4 Eylül 2019 Çarşamba

Bir Annenin Feryadı ***

“Diyarbakır'da genç bırakmadınız genç...
Ya cezaevinde ya toprağın altında… 
Başlarım sizin Kürdistan davanıza da…
Sizin çocuğunuz dağa gitsin, kıyameti koparırsınız...
Senin oğlun hangi özel okulda okuyor? Sen bunu desene... 
Fakir fukaranın çocuğu dağa, bunlar koltuklarda… 
Alıştınız insanları dağa göndermeye...
Vermiyoruz. Size verecek çocuğumuz yok."

Bu sözler 17 yaşındaki çocuğu dağa kaçırılan Diyarbakırlı bir annenin, HDP binasının önünde oturma eylemi yaparken bir HDP’li yetkiliye söylediği sözler. Feryadı veya isyanı da diyebiliriz. Videodan izlediğim kadarıyla kadında rol yoktu, içinden geldiği gibi konuşmuş, daha doğrusu içini dökmüş, “Başlarım sizin Kürdistan davanıza” diyerek isyanını dile getirmiş. Bir dert ancak bu şekil dile getirilir. Öyle ya! Hangi anne, dokuz ay karnında taşıyıp büyüttüğü çocuğunun terörist olmasını ister? Çocuğu bir hiç uğruna terörist olursa, ölür ya da öldürülürse bu annenin yüreği dayanır mı? Çocuğu elden gittikten sonra –birilerinin serap misali, hayal dünyasındaki- Kürdistan’ı ne yapsın bu anne? Ağlarsa anam ağlar dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Her annenin eli öpülür ama bu annenin eli daha bir başka öpülür. Hak arayışında belli ki. İçi yanmış. Kim tutar onu? Cesaretine kurban bu annenin. Helal olsun.

Bu mücadelenin fitilini bir hafta önce “Çocuğumu PKK dağa kaçırdı, çocuğum gelinceye kadar buradan ayrılmayacağım” diyen bir anne ateşlemişti. Eyleminin üçüncü gününde oğlu emniyete gelip teslim olunca eylemini sonlandırmıştı. Dağa kaçırılan, bir çocuk değil ki… Ardından başka anneler de HDP binası önünde oturma eylemi başlattı. İşte bu eylemcilerden biri de Fevziye Çetinkaya isimli anne. Yani yazımın başınca alıntısına yer verdiğim annenin adı. Sanırım bu sefer çocuğunu dağa kaçıranlar çetin kayaya çarptılar. Çünkü kolay kolay pes edeceğe benzemiyor.

Diyarbakır HDP binası önünde eyleme başlayan anne sayısı halihazırda bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama eyleme katılan annelerin sayısında kısa zamanda artış olacağını ve bu eylemlerinden sonuç alacaklarını düşünüyorum. Önde ve fikir babası, yüreği yanmış anneler olursa bu tür eylemler ses getirecektir. Diyarbakır’da başlayan bu eylem yüreği yanan diğer illerdeki anneleri de harekete geçirecektir.

Kadınların daha doğrusu annelerin başlattığı bu direniş, aslında bir fırsata dönüştürülebilir. Kameraların önünde cereyan edecek bu eyleme devlet, oranın güvenliğini sağlamanın dışında müdahale etmemelidir. Yani eylemi devlet sahiplenmemelidir. Çünkü sahiplenirse eylemden beklenen sonuç gerçekleşmez. Öyle zannediyorum, annelerin başını çektiği bu eylem, çoğu annelere çocuklarını geri getirebileceği gibi bundan sonra PKK, çocuk kaçırma eylemine girişecekse yoğurdu üfleyerek yiyecektir. Bu eylemin barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yeter ki annelerimiz pes etmesinler, eylem provoke edilmesin.

Haklı davalarında tüm kalbimizle annelerin yanındayız. Zira bir eylemde anneler varsa o eylemlerden sonuç alınır. Haydi hayırlısı…

***05/09/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




3 Eylül 2019 Salı

İki Kişi veya Gruplar Arasına Kara Kediler Girerse *

Sevip saydığınız kişi ya da kişiler arasında zaman zaman sorunlar çıkabilir. Sorunu çözme iradesi gösterirlerse üçüncü şahıslara ihtiyaç duyulmadan bir araya gelerek aralarındaki sorunu çözebilirler. Bir araya gelemiyorlarsa iki tarafın da sevip saydığı kişiler onları bir araya getirir, onları uzlaştırır. 

Sorun büyük, sorunu çözmek için bir araya gelemiyorlar, birbirlerine mesajı ekran ve meydanlardan vermeye başlamışlar ve bunları sevenler de bu durumdan hoşnut değiller ise sevenlerine düşen;
1.Tarafları bir araya gelmeye ve aralarındaki sorunu çözmeye zorlamaktır. Bunun için gerekirse yalan söylemektir. Bu yaptığınızdan hoşnut değiliz, ayrışmaya hakkınız yoktur. Buyurun aranızdaki sorunu çözmek için eteğinizdeki taşları dökün. Şayet haklı-haksız noktasında anlaşamayacaksanız biz aranızda hakem olalım, hakemliğimiz de işe yaramazsa dışarıda birbirinizin aleyhinde konuşmamalısınız şeklinde sükunet telkin etmektir.
2.Bu süreçte birinin lehine, öbürünün aleyhine tarafgirlik yapmamaktır. Çünkü tarafgirlik sorunu çözmez. Hazırında yangına körükle gitmek olur.
3.Sosyal medya gibi yerlerde yine birinin lehine diğerinin aleyhine paylaşımlar yapmamaktır. Bu, bu duruma üzülmek değil, göze girmek için yapılan paylaşım anlamına da gelir.
4.Eğer illaki kızacaksanız tarafların her birine kızın. Çünkü hiçbir yerde sorun tek taraflı olmaz. Sadece oranları değişiktir.
5.Anlaşamadıkları takdirde bu, bir tarafın haklı veya iyi, diğer tarafın haksız veya kötü olduğu anlamına gelmez. Bazen iki iyi insan anlaşamayabilir.
6.Her iki tarafa sevgi ve nefrette aşırı gitmemektir. Dostlarınıza ve düşman bildiklerinize sevgi ve nefrette haddi aşmayın. Çünkü sevgi ve nefretin aşırısı sonuçları itibariyle aynı amaca hizmet eder. 
7.Yapılan her şey fayda sağlamaz ise yapılması gereken susmaktır, dua etmektir, zamana bırakmaktır. Çünkü zaman her şeyin ilacıdır. Her iki tarafı zorlamak için gerekirse iki tarafa da tavır almaktır.
8.Bu süreçte yapıcı rol oynamayanlara düşen Allah rızası için hiçbir şey yapmamalarıdır. Bu, hem kendileri hem de taraflar için hayırdır. Bunu yapmayanlar fitne ateşine sadece odun taşımış olurlar. Bu da kimsenin hayrına olmaz.
9.Tüm bunları yaparken tarafları savunmaya geçme durumuna düşürmemektir.
10.Tarafları sakinleştirerek usul, yol, yöntem bilmeyenler hiç araya girmesinler. Çünkü kaş yapalım derken gözü çıkarırlar. Bu tiplerin kendi asıl işlerine yoğunlaşmaları en makul yoldur.

* 06/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Dürüstlük Her Zaman Kazanır"

Kiracı olanlar bilir, ev sahipleri de. Yıl doldu mu kiracı ile ev sahibi bir araya gelir, az veya çok kira artışı yapılır. Kira artışı yapılırken çoğunluk TÜFE göre hareket ederken kimi de karşılıklı anlayış içerisinde orta bir fiyatta anlaşırlar. Gerçi ben anlaşırlar diyorum ama yetki genelde ev sahiplerindedir. Son sözü onlar söyler. Kiracı, artışı beğenmezse evden çıkmak için başka bir ev arayışına girer.

