6 Ekim 2019 Pazar

Çocuklar da İntihar Ediyor Artık!


04//10/2019 Cuma günü Kocaeli-Kartepe ilçesinde 9 yaşında ortaokula giden 5.sınıf öğrencisi Suriyeli bir öğrencinin mezarlığın kapısında intihar ettiği haberlere yansıdı. Vail isimli bu çocuğun intihar nedeni “Olay günü bir öğretmeni tarafından azarlandığı ve öğrenciler tarafından dışlandığı” yazıldı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bu intihar olayıyla ilgili “Gazetelerde çıkan azar ve dışlanma haberlerinin gerçeği yansıtmadığı” açıklandı. Çocuğun intihar sebebi derinlemesine bir inceleme ve soruşturma yapıldıktan sonra açıklığa kavuşacak.

Genç-yaşlı insanların değişik nedenlerle intihar ettiğini zaman zaman duyardım da 9 yaşında bir çocuğun intihar ettiğini ilk defa duyuyorum. İyinin ve kötünün ne olduğunu bilemeyecek yaşta daha günaha batmamış, büyük sıkıntılarla karşılaşmamış 9 yaşında, oyun çağındaki bir çocuk niye intihar eder? İntiharın hiç haklı gerekçesi olamaz ama canına kıyacak kadar bir çocuğu hayattan bezdiren ne olabilir? Aklıma hiç mantıklı bir izah gelmiyor.

Sıcaklığını ve gizemini koruyan bu olay vuzuha kavuşmadan bu konuda bir şey söylemek doğru değildir. Farz edelim ki çocukla ilgili inceleme yapıldı ve hazırlanan raporda iddia edilen azar ve dışlama olayı olmamıştır, dendi. Umarım çocuğun intihar nedeni basında yazılıp çizildiği gibi öğretmenin azarlaması ve arkadaşlarının dışlaması değildir.

Raporun temiz çıkması ile özellikle biz büyükler temize çıkmış olacak mıyız? Maalesef Suriyeliler konusunda çoğumuzun iyi bir sınav vermediğini ve çok da masum olmadığımızı söylemeliyim. Belki de bu konuda en masumumuz çocuklarımızdır. Yediden yetmişe çoğumuzun gözünü bir Suriyeli düşmanlığı bürüdü. Suriyelilere kızdığımız ve onları düşman gördüğümüz kadar ezeli düşmanımız Yunanistan’a, Ermenistan’a, ABD’ye, Rusya’ya kızmıyoruz. Haydi kızdık, onları aramızda istemiyoruz diyelim. Bari bunu çocuklarımızın yanında yapmayalım. “Çocuklar duymasın” dizisinden hiç mi bir şey kapmadık? Orada Haluk ile eşi tartışacağı zaman “mutfak” deyip çocukların yanından kalkarak mutfağa geçerlerdi. Biz büyüklerin birinci ve elzem meselesi Suriyeliler şimdi. Yanımızda çocuk var, onlar olumsuz etkilenir demiyoruz, her yerde Suriyelileri mesele ediniyoruz. Çocuklarımız da bizden farksız. Çoğu, Suriyelilere karşı barut fıçısı gibi. Özellikle yedinci ve sekizinci sınıflarda Suriyelilere karşı neredeyse topyekun düşmanca bir bakış ve dışlama söz konusu. Türkiye’nin en önemli sorunu ne dediğimde hep bir ağızdan “Suriyeliler” diyorlar. İnan biz kaşımasak Suriyeli çocuklar ile bizim çocukların arasında bir sorun olmaz. Nitekim çalıştığım okulda Suriyeli öğrenci ile aynı sırada oturan, teneffüse birlikte çıkan ve birlikte oynayan çocuklarımızı görüyorum. Bırakalım çocuklar çocukluklarını yaşasınlar. Kendi kavgamızı çocuklarımıza sirayet ettirmeyelim. Dokuz yaşında ortaokul öğrencisi denilen çocuk, ortaokul öğrencisi bile değil; daha ilkokul çocuğu. Yeni eğitim sistemiyle birlikte 5.sınıflar ortaokullu oldu ama hem fiziki yönden hem de ruhen hala ilkokul çocuğu hepsi. Ne bilir bu yaştaki çocuk intiharı?

