19 Ocak 2020 Pazar

Merkezi Açık Sınavlar *


Liseyi dışarıdan okumak isteyenler için MEB, yılda üç defa Açık Lise Sınavları, Anadolu Üniversitesi gibi bazı üniversiteler de yine yılda üç defa Açık Öğretim Sınavları yapar. MEB'in yaptığı sınavlarda öğretmenler, üniversitelerin yaptığı sınavlarda da öğretim görevlileri görev alır. Yeterince istekli olmadığı takdirde üniversiteler görevli ihtiyacını MEB'den karşılar. Bu sınavlardaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum:

1.Salon başkanları ve gözetmenler, sınavın başlamasından bir saat öncesinde görevli olduğu okulda olması gerekirken sınav saati bir saat sonra başlayacak öğrencilerin çoğu, görevlilerle beraber yola düşer. Görevliler, sınavın başlama saatini içeride beklerken onlar da okul bahçesinde bekleşirler.
2.Açık lise sınavlarında her salonda en az beş kişi gelmez. Açık öğretimde katılım biraz daha fazladır. İki-üç eksikle sınav yapılır. YGS, LGS ve KPSS türü sınavlarda ise katılım ise neredeyse yüzde yüzdür.
3.LGS, YGS ve KPSS gibi sınavlarda süreyi ayarlamak ve zamanla yarışmak esastır. Çoğu öğrenci, sınav çıkışı sürenin yetmediğinden dert yanar. Çünkü yeni nesil adı verilen sorular bir sayfayı dolduracak kadar uzundur. Öğrencinin bir soruya ayırması gereken süre 1 dakika ile 1,5 dakika arasında değişir. Öğrencinin, uzun parçayı okuduktan sonra "anlamadım, bir daha okuyayım" seçeneği pek olmaz. Ne anladıysa ya işaretleyecek ya da boş bırakacak. Çünkü LGS’de 4 yanlış bir doğruyu götürürken YGS’de üç yanlış bir doğruyu götürmektedir. Açık lise ve açık öğretim sınavlarında ise süre sınırı yok gibi bir şey. Her ders 20 sorudan oluşur. Her bir derse 30 dakikalık süre verilir. Bir soruya 1,5 dakika zaman demektir bu. Sorular yeni nesil değil, kısa ve bilgiye dayalı. Açık lise sınavına bir dersten giren de 6 dersten giren de aynı süreyi kullanma hakkına sahip. Açık öğretim sınavlarında sınav süresi öğrencinin girdiği ders sayısı 30 dakika ile çarpılarak belirlenmektedir. Açık lise sınavlarında yanlışın doğruyu götürmesi gibi bir kural yoktur. O yüzden öğrenci bilemediği soruyu boş bırakmaz. 20 sorudan hiçbirini bilmiyorsa, gerekirse değişik desenler çizerek kodlama yapar. Açık öğretim sınavlarında daha önce yanlış, doğruyu götürmezken birkaç yıldır 4 yanlış bir doğruyu götürmeye başladı.
4.Açık lise sınavına giren öğrencilerin çoğu, 180 dakika olan sürelerini ilk yarım saatte kullanır. Öğrenci yapacağını yapar, yapamadıklarını atarak kodlar. Ya tutarsa umudu… Geriye 7-8 civarında kalan öğrenciler biraz daha bilinçli olanlardır. Düşüne taşına yaparlar. Çıkmak için çok da acele etmezler. Kala kala iki öğrenci kalır. Bunlar kolay kolay terk etmezler. Dışarı çıkıp da ne yapacaklar? Hava soğuk nasılsa… İçeri ise sıcak mı sıcak… Hem kendilerini pürdikkat bekleyen iki tane görevli var. Sonra zaman sorunları da yok. Bir çay ve kahveleri eksik… Açık öğretim sınavına giren öğrenciler, yanlış doğruyu götürme başlayalı erkenden çıkmıyorlar artık. Uzun uzadıya düşünüyorlar. Nasılsa vakit nakit değil, zaman sorunları yok bunların da. Acele işe şeytan karışır sözü gereği kaç düşünüp bir kalem oynatıyorlar. Hem açık lise hem de açık öğretim öğrencilerinin çoğu, soru kitapçığında nerede bir yazı varsa neredeyse satır satır altlarını çizmeden geçmiyorlar. Böyle yapacaklarına gereksiz gördükleri yerleri çizseler, ellerini ve gözlerini yormamış olurlar ama neyse. Bu yaştan sonra huy değişmez. Öyle görmüşler demek ki.
5.Açık/lise ve öğretim sınavlarında geriye kalanlar için dedim ya aceleleri yok. Kah kafalarını havaya dikip dinleniyorlar bir müddet. Kah gözlerini yumup göz yorgunluklarını atıyorlar. Kah parmaklarının kuluncunu kırıyorlar, kah kafalarını sağa sola çevirerek kafalarındaki kuluncu kütletiyorlar. Kah kollarını iki yana açarak geriniyorlar. Yoruldular ne de olsa. Kolay mı saatlerce eski nesil sorularla uğraşmak? Bedenin de hakkını veriyorlar bu vesileyle. Bir taşta iki kuş vuruyorlar diyebiliriz buna. LGS, YGS ve KPSS gibi sınavlara girenler bu tür beden hareketleri yapmaktan mahrumlar elbet. Çünkü zamanla yarıştıkları için beden jimnastiklerini ihmal ediyorlar.

