27 Ağustos 2019 Salı

Fıkıh İlmine Dair (2)

"Fıkıh İlmine Dair" başlığını koyduğum yazıda geçmiş içtihat ve fetvaların günümüzde bazı sorunlarımızı çözmekten uzak olduğunu, şartların ve zamanın değişmesiyle birlikte geçmiş ictihatların günümüz bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesinde fayda olacağını izah etmeye çalıştım. Bu yazımda da günümüzde Müslümanların önünde problem gibi duran bazı konuları örnek olarak vermek istiyorum.
1.Evlilik ve boşanma...Müslümanlar, örf veya dini görüş diyebileceğimiz evlenme ve boşanma konusunda medeni hukuk ile çelişki yaşamaktadırlar. Kayda alınmayan "imam-hoca veya dini nikah" ve boşanma konusunda insanımız çoğu zaman ikilem içerisinde kalmakta ve sorun yaşamaktadır. Bugün toplumun büyük bir kesiminin resmi nikah dışında evlilik akdi olarak kıydırdığı "dini nikah" konusunda fıkıh ne der. Yine erkeğin "boş ol" demesi hususunda fıkıh, günümüze dair ne söylemek ister? Çünkü birçok insan söylediği bit sözden dolayı çoğu zaman bir çıkış kapısı aramaktadır. Kayda bağlı olmayan evlilik ve boşanma durumu kadının aleyhine bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bir ticari alışverişte borçlanılacağı zaman(borç ayeti) neler yapılması gerektiğini Bakara süresinde Allah bir sayfada izah ederken daha önemlisi ve toplumun temel taşı olan ailenin birleşmesinde ve ayrılmadında biz niçin işi kayıt küreğe bağlamayız, uçup giden söz ile hallediyoruz. Bence nikah ve talak işini ciddiye alıp yeni bir açılım ve bakış açısı getirilmelidir.
2.Miras meselesi...Nisa süresinde miras taksimi ayrıntılı bir şekilde verilmiş. Kısaca erkeğe bir, kadına onun yarısı diye özetleyebileceğimiz miras hukuku toplum yapısının değişmesi nedeniyle günümüzde pek çok aile tarafından uygulanmamaktadır. Bunun yerine kadın ve erkeğe paylaşımı eşit gören medeni hukuku tercih etmektedir. Bu çelişkinin önüne geçmek için Nisa süresi 7.ayetten hareketle aile fertlerinin sorumluluğu, aile bütçesine katkısı gibi illetlerle yeni bir bakış açısı getirilebilir mi? Nisa 7.ayet geneli, Nisa 11.ayet, ayetin indiği toplum yapısını kastediyor olabilir mi?
3.Seferilik konusu...İlmihal kitaplarında yazan seferilik şartlarından biri diye bilinen 90 km'lik mesafeyi günümüz vasıtalarına uygun olarak yeni mesafe ve kıstaslara bağlayamaz mıyız?
4.Faiz konusu...Günümüzde bankaların verdiği krediler konusunda bazıları bu kredilerin ve bankaların mevduat hesabına yatırılan paraların Kur'an'da riba ismiyle bahsedilen faiz olmadığını, kastettiğinin tefeci faizi olduğunu dillendirmeye başladı. İnsanımızın büyük bir kısmı konut, araba kredisi adı altında kredi çektiği düşünülürse faiz konusunda eski hassasiyetlerimizin kalmadığı maalesef görülecektir. Bankalara ve faize mesafeli olanlar da paramıza faiz bulaşmasın diye parasını yastık altında tutmaya çalışmakta. Çoğu zaman da hırsızlara kaptırmaktadır. Günümüz bankacılık sistemine dair İslam hukukçularının iktisatçılardan destek alarak son noktayı koymalarında ve tartışmaları bitirmelerinde fayda vardır.

Sayfam el vermediği için verdiğim örnekleri dört örnekle sonlandırıyorum. Başka çözüm bekleyen konularımız da vardır. Burada İslam hukukunu kuşa çevirelim, birçok kural ve prensipten vazgeçelim demiyorum. Günümüzde Müslümanların yaşadığı ikilem ve çelişki durumunu çözelim demek istiyorum.