İçimizde sığınmacı olarak yaşayan Suriyeliler üzerine çok yazdım. Hatta bu yazılarımdan dolayı bazen eleştiri de aldım. Çünkü Suriyeli kelimesini görür görmez yüz hatları değişiyor hemen. Kızmakla, köpürmekle Suriyeliler gitmez. Bence hem kendimize zarar veriyoruz hem de Suriyelilere. Haydi Suriyelileri düşünmüyoruz, kendimize niye zarar veriyoruz. Çünkü kızgın sirke ancak küpüne zarar verir. Yok biz illaki kızacağız. Bu niçin Suriyeli olmasın diyorsak devletin Suriyeli politikasına kızalım. Suriyeliler ile ilgili arzuhalimizi devletin yetkililerine bildirelim. Bir an evvel ülkelerindeki savaş bitsin diye dua edelim. Çünkü onlar da memleketlerine en az bizim kadar dönmek isterler. Onları ayıplamayalım. Çünkü ayıpladığımız maazallah başımıza gelir.



19 Yaşında Bir Milyoner *


Bugünkü konum Arda. Arda deyince futbolcu Arda’dan bahsetmeyeceğim. Bahsedeceğim kişi, 19 yaşında tıp öğrencisi Arda. Sütçü İmam Üniversitesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Arda Ayten’i 03/07/2019 tarihinde gazetemizde “Türkiye Bu Genci Konuşuyor” başlıklı (http://www.anadoludabugun.com.tr/yazi/turkiye-bu-genci-konusuyor-4459) yazı ile konu edinmiştim. Arda, 29/06/2019 akşamı yayımlanan “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına katılarak birbirinden zor sorulara kısa sürede cevaplar vererek bir milyonluk soruya gelmiş, yaz dönemi dolayısıyla program tatile girince bir milyonluk soru açılmamıştı.  

05/10/2019 akşamı ATV televizyonunda yayımlanan “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programı Arda ile sezonu açtı. Bir milyonluk soruyu gördük. Soru: “On kıtadan oluşan İstiklal Marşı'nın tamamında ‘vatan, kan, toprak, yurt’ kelimelerinden hangisi daha az geçer?" idi. Soru kolay gibi görünse de zordu. Bir defa İstiklal Marşı’nın on kıtasını bilmek gerekiyor. Tek başına bilmek yetmez, heyecana kapılmadan okuyabilmek lazım ve hangi kelimenin daha az geçtiğini elinde kağıt, kalem olmadan tespit etmek gerekiyordu. İstiklal Marşı’nı okurken bir iki yerde takılsa da kimseden yardım almadan takıldığı yerleri hatırlayarak birçoğumuzun bilmediği, bilenlerin de unuttuğu Milli Marşımızı bir çırpıda okudu. Okurken milli duygularım kabardı ve kendisiyle gurur duydum. Okumayı bitirir bitirmez hiç düşünmeden ‘toprak’ cevabını verdi. Genç yaşında bileğinin hakkıyla hem bir milyonun sahibi oldu hem de bu yarışmada bir ilki gerçekleştirerek bugüne kadar bir milyonluk soruyu bilen ilk kişi oldu ve tarihe geçti.