Yazıma son verirken süre sorunları olmadığı halde neredeyse sınav sonuna kadar bekleyen az sayıdaki kişiler, acaba öğrenciden ziyade MEB veya Açık öğretim yetkilileri tarafından görevlendirilmiş özel kişiler olabilir mi? Sınav erkenden bitse sınav görevlileri de boşa çıkacak, çekip evlerine gidecekler. Öyle değil mi? En azından aldıkları parayı tam hak etsinler diye düşünüyor olmalılar. İşin bu yönünü hiç düşünmemiştim. Öyle ya, herkes aldığı parayı hak etsin.

Son söz de LGS ve YGS sınavına giren öğrencilere olsun: Eğer sınavlarda süre sorununuz varsa boş verin örgün eğitimi. Açık lise veya açık öğretime kapağı atmaya bakın. Zira LGS ve YGS’de sürede cimri davranan MEB ve açık öğretim üniversiteleri, açıktan yaptıkları sınavlarda daha bonkörler. Üstelik bu sınavlarda korktuğunuz yeni nesil soru yok, okula gitmek için ulaşım bedeli ödemek yok. Gördüğünüz gibi açıktan okumanın avantajları say say bitmiyor.

*20/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


18 Ocak 2020 Cumartesi

Benimle Yarışmaya Var mısınız? (2)

Bir gün bir yarışma programının sunucusu olursam "Handschuhschneeballwerfer" kelimesiyle ilgili soracağım ilk baraj sorusundan sonra aşağıdaki ikinci baraj sorusunu soracağım. Bu soruya da doğru cevap veren sonunda büyük ödülün olduğu yarışmaya dahil olacaktır.

Sorum, halen kullandığımız rakamlar üzerine olacaktır. Buyurun!
1. Kullandığımız 1, 2, 3, 4, 5 rakamları aşağıdaki milletlerden hangisine aittir?
A-Araplar                     B-Yunanlar
C-Hintliler                    D-İngilizler

2.Halen Arapların kullandığı ١، ٢ ،٣، ٤، ٥ rakamları hangi millete ait rakamlardır?
A-Araplar                       B-Hintliler 
C-Yunanlılar                  D-Mısırlılar

3.Önce kendilerinin kullandığı, daha sonra dünyanın kullandığı, herkesin benimsediği en kullanışlı rakamları bırakarak başka bir millete ait, çok kullanışlı olmayan rakamları alıp hala kullanmaya devam eden millet hangisidir?
A-Hintliler                        B-Mısırlılar
C-Araplar                          D-Yunanlılar 

Buna benzer sorular olacaktır. Şimdiden araştırmaya başlayın derim.

