19 Şubat 2020 Çarşamba

Bazıları Sadece Şemsiye İşiyle Uğraşmalı! ***

Sosyal medyada, sanal alemde ve köşe yazılarında din üzerine yazıp çizmeyen yok gibi. Yazan yazana, paylaşan paylaşana… Buralarda dini bir konu enine boyuna ele alınıyor. Kah fetva veriliyor kah ahkam kesiliyor. 

Dini konularda görüş belirten bazılarına yazdıkları yakışıyor. Çünkü ayakları yere basarak yazıyor, meseleyi derinlemesine analiz ediyorlar. Umum bakış açısına aykırı da olsa yazılanlar okunuyor, tasvip görüyor, ufuk açıyor. Bazıları vardır ki dini bilgi diye yazdıkları, dinden ziyade toplumda oluşan dini gelenektir. Görüşünü desteklemek için malzeme sıkıntısı da çekmiyorlar. Mevzu(uydurma) olduğu erbabınca belirtildiği halde yazılarında uydurma hadisleri mesnet olarak kullanmaktan da çekinmiyorlar. Yeter ki tezlerini ispatlamada işlerine yarasın. Dine sonradan sokuşturulmuş bidat ve hurafeyi dinin kendisi diye öyle emin yazıyorlar ki şaşırıp kalıyorsun. Bu tiplere göre din budur. Yersen... İtiraz ve eleştiriye de gelmezler. Çünkü imanını sorgulamaktan da geri kalmazlar. Seni hemen İslam dairesinden çıkarırlar. Ne de olsa ellerinde iman terazisi var.

Dini bir konu üzerine yazıp çizmenin, üzerinde ahkam kesmenin, köşesinde dini bir konuyu işlemenin önünde bir engel yok. Herkes dağarcığını boşaltabilir. Zira İslam'da ruhbanlık ve din adamı sınıfı yok. Din kimsenin tekelinde değil. Kendisine, ufkuna, bilgi birikimine güvenen, olay ve konulara bütüncül bir pencereden bakabilen herkes yazıp çizebilir. Düşüncesi sığ olan, bilgi birikimi kulaktan dolma bilgiden ibaret olan, hayata tek pencereden bakan insanların kendi alanlarında yazmasında fayda vardır. Dine ve dini değerlere en büyük zararı da bunlar veriyorlar. Ama farkında değiller. Kazara bu tiplere işin doğrusunu söylemeye kalksan seni sapık, bilmem ne düşmanı ya da din dışına çıkmış, müsteşriklerin yolunda giden bir kişi olarak lanse eder.

İnsan din, tıp, mühendislik vb her alanla ilgili az veya çok bilgisi olabilir. Ama kimse bir din bilgininden daha bilgin, bir doktordan daha doktor, bir mühendisten daha mühendis kesilmemeli. Alanı dışında ne kadar bilgili olursa olsun yazıp çizerken haddini, yerini ve sınırını bilmeli. Bu konuda Shakespeare ile ilgili anlatılan bir anekdotu bu tiplere sıkça hatırlatmakta fayda var: “Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e gönderir. Ünlü yazarın cevabı: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın...” olur.

Yanlış anlaşılmasın, kimse alanı dışında konuşmasın, yazıp çizmesin, başka konularda görüş, tasvip ve tenkitlerini dile getirmesin demiyorum. Elbette alanı dışında yazılıp çizilenlerle ilgili görüş bildirecek, yazılıp çizilenlere eleştirilerini dile getirecek. Ama tüm bunları yaparken kendi alanını bir tarafa bırakmadan yapacak. Hele dini alanla ilgili yazarken yalan-yanlış ve uydurma hadisleri emellerine alet etmemeli. Zira bu, peygambere yapılan en büyük kötülüktür.

Sahi çok mu zor bazılarının sadece şemsiye yapım ve tamir işi ile uğraşmaları? Bence günümüzde şemsiye tamir işini yapacak kişilere ne çok ihtiyacımız var…
***27/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Gezi Davasının Düşündürdükleri ***


2013 yılının 28 Mayısında İstanbul'da başlayan, kısa zamanda birçok ile sıçrayan, yakın tarihimize Gezi Olayları diye geçen protesto eylemleri 30 Ağustosa kadar sürmüştü. Bu eylemlerde biri polis olmak üzere 10 kişi vefat etmiş, 10 bine yakın insan da yaralanmıştı. Bu eylemler sonucunda;
*Dönemin Maliye Bakanı Sayın Şimşek'e göre olayların faturası 1,4 milyar dolar oldu.
*Borsa İstanbul'da işlem gören şirketlerin piyasa değeri 164 milyar geriledi.
*Gezi olayları akabinde 8 milyarlık yabancı sermaye ülkeden çıkış yaptı.
*Borsa düştü, faiz ve döviz fırladı.
*Yüzde 6,13 olan yıllık enflasyon 8,88'e çıktı. Haliyle hayat pahalılığı arttı.

Devleti aylarca uğraştıran ve ülkeye ağır bir ekonomik fatura bırakan bu eylemin faillerine ilk mahkeme, sanıkları mahkum edecek yeterli delil bulamadığından, yargılanan sanıkların beratına karar vermiş. İlk aşaması beraatla biten bu yargılama, Yargıtay tarafından onanır mı yoksa karar bozulur mu? Bunu zaman gösterecek.

Burada yargılama adildi veya değildi demeyeceğim. Zira bu ülkenin adalet anlayışına ve yargılamasına inanmıyor ve güvenmiyorum. Mahkeme kararı mahkumiyetle sonuçlansaydı da yargıya güvensizliğim değişmeyecekti. 2013'de meydana gelen bir vukuatın yargılaması yedi yıl sürüyorsa zaten geciken adalet, adalet değildir. Canlı yayında Türkiye ve dünyanın izlediği bu kalkışmada ölen insanlarımızın olduğu, eylemlerin ülkeye ağır ekonomik maliyet getirdiği,  araçların ve kamu binalarının yakılıp yıkıldığı ayan beyan belli iken mahkemenin yeterli delil bulamaması manidar. Hakimlerimiz, bir kişiyi mahkum etmek için başka ne delil arıyorlar? Bunu da düşünmek lazım.

Hangi dönemde olursa olsun bu ülke hiç adalet dağıtmadı. Adaleti sorun olan, adaleti yerlerde sürünen bir ülke, kolay kolay iflah olmaz. Belki de dert ve sorunlarımızın bitmemesinin, her geçen günün bir önceki günü aratmasının sebeplerini adalet dağıtmayan yargılama mantalitemizde aramak lazım. 

Geriye dönüp bir bakalım. Birileri 28 Şubat süreci ile bir kesimi mağdur etti, lise çağındaki çocuklarımızın, kat sayı ucubesiyle geleceklerini kararttılar. Açılan 28 Şubat davasında ceza alan kimse yok. Ergenekon Terör Örgütü diye aylarca, yıllarca yayınlar yapıldı, çok kişi yargılandı. Yüce mahkememiz "Ergenekon diye bir terör örgütünün varlığına ulaşılamamıştır" diyerek bu davada yargılanan herkesin beraatına karar verdi. Mahkemelerin tek iş çıkardığı ve hızlı karar verdiği, çoğunluğu mahkumiyetle sonuçlanan FETÖ davalarıdır. Üç yıl içerisinde neredeyse kararı verilmeyen FETÖ dosyası kalmadı. 28 Şubat, Gezi ve Ergenekon davalarında beraat veren mahkemelerimiz, FETÖ davalarında ceza yağdırdı. FETÖ darbesine katılmasalar bile FETÖ üyeliğinden veya iltisaklığından birçok sanık ve zanlıya 8'er yıl ceza verdi. Birkaç yıl sonra bu FETÖ yargılamalarının seyri değişir, ceza alanlar yeniden yargılanır ve beraat ederlerse şaşırmayacağım. Türk yargısı ne de olsa. Çünkü biz böylesi filmleri geçmişte çok gördük.

Sahi siz, bugüne kadar özellikle kolektif, organize ve örgütlü suçlarda yargılanıp da adalet yerini buldu, dediğiniz bir dava oldu mu? Maalesef her yargılamanın sonucu ya mağduriyet üretti ya kahraman icat etti ya da uzun bir yargılamanın ardından pardon dendi. Neden böyle oluyor derseniz? Bizde yargılamalar intikam alma üzerine yapılır, had bildirmek için yapılır. Yargılamalarımızda duygusallık ve hissiyat vardır, kızgınlık vardır. Bir müddet sonra hevesimiz geçer…
Adaletinizi sevsinler sizin!

***20/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


18 Şubat 2020 Salı

Pazar Alışverişi İçin Tüyolar

Evdeki hesap çarşıya, pazara uysun istiyorsanız, Diyanet Aile dergisine kulak verin:

Tasarruflu pazar alışverişi için,

1.Pazara akşam saatlerinde gidin. Çünkü akşama doğru fiyatlar düşer.