Fıkıh İlmine Dair (1)

Müslümanların çıkmazlarının başında dini yönden uymaya çalıştıkları fıkıh ve ilmihal bilgisi gelir diye düşünüyorum. Malumunuz fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Yine fıkıh Müslümanların gündelik hayatını, ibadetini,  evlilik ve boşanma işlerini ve toplum ilişkilerini düzenleyen bir bilim dalıdır. 

Yanlış anlaşılmasın fıkhın kendisine değil serzenişim. Daha doğrusu fıkha yüklediğimiz anlamda sorun var. Her devirde ortaya çıkan sorunlara, dinin görüşünü ortaya koyması gereken fıkhı çoğumuz, dinin kendisi ve değiştirilemez olarak anlıyor. Asırlar öncesinde o günün şartlarına uygun ve sorunlara çözüm üreten görüşleri İslam'ın görüşü budur diyerek hayatına uygulamaya çalışıyor. Halbuki fıkıh dinin kendisi değil, dinin bir görüşüdür. Dini görüş de zamana ve şartlara göre değişir. Sadece ibadetler değişmez. Çünkü ibadetler tevakkufidir. 

İslami görüşün her devirde uygulanabilir olması için müçtehitler geçmiş görüşleri gözden geçirerek ihtiyaca cevap vermeyen görüşleri günümüzde uygulanabilir hale getirmelidir. Yani güncellemelidir. Çünkü İslam her devre hitap eder. Fıkıhtaki birçok görüş bugün ihtiyaçlara cevap vermiyor. Ki bu da doğaldır. Zira eskimeyen İslamdır, görüşleri eskir. Fakat çoğu kimse geçmiş bir görüşün değiştirilmesine karşı çıkıyor. Çünkü alimler olması gerekeni söylemiş, başka görüşe ihtiyaç yoktur görüşündeler. Maalesef bu görüşte olanların sayısı da çoktur ve bu zihniyet İslam'ın her çağda yaşanmasının önündeki en büyük engeldir. Hepimizin bildiği gibi İmamı Şafi, bir bölgeden başka bölgeye gidince önceki görüşlerini değiştirmiştir. Çünkü şartlar değişmiştir.

Geçmiş fıkhî görüşler güncelliğini kaybetti, hepsini süpürüp atalım, yerine sıfırdan başlayarak yeni görüşler monte edelim demek istemiyorum. Geçmiş görüşler bizim müktesebatımızdır. Alimlerimiz o müktesebatı oluşturmak için az çaba sarf etmediler zamanında. Günümüz müçtehitleri, bugün bir konuda yeni bir görüş ortaya koyacağı zaman mutlaka geçmiş alimlerin, görüşü ortaya koyarken kullandığı delil ve illeti, aynı zamanda şartları incelemelerinde fayda var. Yine günümüzde verilecek görüşlerin oluşturulan bir komisyon marifetiyle olmasında yarar görüyorum. Çünkü tek kişinin çıkardığı görüş isabetli olmayabilir ve hata riski daha fazladır. Komisyonda ayat, hadis ve fıkıh bilenlerin yanında görüş hangi alanı ilgilendiriyorsa o alandan uzmanlar da yer almalıdır.

Bazılarımız buna ihtiyaç var mı diyebilir. Bence ihtiyaç var. Çünkü geçmiş müktesebatımızda genelde yoğurdu üfleyerek yeme hassasiyeti gözetilerek birçok meseleye yasakçı bir anlayışla yaklaşılmıştır. Bugün de her meseleyi mübah gören, görmek isteyen bir sosyolojik taban oluşmuş durumda. Alimlerimiz halkın istediği yolu açsın, her şeye cevaz versin, İslam'ı şirin göstersin gibi bir düşüncem yok. Zaman ve şartların değişmesiyle bazı görüşlere yeniden bir bakış açısı getirilmelidir ve sağlam delillerle insanımız ikna edilmelidir. Böyle yapılmazsa dini görüşü bilen fakat uygulamayan insanımızın sayısı giderek çoğalacaktır. Bu da Hz. Ömer'in dediği gibi "İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar" durumunu ortaya çıkaracaktır.