Benimle Yarışmaya Var mısınız?


Hayal ettiğim her şey olduktan(bunu siz, bir baltaya sap olduktan sonra diye de anlayabilirsiniz) uygun görülürsem bir yarışma programını sunmak olacaktır. 

Sunuculuk artı, soru hazırlama işine de burnumu sokmama izin verirlerse soracağım ilk soruyu sizinle paylaşmak istiyorum. Bu soru bir defa da sorulup geçilecek bir soru değildir. Değişik zamanlarda değişik yönleriyle yarışmacıların karşısına çıkacaktır. Hedefim, kimseye bir kuruş para vermemek olacaktır.

Kendinizi hazır hissediyorsanız, sorumu sormak istiyorum:

1."Handschuhschneeballwerfer" kelimesine on defa baktıktan sonra bir defa da siz yazınız. Beş harfe kadar yaptığınız yanlışlar doğru kabul edilecektir.

2. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesinin doğru telaffuzu hangisidir? Süreniz 15 dakikadır.

3. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesinin doğru anlamı hangisidir? Süreniz 1 saat. Cevabı bulmak için defter, kitap serbest.

4. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesi kaç harften oluşmaktadır. Süreniz yarım saattir.

5. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesi hangi dile ait bir kelimedir?

6. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesinin mucidi normal yolla mı ölmüştür yoksa bu kelimeyi telaffuz etmeye çalışanlardan biri tarafından öldürülmüş müdür?

7. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesini yazı başlığı yaparak ele alan köşe yazarı kimdir? Yazar bu kelimeyi yazarken kes-kopyala mı yapmıştır? Böyle yapması ise kaç defa bakarak yazmıştır? Kelimeyi yazarken kaç dakikasını almıştır?

8. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesini gördükten sonra güzel Türkçemize sevgin daha da artmış mıdır? Artmadı ise damarlarında Türk kanı taşıdığından emin misin?

9. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesini nefes almadan bir defa da söyleyebilir misin? gibi.

10. "Handschuhschneeballwerfer" kelimesinin telaffuzunu, anlamını merak ediyor musun? Sorusuna evet cevabı veren yarışmacıya "İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir" cevabı verilecektir.

Sorular zor demeyin. Zira zor değil. Çünkü verilmiş soru zor olmaz. Haydi buyurun! Kendinizi deneyin. Merak etmeyin, hemen yarışmaya almayacağım. Kendisine güveneni bir yıl sonra yarışmaya çıkaracağım.

Diyanetin Fetvası ***


Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından düşük bütçeli ailelere yönelik olarak başlatılan konut kampanyası için devlet bankasından kredi kullanmanın caiz olup olmadığına dair bir soruya Din İşleri Yüksek Kurulu: "…TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ile devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır. Bu itibarla, devlet TOKİ'nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkanı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir." fetvasını vermiştir. Bu fetvadan "Sosyal Konut Projesi" kapsamında TOKİ'nin orta ve dar gelirli insanlara yönelik yapacağı konutları alabilmek için şartları tutanlara, kamu bankalarının 0,49 faiz oranıyla vereceği kredinin faiz kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Diyanetin bu fetvası ses getirdi. Kimi yerinde ve uygun bir görüş olarak görürken kimi de "Allah ve Resulüne savaş açmak" demek olan faize, kapı araladığı ve faizi meşrulaştırdığı gerekçesiyle Diyaneti topa tutmaya başladı. Burada Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği bu fetvayı değerlendirecek değilim. Zira ne ekonomiden anlarım ne de dinden. Din alanında yarım mürekkep yalamış biriyim. Yine de bu konuda -haddimi bilerek- bir şeyler söylemek istiyorum.

