Ana içeriğe atla

Kabir Hayatı

Kabir hayatı var mı? Bu hayatta ödül ve ceza var mı? İyiler için burası cennet bahçelerinden bir bahçe mi ya da cehennem çukurlarından bir çukur mu? Müslümanlar arasında bu hayatla ilgili, var; hadislerde geçiyor, yok; Kur'an'da geçmiyor, tartışmaları bir türlü nihayete ermedi. Merak ediyorum, kabir hayatının olması ya da olmaması bize ve imanımıza bir katkı sunmakta mıdır? Var veya yok deyince hayatımızda ne gibi bir değişiklik olmaktadır? Bu tartışma sonucunda da iş, hadisi inkar ediyorsun, sünnet düşmanısın, Kur'an bize yeter veya hurafelere inanıyorsun ithamına kadar varıyor. Yani bu tartışma da bir, beraber ve kardeş olması gereken Müslümanların arasını açıyor.

Varlığı veya yokluğu yaşantımıza olumlu veya olumsuz bir katkı sunmayan kabir hayatı, biz öldükten sonra olsa ne olur, olmasa ne olur? Gidip gelen mi var? Gelip de kendisine çekidüzen veren mi var? Ahiret dediğimiz ebedi alemin olduğuna inanmamıza ve bu dünyadan bir müddet sonra çekip gideceğimizi bilmemize rağmen hayatımızda bir değişiklik mi yapıyoruz? Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamıyor muyuz? 

Bu kısa açıklamamdan sonra kabir hayatının olup olmadığı hakkında bir değerlendirmede bulunacağım. Yapacağım değerlendirme ayet ve hadisten yararlanmadan, tamamen ındî bir değerlendirme olacaktır. Görüşlerim sadece kendimi bağlar. Bunları açıklıyorum ki kimse beni kendi tartışmasına alet etmesin ve beni bir yere koymaya kalkmasın. Başkasının ne dediği ve hakkımda ne düşündüğü beni bağlamaz. Niyetim inkar ve kabul değil, kalbimin mutmain olmasıdır. İsabet edersem ne mutlu bana! İsabet etmezsem Allah beni affetsin. 

Öldükten sonraki hayat, ikinci sura üfürülüp herkesin mahşer yerinde hesabını verdikten sonra başlayacak. Amel defteri sağından verilenler cennete, solundan verilenler ise cehenneme gidecek ve bu andan itibaren ebedi yaşayacağımız âlem başlayacak. Ben böyle düşünüyorum. Mahşer yerinde hesap varsa -ki vardır- kabirde ayrıca hesaba çekileceğimizi sanmıyorum. Şayet kabirde sorgu varsa bu, aynı yaşantıdan iki defa hesaba çekileceğimiz anlamına gelir. Bunu aklım pek almıyor. Mahşer yerinde ilk insandan başlanarak hesap vereceğimizi düşünüyorum. Kabirde sorgu olsaydı dünya ve ahiret hayatından bahseden Allah, kabir hayatından da bahsederdi. Çünkü kabir dediğimiz hayat, ahiret hayatına göre kısa, dünya hayatına göre uzun bir süredir.

Ruh, öldüğümüz anda bedenimizi terk ediyor, bizce bilinmeyen bir yere gidiyor. Kabre, yaşam fonksiyonlarını yitirmiş bir cesedi koyuyoruz. Toprağa gömülen ceset ise mükafat ve ödülün ne olduğunu hissedemeyen, duymayan, işitmeyen vücudumuzdur. Niçin toprağa gömülüyoruz? Her şey aslına rucû eder misali aslımıza dönüyoruz. Toprakla temas eden vücudumuz kısa zamanda topraklaşıyor. Toprağın dışında konacağımız bir yer, dünyayı yaşanmaz kılar. Çünkü etraf kokudan geçilmezdi.

Hz Adem'den beri vefat edenler, kıyamete kadar vefat edecekler, halihazırda ne yapıyorlar derseniz? Bence vücut fonksiyonunu yerine getiremeyen ve iradesi yerinde olmayan kişilerin hastanede fişe takılı bir şekilde bitkisel hayat yaşamasına benzer. Kazara dirilse ne kadar yattığı sorulsa bilemez. Çünkü geçen zamandan habersizdirler. İkinci surla beraber ayrı bir yerde ikamet eden ruhlar, yeni bir bedenle tekrar diriltildiğinde kendilerine ne kadar uyutuldukları sorulsa, ya bir gün ya da yarım gün derler. Çünkü ölen, bitkisel hayat yaşayan, uyuyan ve uyutulan için zaman mefhumu yoktur. Zaman mefhumu iradesi olan kişiler için vardır. Nitekim uzun süre uyutulan Ashabı Kehf'e ne kadar uyudukları sorulduğunda ya bir ya da yarım gün, cevabı verdiğini hepimiz biliriz. Kanaatime göre ilk insan Hz Adem de aynı şekilde cevap verecektir.

Sonuç olarak kabir hayatı diye bir hayatın olduğunu, Münker ve Nekir isimli meleklerin ölenleri sorguladığını, ölülerin ödül-ceza şeklinde bir muameleye tabi tutulduğunu düşünmüyorum. Ölenler için gerçek hayatın mahşer yerinden itibaren başlayacağını düşünüyorum. Halihazırda bu düşüncedeyim.

Kabir hayatının olmaması gerektiği şeklindeki kanaatimden dolayı kendimi inkârcı olarak görmüyorum. Çünkü bu konuda delil olarak gösterilen hadisi şerifleri zayıf buluyorum. "Ölüleri dirileceğim" buyuran Allah Teâlâ’ya İbrahim peygamberin "Nasıl dirilteceksin" sorusunu sorması, Allah'ın "Bana inanmıyor musun" demesi, İbrahim'in "İnanıyorum ama kalbim tam ikna olmuş değil" pozisyonundayım. Allah, İbrahim'e (as) nasıl dirilteceğini göstermiş ve İbrahim'in kalbi mutmain olmuştur. Yani kalbim mutmain olmuş değil.

Kabir hayatı var/yok diyenlerin birbirlerini inançsızlık, sapıklık, hadis inkarcısı ilan ve itham etmelerine de bir sözüm olsun. "Kalbim mutmain değil" diyen Hz İbrahim'in tereddüt ettiği konu imanî bir konudur. Yani öldükten sonra dirilme gerçekliğidir. İmanî bir konuda Allah, İbrahim peygamberi ikna etmeye çalışıyor. Ey İbrahim! Sen böyle demekle kafir oldun demiyor. Onu dost edindiğini ve "Babasına ettiği dua dışında sizin için örnektir" buyuruyor. Bize ne oluyor ki imanî bir konu olmayan kabir hayatı konusunda birbirimizi inkar ve sapıklıkla itham ediyoruz? İşi hemen peygamberin sözünü kabul etmeyen Allah'ı inkar etmiş noktasına getiriyoruz. Bu meseleyi ve Müslüman kardeşimizi çok dert ediniyorsak onları ithamdan ziyade ikna etmeye çalışalım. Çünkü bu mesele kalbin mutmain olmasıdır. İkna edemiyorsak karşı tarafı suçlama yerine eksikliği kendimizde bulalım. Aslında en iyisi bu gaybî bir konudur. Tartışmakla bir yere varamayız. O yüzden bu tür gaybî konular üzerine pek kafa yormayalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde