23 Haziran 2020 Salı

Daha Çocuğum Çocuk!


43 doğumlu 77 yaşında olan bir tanıdığımı bir çay içimi kadar ziyaret ettim. Laf döndü dolaştı. Büyüğüm, "Biz de yavaş yavaş yaşlı sınıfına girmeye başladık" dedi. Bu sözü üzerine, yüzüne baktım. Şakadan eser yoktu yüzünde. Zaten şakayı sevmez. Hiç olmadığı kadar ciddi gördüm kendisini. Hasılı daha yeni yeni ihtiyarlık moduna doğru geçmeye başladığına kendisini inandırmış. (Şükür ki en azından ihtiyarlığa doğru ilerlediğini kabul ediyor.)

Buradan hareketle biri kalkar da 57 yaşına yeni girmiş bana;
1.Daha çalışın mı, emekli olmadın mı hala, bırakıver artık! Yeter kazandığın. Ahirete mi götüreceksin derse,
2.Saçın, başın ağarmış, saçların dökülmüş, yüzünde kırışıklar oluşmuş derse,
3.Hey gidi gençlik! Gençlikten eser kalmamış. Zira çökmüşsün derse,
4.Ahın gitmiş, vahın kalmış, bir ayağın çukurda derse,
5.Bir yazı okurken gözlüğü çıkarınca niye gözlüğü çıkarıyorsun yoksa yakını görmiyor musun derse,
6.Şaka maka sen de dede oldun derse,
7.Ana len bu hoca yaşlıymış derse,
8.Efendim! Şuram ağrıyor dediğimde "Yaş kaç? Normaldir" derse,
9.Kan verdiğimi duyunca "Helal olsun! Bir de bu yaşta" derse, (Ne varmış yaşımda?)
10.Göz muayenesine gittiğim doktora; efendim, bugünlerde bilgisayara çok baktım. Eskisi gibi okuyamıyorum" dediğimde "Bilgisayardan değil, yaştan" derse, (O zaman 44 yaşındaydım.)
11.Günlük 1-1,5 saat yürüdüğümü görünce veya duyunca "Bu yaşta...helal olsun" derse,
12.Unu elemiş, eleği duvara asmışsın artık derse,
13.Tekne kazıntısı çocuğumu gören tamirci ustası "Efendim torunun mu" derse,
14.Bir tanıdığına "Bunlar benim sınıf arkadaşlarım" diye bizi tanıtırken beni duymayacak sanarak fısıltılı bir şekilde "Sınıf arkadaşın nasıl olur? Bunlar çok yaşlı değil mi" derse,
15.Torunum olmayan bir başkası bana yer verirken "Dede, gel buraya otur" derse,
16.Gencin biri otobüs veya dolmuşta "Buyur, buraya otur" derse,
17.Bir şey yaptığımda -ki eksik olmaz- "Amca! Yaşından, başından utan" ya da "Büyüğümsün, yaşına saygım var" derse,
18.Bitmez tükenmez makam, mevki ve şöhret olma isteğim karşısında "Bu yaşa kadar bir şey olamadıysan bundan sonra hiç olmaz" derse,
19.Öğlenin sıcağında 550 basamaklı Afyon Kalesine çıkarken yolda pes edip beni görünce "Amcam bu yaşta çıkarsa biz de çıkarız" deyip peşimden kalenin son noktasına kadar gelir ve bu mahareti benden değil, kendinden bilir ise, (Burada yaşıma atıf yapması)
20.Laf arasında bir akranım konuşacak bir şey bulamamış gibi "Yaşımız kemale erdi. Geldik, gidiyoruz" derse, (güle güle derim ona. Beni ne karıştırırsın ki)
21."Amca! Yaşın kaç" der ve ardından "Yaşından büyük gösteriyorsun" derse, (Mübarek! Sanki nüfus memuru)
22."Adama bak! Bu yaşında sanal aleme takılıyor ve paylaşım yapıyor" derse, (Daha çocuğum demek ki)
23."Yaşamışsın yaşadığın kadar. Bundan sonra göğe mi ereceksin" derse,
24.Çikolata vb. ikramlarda çocuğu sevindirip beni es geçer, "Sen büyüksün. Sonra bu yaşta şeker sana zarar derse, (Vereceksen ver. Zararsa bana zarar. Ayrıca o çocuktan benim nerem eksik. Onun canı çeker de benim çekmez mi?)
25.Biriyle bir meseleyi tartışırken meseleye fransız kalan biri "Bu yaşınızda bırakıverin artık" derse,
26.Ağlayan çocuğunu susturmak için tanımadığım bir kadın, "Aaa, Dedeye bak! Bak, dede geliyor" derse, (Tövbe ya Rabbi... Be kadın! Ben o çocuğun nereden dedesi oluyorum? Çocuğunu susturmak için emellerine beni niye alet ediyorsun?)
Hasılı kim bu yazdıklarımı veya benzerlerini demeye kalkar ve dönüp dolaşıp lafı yaşıma getirirse, becerebilirsem -ki bugüne kadar bir kurbanlığın derisini dahi yüzemedim) derisini yüzerim. Çünkü iftira atıyor, yok yere ithamda bulunuyor. Lütfen 77'sinde yavaş yavaş yaşlı statüsüne geçiyorum diyen beyefendiye bakın, bir de 57'sindeki bana. Halebi orada ise arşın burada. Öyle bol keseden, işkembeyi kübradan atmak olmaz. Bilin ki tanıdığım o beyefendi, kendisini hala yaşlı görmüyorsa ben niye kendimi yaşlı göreyim. Daha çocuğum demek ki. Üstelik sokağa çıkma yasaklarında yasak yemiş bile değilim. O yüzden varın, işinize gidin. Ne derinizden olarak kendinize yazık edin ne de yok yere, benim, olmayan huzurumu bozun...
Derimizi yüzsen de doğruya doğru. Sen yaşlandın derseniz, tek şartla bunu kabul ederim: Önce gidin bu amcaya yaşlandığını kabul ettirin, sonra bana gelin. O ihtiyarladığını kabul ederse ben de kabul edeceğim. Sizin için yapacağım tek iyilik bu olur.
Not:Yazımda yazım ve imla hatası bulursanız -ki kontrolü yapılmamıştır- bilin ki suç yaşımda değil; bilgisizliğim ve ivedi yazarken T9'un azizliğindendir.