Ben de bir kiracıyım. Üç yıl önce eylül ayında oturmuştum bu eve. Ev sahibim yurt dışında ikamet etmekte. Her yaz Türkiye'ye geldiğinde hem ziyaret hem de kira artışı için 15-20 dakikalığına bize uğrar. Çay ya da kahvemizi yudumlarken hal hatırdan sonra kirayı da konuşur, alışverişi tatlıya bağlarız. 

Evi ilk kiralayacağım zaman kendisiyle telefonla görüşmüş, birbirimizi görmeden evini tutmuştum. Sağ olsun, fiyat konusunda da yardımcı olmuştu. Yıllık artışlar da bu şekil karşılıklı anlayışla çözüldü. 

Ev sahibimin kira konusunda gösterdiği bu kolaylığı ben de kendi kiracıma gösterdim. Hem ilk kiraya verirken hem de yıllık artışta kolaylık sağladım. Muhitinde en uygun kira ile oturanlardan biridir. Kendim de hakeza.

Eylül ayı gelince üç yıldır oturduğum evin kira artış zamanı geldi ama her yıl kira artışı için evimizi temmuz, ağustos ayında ziyaret eden ev sahibim bu sene gelmedi. Sonunda kendisine kira artışı yapmamız lazım, zira zamanı geldi. Kira artışı için ne düşünüyorsunuz şeklinde bir mesaj gönderdim. "Bu sene Türkiye'ye gelemedim, yoğunluktan kirayı da unutmuşum. Fırsatını bulunca yazacağım" şeklinde cevap aldım. Ertesi günü "Siz ne kadar düşünüyorsunuz" dedi. Ben de karşı komşumun kira artışını söyledim. Onunki kadar artırırsanız memnun olurum. Yine de karar sizin dedim. Söylediğim miktarı az bulduğunu, kendisinin şu kadar düşündüğünü yazdı. Kendisine söylediği miktarın yüksek olduğunu, evinizi ilk tutarken yaptığınız indirimi bu sene de görmek isterim. Yardımcı olursanız sevinirim dedim. Biraz düşündükten sonra "tamam, sizi kırmayayım. Dediğiniz gibi olsun. Çünkü kira artışını siz hatırlattınız. Dürüstlük daima kazanır, lafta kalmasın. Güle güle oturun" yazdı. Kendisine teşekkür ederek bir kira artışını daha bu şekil tatlıya bağlamış olduk.

Ev sahibimin artış olarak düşündüğü miktar benim düşündüğümün iki katı idi. Onu benim telaffuz ettiğim miktara getiren, kira artışını hatırlatmam idi. Yazdığı "Dürüstlük her zaman kazanır, lafta kalmasın" sözü kira artışından daha fazla memnun etti beni. Dürüst olmamama rağmen sadece hatırlatma yapmam beni dürüst görmesine neden oldu. Keşke dediği gibi dürüst olabilsem… Allah dürüstlüğe prim veren ev sahibimden ve hayatını dürüst yaşayanlardan razı olsun, dürüstlerin sayısını artırsın.

Öyle Güçlü Ol ki...

Oğul! Gel sana altın öğütler vereyim. Zira elli yılın tecrübesi var bende. Öğütlerimi yerine getir ki sırtın hiç yere gelmesin.