2.Alışverişe çıkmadan önce mutlaka bir liste yapın. Alışveriş esnasında listenize sadık kalın. (Şu, hesaplıymış, buna canım çekti, şunu da alayım demeyin.)

3.Pazara gidince tüm fiyatlara göz atın. (Pazarı baştan sona gezeceksiniz. Gözün kapalı alışveriş yapmayacaksınız.)

4.Aynı pazarcı tezgahından düzenli alışveriş yaptığınız takdirde pazarcı, taze ve kaliteli ürünleri seçip verecektir. (Merak ettiğim, madem aynı tezgahtan alacağım. Niçin tüm pazarı gezip fiyatlara göz atacağım? Burası bana çelişki gibi geldi.)

5.Yaptığınız alışverişi taşımada kolaylık olsun, zorluk olmasın, daha konforlu bir alışveriş yapayım diyorsanız, mutlaka bir pazar arabası edinmelisiniz.

Gördüğünüz gibi Diyanet sadece din işleriyle ilgilenmiyor. Sizin kesenizi de düşünüyor. Diyanet'in bu kıyağını unutmayın. Diyanet'in bu önerisini bugüne kadar uygulamadıysanız öneriler dikkate değer.

Diyanet'in bu kıyağına ilave olarak bir kıyak da benden olsun: Pazar alışverişi için TÜİK yetkililerinin gezdiği pazarları tercih edin.

Dünden Bugüne Pek Bir Şey Değişmemiş

Payitaht Abdülhamit dizisine bakıyorum: Padişahın birlikte çalıştığı, iş verdiği, burnunun dibindeki bir hain, Abdülhamit'in paşalarından ve akrabalarından aldığı destekle Abdülhamit, tren yolunu yapamasın ve memurlarına maaş veremesin diye darphaneyi basıyor. 

Etrafı kuşatılan hainler, darphenedeki nakitleri ateşe veriyor, altınları eritecekleri sırada Abdülhamit operasyon emri veriyor. 

Darhanedeki hainlerin dışarıdaki uzantıları, devlete karşı terör eylemine kalkışan hainleri kurtarmak ve onların deşifre olmasını önlemek amacıyla "Paralarınız yanıyor, maaş alamayacaksınız" propagandası yaparak halkı ve devlet memurlarını darphaneyi yağmalamaya çağırıyorlar. 

Darphaneyi işgal eden hainlerin etrafı çembere alındığı halde kalabalıklar arasından hainler yakalanmadan kurtulur, yani kurtarılır. Elebaşları soluğu Abdülhamit'in yanında alır ve kendisine padişah tarafından yeni bir görev verilir. 

Darphane işgalinde 107 kişi tutuklanır. Tutuklananlar arasında devlet memurları da var. Fakat bunların darphane işgalinde rol oynayıp oynamadığı, suçlu olup olmadığı bilinemez. 

Nümayişçiler, yargılanmadan haklarında karar Abdülhamit tarafından verilir: Devlet memuru olanların devletle ilişiği kesilsin. 

Hasılı suçlular kaçtı, padişahla iş yapmaya devam ediyor ve pek masumlar. Devlet memurlarının ise memurluğuna son veriliyor. 

Diziden  aktardığım bu anekdot, günümüzde olup bitenlere ne kadar benziyor değil mi? Yakalanan 107 kişiden kaçı masum, kaçı suçlu? Hani kopya çekmek günahtı? Hani taklitçilik iyi bir şey değildi?

Siyasi Ayak Ortaya Çıkmaz! ***


—Efendim, terör örgütünün siyasi ayağı tartışmaları yeniden alevlendi. Kimse yoğurdum ekşi demiyor. Ne dersiniz, bu sefer siyasi ayak ortaya çıkar mı?
—Bu bir kayıkçı kavgasıdır. Kayıkçı kavgalarında gerçek ve doğrular ortaya çıkmadığı gibi taraflara da bir zarar gelmez. Boş ver, sen siyasi ayağı! Ben sana bir fıkra anlatayım:
“Şehrin kadısı içki müptelasıdır ama mesleğine halel gelmesin diye halka açık yerde içki içmez. İçmek için şehir dışını mesken edinir.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.