Abartıda Üstümüze Yok *

Bir ülke düşünün ki üzücü bir olay, bir sevinç ya da ciddi bir mesele, olduğu gibi enine boyuna araştırılmaz, konuşulup karara bağlanmaz. Ya yok kabul edilir ya pireyi deve yaparcasına abartılır ya olduğundan fazla ümit verilir ya insanın, içinden çıkmayacak şekilde korkular salınır ya da meseleyi lehe çevirmek için algılar oluşturulur. Bu da olayı, amacından saptırmak ve asıl mecrasından çıkarmak demektir. Tüm bunlar ve daha fazlası, hangi ülkede görülür diye size bir soru sorulsa hiç düşünmeden Türkiye deyin. Çünkü bunlar ancak bu ülkede görülür. 

Tezimi ispatlamak için vereceğim örneklerde çok öteye gitmeyeceğim. Koronavirüsü küçümsemiyorum ama olduğundan fazla abartarak fazlasıyla korkular saldık. Korunmak için öyle tedbirler alındı, bilim kurulu üyelerinden ve bazı uzmanlardan hala öyle tavsiye ve uyarılar yapılıyor ki yaydıkları endişe korkunç. İşte bir örnek: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Mehmet Ceyhan, kafe ve restoranlarda servis edilen içecek ve yiyeceklerden koronavirüs bulaşan kişiler olduğunu belirterek, "Çay, kahve içecekseniz, çok emin değilseniz, yanınızda bir kolonyalı mendil ya da dezenfektanla ıslatılmış kağıt mendil ile ağzınıza gelecek yeri silmek gerek" ifadelerini kullandı. Sayın Ceyhan'a sormak gerek. Sadece ağza gelecek yeri silmek yeterli mi, tüm bardağı silse daha garanti olmaz mı? Çünkü eli bardağa temas ettikten sonra muhabbet esnasında elini yıkamadan ağzına götürebilir. Hatta çay, kahve yerine kolonya içilse nasıl olur. Paranoya noktasında bir tedbir bu… Sayın Ceyhan'ın ekonominin akıbetiyle ilgili bir derdi yok anlaşılan. Esnaf kan ağlıyormuş, ona vız gelir. Ona göre mücadele için hayatın tamamen durması gerek. O zaman sormazlar mı adama, kontrollü normalleşme adımlarına niçin izin verildi diye.