Hangi işi yaparsan yap. Birinci önceliğin en güçlü olmak olsun. Güçlü olmak için de kendini yetiştirmelisin. 
Kendini yetiştirdin. Ama bu, tek başına yeterli değil. Aynı zamanda kendini pazarlamayı bileceksin. Kendini pazarladın mı arkası kolay. 
Diyelim ki sen kendini yetiştirdin, reklamını iyi yaparak pazar payını da her geçen gün artırdın ve zirveye oturdun. Rehavete kapılmak yok, şımarmak yok. Çünkü zorluk devam ediyor. Evet kendini geliştirmen ve en büyük pazara sahip olman önemli. Esas önemli olan o pazarda tutunmak ve sürekli olmaktır. 
Kalıcı olmak için bundan sonraki söyleyeceklerimi daha dikkatli dinle. Aç kulaklarını.
Öyle çalışacaksın ki insanlara kendini sevdirmelisin. İnsanlar sende kendilerini bulmalılar. Senin için ölümü göze almalılar. Sevgin dilden dile dolaşmalı. Böyle bir ortamı oluşturdun mu karşına rakip de çıkmaz. Çıkmaya kalkanı sana gösterilen sevgi seli boğar. 
Arkana takılan bu insan selini belli bir yöne kanalize etmek için sık sık konuşmalısın. İnsanların nabzını iyi tutmalısın. Bu, aynı zamanda gücünü göstermen için bir fırsattır.
Sana yaklaşanı ihya etmeyi ihmal etme. Onları göbeğinden bağla.
Senden uzaklaşmaya çalışanlar çıkar ise -ki çıkacaktır- onları boğmaya çalış. Baktın olmadı mı? Onları sevenlerine hedef göster. Sevenlerin onları çiğ çiğ yer.
Dönüşü olmayacak şekilde çıktığın yolda hiç merhamet gösterme. Karşına kim rakip çıkarsa veya alternatif olmaya kalkarsa nefes almasına fırsat verme. Mümkünse doğmadan yok et ki çıktığına, çıkacağına pişman olsun. Hiçbir şey yapmasan bile onları itibarsızlaştırmaya çalış. Çünkü densizliktir yaptıkları, had bilmemezliktir.
Sana engel olacak, ayağına dolanacak kim varsa onları hep savunmada bırak. Çünkü savunmaya geçen çok hata yapar. Hata da onları yok eder.
Rakiplerine göstereceğin hoşgörü beraberinde zaafı getirir. Rakiplerin bundan güç alır.
Asla eleştiriye gelme. En nefret edeceğin eleştiri türü de yapıcı eleştiri sahiplerine olsun. Sen herkesi eleştir, herkese ayar ver ama kimse sana kaşının üstünde gözün var diyemesin.
Tüm bunlar olup biterken sana olan sevgi seli biraz azalmaya yüz tutsa da saldığın korku rakip ve alternatiflerine yeter de artar bile. Çünkü çoğunluk güçten yana saf tutar. Diğer tarafın gücü ortaya çıkmadan seni kolay kolay terk edemezler. Ortaya çıkanlar sap gibi orta yerde kala kalırlar.
Böylesi durumda gücün zayıflamaya doğru gitse de, sana olan sevgi selinde bir azalma olsa da saldığın korku senin ömrünü biraz daha uzatır. Artık uzatmalara oynarsın. Bu durumda çekil, işi tadında bırak diyeceğim ama çekilemezsin. Çünkü gözünü hırs bürümüştür. Yenilgiyi hazmedemezsin. Yine eskisi gibi olacağım, bende bu yetenek var, daha önce sıfırdan bu noktaya geldim diyerek kendini kandırırsın. Unutma ki köhnemiş bu kokuşmuşluğu düzeltmek, bir şeyi sıfırdan yapmaktan daha zordur. Hatta imkansızdır.
Tüm bunlar olup biterken sen hiç burnundan kıl aldırma. Hep başkasını eleştirmeye, suçu onlara atmaya devam et. En azından egonu tatmin etmiş olursun.




70'lerin Siyah Bücürleri


1.Karasınır İlkokulu 1.veya 2.sınıfta okurken 1/A ile 1/B sınıfının toplu fotoğrafı. Öğretmen olmadığı zamanlarda çoğu zaman bu iki sınıfı birleştirirlerdi.  Bazen bu birlikte okuma haftalar, aylar sürerdi.
2.Haliyle sıralara üçer kişi otururduk.
3.Yanlış saymadıysam fotoğrafta öğretmen hariç 67 kişi var.
4.Resimdeki öğretmen A şubesinin öğretmeni Kıymet Hanım olmalı.
5.Resmin altında yazılan 1972 tarihi muhtemelen doğru değil. (Şayet sadece fotoğraf çekimi için bir araya gelmemişsek) Resim 1974-1975 yılına ait olmalı. Çünkü A ve B şubeleri 4.ve 5.sınıfta sık sık aynı sınıfta ders işlerdi. 
6.Sınıf birleştiğinde benim şubem olan B sınıfı A şubesine giderdi. Çünkü ilk üçte okuduğum Mustafa Varel öğretmenimiz nakil gittikten sonra bize gecikmeli olarak 4.sınıfta Hacer öğretmen, 5.sınıfta Ramazan Kızıldağ girmişti.
7.Çoğu arkadaşımın simasını unutmuşum, çoğu ile nice yıldır görüşme imkanım olmadı.
8.Sağdan sola oturanlardan üçüncü sıradaki Sefer Akmaz'ın arkasında oturan kişi benim resmim. Nerede bu turuncu kafa demeyin. Resim siyah beyaz olduğu için alametifarikam tam belli değil. 
9.Resimde beni 67 kişi içerisinde farklı kılan bir özelliğimi daha gördüm. Bu özellik benim dışında iki, üç kişide de var: Gömleğin yakasını yakalığın üzerine çıkarmışız. Muhtemelen beyaz yakalık kirlenmesin diye.(Ne diyeyim? Olacak çocuk, ta o zamandan belli imiş(!) Annemize fazla iş çıkarmamışız.)
10.İlk defa gördüğüm bu resimden bizden bir üst sınıfta okuyan Fazlı Şeker arkadaşımızdan whatsapp aracılığıyla haberdar oldum. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.
11.Bu resimde olanların çoğu elan dede olmalı. Vefat edip aramızdan ayrılanlar da var. Allah onlara rahmet eylesin.
12.Resim nereden bakarsanız 47 yıllık bir resim. Yarım asrı devirmeye ne kalmış şurada.
13.Resimdeki tüm arkadaşlara selamlar buradan. Allah hepsine sağlıklı ve bereketli ömürler versin.
14.Bu arada dün okuduğumuz okulun yanından geçtim. Yerinde yeller esiyordu. Zaten bizden sonra orada okuyan kalmamış, okul yukarıya taşınmıştı. O okulun ceremesini biz ve bizden öncekiler çekti.

Fotoğraftan çıkarabildiklerim: 

Sağdan sola oturan erkekler 
1.Mehmet Bulduk 
2.Mustafa Bağcı
3.Sefer Akmaz
4.Mehmet Arıcı 
5.Mehmet Ali Çakır
6.Osman Karagöz
7.Devriş Akar
8.Hayati Demirci
9.Ali Akar
10.Mustafa Gezici 
11.Memiş Bağcı
12.Halil Bakırcı 
13.Osman Bahçıvan
14.Mustafa Kestane
15.Ahmet Öksüz

Orta sırada oturan erkekler (Sağdan sola)
1.Ramazan Dolapçı 
2.Bahattin Durucu
3.Ramazan Yüce
4.Fahri Yazıcı
5.Kamil Karagöz
6.Mehmet Çakır
7.Mehmet Şirin 
8.Şaban Şevik 
9.Ali Coşkun
10.Ali Özçelik
11.Mustafa Kesik
12.Veysel Arslan
13.Mustafa Kesik
14.Veysel Arslan
15.Turgut Kahraman
En arka sağdan sola erkekler
1.Ömer Dolapçı 
2.Hüseyin Doğan
3.Mehmet Ali Özdemir
4.Battal Sümbül
5.Naim Dereli
6.Mehmet Dolapçı 
7.Mustafa Demirci
8.Doğan Çelik
9.Hakkı Sürücü
10.Mustafa Satıcı
11.Musa kazım Özcan
12.Şaban Avcı