Nice sonra ayıkan kadı, cübbesini bulamaz, evinin yolunu tutar. Adamlarına da cübbesini çalanı yakalayıp getirmelerini ister. Sırtında kadının cübbesi ile yakalanan hoca, kadının huzuruna çıkarılır. Yargılama başlar. Kadı hocaya sorar:
—Be adam! Sırtındaki cübbe kimin?
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
— Yaşından başından utan! Utanmıyor musun başkasının cübbesini alıp giymekten?
—Şehrin dışında dolaşırken sizin gibi piri fani birisini içkiyi fazla kaçırmış gördüm. Sarığını ve cübbesini sağa sola fırlatarak sızıp kalmış zavallı. Çalınmaması için bu cübbeyi alıp giydim. Şu anda vermek için sahibini arıyorum. Şayet sahibi ortaya çıkar, bu benim derse cübbesini kendisine vereceğim.
Bu cevap karşısında kadı, hafifçe öksürür ve:
—Hoca, hoca! Bu gidişle  bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”

Güzelim cübbesini kaybeden kadının içi gider ama bu benim diyemez. Nasıl desin? Cübbe benim dese içki içtiği ortaya çıkacak ve şehirdeki itibarını kaybedecek. Belki de makamından olacak. Şehirdeki itibarını ve makamını kaybedeceğine, cübbesini kaybetmeye razı olur. Hoca da başkasına ait cübbeyi bu şekil zimmetine geçirerek giyinmeye devam eder. Hasılı kadı razı bu durumdan, hoca razı bu durumdan. Adalet yerini bulmamış, adalet yanıltılmış, kime ne? Sonra adalet dediğin nedir senin? Ayrıca adalet ilk defa mı yanıltılıyor?
—Bu fıkradan benim anladığım siyasi ayak falan ortaya çıkmayacak.
—Hele ki şükür, anladıysan…
—Kayıkçı kavgası ne?
—Çok cahil kalmışsın ama anlatayım:
“İstanbul'da Eminönü-Karaköy arası yolcu taşıyan kayıkçılar, yolcu beklerken yolcu kapmak için durup dururken kendi aralarında kavgaya tutuşur; kürekler havaya kalkar, sesler yükselir, bir itiş-kakış başlarmış. Kavga eden kayıkçıların bağırış ve çağırışlarını gören ve duyan halk, kayakçıların etrafında toplanırmış.

Kavgada havaya kalkan kürekler etrafta toplanan halkın başına, gözüne değer; yaralanırlarmış. Nedense havada uçuşan kayıkların hiçbiri kayakçılara değmezmiş. Kayıkçılar bu şekil muradına ererken halkın başının yarıldığı da yanlarına kâr kalırmış.  

İstanbul’da kayakçıların kendilerine zarar vermeden yaptığı bu kavga, tarihimize kayıkçı kavgası olarak geçmiştir. Tarih tekerrürden ibaret derler, dünyada ve Türkiye'de olup bitenler tam bir kayıkçı kavgasıdır. Bu tür kavgalarda kavga eden taraflara bir şey olmuyor. Olan hep halka oluyor. Zaten bu yüzden hep onların anası ağlıyor. 