Hasılı fıkıh ilmi önümüzü açan, önümüzü açarken frenleyen, İslam'ın her devre hitap ettiğini gösteren, günümüz problemlerine çözüm üreten ve Müslümanlara sağlıklı bir bakış açısı getiren ve onlara hassasiyetleri hatırlatan bir işleve kavuşturulmalıdır. 

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Profesörlerin Liselerde Ders Vermesi *

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, detaya girmeden "Fen liselerinde Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik derslerini üniversite hocası profesörler verecek" açıklaması yaptı. Bakanın eğitim adına bugüne kadar yaptığı bazı açıklamalar yüreklere su serperken bu açıklamasına eyvah ki eyvah dedim.

Ne var bunda? Koskoca akademisyenler liselerde derslere girecek diyebilirsiniz. Bana göre bu uygulama ölü doğar, uygulansa da fayda sağlamaz. Ayrıca profesörlerimiz "İyi ya, liselerde ders anlatacağız" deyip koşa koşa gelecekler mi?

Niçin derseniz? İzah etmeye çalışayım: Öğretim görevlilerinin FKB(Fizik-Kimya-Biyoloji) ve Matematik bilgileri değil mesele. Bence bu uygulamada en büyük sorun, seviye meselesidir. Üniversite amfilerinde rüştünü ispatlamış gençlere ders anlatan bir profesör, lisede okuyan öğrencilere ders anlatmada zorlanabilir. Çünkü öğrencilerin seviyelerine inemeyebilir. 

Haydi akademisyenlerimiz çok donanımlı, kısa sürede çocukların seviyesine inme problemini hallederler diyelim. Bu öğretim görevlileri, derslere sürekli girebilecekler mi? Sanmıyorum. Çünkü çoğu zaman akademisyenler il dışına çıkar, kurul ve komisyonlara katılır, konferanslar verir, bir başka üniversitede jüri olarak görevlendirilirler. Böyle durumlarda üniversitedeki derslerine giremezler, yerlerine asistanları girer. Üniversitede dersi doldurma bu şekil oluyorsa bu durum lisede de aynıyla gerçekleşir. Yani görevinden dolayı dersine giremeyen profesörün dersini lisede de asistanı doldurur. Bu durum liselerde Milli Güvenlik dersi varken derse girmekle yükümlü albay veya yarbayın derse giremeyip yerine teğmen veya üsteğmenini göndermesine benzer. 

Diyelim ki her şey planlandı. Bu mesele de çözüldü. Norma göre fen liselerine atanan FKB ve Matematik öğretmenleri ne iş yapacak? Haydi bunu da çözdük. Öğretmenler öğrenci gibi en arkaya oturacaklar, dersine giren akademisyeni dinleyecekler. Bu öğretmenler kendilerinin yetersiz addedildiğini düşünmeyecekler mi? Ayrıca her şeyden geçtim. Akademisyenler lise şartlarına uyum sağlayabilecekler mi? Zor dostum zor…

Detayını bilmediğimiz bu proje ile ilgili ilk etapta aklıma gelenler bunlar. Sembolik olarak birkaç derse girip örnek bir sunum yapacaklar (ders anlatacaklar) veya öğrencilere tecrübelerini aktararak rehberlik yapacaklar denir ise olabilir derim. Ötesi başlı başına sorundur. Yol yakınken hiç başlanmasın. 

Bu konuda son söz olarak şunu söyleyeyim. Akademisyenleri tenzih ederim. Gören de üniversitelerimiz güllük gülistan, hiçbir sorunları yok. Akademisyenler de görevlerini harfiyen yerine getiriyorlar, üniversitelerini dünyada ilk beş yüz üniversitenin içine girdirdiler sanır. Sorun ders anlatanlarda ise üniversitedeki akademisyenler üniversitelerindeki kendi söküklerini, lisedeki öğretmenler de liselerindeki kendi söküklerini diksinler.

*28/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kayyum İşi de Olmadı

Herkes bana "Kayyumlarla ilgili ne diyorsun" diye soruyor. Kimse Sayın Soylu'yu sormuyor bana. Kırgın ve kızgınım kendisine. Bir de "İstediğimi kayyum olarak atayabilirim, açıklaması yapıyor. Madem öyle...Niçin hep valileri kayyum olarak görevlendiriyor? Bir vali, ilin güvenliğine mi bakacak yoksa şehrin altyapı işlerine mi? Yazık değil mi kayyum valilere! Zira bir koltukta iki karpuz taşıyacaklar.