2 Eylül 2019 Pazartesi

Kavgamızı Hutbeler Üzerinden Vermeyelim! *

Malumunuz ağustos ayı bu milletin zafer ayıdır. Malazgirt, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık, Belgrat, Mohaç, Kıbrıs, Erzurum Kongresi, Sakarya Meydan Savaşı, Büyük Taarruz hep bu ayda olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı da ayın mana ve önemine işaret etmek amacıyla "Vatan bize Emanettir" başlıklı bir hutbe hazırlatarak 30 Ağustos 2019 günü tüm camilerimizde bu hutbeyi okuttu. Hutbede vatanı korumanın kutsal bir görev olduğuna işaret edildi. Bir cümle ile de bu ayda kazanılan zaferlere değinildi: "Malazgirt'ten Kosova’ya, Mohaç'tan Büyük Taarruz'a kadar kazanılan zaferler bunun en büyük şahididir" denildi.

Hutbe, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve diğer zaferlerin anlamına uygun bir şekilde okundu, bitti. Ama tartışması bitmedi. Hatta Ankara'da bir camide hutbede Atatürk'ün ismine yer verilmedi denerek cumaya gelen bazı vatandaşlar okunan hutbeye tepki gösterip camiyi terk etmişler. Bu kadarla kalsa iyi. Aynı tepki bazı siyasilerin de ağzında. Vay efendim! Atatürk'ün ismi hutbede niye geçmedi şeklinde.

Hutbede herkesin fark ettiği benim fark edemediğim bir ayrıntı mı var diye dinlediğim hutbeyi bir defa da okudum. Acaba diğer zaferlerin komutanlarının isimleri anıldı da Atatürk'ün ismi es mi geçildi dedim. Hutbede ne Malazgirt Meydan Muhasebesini kazanmış Alpaslan'a ne Kosova Meydan Muhaberesini kazanan Sultan Murat'a ne Mohaç Zaferini kazanmış Sultan Süleyman'a ne de Büyük Taarruz'u kazanmış Mustafa Kemal'e yer verilmiş. Yani savaşların adına yer verilmiş, ama kahramanlarından bahsedilmemiş. Diğer kahramanlardan bahsedilse de Atatürk'e yer verilmese burada bir kasıt var diyeceğim. O zaman mesele ne? Maksat hasıl olmuş bence. Zaferlerimizden bahsederek bu vatanın kolay kazanılmadığı, ecdadımızın bu vatanı bize emanet ettikleri, bizim de bu vatanı korumada gereken özeni göstermemiz gerektiği izah edilmeye çalışılmış ve hutbeye konan başlıkla da bu durum zaten açık bir şekilde ifade edilmiş. Zaten önemli olan da bu değil mi? Ötesi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olur.

Kutuplaşmanın bir sonucu olarak gündelik hayatta tartışmadığımız konu, tartışmadığımız mahal kalmamıştı. Sonunda camilerimiz de bu kutuplaşmadan nasibini aldı. Kavgamızı caminin içine kadar soktuk, hem de hutbe okunurken. Olmadı bence. Hepimizin ortak ibadet yeri olan camiler ve okunan hutbeler tartışılır hale getirilmemeli. Birileriyle kavgası olanlara, kavgalarını cami dışında yapmalarını tavsiye ederim. Kavgamızı hutbeler üzerinden vermeyelim. Çünkü camiler tartışma mekanı değildir. Böyle giderse ilerde camilerimiz de senin camin, benim camim şeklinde ayrılır. Bundan da ülkeye hiçbir fayda gelmez.

Şunu kimse unutmasın ki hutbeler tarih dersi vermez, genel hatlarıyla mesaj vermeye ve Müslümanlara bir bakış açısı kazandırmaya çalışır. Ötesi başkalarının işidir.

Burada okuttuğu hutbelerden dolayı zaman zaman benim de eleştirdiğim Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük bir görev düşüyor. Okutacağı hutbe konularını sıkı bir elemeye tabi tutmasında fayda var, yoğurdu üfleyerek yemeli, vatandaşı da doğru bilgilendirmeli. Seçtiği konu ve içeriği en ufak bir tartışmaya mahal vermemeli. Hutbe konusunu belirlerken belirli gün ve haftaları takip etmekten vazgeçmelidir. Konu seçiminde Müslümanların kronik dertlerine yer vermelidir. Belirli gün ve haftaları bıraksın okullar kutlasın, devlet erkanı ve halk resmi törenle ansın. Diyanet de kendi işine baksın.