Yine koronavirüsle ilgili maske takma ve takmama konusunda aşırı uçlarda geziniyoruz. Sosyal mesafeye riayet edelim, maske takalım, temizlik ve hijyene özen gösterelim. Tüm bunlara eyvallah! Aynı zamanda sosyal hayat ve iş-güç de devam etsin. Maske nerede takılsın? Kapalı ve kalabalık yerlerde takılması en makul olanı değil mi? İşte bununla ilgili de size birkaç örnek:
Maskesi boynunda, etrafında kimse olmadığı halde açık havada kendi halinde yürüyen birine, haberci mikrofonu uzatıyor. Beyefendi, maskenizi niçin doğru takmıyorsunuz, diyor. Pes doğrusu! Tamam market ve işyerlerinde ağız ve burnu görünecek şekilde maskesini aksesuar olarak takanlara maskenizi niçin doğru takmıyorsunuz diyelim, hatta onlara tepki gösterelim. Müsaade edin de etrafında kimse yokken adam maskesini indirsin. Bunlara kalırsa evlerde hatta yatak odalarında bile maskeyle duracaksınız diye maskeyi dayatacaklar.
Şu bayanın yaptığına ne diyelim? Yürüyüş parkurunda 20-22 yaşlarında tek başına yürüyüş yapan bir hanımefendi hem yürüyor hem de biriyle telefonda konuşuyor: “Şu anda yürüyüş parkurundayım. Yürüyüş yapan 30 kişi var, 25 tanesinin maskesi yok. Maskeli sadece 5 kişi var. 18 yaşın altındaki çocuklar hep parklarda. Bunlar hep virüs taşıyıcısı. Niye saldılar, bilmiyorum. Bunları evlere kapamak lazım”. Yanından geçerken bu hassasiyeti gösteren kızımızın yüzünde, usulüne uygun takılmış maske var mı diye baktım. Bereket maskeliydi. Daha ne konuştu bilmiyorum. Hızlı adımlarla yürüyüşüme devam ettim. Parkuru turladım, aynı hanımefendi ile tekrar karşılaştım. O önümde ben ardındayım. Yanından geçerken bakalım bu sefer maskesi var mı diye yan gözle baktım. Ne göreyim! Az önceki turda, kimse maskesini takmıyor diye dert yanan kızımız, burnu görünecek şekilde maskesini indirmiş. Bana göre yürüyüş parkurunda yürüyen kişiler, sosyal mesafeye riayet ederek kimseye temas etmeden seri adımlarla yürüyüşlerini yapıyorlar. Kimse yekdiğerine temas etmiyor. Önündeki yavaş yürüyorsa gerekirse parkurdan çıkıp çimlerin üzerine basarak ön tarafa geçiyor. Bu kızımızın da maskesini çıkarmasında bir sakınca yok. Ama az önce maskesizlerden dert yanan birinin, az sonra maskesini indirmesi tam bir çelişki. Aşırı da olsa bir hassasiyet gösterene bir yere kadar saygım olur ama kendi içinde tenakuza düşene asla saygı duymam.

Bu arada kalabalık ve kapalı ortamlarda dahi maskesini takmamakta inat eden vurdumduymazları zaten biliyorsunuz. Bunlar da aşırı uç olmaya devam ediyorlar.

Hasılı ülke olarak her konuda olduğu gibi maske takıp takmama konusunda da ifrat ve tefriti yaşıyoruz. Bir türlü normali yakalayamadık ve normal olamadık. Bu gidişle de her türlü aşırılığı terk edip bir gün normal olacağımıza dair maalesef bir ümit taşımıyorum. Bu, bana nasip olmadı ve olmayacak. İnşallah size nasip olur. Zira bu ülkenin her yönüyle normalleşmeye çok ihtiyacı var.