Merak ediyorum, biz neyiz burada? Elimizde bir karpuz bile yok. Bize ne zaman sıra gelecek? Bu birikimleri biz ne zaman belediyelerde hizmete dönüştüreceğiz?

Hasılı kırgın ve kızgınım Soylu'ya. Üstelik bu sefer beklenti içerisine girmeme bile fırsat vermedi. Sabaha kayyumla uyandık.

Halbuki Soylu'dan bu sefer beklenen şeytanın bacağını kırmasıydı. Sabah sabah acı acı çalan kapı ziline uyansaydım. Uyku semesi kapıyı açtığımda karşımda siyah plakalı, siyah bir araba görseydim... O değilden görevliye ne iş deseydim... Görevli de bana "Efendim, sizi almaya geldik. Zira siz kayyum olarak atandınız, deseydi... Ben de deme ya! Bu da nereden çıktı şimdi deseydim...fena mı olurdu.

Arabanın arka koltuğuna oturarak sür oğlum der, yapacağım ilk icraatı planlamaya koyulurdum. Bu arada "Hak yerini buldu, nihayet beni gördüler. Şimdi icraat zamanı" derdim. İlk icraatımı sorarsanız makam odamdaki çerçeveyi kendi ellerimle indirip yanımda götürdüğüm çerçeveyi takacaktım.

Hasılı kayyum işi de bu şekil başlamadan bitti. Alacağı olsun Soylu'nun. Zira bir kayyumluğu çok gördü bana.

Yaşanmış İki Hikaye

Hastanede röntgen çektirmek için sıramın gelmesini beklerken kim var, kim yok diye sağıma soluma baktım. Yıllardır karşılaşmadığım bir tanıdığıma gözüm ilişti. Karşılıklı başımızla selamlaştık. Ardından yanına vardım.

Geçmiş olsun dileklerimden sonra halini hatırını, ne yapıp ne ettiğini sordum. Yatıyorum bol bol dedi. Ardından site yöneticiliği yapıyorum dedi. Sanırım ihraçsın, durumun ne, komisyona falan başvurdun mu dedim. "Ben ihraç değilim, üç yıldır açıktayım. Milli Eğitim Müdürünün 'Örgütün kasası, örgüte ait üzerinde gayri menkuller var' iddialarına yönelik olarak yargılandım. Çalıştığım okuldan da birkaç şahit bulmuş. On bir defa hakim huzuruna çıktım. Sonunda berat ettim. Savcının itirazı üzerine davam Yargıtay'a taşındı. Şimdi temyiz sonucunu bekliyorum" dedi. Sıram geldi, ayrıldım yanından.

Görüştüğüm kişi FETÖ üyesi mi yoksa iltisaklı mı, temyiz sonucu ne olur, görevine geri döner mi bilmiyorum. Garibime giden somut delillere dayalı olmayan iddialarla üç yıldır yargılanmış. Temyizde berat ederse suç isnat eden kimse elini kolunu sallayarak aramızda dolaşacak mı? Kendisine ve şahitlere "Bu kişinin kesin örgüt üyesi olduğunu bilmeden bu haltı niye işlediniz" diye sorulacak mı? Sonra bir dava üç yıl sürer mi? Üç yıl boyunca bir kişi maaşının üçte ikisini almaya devam eder mi? Bu kişi berat ettiği takdirde tazminatıyla birlikte maaşından geri kalan kesintilerini de alacak. Devlet üç yıldır açıkta beklettiği bu kişinin yerine ya yerine yeni atama yaptı ya da ücret karşılığı bir başkasını çalıştırıyor. Nereden bakarsanız feci bir durum var ortada. Zaman, para ve insan kaybı var, mahkemelere iş yükü çıkarılmış. Bu kişi görevine döndüğü zaman devletle, çevresiyle, kendisini şikayet edenlerle barışık olacak mı? Üzücü ve garip bir durum gerçekten. 
İşin garibi örgütün kasası diye şikayet edilip açığa alınan bu okul müdürü, 2014 yılında çıkarılan kanunla ilçesinde müdür olarak kalan 7-8 okul müdüründen biri idi. Bunun müdür olarak kalmasını sağlayan da hakkında örgütün kasası diye şikayet eden de aynı milli eğitim müdürü idi. Şimdilerde o milli eğitim müdürü araştırmacı olarak kızağa alınanlardan ve yüzüne bakan yok. Kendisi de kimsenin yanına yaklaşamıyor. 
*