*04/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Eylül 2019 Pazar

Konya Ölmesin! ***

Konya’nın trafik yoğunluğunu rahatlatmak ve şehir insanının toplu ulaşım araçlarıyla gideceği yere kısa zamanda, daha rahat gidebilmesini sağlamak amacıyla 2012 yılının Ekim ayında “Konya için niçin metro düşünülmez” anlamında “Bilgi Edinme” hakkımı kullanmıştım. Yazıma başbakanlıktan cevap beklerken 30/10/2012 tarihinde Konya Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama Raylı Sistem Dairesi Başkanlığı’ndan “Şehrimizin ihtiyacı olan yeni raylı sistem hatları inşa etmek ve bu kapsamda modern tramvay vagonları alınması ile ilgili çalışmalar sürdürülmektedir. Bilgilerinizi rica ederim.” şeklinde bir cevap geldi.

Belediyemiz bu süreçte dediği gibi Alâeddin ile SÜ yerleşkesi arasında yeni raylı sistem hatları inşa etti ve vagonları da yeniledi.

Metro beklentim sönmeye yüz tutmuş, kendimi yeni raylı sisteme hazırlamış ve gelip gideceğim yerlerin ulaşım durumuna göre pozisyon almış iken Başbakan Ahmet Davutoğlu Konya’ya metro müjdesi vererek umutlarımı yeşertti. (24/04/2015)

Arkası gelmeyecek galiba derken Başbakan Binali Yıldırım, “Konya'ya yapılması planlanan metro hattı ihalesinin bu yıl yapılacağını” açıklayarak umutlarımızı yineledi. (03/03/2018)

Galiba bu iş yattı derken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “İnşallah Konya metrosunun yapımına başlıyoruz. Bu hattın ilk etabının ihalesini eylülde yapıyoruz” dedi. (01/09/2019) 

Metro yapılır mı yapılmaz mı bilmiyorum. Ama yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik gibi görünüyor. Çünkü birinci ağızdan ihalesi yapılacak denilerek müjde yenilendi. İnşallah Konyalının beklediği metro umudu bir başka bahara kalmaz. Ki kalmamalı. Çünkü Konya 2015 yılından beri metro projesinin hayata geçirilmesini bekliyor. Umarım devletin imkanları buna el verir. Şu hikayedeki gibi olmasını kimse temenni etmez:

Kral, dondurucu bir kış günü gecenin soğuğunda nöbet tutan bir muhafıza sorar: "Üşümüyor musun ?"
Muhafız: "Ben alışığım kralım" der. 
Kral: "Olsun sana sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim" der ve gider. Ancak bir süre sonra emri vermeyi unutur.
Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini bulurlar. Muhafız duvara bir şeyler karalamıştır. Duvarda şunlar yazılıdır: "Kralım, soğuğa alışkındım, fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü."

Alıntısını yaptığım bu hikayeyi bilmeyenimiz yoktur. Hikayeden çıkaracağımız mesaj; yapmayacağımız/yapamayacağımız veya unutacağımız vaadi vermememiz gerektiğidir. Bunu sadece metro müjdesi/vaadi için söylemiyorum. Tüm müjde ve vaatler de böyledir. Çünkü her müjde bir umuttur, insanları beklentilere iter. Vaat yerine getirilmediği takdirde büyük hayal kırıklığı olur. Kişilerin vaat verene güveni kalmaz. Bu yüzden umutları ve güveni yok etmemek gerekiyor.

Hasılı Konya, nice yıldır metrosuzluğa alışkın. Ama üçtür verilen müjde/vaat boşa çıkarsa ölür…

***03/09/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.