***22/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Ne Yiyip Ne İçtiğimizi Ne Kadar Biliyoruz? *

Tarım ve Orman Bakanlığı 2020 yılına ait ilk tağşiş(bir şeyin içerisine başka bir madde karıştırma) listesini (229 firmaya ait 386 ürün) yayımladı: Buna göre gazlı içecekten bala, çaydan zeytinyağına, çikolatadan ete kadar birçok üründe tağşiş ortaya çıktı. Ürünlerinde hile yapan firmaları Bakanlık, 2012 yılından beri kamuoyuna teşhir ediyor. Bugüne kadar 1443 firmaya ait 3202 parti ürünü deşifre etti. Bakanlığın "Şu firmalar ürünlerinde belirlenen kriterlere uymuyor, şunları yapıyor" listesi yayımlamaya devam ettiğine göre demek ki firmalar Bakanlığın dediğini değil, bildiklerini okumaya devam ediyorlar. 
Bazı firmaların daha önce de ceza almasına rağmen aynı isimle ürünlerini piyasaya sürmeye devam ettiği görüldüğünden Tarım ve Orman Bakanlığı, taklit ve tağşiş yapan firmalarla etkin mücadele için kanun teklifi vermeye hazırlanıyor. Bu demektir ki şu ana kadar firmalara verilen cezalar caydırıcı değil. Hazırlanan teklife göre hileli gıda satan firmalara idari ve para cezasının yanında hapis cezası da verilebilecek. Aynı suçu iki sene içinde iki defa tekrarlayan işletmeciler, hem faaliyetinden menedilecek hem de demir parmaklıkların arkasına gönderilecek. İsim değişikliği yapanlar da sıkı takibe alınacak. Bakanlık, bu etkin mücadelede vatandaşlardan kendilerine yardımcı olmalarını isteyerek "Usulsüzlük görürseniz şikâyette bulunun" çağrısı yaptı.
Bakanlığın ürünlerine hile katan firmaları teşhir etmesindeki amacının, gıda güvenilirliğini sağlamak, gıdalarda hileyi önlemek, kişilerin sağlığını ve tüketicilerin menfaatini korumak ve sektörde haksız rekabeti engellemek olduğu anlaşılmaktadır.
Bakanlığın hileli ürünleri teşhir etmesinin ardından Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, “Firmalara yönelik denetimlerin periyodik bir şekilde artarak devam etmesi gerektiğini, sadece marketleri veya tüketiciye satılan yerleri denetlemenin yeterli olmadığını, önemli olanın üretim yerlerinde düzenli denetim yapmak olduğunu, aynı zamanda ifşa etmenin zamanlamasına dikkat edilmesi gerektiğini, piyasadan alınan ürünlerin analiz edilip açıklanmasında ayları bulan bir gecikme söz konusu olduğu için bu süre zarfında tüketici bu şekil hileli ürünleri kullanabildiği” açıklamasında bulundu.
Gıda üzerine yapılan denetimler Tüketici Hakları Başkanının dediği gibi yapılıyorsa vay halimize! Çünkü sağlığımız ve canımız firmaların vicdanına emanet…Bu açıklamaya göre denetimler, üretim yerlerinden ziyade ürünler tereklerde yer aldıktan sonra denetleniyor. Bu demektir ki hileli ürünler tespit edilip açıklanıncaya kadar tüketici bu ürünleri alıp afiyetle yiyor veya içiyor. İyi ki ölmüyor ve iyi ayakta duruyoruz. Çünkü anladığıma göre Bakanlık sahte ve hileli ürünlerin imal edildiği yerleri denetleyip bataklığı kurutacağı yerde sivrisinekle uğraşıyor. Hileli ürünlerin önüne geçemeyen Bakanlık, bu ürünleri kamuoyuyla paylaşmakla mücadeledeki acizliğini göstermiş oluyor. “Başınızın çaresine bakın. Bu sahtekarların hakkından gelemiyorum ben” demektir bunun adı. Firmalara kesilen para cezaları yeterli değilse bu cezalar caydırıcı olacak şekilde Bakanlık bugüne kadar niçin bekledi? Teklif edilen yasaya göre aynı suçu iki yılda iki defa yapan firma, faaliyetinden men edilecek ve hapis cezası alacakmış. Bu ne demektir şimdi? Halbuki halkın sağlığını hiçe sayarak hileli mal üreten bir firma, bu işi bir defa bile yapmış olsa, asla faaliyetine devam edememeli, yaptığına yapacağına pişman olmalı. Sonra vatandaşa “Usulsüzlük görürseniz şikayette bulunun” ne demek? Tüketici ne bilsin bir üründe hilenin yapıldığını? Vatandaş hileyi tespit için evinde laboratuar mı kuracak?
Hasılı hileli ürünleri kamuoyuna duyurmakla bu iş çözümlenmez. Hileli ürünlerle mücadelede Bakanlık adam gibi görevini yapmalı. Gıda teröründe ne eksikse boşluklar acilen kapatılmalı. Gerekli mevzuat caydırıcı olacak şekilde çıkarılmalı, yerinde ve zamanında denetimler yapılmalı. Bu mücadelede kimsenin gözünün yaşına bakmamalı. Ürün, piyasaya sürülmeden önce Bakanlığın incelemesinden geçmeli. Tereklere gelen ürünü tüketici gönül rahatlığıyla alıp tüketebilmeli. Bir devler için bu zor olmamalı. Yeter ki devlet bu konuda samimi olsun.
*19/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Şubat 2020 Pazartesi

Hubris Sendromu (5)

(İletişimin Önemi ve Hubrisi Önleme Etkisi)
“Yönetim sürecinde, kendini koruyabilen sistemler, yöneticilerin hataya düşme olasılıklarını azaltır. Doğası gereği liderler, zaten değişim oluşturan kimselerdir. O yüzden, liderlerin hubris sürecinde, kendini deyim yerindeyse, dizginleyebilecek sistemleri; kendi yoluna, yönüne doğru değiştirmeleri bazen kaçınılmaz olur.