Yıllık lise sınıf pikniğimize yıllardır katılmayan bir sınıf arkadaşım da katıldı bu sene. Kendisine, arkadaşların çoğu düğün yaptı. Davetli olmana rağmen hiçbirine teşrif etmedin. Yarın sen çocuklarının düğünlerini kiminle yapacaksın, sana kırgınız dedim. "Ne deseniz, yerden göğe haklısınız. Başıma geleni bir bilseniz, bana hak verirsiniz" dedi. Açıkta olduğunu göreve iade edildiğin zaman haberimiz oldu. Ama nicedir görevdesin. Pekala düğünlere katılabilirdin dedim. "Göreve dönmeme rağmen dava sürecim yeni bitti. Şükür, rahatladım" dedi. Senin başına bu durum nasıl geldi dedim. Bir vaiz FETÖ'cü olduğuma dair bir şikayet dilekçesi vermiş. Yargılandım. Mahkemem dolayısıyla beni şikayet edeni ilk defa görmüş oldum. Çünkü şahit de oradaydı. Hakim 'Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun, tanıyor musun? Elinde bilgi, belge ne var' diye sordu. Vaiz 'Elimde bilgi ve belge yok' dedi. Hakim, 'O zaman bu dilekçe neyin nesi' dedi. Vaiz, 'Ben bilmiyorum efendim. Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu duydum. Başka da bir bilgi sahibi değilim" deyince hakim 'Sayın hocam, sen camide kürsüye çıkınca cemaati bu şekil duyumlarla mı bilgilendiriyorsun? Hucurat 6.ayette Allah, 'Ey imam edenler! Bir fasık size bir bilgi/haber getirdiği zaman doğruluğunu araştırın yoksa bir topluluğa bilgisizce kötülük yaparsınız da sonra pişmanlık duyarsınız' demiyor mu? Yazık sana' demiş ve arkadaşın beraatine karar vermiş. 

FETÖ ile mücadele kapsamında yaşanmış iki hikaye. Daha başka ne hikayeler vardır, kim bilir. 




25 Ağustos 2019 Pazar

Peçete Beyefendiler

Peçeteleri bilirsiniz. Her bir paketin içinde üst üste düzgünce istiflenmiş, içinde yüz tane olan, kağıttan yapılmış mamuldür. Her evin vazgeçilmezidir. Elimiz, ayağımızdır dense yeridir. Naylon ambalajının içinden çıkarıldıktan sonra oturma odası, mutfak, misafir odası, ve yemek masasında mutlaka bulunur. Her bir yere özel kabının içine bir güzel istiflenir. Adı tuvalette tuvalet kağıdı, lavaboda havlu peçete, diğer yerlerde servis peçete olsa da aynı işleve sahiptir.

Kardeşim! Peçete peçetedir. Hepimiz biliyoruz. Neyini anlatıyorsun diyebilirsiniz. Öyle demeyin! Peçete deyip geçip gitmeyin. Özellikle yeme, içme esnasında geçici temizleme işlevine sahiptir. Hatta yemek yerken bile dökülmesin diye yediğimiz yere peçete sereriz. Hapşırsak bile elimiz peçeteye gider veya elimize peçete uzatırlar. Burnumuz akınca, terleyince imdadımıza peçete yetişir. 

Anlatmak istediğim, gündelik hayatta önemli bir işleve sahiptir peçeteler. Değişik ebat ve desende olanları olsa da hepsi aynı işi görür. Alır; ağzımızı, yüzümüzü siler, ardından çöpe atarız. Tüm işlevi budur. Başka da bir görevi yoktur. Ev, lokanta gibi her görünür yerde bulundurulması da bundandır. Çok amaçlı kullanıldığı için eşiniz her alışveriş listesine peçete de yazar. Sen de çifter çifter alırsın. Hatta al al bitiremezsin. Bir daha bir daha alırsın. 

