aya kadar yaptır ve tekrar randevu al" dedi. Ben baka kalırken o başka araçların canını yakmaya koyuldu. Aracın altını didik didik incelerken demek ki hortumlardaki tasarı tespit edebilmiş.
6. Dörtlüleri yanık durumdaki aracı kenara çekip biraz soluklandım.
7. Ardından sürdüm sanayiye.  Durdum bir frencinin önünde. Sol ve sağ hortumlarını değiştirttim. Resmini çekip koyduğum hortumları bükünce hafif yarılma göze çarpıyor. 
8. Ustanın dediğine göre hortumlar daha idare edermiş. Araç sağa ve sola dönerken bükülürmüş. Ama arıza gösterdiklerine göre değiştirmekten başka çare yokmuş. 
9. Sağ ve sol hortumlar nasıl bir şey diyeniniz olur diye resmini çektim. Yarıklar görülsün diye elemana tutturdum. Bu arada çocuğun elleri kirli ve yağlı. Allah sayılarını çoğaltsın. Emeklerini yağlı etsin. 
10. Boşalttıkları hidrolik yağının iyisinden döktüler. Artanı da bana verdiler. 
11. Hortum+tamir ve iyi yağ bedeli olarak bir 170 lira daha bayıldım. Yağın iyisi olunca haliyle fiyat da böyle oluyor.
12. Ayrılırken "Uzman freni nasıl buldun" mesajı geldi yine bizim dikizciden. Nasıl bulayım? Selam verince borçlu çıkıyorum. Allah eksik etmesin.
13. Merak ettiğim, istasyon ve frenciye de "Bu müşteriyi nasıl buldun" mesajı mı geliyor?
14. Araç istasyonuna gelince çay ve kahveleri yoktu. Pek yüzüme bakan olmadı. Önce parama, sonra aracıma baktılar. Bakım da tedavisiz ve masraflı bir bakım oldu. 
15. Sonuç olarak bizim araç ağır kusurlu. Kusurunu gidermiş olsam da resmen hala ağır kusurlu. Bir ay içinde muayene tekrarı randevusu alıp aracım tekrar muayene olacak. 
16. Vizeden geçmeyen aracım bir ay daha kazanmış oldu. Onca çıkan paradan bana kalan da teselli babından bu amorti yani süre oldu.
17. Hasılı muayeneden önce aracımı yıkamam, teşhis koyacak Mehmet'e kolay gelsin demem sökmedi. Zira acımadı bana. Bu durumda nasıl bulabilirim bu araç istasyonunu...
18. Bu arada bugün Siverek'e muayeneye giden Adem Boğa, senden ne haber. Umarım sınavı başarıyla geçmişsindir. Bu arada alacağın olsun.
19. Farlarda sıkıntı yoksa yüzde elli geçersin diyen Mustafa Akçay, diğer yüzde elli beni bitirir demiştim ve öyle de oldu. Senin de alacağın olsun.
20. Farlarda sıkıntı görünüyor diyen Hakan Mertek, farlar sınavı geçti, haberin olsun. Araç başka yönden ikmale kaldı.
21. İnşallah muayeneden geçersin diyen dostların temennileri gerçekleşmedi. Temenniniz için teşekkürler. 
Hasılı bugün benden araç istasyonu kazandı, frenci kazandı. Bir gün ben de kazanacağım elbet.
Bu arada yeni araç muayenesine gidecekler! Lütfen aracınızın altına girerek fren hortumlarını kontrol ediniz ya da kontrol ettiriniz. Hayırlı binişler ve yolculuklar! Sağlıcakla kalın...
Bu da geçer yahu demekten başka ne diyebilir ve ne yapabilirim. 
—Evlat! Bir bardak su getir. Şöyle buz gibi olsun.
—...
—Kesmedi bir daha getir...

Boş Sigara Paketleri

Yürüyüş yaparken tertemiz yol ortasına atılmış sigara paketleri görürüm zaman zaman. Hiç dürülüp bükülmemiş. Sanırsın ki biri cebinden sigara paketini düşürmüş. 
Düşüren adına üzülmekle beraber içi dolu paket buldum diye bir seviniyorum bir seviniyorum. Sormayın. Yazık olmasın, yağmur yağar; ıslanır, bir çocuğun eline geçer; içmeye kalkar, bir araba çiğner, şunu şuradan kaldırayım diyorum. Hemen, ya içi boşsa, diye aklıma geliyor.
Aklıma gelen başıma geliyor. Elimi kirletmeden ayağımla pakete bir vuruyorum. Paket önümden uçarcasına yuvarlanıp gidiyor. Giderken de ses çıkarıyor. Biliriz ki içi boş olan fazla ses çıkarır. Belli ki paketin içi boş ve atan da düşürmemiş, bile bile atmış. Atarken de az sonra bizim sazan gelir, paket buldum diye sevinir. Sevinci de kursağında kalır. Bu kadar sevinç ve ardından gelecek üzüntü, ona da bana da yeter diye düşünüyor olmalı.
Şimdi siz yollara, parklara, bahçelere ve caddelere izmaritler niçin atılıyor, hatta arabanın küllüğü yolun ortasına boşaltılıyor, bir de kocaman paketi güpegündüz insanların gelip geçtiği yerlere atarak çevre kirletiliyor. Biten paketler niçin çöpe atılmaz diyeceksiniz. Bu serzenişinize ve isyanınıza saygı duyarım. Çünkü siz, işe temizlik yönünden bakıyorsunuz ve haklısınız. Dervişin fikri ne ise zikri de o olur.
Siz derviş böyle düşünürken ben derviş böyle düşünmüyorum. Bugüne kadar attığım her tekme, karavana yani boşa kürek çekmek olsa da gördüğüm bükülmemiş paketler, benim için bir umut kaynağı.
Bulduğum paketlere yine tekme atmaya devam edeceğim. Zira pes etmedim. Bir gün biri, düşüp şaşacak ve dolu paketini düşürecek. Böylece bahtım açılacak ve yüzüm gülecek. Ben gülerken o üzülecek.
Doluymuş gibi görünen paketleri yere atanlara bir de şu yönden bakalım. Adam efkârlı. Hem dertten hem de zevkten içiyor. Ne yaptığını kendi biliyor mu sanki. Dertli ve zevkli iken bir de biten paketi mi çöpe atsın. Daha neler... Var mı başka emriniz. Adamın kahyası mısınız yoksa… Çöpe kadar nasıl gitsin sonra. Belediye çöp kutularını belli mesafelere koyuyor. Her yere çöp kutusu koymuyor ki...
Benim boş paketi atanlara kırgınlığım ve kızgınlığım, görüntü kirliliğine değil. Çevreyi şu ya da bu şekilde zaten kirletiyoruz. Beni boşu boşuna heveslendirmeleri ve paketlerine bel bağlamamdır beni kızdıran. Tamam, zamanları yok, yola atacaklar. Bari paketi bükerek atsalar da beni yorup heveslendirmeseler. Bunu yapmaları herhalde pek zor olmasa gerek.
Haydi göreyim sizi tiryakiler! Bu isteğimi herhalde yerine getirirsiniz.