19 Ağustos 2019 Pazartesi

Kovanın İçinden Konuşmak

Duydunuz mu "kovanın içinden konuşmak" deyim veya tabirini? Çoğunuzun duyduğunu, duymuş iseniz de ne anlama geldiğini bildiğinizi sanmıyorum. Çünkü bu deyimi çevrenizden duymamış iseniz, deyimler sözlüğünde bulmanız mümkün değil. Yöre ve bölgelerimize ait kullanılan deyimler arasında da bulamazsınız. Konuştuğum bir Türkçe öğretmeni de benim ağzımdan bu deyimi duyunca önce şaşırdı, sonra ne anlama geldiğini sordu. İlk defa duyduğunu söyledi.

"Kovanın içinden konuşmak" deyimi Türkiye'nin neresinde, ne kadar kullanılır bilmem ama -çoğu Konyalı bilmese de- bu deyim Konya yöresinde  kullanılmaktadır. Ne anlama gelir derseniz? Açıklamaya çalışayım. Yalnız açıklamam dil kurallarına göre bilimsel bir açıklama olmayacak. Kullanıldığı yerden hareketle izah etmeye çalışayım.

Hepimiz okur, görür, duyar ve yaşarız. Tüm bunları yaparken hepsinden bilgiler ediniriz. Bu bilgilerin çoğunu yeni bilgiler öğrendikçe unuturuz. Dağarcığımızda, önemsediğimiz ve bize tesir edenler kalır. Bunları kolay kolay unutmayız. Ne zamanki görüp duyduğumuz, geçmişe dair bir çağrışım yaparsa hafızamızda yer edinen önemli gördüğümüz bilgiler ve yaşadığımız anılar sanki o an oluyormuş gibi yeniden canlanır ve fırsatını bulduğumuz ortam müsaitse anlatmaya başlarız ya da hiç yeri değilse bile geçmiş yaşadıklarımız ve tecrübelerimizi usanmadan anlatırız. Özellikle yeni bilgiyle tanışmayan bazı yaşlı insanlar yapar bunu. Çünkü yeni bilgi gelmeyince hafızasında daha önce yer edinmiş veya hafızasına kazınmış bilgiler ile hayata tutunmaya devam eder. Başka da sermayesi yoktur. Yeter ki bir dinleyici kitlesi bulsun, açılır da açılır; konuşur da konuşur, anlattığını bir daha anlatır. Buna askerlik anılarını örnek olarak verebiliriz. İyi bir dayak yemiş ise anlatır durur. 

Yeni bilgiye kapalı, geçmiş bilgilerden ibaret bilgilerin, örneklerin ve anıların tutulduğu hafıza veya bellek, bu deyimle kovaya benzetilmiştir. Bundan dolayı kovanın içinden konuşmak tabiri kullanılır. Yaşlı büyüğümüz konuşacaksa kovayı bir karıştırır. Bahtına ne çıkarsa artık. Bu kovanın içinden konuşmak bazen ilgi çekse de tekrarı ve fazlası bezdirmeye yeter de artar bile. Hatta aynı büyükle karşılaşmış bir tanıdığınız size "Falan kimseyle tanıştım, biraz sohbet ettik, gıyabında senden de bahsettik" dediğinde "Sana şu konuyu anlattı mı" diye sorarsan el-cevap "evet" olur gülerek.

Nasıl, beğendiniz mi kovanın içinden konuşma deyimini? Keşke yanımda olsanız da size biraz kovanın içinden konuşsam... Kınamayın, yarın belki sizin de olacağınız bu kovanın içinden konuşmak olacaktır.

18 Ağustos 2019 Pazar

Doğal Afetlere Hazır Olalım ***


Zaman zaman bizi yoklayan, yokladığı zaman geriye büyük bir enkaz bırakan; çoğu vakit mal ve can kaybına neden olan deprem, heyelan, çöküntü, sel baskını gibi doğal afetlere bundan sonra daha fazla hazır olmamız lazım. Çünkü küresel ısınmayla birlikte bundan sonra özellikle sel baskınlarına daha fazla maruz kalacağız. Geliyorum diyor devamlı. Bazen bir ilimizi, başka bir gün bir başka ilimizi tabir yerindeyse önce teslim alıyor, ardından boğup geçiyor. Tüm bu yıkımdan sonra can kaybı yoksa veya fazla olmamışsa "Can kaybı yok" deyip şükrediyoruz. Yıkım fazla ise gerekirse o bölgeyi afet bölgesi ilan ederek halkın ekim, dikim kaybını, esnafın zayiatını telafi etmenin yoluna gidiyoruz. Başka yaptığımız bir şey var mı? Maalesef yok. 