Hubrisi engelleyebilmek, liderin içindeki “şey” (virüs, hulk, yaratık) ortaya çıkıp bünyeyi ele geçirmeden önce ve o süreçte yapılması gerekenleri yapmaktır. Hubris, liderin bünyesinde söz sahibi olduğunda, öfke gibi, kontrol edilmesi oldukça zor, hatta imkansız bir güce dönüşecektir.

Hubris hastalığına yakalanmış bireylerde görülen en belirgin özellikler; kendini aşırı beğenme, yalnızca kendi fikirlerini değerli kabul etme, başkalarının fikirlerine karşı iletişimi kapatma, yalan söyleme ve kendi yalanına inanma (mitomani), başarıları dolayısıyla gücü kendinden bilme ve gücün baş döndürücü etkisinden kurtulamama gibi olumsuz davranışlardır. Kişiliğin büyük oranda ailede şekillendiği düşünüldüğünde, aile içerisindeki iletişim, bireydeki birçok davranışın temelini oluşturmanın yanında, gelecekteki yerini de belirlemesi açısından önemlidir.

Aile içerisindeki pozitif ve etkili iletişim, bireyin kişiliğinin sağlam temellere oturtulmasını sağlayacaktır. İletişim sanatını ailede öğrenen birey, yaşam süresi boyunca etkili iletişim kuracaktır. Bu döngü, olumlu etkileşimle bireyi sürekli olumlu gelişim sürecinin içerisinde tutacaktır. Güçlü kişiliğe sahip birey, yaşam sürecinde iyi ilişkiler geliştirerek iletişim becerisini güçlendirecek; iletişim kurmayı ailede öğrenen birey, iyi ilişkiler kuracak ve bu döngü birbirini destekleyen olumlu dokunuşlarla devam edecektir.

Yetişkinlik dönemine ait bazı kavramların açıklanması, davranışlar, birbirleriyle etkileşimi, değişen koşullara uyum sağlama ve kişiliği uyarlama gibi hayatın ilerleyen yıllarına, bireyin kendi öğrenimine bırakılmış konulara karşı hazır ve yetkin olabilmek de aile içi iletişimle zemini hazırlanması gereken konulardır.

Yönetme fırsatı eline geçtiğinde ve olağanüstü bir güce sahip olduğunda bile, otorite kurabilme adına sertliğe hakkı olmadığı, asla kimsenin kalbini kırmaması gerektiği, kötü davranışların hak gaspı ve zulüm olduğu, telafisinin çok zor olduğu, tevazuun dünyadan el çekmek demek olmadığı, hırslı ve başarılı kimselerin de alçakgönüllü olabileceği ve yükselirken gücü hazmedebilme becerisini de geliştirmesi gerektiği, başarısının her türlüsünün “mubah” olmadığı, başarı kaybederken bedel olarak sağlık, huzur kaybedilmesinin zorunlu olmadığı, bilakis bunlar feda edilerek kazanılan başarının değer taşımayacağı ve her ne ortamda ve pozisyonda olursa olsun, etkileşim alanı içerisindeki herkesle sürekli etkin, pozitif iletişimde olması gerektiği; ancak ailede kazanılabilecek, öğretilebilecek şeylerdir.

Sürekli başarı nedeniyle oluşacak aşırı güç olgusunu kaldırabilecek güçlü bir kişilik inşasında ve hayatın ilerleyen yıllarında iletişimi olumlu kullanabilecek bir iletişim becerisinin oluşumunda aile içi iletişim çok önemlidir. İletişim becerisi yüksek olan ve güçten ziyade iletişimin öneminin bilincinde olan liderler; işbirliği yapmayı, paylaşmayı, konsensüs aramayı daha iyi yapacak, yönettiği topluluğun mutluluğundan da kendisi mutluluk elde edecektir ve böylelikle zirvelerde kendi başlarına yalnız kalmanın olumsuz ve hubrise adım adım götüren kaçınılmaz etkenlerinden korunmuş olacaktır.”

Allah insanımızı hubris sendromuna yakalanmaktan korusun. Bu hastalığa yakalananlar varsa en yakın zamanda kurtulsun.

Not: Yazının tamamını bir bütünlük içerisinde okumak isteyenler için adresi veriyorum: https://dergipark.org.tr/tr/pub/egitimvetoplum/issue/32109/355935