Normalde bu yarışma programını izleyen biri değilim. Ama yazdan beri bu çocuğun bir milyonluk soruya vereceği cevabı iple çektim. Hatırladığım zaman program yayımlanıp bitmişti. İnternet sayfalarını karıştırınca programın kısa videosunu defalarca izledim. İzledikçe helal be çocuk! Sana değil bir milyon; bir milyar bile az dedim. Yarışmayı kendim, çocuğum kazanmış gibi sevindim, duygulandım. Ki ben böyle bir yarışmaya cesaret edip katılamam, kazara katılsam da kısa yoldan ne kadar para kazanırsam kâr, gözüyle davranırdım. Gencimizde kaybetme endişesi yoktu gördüğüm kadarıyla. Zaten böyle bir düşüncede olsa jokeri kalmamasına rağmen kazandığı parayı riske atmaz, çoktan çekilirdi. Kimseye nasip olmayacak bir parayı kazanmış olmasına ve nazarımda daha bir çocuk olmasına rağmen vakur duruşuna ve olgunluğuna hayran kaldım, gıpta ettim doğrusu. Yarışma sonrası ifade ettiği duyguları ile hem kalitesini hem de tevazu sahibi olduğunu bir defa daha gösterdi: "Ben çoktan kazanmıştım. Ben kalın bir mermer taşıydım. Kaba ve yontulmamış. Ama çevremdeki güzel insanlar beni öyle güzel içten yonttular ki ortaya böyle bir şey çıktı. Ben çevremdeki güzel insanların bir ürünüyüm."

Bu yaşta dört kitabın yazarı olan, bu zengin çocuk bu parayı ne yapacak? Öyle zannediyorum, hedeflerini bir bir gerçekleştirecek. Çünkü haziranda yayımlanan programda “Yılda 150’ye yakın kitap okuduğunu, parası olduğu takdirde okuduğu kitap sayısını artıracağını; çok sayıda dil öğrenmek, bilimsel araştırma yapmak istediğini; edebiyat, müzik ve felsefe ile ilgileneceğini, ölene dek üniversitede okuyacağını ve en büyük hayalinin ise okuduğu kitapları kendi dillerinde okumak olacağını” belirtmişti. Diyeceğim tek şey, Allah bu gencin yolunu açık etsin, zihin açıklığı versin, bu ve daha başka hedeflerini gerçekleştirsin. İnşallah parayı görünce başka Ardalar gibi kendini kaybetmez. Çünkü ülkenin böylesi genç beyinlere ihtiyacı var. Allah sayılarını artırsın.

*07/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


5 Ekim 2019 Cumartesi

Kabir Hayatı

Kabir hayatı var mı? Bu hayatta ödül ve ceza var mı? İyiler için burası cennet bahçelerinden bir bahçe mi ya da cehennem çukurlarından bir çukur mu? Müslümanlar arasında bu hayatla ilgili, var; hadislerde geçiyor, yok; Kur'an'da geçmiyor, tartışmaları bir türlü nihayete ermedi. Merak ediyorum, kabir hayatının olması ya da olmaması bize ve imanımıza bir katkı sunmakta mıdır? Var veya yok deyince hayatımızda ne gibi bir değişiklik olmaktadır? Bu tartışma sonucunda da iş, hadisi inkar ediyorsun, sünnet düşmanısın, Kur'an bize yeter veya hurafelere inanıyorsun ithamına kadar varıyor. Yani bu tartışma da bir, beraber ve kardeş olması gereken Müslümanların arasını açıyor.

Varlığı veya yokluğu yaşantımıza olumlu veya olumsuz bir katkı sunmayan kabir hayatı, biz öldükten sonra olsa ne olur, olmasa ne olur? Gidip gelen mi var? Gelip de kendisine çekidüzen veren mi var? Ahiret dediğimiz ebedi alemin olduğuna inanmamıza ve bu dünyadan bir müddet sonra çekip gideceğimizi bilmemize rağmen hayatımızda bir değişiklik mi yapıyoruz? Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamıyor muyuz? 