Kamu bankalarının proje kapsamında 0,49’le verdiği kredinin, yıllık faiz oranı 5,88'dir. Devletin resmen açıkladığı enflasyon oranının yüzde 12'ler civarında olduğu göz önünde bulundurulursa -ki vatandaşa yansıyan enflasyon daha yüksektir- bankaların enflasyonun çok çok altında bir faiz oranı yansıttığı görülecektir. Bu oranı da faiz olarak değerlendirmek piyasayı ve faizi bilmemek anlamına gelir. Bunu bilmek için insanın iktisat okuması, dini tedrisat yapması gerekmez. Dört işlemi bilen bunun faiz olmadığını bilecektir. Burada üzerinde durulması gereken, bankalar daha fazla kazanmadan, kredi çekenin kanını emmeden kolay kolay kredi vermez. 0,49'dan verdiği kredi ile kamu bankaları kamu zararına uğrayacaktır. Bu zararı da devlet -her zaman yaptığı gibi- vergi veren diğer vatandaşların üzerine yıkacaktır.

Diyanetin verdiği bu fetvaya göre, başını sokacak bir ev sahibi olmak için isteyen dar gelirli, belirlenen orandan kredi çekme yoluna gider, içine sinmeyen de çekmez. Zira kim ne fetva verirse versin, insanlar kendi kalbinin sesini dinler. Çünkü adı üzerinde fetvadır. Fetva isabetli ise fetva verenler iki, isabetli değilse bir sevap kazanırlar. Kimse oturduğu yerden bu şekil fetva verenleri tu kaka yapmamalı. Çünkü kiraların alıp başını gittiği bu enflasyonlu hayatta, aldığı maaşın yarısını kiraya veren asgari ücretlinin, başka türlü başını sokacağı bir konuta sahip olması mümkün değildir. Bu durumda olup da sosyal konut projesi kapsamında kredi çeken insanlara ne kızar ne de ayıplarım. Burada bir ayıp varsa bu hayat pahalılığında bu insanları insanca yaşayabilecekleri bir maaşla çalıştırmamak ayıptır.


***21/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



16 Ocak 2020 Perşembe

İktidarımda Problemlere Çözüm Önerilerim


*İşsizliği önlemek için;

1.Her ailede bir kişiye iş verilecek. Aileden ister kadın, ister koca, ister oğlu, ister kızı çalışsın.

2. Bir ailede birden fazla kişi çalışıyorsa onun işine son verilecek.

3.Çalışan aile ferdi, diğer aile fertlerinin geçimini üstlenecek.

4. Tüm bu önlemlere rağmen hala işsizliğe çözüm bulunamamış ve bazı ailelere iş verilememiş ise, yaşı ne olursa olsun; beşikten mezara ilim çerçevesinde o kişilere öğrenci statüsü verilecektir. Öğrencilik, iş bulununcaya kadar devam edecektir.

*Konut sıkıntısını gidermek için;

1. Birden fazla evi olanların fazla evlerini, tapuya gösterdikleri bedel üzerinden devlet satın alacaktır. Bu evler evsiz, barksızlara ve kirada oturanlara kira öder gibi devlet tarafından satılacaktır. Yıllık kira artışı, yıllık tüfe ve tefe göre belirlenecektir.

2. Evlenen oğlan evlendikten sonra da babasının yanında/evinde kalmaya devam edecektir. Gelinler, yeniden kaynana ve kaynata ile tanışacaktır. Gelin-kaynana arasında çıkacak sorunlar aile içinde kaynata ve damat tarafından giderilecektir.

3. Evini dar bulduğu veya imkanı olduğu için ev yaptırmaya kalkanlara otur oturduğun yerde denilecektir.

Gördüğünüz gibi çözüm önerilerim kesin sonuç veren türden. Ülkenin diğer sorunları da bu bakış açısıyla çözümlenecektir.