*24/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

22 Haziran 2020 Pazartesi

İfrat ve Tefritte En Güzeli, Ortası Olmaktır ***

Ülke olarak her konuda olduğu gibi giyim ve kuşam konusunda da ifrat ve tefrit durumunu yaşadığımız hepimizin malumu. Bazı kadınların göbeklerini ulu orta her yerde niçin gösterdiklerini pek anlayabilmiş değilim. Olsa olsa modaya uymuşlardır. Çünkü moda denince akan sular durur. Moda için de olsa göbeğin açılmasını garip karşılıyorum. Ama göbeğin gösterilmesi salt moda değildir diye düşünmeden de edemiyorum. Göbeğin ya da göbek sahibinin bize vermek istediği bir mesajı olmalıydı. Sebebini de kimseye soramadım. Sorsan göbeğini açmış tanımadığım bir hanımefendiye soracaksın. Zira tanıdığım böylesi biri yok. Bu da bir bedel ödemek demektir. Çünkü en hafifinden elinde çantası varsa başına çantayı yersin. Hızını alamasa polisi çağırır, tacizden savcının huzuruna çıkarılırsın. İşin yoksa bir merakın başına neler açabileceğini böylece hakkal yakin görmüş olursun. Yiyeceğim küfür ve hakaretleri saymama gerek yok. Bu Allah’ın emri gibi bir şey. Hepsini göze alsam da böyle bir soru sormaya zaten edebim müsaade etmez.

Edebimden veya korkumdan, soramadığım bu sorunun cevabını bir taciz ithamına maruz kalmadan nihayet kendi kendime buldum. Bilmeyenler için göbek göstermenin verdiği mesajı açıklayacağım burada. Bilenlere de bildikleri halde bana bugüne kadar bunu söylemedikleri ve beni meraktan çatlattıkları için serzenişlerimi iletiyorum buradan. 

Şimdi gelelim sadede...Göbeklerin moda için açıldığını zaten biliyorsunuz. O yüzden modanın üzerinde durmayacağım. Bu sorunun cevabını bulmak için ne olabilir ne olabilir derken göbeğini gösteren kadınları gözümün önüne getirdim. Hepsi, kilo sorunu olmayan kadınlar. Zira içlerinde göbeği yağ bağlamış bir tanesini görmedim. Dedim ki şimdi buldum cevabı. Demek ki göbeğini arzı endam edenler "Bak göbeğime, çatlayın! Gram yağ yok bende. Bu, yememe ve içmeme dikkat ettiğimin bir göstergesidir. Bir de kendi göbeğinize bakın. Ne varsa yemiş ve o biçim olmuşsunuz. Benim bu durumuma gelmek için epey bir efor sarf etmeniz, yemeyi ve içmeyi azaltmanız gerekecek. Bu zor değil. Yapacağınız tek şey, beni örnek almaktır. Bunun için nefsinize hakim olacak, gördüğünüz her şeyi Abbas'ın kör gazı gibi midenize indirmeyeceksiniz. Prensip sahibi olacaksınız. Şimdi oyalanmadan önce bu göbeği eritmeniz gerekecek. Bunun için de düzenli spor ve yürüyüşle bu işe başlayacaksınız. Yoksa göbekli biri olarak daha kilolu olmaya devam edersiniz." demek istiyorlar zannımca. Doğru ya da yanlış, benim bulduğum cevap ve aldığım mesaj bu.

Bu tespitlerimden, tüm ince belli olanlar göbeğini açıyor anlamı çıkmasın. Kilosu olmadığı halde el, yüz ve ayağının dışında vücudunun her yerini örten kadınların sayısı da azımsanamaz. İyi de yapıyorlar. Zira olması gereken bu.

Bu yazımda hep varsayımlarda bulundum. Bir tane daha söyleyeyim. Göbek açma furyasına katılmayanlar içerisinde kilo sorunu olmasa, göbeğini açacak başka kişilerin de olabileceğini düşünüyorum.

Hasılı, temenni etmiyorum ama birileri moda veya gram yağım yok, eforumu hiç kaybetmedim diye hava atmaya, hava atarken de serinlemek suretiyle hava almaya devam etsinler. Verilmek istenen mesajı anlamaya çalışma tasası da bana düştü.

Sonuç olarak şunu diyebilirim: Ne tamamen açılıp saçılalım ne de tanınmayacak şekilde bir tesettüre bürünelim: Ortası olalım. Zira bu işin ortası normal olandır. Bu, ifrat ve tefritte aşırılıklardan sakınmak demektir.