Bu kısa açıklamamdan sonra kabir hayatının olup olmadığı hakkında bir değerlendirmede bulunacağım. Yapacağım değerlendirme ayet ve hadisten yararlanmadan, tamamen ındî bir değerlendirme olacaktır. Görüşlerim sadece kendimi bağlar. Bunları açıklıyorum ki kimse beni kendi tartışmasına alet etmesin ve beni bir yere koymaya kalkmasın. Başkasının ne dediği ve hakkımda ne düşündüğü beni bağlamaz. Niyetim inkar ve kabul değil, kalbimin mutmain olmasıdır. İsabet edersem ne mutlu bana! İsabet etmezsem Allah beni affetsin. 

Öldükten sonraki hayat, ikinci sura üfürülüp herkesin mahşer yerinde hesabını verdikten sonra başlayacak. Amel defteri sağından verilenler cennete, solundan verilenler ise cehenneme gidecek ve bu andan itibaren ebedi yaşayacağımız âlem başlayacak. Ben böyle düşünüyorum. Mahşer yerinde hesap varsa -ki vardır- kabirde ayrıca hesaba çekileceğimizi sanmıyorum. Şayet kabirde sorgu varsa bu, aynı yaşantıdan iki defa hesaba çekileceğimiz anlamına gelir. Bunu aklım pek almıyor. Mahşer yerinde ilk insandan başlanarak hesap vereceğimizi düşünüyorum. Kabirde sorgu olsaydı dünya ve ahiret hayatından bahseden Allah, kabir hayatından da bahsederdi. Çünkü kabir dediğimiz hayat, ahiret hayatına göre kısa, dünya hayatına göre uzun bir süredir.

Ruh, öldüğümüz anda bedenimizi terk ediyor, bizce bilinmeyen bir yere gidiyor. Kabre, yaşam fonksiyonlarını yitirmiş bir cesedi koyuyoruz. Toprağa gömülen ceset ise mükafat ve ödülün ne olduğunu hissedemeyen, duymayan, işitmeyen vücudumuzdur. Niçin toprağa gömülüyoruz? Her şey aslına rucû eder misali aslımıza dönüyoruz. Toprakla temas eden vücudumuz kısa zamanda topraklaşıyor. Toprağın dışında konacağımız bir yer, dünyayı yaşanmaz kılar. Çünkü etraf kokudan geçilmezdi.

Hz Adem'den beri vefat edenler, kıyamete kadar vefat edecekler, halihazırda ne yapıyorlar derseniz? Bence vücut fonksiyonunu yerine getiremeyen ve iradesi yerinde olmayan kişilerin hastanede fişe takılı bir şekilde bitkisel hayat yaşamasına benzer. Kazara dirilse ne kadar yattığı sorulsa bilemez. Çünkü geçen zamandan habersizdirler. İkinci surla beraber ayrı bir yerde ikamet eden ruhlar, yeni bir bedenle tekrar diriltildiğinde kendilerine ne kadar uyutuldukları sorulsa, ya bir gün ya da yarım gün derler. Çünkü ölen, bitkisel hayat yaşayan, uyuyan ve uyutulan için zaman mefhumu yoktur. Zaman mefhumu iradesi olan kişiler için vardır. Nitekim uzun süre uyutulan Ashabı Kehf'e ne kadar uyudukları sorulduğunda ya bir ya da yarım gün, cevabı verdiğini hepimiz biliriz. Kanaatime göre ilk insan Hz Adem de aynı şekilde cevap verecektir.

Sonuç olarak kabir hayatı diye bir hayatın olduğunu, Münker ve Nekir isimli meleklerin ölenleri sorguladığını, ölülerin ödül-ceza şeklinde bir muameleye tabi tutulduğunu düşünmüyorum. Ölenler için gerçek hayatın mahşer yerinden itibaren başlayacağını düşünüyorum. Halihazırda bu düşüncedeyim.

Kabir hayatının olmaması gerektiği şeklindeki kanaatimden dolayı kendimi inkârcı olarak görmüyorum. Çünkü bu konuda delil olarak gösterilen hadisi şerifleri zayıf buluyorum. "Ölüleri dirileceğim" buyuran Allah Teâlâ’ya İbrahim peygamberin "Nasıl dirilteceksin" sorusunu sorması, Allah'ın "Bana inanmıyor musun" demesi, İbrahim'in "İnanıyorum ama kalbim tam ikna olmuş değil" pozisyonundayım. Allah, İbrahim'e (as) nasıl dirilteceğini göstermiş ve İbrahim'in kalbi mutmain olmuştur. Yani kalbim mutmain olmuş değil.