Her türlü temizlik ve çok amaçlı kullanılan peçeteler çok pahalı değildir. Sudan ucuz dense yeridir. Kullanıp kullanıp atıldığı için çabuk bitiyor. Bir de çöp kutusunu çabuk dolduruyor. 

Sıkıldınız biliyorum. Sıktı bu peçete muhabbeti dediniz. Sabredemediniz tabii. Merak ediyorum dokuz ay nasıl durdunuz?

Derdim peçete değildi. Peçete gibi işleve sahip insanlardan bahsetmekti. Bu tip insanlar var aramızda, kullanılıp kullanılıp atılan. Sayıları çoktur. Sırada peçete olmayı bekleyenler de az değil. Yeter ki bu tiplere hak etmedikleri halde geçici temizlik işi havale edin. Dört elle sarılırlar işlerine. Şu adam hak etti, bu adam hak etmedi demezler. Ellerine tutuşturulan listeye göre insanları yerlerinden ederler. Tüm bunları yaparken de makam koltuğuna bağlı vicdanları da rahattır. İbadet aşkıyla yerine getirirler misyonlarını.

Bunlar yerlerinde tutunabilmek için göze girmeye devam ede dursunlar. Temizlik harekatı bittikten sonra tıpkı kullanılıp atılan kağıt peçeteler gibi bunlar da makamlarından el çektirilirler. Yaramazsın artık deyip bir kenara konuverilirler. 

Makamlar öyledir, oturunca gözün hiçbir şey görmez. Gücüne güç katar. Önüne gelenin kellesini alırsın. indirilince kafanız dank eder. Ama iş işten geçmiştir. 

Şimdi bu tiplere "Vicdanınız rahat mı diye sormak lazım. Ardından "Bir peçete gibi kullanılıp kenara konuluvermek nasıl bir duygu, tavsiye eder misin" demek lazım. Ardından "Değer miydi üç-beş yıllık bir makam için ömrünüzü heba etmeye" demek lazım. Ama değmez. Sorular insan olana sorulur. Zaten bu durumdaki haleti ruhiyeleri kendilerini yavaş yavaş bitirir, kolay kolay el içine çıkamazlar. Bu da onlara yeter de artar bile. 

İyi de bunlarla karşılaşınca ne diye hitap edeceğiz? Zira eskisi gibi beylikleri de kalmadı. Ne desek ne desek... En iyisi "Peçete beyefendi" demek galiba! Ne de güzel yakıştı.

Yok yok olmadı. Kurban olsunlar peçetelere. Peçeteler en azından geçici temizlik işlevi görürler. Bunlar bulundukları yeri temizlerken kirletirler. Çünkü elleri kanlıdır. Ama kullanıldıktan sonra çöpe atılma yönünden benzerler.

Çok mu Zor? Sen Yoluna, Ben Yoluma Demek! ***


İnsan tek başına yaşayamaz. Çünkü sosyal bir varlıktır. Bundan dolayıdır ki toplu halde yaşarız. Bir araya gelir birlikte iş tutar, ticaret yaparız. Evleniriz. Birlikte siyasete girip ülke yönetmeye talip olur, hatta yönetebiliriz de. Arkadaşlar ediniriz, sonra dostluğa dönüştürürüz. Birlikte hayat mücadelesi veririz. 

Bazılarıyla bir ömür boyu birlikte oluruz, bazılarıyla başlamadan bitiririz, bazılarıyla uzun bir birlikteliğin ardından yollarımızı ayırırız. Bazılarıyla iyi, bazılarıyla da kavga ederek veya kırgın ayrılırız. 

Birlikte bir yola çıkmanın doğasında anca beraber kanca beraber olma vardır. İdeal olan da budur. Ama bu idealler, birlikteliğin temelini iyi atmadığımızdan veya başlangıçta olması muhtemel her şeyi konuşup kayda küreğe geçirmediğimizden ya da birlikteliğimizde çıkması muhtemel sorunları nasıl, ne şekilde çözeceğimizi konuşmadan, içimizdeki gizli ajandamızı gizleyerek kervan yolda düzülür prensibiyle yola çıkarız. Bu yolculuğumuzda iyi günler yaşar, acı-tatlı hatıralar da görürüz. Hayat böyle devam ederken arada bazen tatsızlıklar baş gösterebilir. Bu, yol kazasıdır. Sıcağı sıcağına konuşup sorunu çözmek varken ya büyütür, kırar geçiririz ya da içimize atarak bizi içten içe kemirir. Baktık olmayacak...Her geçen gün bu birlikteliğimiz bize zarar verecek. Oturur, düşünür, yeni bir yol haritası belirleyerek yollarımızı ayırırız. Nasıl ki birliktelik hak ise çok istenmese de ayrılık da bir haktır. Orta Asya'da Çinliler ile birbirimizi yiyip bitirirken Kavimler Göçü nedeniyle Anadolu'yu mesken edinmişiz. Çin de yaşıyor bugün, biz de. Üstelik en az sorun yaşadığımız ülkelerdendir Çin.