***25/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Cuma Mesajları Kabak Tadı Verdi *


Cep telefonları ilk çıktığında görüşmek ve mesajlaşmak bir bedel isterdi. Çünkü pahalı idi. Hele farklı bir operatörü aramak ve bir süre sohbet etmek cesaret gerektirirdi. Bundan dolayı bir cep telefonuna sahip olduğu halde çoğunun fazla kontörü olmaz ve çaldırarak anlaşırlardı. Bu şekil çaldırıp kapatanların oranı şimdilerde kaldı mı bilmiyorum ama bir zamanlar toplumun yüzde 6’sını oluşturuyordu.

İlk çıktığında herkeste olmayan cep telefonuna şimdilerde sahip olmayan yok. Konuşma ve mesajlaşmaya ilave olarak İnternet de cep telefonlarının bir parçası oldu ve çoğunluk faturalı ve faturasız hatta sahip; konuşma, mesajlaşma ve whatsapp ile yazışma sudan ucuz diyeceğim ama bugünlerde su faturaları da katmerli gelmeye başladı. Kampanya ve GSM’ler arasındaki rekabetten dolayı aylık 30-40 lira ile istediğin iletişimi istediğin şekilde tepe tepe kullanabiliyorsun.

Cep telefonlarının yaygınlaştığı günümüzde cep telefonlarından kaynaklı yeni bir sektör daha oluştu: Cuma mesajları. Perşembe gündüz saatlerinden cuma akşamı geç vakitlere kadar cep telefonlarımıza çoğu resimli olmak üzere whatsapp mesajları geliyor. Daha doğrusu yağıyor. Dijital ortamda "En güzel cuma mesajları" sayfaları bile bulmak mümkün. Buralardan seç-beğen ya da gönderilen resimli iletiyi tek tuşla telefonunda kayıtlı cümle aleme ilet. Gitti mi gitmedi mi veya gönderdim mi göndermedim mi endişesiyle aynı kişiye aynı mesajı ikinci, üçüncü kez gönder. Ardından varsa işine yoğunlaş. Cumasını tebrik ettiğin kişiler de telefonun hafızası dolmasın diye gelen mesajları silmekle uğraşsın. Zaten işi yoktu. Böylece kendisine bir iş bulmuş olur. 

Resimli cuma mesajını alan kişi mesaja cevap vereceği zaman "Teşekkür ediyorum. Sizin de cumanız mübarek olsun" yazacağı yerde o da bir başka resimli cuma mesajı seçip gönderiyor. Bu şuna benzer: Biri selam verdiğinde diğerleri "aleyküm selam" diyeceği yerde tekrar "selamün aleyküm" demeye benzer. Bu durumda selamı kim alacak bilmiyorum. Anlatabildim mi bilmiyorum ama cuma mesajlarının durumu buna benziyor. Bu tiplerden biri ile karşılaştığın zaman "Cuman mübarek olsun" dese veya telefon açıp "Kardeş günümüz kutlu olsun" dese sağ olsun, beni düşünüyor, benim için dua ediyor deyip hiç gam yemeyeceğim. Nasılsa sanal alemde görevini yaptı. Ötesi gereksiz ona göre. 
Garibime giden bu cuma mesajları, mutlaka gönderilmesi gereken bir mesaj ise bu göndericiler, mesajların pahalı olduğu zamanlarda bu mesajları niçin göndermezlerdi de mesajların bir maliyetinin kalmadığı günümüzde her hafta mermi gibi göndermeye devam ediyor. Sanırım dinin, cuma günleri mutlaka tebrikleşin diye bir emir ve tavsiyesi yok. Tek bildiğim Cuma süresindeki şu ayetlerdir: "İnananlar! Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman Allah'ı anmak için acele edin ve alışverişi (işinizi, gücünüzü) bırakın. Bilirseniz bu, sizin için en hayırlı olandır. Namaz sona erdikten sonra da yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından isteyin ve kurtuluşa ermeniz için Allah'ı çokça anın. Ama onlar bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: "Allah’ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma, 9-12) Allah bu ayetlerle cumaya hazırlık yapın, namazınızı kılın, beni cumada ve sonrasında daima anın, sonra işinizden kalmayın, işinize yoğunlaşın diyor. 