Kabir hayatı var/yok diyenlerin birbirlerini inançsızlık, sapıklık, hadis inkarcısı ilan ve itham etmelerine de bir sözüm olsun. "Kalbim mutmain değil" diyen Hz İbrahim'in tereddüt ettiği konu imanî bir konudur. Yani öldükten sonra dirilme gerçekliğidir. İmanî bir konuda Allah, İbrahim peygamberi ikna etmeye çalışıyor. Ey İbrahim! Sen böyle demekle kafir oldun demiyor. Onu dost edindiğini ve "Babasına ettiği dua dışında sizin için örnektir" buyuruyor. Bize ne oluyor ki imanî bir konu olmayan kabir hayatı konusunda birbirimizi inkar ve sapıklıkla itham ediyoruz? İşi hemen peygamberin sözünü kabul etmeyen Allah'ı inkar etmiş noktasına getiriyoruz. Bu meseleyi ve Müslüman kardeşimizi çok dert ediniyorsak onları ithamdan ziyade ikna etmeye çalışalım. Çünkü bu mesele kalbin mutmain olmasıdır. İkna edemiyorsak karşı tarafı suçlama yerine eksikliği kendimizde bulalım. Aslında en iyisi bu gaybî bir konudur. Tartışmakla bir yere varamayız. O yüzden bu tür gaybî konular üzerine pek kafa yormayalım.

9.7

Küçüklüğümde biraz şiir yazmıştım. Yazdığım her şiiri tekrar tekrar okurdum. Okuduğumdan etkilenir; bir şair olsa olsa böyle olur, ülke bir şairle tanışacak derdim. En iyisi ben bu yazdıklarımı bir kenara kaldırayım, karnımı doyurmasa da ileride kitap olarak bastırırım derdim. Nice sonra şu yazdığım şiirlere bir bakayım dedim. Okudum. Berbat mı berbat! Kimse görmeden imha ettim. Bir daha da şiire ve şairlere saygımdan, şiir yazmaya yeltenmedim.

Yaşlandım. İnsan yaşlanınca çocuklaşır dediklerinden midir yoksa açıklanan 9.7'lik enflasyon oranından mıdır, yeniden duygulandım. Beğenir veya beğenmezsiniz, kimsenin kınamasına aldırmadan oturup bir şiir denemesine kalktım. Ayıplamayın. Duygulanmak başka bir şey. Ancak yaşanır. Şiirimi beğenirseniz ve beni şiirde başarılı bulursanız, şairliğimdeki en büyük pay, TÜİK'indir. Benimki doğruya doğru. Öyle başarımın ardında eşim var demeyeceğim. Şayet dünya kuruldu kurulalı böyle şiir görülmedi; şiir şiir olalı böyle eziyet görmedi derseniz benim bir kaybım yok. İkinci denememde de başarısız oldum derim. Burada size ampulün mucidinin 600 deney yaptığını hatırlatırım.

Bugünkü ikinci şiir denememin ilkine oranla kolaylığı; kalem, kağıt ve silgiye ihtiyaç yok. Baktın olmadı mı, hiç iz bırakmadan siliyorsun.

Sizden bir isteğim olacak. Nasıl ki TÜİK, çalıştı çabaladı. Sonunda tek haneli rakamı buldu. Burada sonuçtan ziyade TÜİK'in emeğine saygı gösterilmesi gerekiyorsa şiir denememde de şiirime değil, emeğime saygı beklerim.

Şimdi sizi şiirimle baş başa bırakıyorum. Allah size sabır versin. Sayemde sabırda niçin ikinci bir Eyüp olmayasınız.