Yazımın başlığını "Doğal Afetlere Hazır Olalım" koydum, "...Hazırlıklı Olalım" demedim. Çünkü geçmişten günümüze kurup altyapısını geçirdiğimiz ve geliştirdiğimiz yerleşim yerlerinin hiçbiri gelmekte olan ve daha da artarak devam edecek olan doğal afetlere karşı hazırlıklı değil. Tüm yerleşim yerlerimiz yıllık metrekareye düşen yağış miktarına göre alt yapısını yapıyor. Normalinden fazla gelecek yağmur ve sel baskınlarına karşı hiçbir belediyemizin ne planı ne programı ne ufku ne de hazırlığı var. Tek yapılan, şehri birinci dereceden yönetenler, meteorolojiden aldıkları hava raporları doğrultusunda "Şiddetli yağacak yağmur sonucunda meydana gelebilecek sel baskınlarına karşı dikkatli olmaları ve tedbir almaları için" basın aracılığıyla vatandaşları uyarmaktan ibarettir. Merak ettiğim, gelmekte olan şiddetli yağış, sel baskınlarına neden olacaksa evi çukur veya dere yatağında olan, iş yeri alt geçidin içinde olan vatandaş ne tür bir tedbir alabilir? Evini, barkını, iş yerini, malını, mülkünü sırtına alıp yüksek yerlere çıkacak değil ya… Böylesi durumlarda tek yapabileceği, imkanı varsa eşyalarını evin daha yukarısına taşımak olur. Çoğu kimsenin de böyle bir seçeneği yok. Sonuç olarak gelen sel, normal yollardan akıp gidemiyorsa nereden bir çıkış yolu bulursa o tarafa yöneliyor ve orasını dolduruyor. Geçmişten günümüze belediyelerin atık su ve sel baskınlarına karşı yerin altından geçirdiği tahliye boruları iflas ediyor. Normalinden fazla gelen su, boruyu patlatmasıyla birlikte evlerin bodrum katlarına yöneliyor.  

Evini su basan ve canını güç bela kurtaran vatandaş "Evimin/iş yerimin şu haline bakın, belediyeyi aradık daha gelmedi" ya da "geç geldi" serzenişinde bulunuyor. Böylesi afet durumlarında belediye hangi eve, ne yapabilir? Su baskınına maruz kalan yer o kadar çok ki… Belediye, sel baskınına uğrayan yerleri boşaltmaya kalksa çektiği suyu nereye tahliye edecek? Çünkü her yer suyla birikmiş vaziyette.

Hasılı bundan sonra bizim ve dünyanın ne kadar ömrü kalmışsa küresel ısınmanın bir sonucu olarak başta sel baskınları olmak üzere doğal afetleri yaşayacağız. Yaşarken de görünen köy kılavuz istemez, biz tüm bu afetleri seyredeceğiz. Yıkım götürdüğünü götürecek, ayakta kalan sağlar bizim olacak. Böyle böyle dünyanın sonunu getireceğiz.

Kimin eseri bu tablo? Biz bunları hak ettik mi? Maalesef hak ettik, hem de çoktan. Çünkü kurduğumuz şehirler hepsi bizim elimizden geçti. Başımıza gelen ve geleceklerin hepsi de bu cuma hutbesinin konusunda geçtiği gibi bizim eserimizdir. Yani kendi yapıp ettiklerimizin, doğa ile savaşımızın, doğayı hoyratça kullanmamızın bir sonucudur. Maalesef geriye dönüş de yok. Çünkü neresinden tutarsak elimizde kalıyor.  Daha biz yirmi yıl önce yaşadığımız büyük Marmara depreminden ders çıkartıp tedbir almış değiliz. 

Ne diyelim? Rabbim akıbetimizi hayır eylesin!