Gelen mesajın ne zararı var? Ha gelsin! Mesele edindiğine değmez. Üstelik dua ediyor, duaya karşı mısın yoksa diyebilirsiniz. Açıkçası cuma mesajlarının hepsine özellikle el emeği, göz nuru olmayan resim formatında gönderilenlere karşıyım. Bu tür mesajlaşmayı kuru, yavan, dostlar alışverişte görsün türünden görüyorum. Dua olarak da görmüyorum. Bana dua edecek kişi, cuma veya başka bir gün, içinden geldiği gibi adıma iki satır yazar, gönderir veya gıyabımda bana ve tüm Müslümanlara dua eder. Ötesi boş bana göre.

Cuma mesajı göndermekle haftasını geçirenler, bu yaptıklarında samimiler ve bunu Allah rızası için yapıyorlarsa Allah rızası dendi mi alan sular durur. Ne olur, Allah rızası için bu işi yapmasınlar. Çünkü kabak tadı verdi iyice. Yok bu işi yapmaya devam edeceklerse "Mesaj Hayranları veya Duyarlıları" adıyla sanal alemde veya whatsappta gruplar oluşturarak birbirlerine durmadan cuma ve diğer günler için mesaj gönderip dursunlar. Hatta aralarında en güzel -resimli- mesaj yarışması bile düzenleyebilirler. Aynı zamanda en çok mesaj gönderene aralarında ödül bile verebilirler. Bu işi biraz daha ilerletirlerse dernekleşebilirler bile. Alan razı, veren razı. Tüm bunlara kim ne diyebilir…

*26/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


21 Haziran 2020 Pazar

Değerli Babalar! **

Kiminiz darı bekaya göçtü, her geçen yıl giden ömründen bir yıl daha deviriyor, kiminiz de köşesinde gideceği günü bekliyor.

Gittiyseniz de gidişi bekliyor idiyseniz de size şunu söylemek isterim:  Ne ölüme terk edildiniz ne de öldükten sonra unutuldunuz. Zira geride sizi çok seven, hep hasretinizi çeken, size özlem duyan, yokluğunuzu her daim özellikle Babalar Gününde ve ölüm yıl dönümlerinizde sizi anan evlatlarınız var. 

Sosyal medya sizi ananlarla dolu… Kimi anmakla da kalmamış, duygularını yazıya dökmüş. Tabir yerindeyse döşenmiş. Sanırsın ki benim çocuk şair ve yazarmış da haberim yokmuş. Öyle yazmışlar ki görüp okusanız "Bu ben miyim" dersiniz. "Evet" cevabı alınca da "Ooo, ben  neymişim de haberim yokmuş" der, duygulanmakla da kalmaz, babalar ağlamaz demeyip hüngür hüngür ağlarsınız. O yüzden içiniz rahat olsun, gözünüz ve gönlünüz arkada kalmasın. Siz görmüyor olsanız da ben buna şahidim. Bu yazdıklarımı "Yok ya, o kadar da değil. Zira ben kendimi de çocuğumu biliyorum, abartıyorsun derseniz, daha bu yazdıklarım buz dağının görünen yüzü. Gelip görmenizi isterdim. Üstelik yazı ile tam anlatamıyorum. Zira anlatma sorunum var. Ayrıca benim size gelmem yakındır. Gelince evlatlarınızın bitmez tükenmez sevgisini bir güzel anlatırım. Çünkü dil ile anlatımım  daha iyi. Zaten orada zamanımız da bol. Üstelik yapacak iş de yok. Durmadan geride bıraktığınız evlatlarınızı konuşuruz.

İçinizden bazılarınız, bana olan bu sevgisini hayatımda ben yaşarken ve ahir ömrümde niçin göstermedi benim evlatlarım? Şimdi neye yarar derseniz, orasını bilemem. Belki size olan sevgisini gizlemiş, size açılamamış olabilir. Belki de siz, Türk erkeği biraz sert olur, yumuşak olursam çocuğum şımarır düşüncesiyle çocuğunuza olan sevginizi göstermediniz. Çocuğunuz da size olan sevgisini korkusundan gösterememiş, sağlığınızda iken açılamamış, gıyabınızda size açılmış olabilir. Belki de sağlığınızda iken varlığının kıymetini bilemediğinin üzüntüsünü yaşıyordur. Zaten varken kıymet bilinmez bizde. Ancak yoklukta bilinir ve takdir edilir. 