Savaştan yeni çıkmış devlet iken
Takvimler 26 Nisan 1926'ı gösterirken
Doğru dürüst bir şey yiyip içmeden
Bir istatistik kurumunu kurduk.

Adı TÜİK. TÜFE, TEFE alanı
Rakamlardır onun her bir anı
Her ayın üçünde onun zamanı
Piyasalar bekler onu dört gözle.

Biz yatarken yatmaz, didinir durur
Binlerce ürünü inceler durur
Çarpar, böler, toplar, çıkarır durur
Çıkan sonuca herkes şapka çıkarır.

Kolay değil, rakamlarla uğraşmak 
Devleti ve milleti memnun etmek
İstenilen rakamları çıkartmak 
Hasılı çok zordur TÜİK'in işi.

Kim çıkarabilir 9.7'lik oranı
Bu konu istatistiğin alanı
Söyler mi hiç bu millete yalanı 
Çünkü bilim asla yalan söylemez.

Kötü niyetliler bunu anlamaz
Milletim, sen bunları deftere yaz
Bu tiplere davul zurna bile az
İstedikleri sadece kötektir.

Tek haneli rakamdı muradımız
Sayesinde karardı bir yüzümüz
Sonunda bir bir tuttu hesabımız 
Sağ ol, var ol TÜİK! Çok yaşa e mi?

Ben saptım ama sen asla sapmadın
Gelen zamlardan hiç etkilenmedin
Duygulandırıp beni şair yaptın
Ne diyeyim sana? Çok yaşa TÜİK

4 Ekim 2019 Cuma

Peygamberimizin Hayatı Dersi ***


2012 yılından itibaren 4+4+4 zorunlu öğretime geçmemizle birlikte Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler ve Peygamberimizin Hayatı dersleri ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak seçilmeye başlandı. Türkiye’nin geçmişini iyi bilenler bu derslerin seçmeli ders olarak okullarda okutulmasının devrim niteliğinde olduğunu bilir. Umarım bu dersler emin ellerde öğrencilerimize okutulur. Çocuklarımız merdiven altı yerlerde dinimizi öğreninceye kadar denetime tabi resmi yerlerde öğrenmiş olurlar.

Niyetim bu derslerin seçilmesinin önemli olduğunu anlatmak değil. Bu dersler arasında önceleri Hz Muhammed’in Hayatı olan şimdilerde adı Peygamberimizin Hayatı diye değiştirilen seçmeli dersten bahsetmek. Bu dersten bahsedeceğim ama işin ucunda kınanmak, topun ağzında olmak da var. Çünkü katılır veya katılmazsınız bu dersi eleştirmek istiyorum. Umarım meramımı anlatabilirim.


Hz Muhammed bizim peygamberimiz. Hayatını inceden inceye bilmemiz, bizlere vermek istediği mesajı anlamamız gerekir. Onun dini alanda söylediklerini yapmak asli görevlerimizden biridir. Buraya kadar yazdıklarımda bir anormallik görmediniz. Ki olması gereken de bu, dediğinizi duyar gibiyim. Ben açıkçası Hz Muhammed’in hayatını anlatan bir dersin olmasını istemiyorum. Bunu sadece peygamberimiz için değil, kişilere ait bir dersin olmaması gerektiğini düşünüyorum. Neden derseniz? Kişiler adına okutulan dersler bir müddet sonra öğrencileri bezdirmeye başlayabilir. Nitekim biz bunu okullarda Atatürk’ü anlatan İnkılap  Tarihi derslerinde gördük. Hatta öyle zamanlar geldi ki belirli gün ve haftalarda her derste Atatürk’ten bahsettik. Sonuç? Atatürk'ü seven sevdi, sevmeyen yine sevmedi. Bu dersi vermekle ve diğer derslerde Atatürk'ten bahsetmekle Atatürk anlaşılabilmiş midir? Öyle zannediyorum anlaşılamamıştır.