***20/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.







Hz Osman ve Akrabalarıyla İlişkisi ***

Hz Osman'ı bilirsiniz. Ailesi şiddetle karşı koymasına rağmen Müslüman olan ilk on kişiden biridir. Ticaretle geçimini sağlayan zengin bir Müslüman’dır. Zenginliği mal biriktirme, servet üzerine servet koyma değildir. Cömertliğiyle ün salmıştır. Fakiri, fukarayı görüp gözeten, İslam yoluna servetini bağışlayan ve verirken eli titremeyen, verdikçe malı bereketlenen bir sahabidir.

Adı anıldığı zaman haya akla gelir. Çünkü ahlaki özelliğiyle nam salmış ve onun ahlakı haya sahibi olmasında temeyyüz etmiştir. Kimseye nasip olmayacak şekilde peygamberimizin iki kızıyla -biri vefat edince diğeriyle- evlenmiş ve kendisine iki nur sahibi anlamında "Zinnureyn" denmiştir.

Kur'an'ı Kerim bilgisi, onu çok okuması değerine değer katan diğer özelliklerindendir. Hz Ömer'in şehit edilmesiyle birlikte istişare ile üçüncü halifemiz olmuş olan Hz Osman, Hz Ebubekir zamanında kitap haline getirilen Kur'an'ı Kerim'i Kureyş lehçesine göre çoğalttırarak diğer İslam beldelerine göndermiştir. Ömrünü Kur'an'a adayan Hz Osman'ın en büyük hizmetlerinden birisi de Kur'an'ı istinsah ettirmesidir.

Yazımın bundan sonraki kısmında Hz Osman’ın halifelik dönemine yani devlet yönetme siyasetine değinmeye çalışacağım. Niyetim bir dönemi eleştirmek değil, günümüze ışık tutması için bir durum tespitidir. Çünkü Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy,
"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? der, “Kıssadan Hisse” isimli şiirinde.

12 yıl devlet başkanlığı yapan Hz Osman’ın ikinci altı yılından sonra huzursuzluklar baş göstermeye başlar. Bu dönem İslam tarihi için çalkantılı dönemlerin başlangıcıdır. Muhaliflerinin Hz Osman ile ilgili tenkitlerinin başında,
*“Hz. Osman’ın önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi,
*Hz. Osman, muhtemelen idarede birlik ve beraberliği daha kolay sağlama arzusuyla (Seyyid Süleyman Nedvî, s. 57; İA, IX, 429) önemli valiliklere ve devlet kâtipliği görevine yakın akrabalarını tayin etmesi,
*Muâviye b. Ebû Süfyân’ı Suriye genel valisi yapmış; Humus, Kınnesrîn ve Filistin vilâyetlerini de ona bağlayarak yetkilerini genişletmesi,
*Kûfe valiliğine önce anne bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı, ardından yine akrabalarından Saîd b. Âs’ı getirmesi,
*Mısır valiliğine Amr b. Âs’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i, Basra valiliğine Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin yerine dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i tayin etmesi, *Amcasının oğlu Mervân b. Hakem’i de devlet kâtipliğine getirmesi,
*Bu tayinler neticesinde devletin bütün idarî kademeleri bazılarının liyakati tartışılan Ümeyyeoğulları’nın eline geçmiş olması,
*Hz. Ali ve diğer ileri gelen sahâbîlerin de eleştirdiği bu uygulama, halifenin valilere karşı beklenen sertlikte davranmaması ve onlara önemli mal bağışlarında bulunması sebebiyle şikâyetleri daha da yoğunlaştırması.” (TDV, İslam Ansiklopedisi, Osman) gelmektedir.
Tüm bu ve benzerlerinin sonucunda maalesef Hz Osman, isyancılar tarafından evinde şehit edilmiştir. Hz Osman’ın şahadetiyle mesele kapanmamış, Müslümanlar arasında daha sonra cereyan eden Cemel ve Sıffın savaşlarının da tetikleyicisi olmuştur. Bugün bile hala yaralar kapanmamıştır.