Çocuklarınızın, ardınızdan sizi hayırla yad etmesine bu kadar açıklamamdan sonra hala inanmakta zorlanıyor, mümkün değil, benim çocuk böyle yapmaz, beni anmaz, o ne badem gözlüdür diyorsanız, biliniz ki size yalan söyleyecek halim yok. Ben sosyal medyanın yalancısıyım. Ben oradan gördüğümü okuyorum ve okuduğumu böyle anlıyorum.  Ayrıca yazdıklarında çocuklarınızın ne kadar samimi olduklarını bilemem. Zira niyet okuyucusu değilim. Ben ancak zahire göre hüküm veririm. 

Değerli babalar! Size en son şunu söyleyebilirim. Sosyal medya bildiğiniz gibi değil. Bu alem öyle bir alemdir ki herkesin içini döktüğü, şair ve yazar kesildiği bir yer. Sizin zamanınızda sosyal medya olsaydı çocuğunuz, yüzünüze karşı gösteremediği sevgisini siz daha ölmeden bu alemde iken gösterebilirdi. Dahası, taziye üç gün iken evladınız, vefatınızın her yıl dönümünde sizin vefatınızı paylaşarak her yıl sizin  adınıza bu alemde taziyelerinizi sanal olarak kabul etmektedir. Yani durum bu minvalde. Yavrum! Ardımdan benim adıma bu kadar üzülmene dayanamam. Rab Teâlâ izin verdi. Bana bir oda, bir de mükellef bir sofra hazırla, geri geliyorum deseniz, sonuç nasıl olur bilemem. O sizinle çocuğunuz arasında bir şey. Şöyle olur, böyle olur diyerek baba ile evlat arasına giremem. Rab Teâlâ izin verse de ayrıca böyle bir şey yapmaya kalkmazsınız, umarım. Çünkü onlar için yaşadınız. Geri gelip rahatsız etmek olmaz. Siz en iyisi benden duyduğunuz sosyal medya paylaşımları ile yetinin.

Biliyorum, çocuklarınız, ardınızdan sizin için yaptıklarını, size anlattığımdan dolayı keşke anlatmasaydın deyip bana kızacaklar ama duramadım. Zira şom ağızlıyım, vesselam.

Bu arada sizin ardınızdan eşiniz hala yaşıyor, haberiniz olsun. Konu sizin gününüz dolayısıyla çocuklarınızdan açılınca eşlerinizi de kısa da olsa bu şekilde anmış olalım.

Ne diyorsun, şu günde ne yazdığının farkında mısın deyip bana kızarsanız, kızmayın. Zira benim Babalar Günü kutlamam böyledir. Ayrıca istisnalar kaideyi bozmaz.

**21/06/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

20 Haziran 2020 Cumartesi

Yeni Nesil Bir Matematik Sorusu

8.sınıflara LGS'de sorulan yeni nesil bir soru. Kolay mı zor mu bilmem. Zira anlamam. 

Benim Matematiğim iyi diyenler! Buyrun, soru sizi bekliyor. Anlamadığım, tuzu , yemeği ne karıştırırsınız? Haydi karıştırdınız. Tuzun gramını ne yapacaksınız? Bunun cevabını çocuklar bulunca göğe mi ereceksiniz? Reel hayatta yediği yemeği bırakın, aşçılar bile pişirdiği yemeğe kaç gram tuz attığını bilmez. Pişirirken tadar. Tuzlu ya da tuzsuz der. Hasılı bu soruların reel hayatta yeri yok, bilesiniz. 

Yeni nesil soruların mucidini ve bu soruları hazırlayanları sizi bilmem ama Rabbim bildiği gibi yapsın. Son sözüm budur. 

Bu arada 20 sorunun her biri, al birini vur ötekine türünden. 

Çocuğunuz bu ve diğer soruları yapamazsa çocuğunuzda kafa yok diye kızmayın. Bilin ki çocuğunuz normal. Anormal olan sorular ve bu soruları hazırlayanlar. Yine de çocuğunuza kızmaya devam edecekseniz buyrun, soruyu bu yaşınızda siz çözün. 

İçinizde ne var bu soruda, beylik bir Matematik sorusu diyeniniz olursa gözüme uzun süre görürmeyin derim.