Bu durumda bana kim oy vermez? Aklıma sadece beni çekemeyenler geliyor.

14 Ocak 2020 Salı

Yazık Bu Öğrencilere! ***

Yaşça kendimden büyük esnaflık yapan bir akrabamı ziyaret ettim. Çay içerken laf döndü dolaştı, okullar ve öğrencilere geldi: Cumartesi ve pazar günleri okullar kapalı değil mi? Bildiğim kadarıyla tatil. Buna rağmen sabahın erken saatinde sırtına çantasını alan çocukları yollarda görüyorum. Bu çocuklar nereye gidiyor böyle" dedi. Derin bir nefes aldıktan sonra kendisine, cumartesi ve pazar günleri resmi tatil ama okullar açık. O gördüğün çocuklar ek derse gidiyorlar. Kimi okullarında açılan kurslara, kimi ücretini verip etüt merkezlerine, kimi özel derse gidiyor.  Kimi de hafta içi okul dersleri bittikten sonra akşamleyin etüt ve kurslarda soluğu alıyor.  Neredeyse tüm yıl durum böyle, dedim.

Öyle değil mi gerçekten? MEB'in iş takviminde eğitim ve öğretimin 180 iş gününden az olamaz dediğine bakmayın siz. Resmiyette öyle olsa da neredeyse 365 gün öğretim işiyle uğraşıyor bu öğrenciler. Yaz nedir, kış nedir, on beş tatili nedir, resmi tatil nedir bilmezler. Okullar yaz tatiline girince bu çocuklar, aileleri tarafından ücretli ve ücretsiz kurslara gönderilir. Okul zamanı cumartesi ve pazar günleri hakeza kurslara devam eder bu çocuklar. Yani anlayacağınız bu çocuklar 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, Ramazan ve Kurban bayram tatilleri dışında aşağı yukarı öğrenmek için bir yerlere gidiyorlar. Bu tabloya göre bu asrın çocukları şu ya da bu şekilde 365 gün öğretimin içindeler. 

Okul, etüt, kurs ve özel dersten sonra bu çocuklar evlerine gelince ne yapıyorlar? Odalarında konu anlatımlı veya soru bankası adı altında farklı yayınevlerine ait boy boy yardımcı kaynaklar var. Birini bitirince çocuk diğerine geçiyor. Çünkü bir dersle ilgili yayımlanmış ne kadar soru varsa çözmesi gerekiyor. Okul, etüt, kurs üçgeninde yorgunluktan bitap düşmüş çocuk, evde yemeğini yedikten sonra çalışma masasına oturmak için biraz ağırdan alsa çocuğunu çok düşünen ve onun başarısı için saçını süpürge eden anne ve babası "Senin dersin yok mu? Ne ağzını ayırıp duruyorsun" dercesine yüz hattı değişiyor. Çözülmüş ve çözülmeyi bekleyen yardımcı kaynakları üst üste koysan içinde bir veya birkaç insanın kalabileceği küçük bir baraka yapılır.

Okulların, etüt ve kurs merkezlerinin, velilerin ve MEB'in tek hedefi var: Her türlü imkânın ayakları altına serildiği bu çocukların LGS ve YGS'de başarılı olması. Çocukların iyiliğini isteyen kişi ve kurumların hepsi gördüğünüz gibi birer iyilik meleği. Kendilerine zamanında bu imkanlar verilseydi, onlar nasıl başarılı olurlardı. Zamanınız olursa hepsinin birbirine benzer hikayelerini bir dinleyin derim.