Peygamberimizin Hayatı dersine gelirsek sürekli et yiyen bir insan bir müddet sonra et yemekten beziyorsa bu derste de hep Hz Muhammed'den bahsetmek, çocuklarda Hz Muhammed sevgisini artıracağı yerde azaltabilir. Nitekim bu dersi işleyen bir öğretmene sınıfından bir öğrenci, "Öğretmenim! Muhammed Muhammed… Başka isim yok mu? Hep Muhammed işliyoruz" demiş. Öğretmen de "Çocuğum, ders Hz Muhammed'in dersi. Elbette ondan bahsedeceğiz. Einstein'den bahsedecek değiliz herhalde, değil mi" demiş. Öğretmenler odasında ders öğretmeninin diğer öğretmenlerle konuşması esnasında bu sözlere kulak misafiri oldum.

Çocuk burada kötü niyetli değil. Derste hep Hz Muhammed ismi geçince garibine gitmiş olmalı. Öğretmen ne yapsın bu durumda? Elbette Hz Muhammed diyecek. Derse Hz Muhammed ile başlayacak, Hz Muhammed ile bitirecek. Ders boyunca Hz Muhammed şunu yaptı, bunu yaptı, şöyle biriydi, böyle davranırdı, ahlakı şöyle idi diyecek.

Yukarıda dediğim gibi kişiye özel bir dersin olmasını uygun bulmuyorum. Evet Hz Muhammed özel biri, diğer insanlar gibi değildir. Hayatını öğrenip hayatımıza uygulamamız lazım. Ama adına ayrı bir ders olacağına, diğer dersler içinde,  yeri geldiğinde peygamberin yaşantısından örnek vermenin daha faydalı ve etkili olacağına inanıyorum. Örnek vermek gerekirse; Kur'an-ı Kerim, Din Kültürü, Temel Dini Bilgiler gibi derslerde adalet konusu işlenirken ilgili ayetlere yer verdikten sonra peygamberimiz de "Bu hırsızlığı yapan kızım Fatıma da olsa cezasını verirdim" diyerek adalet konusunda peygamberimizin hassasiyetine dikkat çeksek daha iyi olur.

***02/11/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Kira Artışı

—Kiralık ev lazım.
—Hayırdır. Zaten kirada idin.
—Evden çıkıyorum.
—Ev sahibi ile aran iyiydi hani!
—İyi olmaya iyiydi. Ama çıkacağım. Daha doğrusu o beni çıkarıyor.
—Ne oldu, hayırdır?
—Kirada anlaşamadık.
—Hani paragöz biri değildi.
—Evet öyleydi. Ama paradan ziyade teklif ettiğim kira artışına bozuldu sanırım.
—Sen ne teklif etmiştin?
—Enflasyon oranı kadar.
—Yani?
—Enflasyon oranı biliyorsun dün açıklandı. Enflasyon yıllık bazda 9.7 dendi. Ben de ev sahibim enflasyonun altında kalan bir artışla mağdur olmasın diye açıklanan enflasyonun üzerine 0.3 refah payı ekledim. Artış yüzde 10 olsun dedim.
—Ne dedi?
—Dalga mı geçiyorsun sen? Çık dışarıya dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Efendim! Beğenmediysen bir de sen söyle. Bu enflasyon oranını açıklayan ben değilim. Sonra enflasyon düştü ise benim suçum ne? Bir orta yol bulup anlaşabiliriz dedim.
—Bu oran üzerine konuşacak bir şey yok. Evimde oturmanın da bir anlamı yok. Varsın evim boş kalsın. Evi de hemen boşalt dedi.
—Sonra ne oldu?
—Kapıyı yüzüme kapattı.
—Bu kadar niye kızdı ki?
—Ben de anlamadım. Anladığım tek şey kışa ramak kala ev arıyorum şimdi.
—Kızgınlıkla öyle söylemiştir. Sakinleşince bir daha konuş.
—Onu da denedim. Kapıyı açmadı. Tek duyduğum, sen hala evi boşalmadın mı oldu.