Bu dönemde cereyan eden huzursuzlukların başka sebep ve nedenleri olsa da Ümeyyeoğlullarının Hz Osman’ın akrabayı görüp gözetme iyi niyetini ve Hz Osman’ın yumuşak başlılığını kötüye kullandığı ve Hz Osman’ın da bu duruma sessiz kaldığı görülecektir. Akif’in dediği gibi bir tekerrürden ibaret olan tarihten ibret alalım, kamuya alımlarda ehliyet ve liyakati esas alalım, adalet duygusunu zedelemeyelim, yoğurdu üfleyerek yiyelim, derim.

***24/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Bu Dünyada Yaşarken Boş Bir Mezarınız Olsun İstemez misiniz?

Kim istemez ki kendisine ait boş bir mezarının olmasını. Yüzü soğuk olsa da hepimizin hayalidir boş bir mezara sahip olmak. En azından nereye gömüleceğin bellidir. Ayrıca mezarın hazır olunca -olur ya- dostlar son görevimizi yapalım diye cenazeye katılmak isterlerse kimse defin işinde fazla beklemez.

Ne anlatıyorsun, kendinde misin? Biz öldükten sonra nereye gömüleceğimizin ne önemi var dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız elbet. O zaman size dünyada iken içinde bir ailenin kalabileceği büyüklükte boş mezarlarda yaşayanlar var desem, herhalde kim bu şanslılar deyip merak edersiniz. O zaman sizi fazla merakta bırakmayayım. Unutmayın ki bu anlatılmaz, yaşanır.

*Bir kamu veya amme görevi ifa ederler.
*Maaşlarını devletten alırlar. Maaşları asgari ücretlinin çok üstünde olup bir memurun maaşından fazladır.
*Gece gündüz part time çalışırlar. Diğer devlet memurları gibi 08.00-17.00 arası değil.
*Boş mezarları, iş yeri ile aynı bahçe içindedir. İşe gitmek için ayrıca vasıtaya ihtiyaçları yoktur. 8-10 adımlık bir yerdedir.
*İzinli oldukları zaman çoğu mezarda kalır, iş yerine gitmez. Çünkü izinlidir.
*Oturdukları boş mezar için ekseriyeti kira ödemez. Beleş otururlar yıllar yılı. Mezar kendisine tahsislidir. Bir hayırsever tarafından yaptırılıp teslim edilmiştir ya da satın alınmıştır veya iş yeri sakinleri tarafından yardım toplanarak yaptırılır. 
*Bu boş mezarlarda oturanların çoğunun kendisine ait evleri vardır ama oraya gidip oturmazlar. Kiraya verir, kirasını alır, gelirine gelir katarak kendisine katma değer üretirler.
*Boş mezarların bir kısmının araba garajı bile vardır. 
*İş yeri ve müştemilatı boş mezarda bir tadilat ve tamirat gerekirse iş yerinin müdavimlerine müracaat edilir veya belli periyotlarla sergi açılır. Çoğu "Ben bu boş mezarda yıllar yılı kalıyorum. Şu ihtiyacını da ben gidereyim deyip elini cebine atmaz. Çünkü cebinde akrep vardır veya öyle alıştırılmıştır.
*İş yeri tercihinde iş yerine ait boş mezarının olması tercih sebebidir. Boş mezarı yoksa kolay kolay tercih edilmez. Kazara tercih etmek zorunda kalan olursa ilk işi sakinlerle görüşerek boş mezar yapımına öncülük eder ve yaptırtır. Sonra güle güle oturur.
*Boş mezarın çevrili olduğu bahçe bir güzel ekilir, dikilir, hasılatı kaldırılır, iş yeri veya boş mezar sahibi tarafından afiyetle yenir. Fazlası satılır.

Hasılı emeklilik gerektirmeyen bir iş icra edilen vazife. Nimetlerini say say bitmez. Sakın ola ki kim bu tür çalışan talihliler, keşke biraz daha okuyup böyle bir göreve talip olsaydık demeyin. Zorlasanız da kimler olduğuna dair ağzımdan tek kelime alamazsınız. Zira ben aklımı yolda bulmadım. Ölümlü dünya. Yarın önlerine varmama durumum yok. Elim mahkum onlara.