Hayatları rutine binmiş bir şekilde okul, etüt/kurs, soru çözmekten ibaret bu çocuklara yazık değil mi? Başarı adına bu çocuklara verdiğimiz bir eziyet değil mi? Kaç kişinin vücudu ve beyni kaldırır bu yükü? (Zaten çoğu bu yükü kaldıramıyor. Yarı yolda çalışmayı bırakıveriyor.) Emsallerine fark atsın diye bu yaptığımızın neresi pedagojik? Sahi, bu çocukların yerinde olmayı kaç kişi ister? Her şeyden öte çağın bu çocukları, kendilerinin yerinde olmayı hiç isterler miydi? 

Bence bu çocuklara yazık ediyoruz. Eğitim ve öğretim yolunda emsallerine fark atsın düşüncesiyle bu çocukların çocukluğunu ve gençliğini yok ediyoruz. Bir zaman sonra da benim çocuk akraba nedir bilmiyor deriz. Zamanında ders çalışsın, dersinden geri kalmasın diye herkesten kaçırdığımız bu çocuklar, akrabayı nereden bilsin? Oyunlarından mahrum bırakarak oyun çağından edip güç ve kapasitesinin üzerinde bir yük ile boğmaya çalıştığımız bu çocuklar, çocukluklarını yaşamadıkları için büyümüyorlar bir türlü. Her şeyimizi feda ederek ayakları altına serdiğimiz bu çocuklar bir gün "Ayaklarımın altına süpürge ettiğiniz saçlarınızı, alın başınıza çalın, gözüme görünmeyin ve gölge etmeyin" derlerse hiç şaşırmam. Aslında böyle diyecekler ama diyecek takatleri bile yok.

***18/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Restoranların Gizli Ortakları

Lokanta alışkanlığım yok. Bu yüzden kolay kolay gitmem. Evimde ne varsa onunla karnımı doyururum. Çarşamba akşamı bir emri vaki ile karşılaştım. Mecbur kaldım lokantaya gitmeye.

Neden diye sorup yaramı depreştirmeyin. Eşimin evlilik yıl dönümü imiş o gün. Başta evlilik yıl dönümü olmak üzere belli gün ve haftalarda restoranları yoklamak kültürümüzde Allah'ın emri gibi oldu ne de olsa. Cebimizde sıkışmış neyimiz varsa lokantacıya bırakır geliriz. 

Bu tür evlilik yıl dönümlerini lokantalarda yiyip içerek biz mi evlilik yıl dönümlerimizi kutluyoruz yoksa lokantaları mı kazandırıyoruz? Çok anlamış değilim. Ama müşteri gelince pek sevindiklerini gözlemliyorum. Bazen acaba kadınlar lokantacılarla ortak mı çalışıyorlar? Düşünmüyor değilim. Giyim kuşamcılarla ortaklıkları var, bunu biliyorum. Sanırım lokantacılarla da var. "Ben kocamı getireceğim, sen onu soy, soğana çevir, acıma" diyor olmalılar. Başka türlü bir izah aklıma gelmiyor. İnsafları da yok, belli.

Bu tür yıl dönemlerini kim icat ettiyse atasına rahmet diliyorum. Keşke bunu icat edenler ömür de bir yapsalarmış bu kutlamaları daha iyi olacakmış. Mübarek yıl dediğin birden geliveriyor. İşin yoksa, paran bolsa yılda bir seni sıkan parayı boşalt gel.

Gitmeyiver, derdine ne, evinde su mu çıktı demeyin. Elin mahkum, gideceksin. Zaten hanımları mutlu etmek için yaşamıyor muyuz? Canımı yakıyormuş...kadının keyfi için canımızın yanmasının lafı mı olur?  Mühim olan onların mutluluğu. Bereket versin paramızı sağa sola harcatarak mutlu oluyorlar. Ya yetinmeyip canını isterim, başka türlü mutlu olamam derlerse ne yapacağız? Bu tevazu yönlerini takdir ediyorum doğrusu. Eksik olmasınlar...

Acıdım durumuna falan demeyin. Ben yine ucuzundan hallettim her zamanki gibi. Siz kendinize yanın.