3 Ekim 2019 Perşembe

Liderlerin Başarısında Ekibin Önemi *

Liderlik ister doğuştan ister sonradan kazanılan bir yetenek olsun, lideri lider yapan; onu yücelten ve indiren birlikte çalıştığı ekibidir. Daha doğrusu ekip ruhudur. Bakmayın siz liderin ön planda olduğuna. İşin mutfağında ekibi vardır. Ekibi yoksa veya ekip yeterince yük ve sorumluluk almadığı takdirde tüm yük üzerine binen lider, misyonunu bir müddet daha devam ettirdikten sonra yavaş yavaş efor kaybetmeye ve gözden düşmeye başlar.

Ekip derken liderin birlikte çalıştığı kişilerden bahsetmiyorum. Çünkü her liderin etrafında birlikte çalıştığı kişiler vardır. Ekip dediğin yeri geldiği zaman inisiyatif alabilen, yaptıklarıyla göz dolduran, liderini aratmayan, liderinin yüzünü kara çıkartmayan, ufku geniş kapasiteli kişilerden oluşur. Lider ekibine güvenir, gözü arkada kalmaz. Lider ekibiyle istişare eder. Ekibi de görüşlerini söyleyerek katkı sunar. Liderinin görmediği, göremediği hususları liderine söylemekten kaçınmaz. Söyleyeceğini, yerinde ve zamanında söyler, liderinin arkasından iş çevirmez, liderini sırtından bıçaklamaz. Lideri de onlara değer verir, görür ve gözetir. Ekibine yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Ekibinde yer alan kişiler arasında koordinasyonu iyi yönetir. Ortaya çıkan sorunlara anında müdahale eder. Başına buyruk davranmaz. Hiçbirini dışlamaz ve ekibin dışına itmez. Çünkü ekipte kırgınlık, incinmişlik ve itilmişlik veya itilmişlik duygusu artarsa ekip yavaş yavaş dağılmaya yüz tutar. Çekip gidene niye gidiyorsun denmez, haydi güle güle denir, ayrılıp gidenlerin sayısında gözle görülür bir artış olursa hareket güç kaybetmeye ve lider sorgulanmaya başlar. Gidenlerin yerine yenisini monte etmek her zaman eski gidenin yerini dolduramayabilir.

İyi bir lider, herhangi bir sorun karşısında inisiyatif alıp öne çıktığı gibi yeri geldiği zaman kendisini geri planda tutmasını bilir. Çok ön plana çıkmaz. Ekibini öne sürerek onları çalıştırır. Her olayda söz söylemek ve öne atılmak liderin yüzünü eskitir ve kendisini tekrarlamaya başlar. Bu durum lideri tartışılır duruma getirdiği gibi yorar da aynı zamanda. Lider bazen geri plana çekilerek işleyişi ve gidişatı takip eder, aksayan yönleri tespit ederek giderme yoluna gider. Yeri geldiği zaman dinlenmek, kendisini ve hareketini sorgulamak için tatil yapmayı da ihmal etmez. Hareket başarılı olamadığı takdirde başarısızlığı kendine, başarıyı da ekibine mal eder.

Sonuç olarak bir harekette lider kadar ekip de önemlidir. İkisi bir bütündür, birbirini tamamlar. Lider iyiyse ekip de iyidir. Ekip iyiyse lider de iyidir. Ekip lidersiz, lider de ekipsiz yapamaz. Bir hareket lideriyle mi ön planda olmalı yoksa ekibiyle mi derseniz ekip derim. Çünkü ekip ön planda ise o hareket kurumsallaşır, kurum kültürü oluşur ve oturur. Lider ön planda olursa hareket, lideriyle sınırlı olur, lider gidince hareket ya dağılır ya da eski gücünü bir daha yakalayamaz. O yüzden hareketler, liderinden ziyade ekibiyle anılmalıdır.

*29.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.