Bu Ne Yaman Çelişki Böyle! *

Tüm devlet memurları, işçiler, özel sektörde çalışanlar maaşlarını kamu veya özel bankalardan veya finans kurumlarından almak zorunda. Bunun için kurum, kuruluş ve özel sektör, kurum içinden üç kişilik bir komisyon oluşturarak ilgili komisyon banka veya finans kurumlarından en uygun teklif ve ödeme şartlarını alır. Teklifler komisyon marifetiyle masaya yatırılır. Şartları en uygun olan banka veya finans kurumunu üst amire teklif eder. Amir de uygun görürse karşılıklı imzalar atılarak maaş anlaşması yapılır. Banka ya da özel finans kurumlarıyla anlaşma genelde bir, iki, üç yıllık yapılır. Diyanet İşleri Başkanlığı da personelinin maaş anlaşması için bir finans kurumuyla anlaşmış. Buraya kadar bir sorun yok. Zira maaş anlaşmasında olması gereken bu. 
Sorun, bu maaş anlaşmasını 18 Haziran tarihli tweetiyle personeline duyuran Diyanet İşleri Başkanının açıklamasında. Başkanın bu paylaşımını okumadı iseniz ilgili tweeti buraya alıyorum: "İslam’ın haram kıldığı ve haksız kazanca yol açarak büyük bir sömürü aracı olan faizle mücadele noktasında, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak personelimizin maaşlarını faizsiz finans kurumları aracılığıyla ödemeye başladık. Ülkemize, milletimize hayırlı olsun." 
Başkanın bu açıklaması baltayı taşa vurma cinsinden. Zira tartışmalara sebebiyet verecek bir açıklama. Niçin böyle olduğunu fazla detaya gitmeden madde madde açıklamaya çalışayım:
1.Sayın Erbaş, Diyanet personelinin üst yöneticisi olmakla beraber temsil ettiği görev gereği bu ülkede yaşayan tüm Müslümanların başkanıdır.
2.Başkan bu açıklamasıyla kendi personelini faize bulaşmaması için koruduğunu ifade ediyor. Bu ülkede faizle muamele yapan resmi veya özel bankalardan maaş alan milyonlar var. Eğer bir hassasiyet gösterilecek ve bir mücadele başlatılacak ise bu, topyekûn olması gerekmiyor mu? Bu anlayış "Ben personelimi koruyorum, diğerlerinin canı cehenneme" demektir. Buna ben kendine Müslüman olmak derim.
3.Bankalardan maaş almak dinen sorunlu ise Başkan bunu umuma duyurmalı. Aynı zamanda bağlı bulunduğu atamaya yetkili amirine bu endişesini dile getirmeli değil mi?
4.Bankalardan yapılan anlaşma gereği maaşı bankadan almak sorun ise Başkanlığına bağlı Din İşleri Yüksek Kurulunun birkaç ay önce "Toplu konut projesi çerçevesinde kamu bankalarından kredi çekmenin caiz olduğu" yönünde verdiği fetvaya ne demeli? Bankadan bu çerçevede kredi çekmek bankaya/faize destek anlamına gelmiyor mu? Sayın Başkan, bu fetvaya onay veriyor, maaşı devlet bankasından almaya sıcak bakmıyorsa buna bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu denmez mi?
5.Başkanın "Personelimizin maaşlarının ödenmesi için şu özel finans kurumunun sunduğu teklifler daha uygun görülmüş ve ilgili finans kurumuyla anlaşma sağlanmıştır. Personelimize hayırlı olsun" demesi daha şık olmaz mıydı?
6.Özel finans kurumlarının faizsiz olduğu konusunda kesin bir bilgiye sahip mi yoksa onlar da mı bankacılık sistemine göre işlem yapıyor? Zira kamuoyunda özel finans kurumlarının da bu sistem içinde diğer bankalardan çok farkı olmadığı yönünde bir kanaat var.
7.Kendisine bağlı olan DİB personeli ve kendisi bugüne kadar hangi bankalardan maaş almıştır? Kendisi 2017'de başkanlığa atandığına göre o zaman bu hassasiyeti niçin göstermemiştir? Zira açıklamasından, personelin maaşlarının daha önce faizsiz finans kurumundan alınmadığı anlaşılmaktadır. 

Hasılı, Başkanın bu açıklaması nereden tutarsanız elinizde kalır. Çünkü kendi içinde ne yaman çelişkiler barındırıyor. Keşke hassasiyetinden dolayı tercihini özel finans kurumlarından yana kullansaydı da bu açıklamayı yapmasaydı, çok daha iyi olurdu. 

*22/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.