Tekrar esas konumuza gelirsek...Evlenip bir araya geldik. Az veya çok mutlu günlerimiz oldu. Ticaret yaparken başkasıyla ortaklık yaptık, kazandık da. Sonra baktık olmayacak...ayrıldık. Birlikte siyaset yaptık, başarılı da olduk. Bu başarı bizi zirveye de taşıdı. Değişik kademelerde sorumluluk üstendik. Sonra? Birbirimizin dilini anlamamaya başladık. Yollarımızı ayırdık. Böylesi durumlarda ne yapmak gerekiyor? Olmaz, mümkün değil, nasıl olur, beni bırakamaz deyip meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline mi getireceğiz yoksa geçmiş birlikteliğin hatırına ayrı kulvarlarda birbirimize saygı duyarak mı yola devam edeceğiz? Bence ikinci yol en mantıklı ve doğru olan yoldur. Neden derseniz?

Bizim kültürümüzde bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, denir. Evlendik. Aynı yastığa baş koyduk. İyi günlerimiz de olmuştur mutlaka. En azından bir balayı dönemi yaşamışızdır. Defalarca birlikte kahve de içmişizdir. Belki çocuklarımız da oldu. Sonra anlaşamadık, ayrılmaya karar verdik. Niçin medenice ayrılmıyoruz? Niçin işi kavgaya götürüyoruz? Niçin öldürmeye kadar gözümüzü kan bürüyor? Niçin birbirimizi anlamamaya devam ediyor, birbirimize hayatı zindan etmeye devam ediyoruz? Demek ki bizde doku uyuşmazlığı varmış, bundan sonra sen yoluna, ben yoluma demiyoruz? Niçin benden uzak, Allah'a yakın ol diyemiyoruz? Geçmiş birlikteliğin ve iyi günlerin hiç mi hatırı olmaz böylesi durumlarda?

Siyasetimiz böyle değil mi? Birlikteyiz, ayrıldık. Seyret sen manzarayı artık! Sanki biri birlerinin babalarını öldürdüler. Ne bu şiddet ne bu celal! Kızgın sirke küpüne zarar verir beyler... Hiç mi iyi gününüz geçmedi geçmişte? Hiç mi bir arada kahve içmediniz? Öküz öldü diye ortaklığı bozup niçin birbirinizin kuyusunu kazmaya çalışıyorsunuz?

Ticari ortaklığımız sona erince de durumumuz evlilik ve siyasi ortaklığımıza benziyor. Diğer alanlarda da böyleyiz.

Bana göre hangi alanda iş tutarsak tutalım, hangi birlikteliği yaparsak yapalım, bir ve beraber iken nasıl ki birbirimizin aleyhinde konuşmadıysak ayrıldıktan sonra da konuşmayalım. Hoşlanmadığımız bu durumun ardından birbirimize "Rabbim selamet versin; sen yoluna, ben yoluma" diyelim. En azından geçmişin hatırına bunu yapalım. Kimse yol ayrımından sonra birbirinin yoluna çıkıp çomak sokmasın, aleyhinde konuşmasın. Çünkü böyle bir durumun ne ahlakta ne dinde ne de inandırıcılıkta yeri vardır. Hem ne belli ayrılığımızda hayır olmadığı? "Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde de hayır olabilir" demiyor mu ayet? Bırakın tabiatı zorlamayın. Kırarsınız. Zorla güzellik olmaz. Eğer illa bir şeyi zorlayacaksanız kendinizi sorgulayın. Çünkü başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden dolayıdır.

***07/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.