Sadede gelirsek... Burada, boş mezarda kalanlara kızıyor veya onları kıskanıyor değilim. Ama gıpta etmiyor da değilim. Görevleri icabı boş mezarları iş yerlerine yakın olmalı. Ama bu deruhte ettikleri görevi meccanen yapmıyorlar. Karşılığında devletten maaşlarını alıyorlar. Niçin kira vermezler veya kira alınmaz bu durumda? Diğer devlet memurlarının suçu ne burada? Bence bu boş mezarları kullanmalarına karşılık kira vermeleri gerekir. Alınan kira, iş yeri veya boş mezarın ihtiyaçlarını gidermede kullanılmak üzere bekletilebilir.

Oturdukları boş mezara kira verenler vardır mutlaka. Sadece bu boş mezarlarda oturanlar için söylemiyorum. Diğer bazı amir ve memurlar da boş mezarlarda oturmakta. Ödenen kira, piyasa değerinden çok uzak ve sembolik olmamalı, makul bir fiyata oturulmalı. Çünkü buraları kim yaparsa yapsın, buralarda kim oturursa otursun, buralar amme malıdır. Karşılığı ve değeri verilmeden oturulmamalı. 

Günümüzde halen bu boş mezarlarda ücretini ödemeden oturanlar varsa burada hesap soracağımız kişiler, o yerlerden kira almayan sorumlu kişilerdir. Onlar, ilk baştan bu konuyu konuşup hatta karşılıklı  kontrat imzalamalıdırlar. Baştan konuşmaz, iş kurala bağlanmazsa herkes oturur böylesi boş mezarlarda. Kim istemez beleş boş mezarı. Ben de isterdim; oturur, üzümünü yer, bağını sormazdım.

Bir Yönetim Kurulu Üyeliği

Dostlarım! Bugün lafı hiç eğip bükmeden size kendimi anlatacağım. Daha doğrusu bir durumumu arz edeceğim. Normal şartlarda enaniyetin en büyüğünü taşımama  rağmen bugüne kadar kendimden hiç bahsetmedim. Ben kendimi göstereceğime siz beni görün istedim. Maalesef ne ben kendimi gösterebildim ne de siz beni görebildiniz. Ama bekleyecek sabrım kalmadı artık. Zira 57 yaşına girdim. Geldim gidiyorum. Çünkü herkes gibi ben de bir faniyim. Beni zaman zaman üzüntüye gark eden durumumu sizinle paylaşmasam çatlayıp öleceğim. Derdimi/isteğimi anlatacağım ki sonra “ne istediğini bilmiyorduk, anlayamadık, halbuki bir değermiş” demeyin.

57 yılı küçümsemeyin. Yarım asrı deviren bir tecrübe, bir birikim demektir bu. Her ne kadar eğitim ve öğretim sahasında görev yapıyor olsam da çoğu kimse gibi anlamadığım yoktur. Yazar, çizerim; her konuda kalem oynatırım. Nefes almadan konuşmanın alasını yaparım.

Tek istediğim ve en büyük hayalim, bu aşamadan sonra devlete daha fazla hizmet etmek için birikimimi bir yönetim kurulu üyeliği yaparak nihayete erdirmektir. Ekonomiden, siyasete, sosyal politikalardan eğitime, banka üyeliğinden yüksek istişare kurulu üyeliğine kadar her alanda çalışabilirim. Tüm bu ve benzeri görevleri yapmaya bilgim, görgüm ve birikimim yeterli olduğu kadar sağlığım da elverişlidir. Bugüne kadar doğru dürüst hiç ilaç kullanmadığım gibi  akıl sağlığı dahil, hiçbir zührevi rahatsızlığım da yoktur. 

Durumum bu iken mevcut öğretmenliğimi ne kadar yapabilirim? 65 yaşına gelince kış-kıyamet demeden artık yaramazsın diyerek kapının önüne koyuveriyorlar. Halbuki benim hizmet anlayışımda beşikten mezara çalışmak vardır. Bu açıdan yönetim kurulu üyeliği, benim gibi vazgeçilmez biri için bulunmaz Hint kumaşıdır. Zira yaş şartı yok. Taş atıp elim de yorulmayacak. Çalışabildiğim kadar çalışacağım.

Hak ettiğim isteğimi öğrenince "Senin derdin anlaşıldı. Sen birden fazla yerden maaş almak istiyorsun" diye aklınıza gelebilir. Haklısınız. İlk etapta ben de sizin gibi -kötü- düşünürüm. Ama niyetinizi bozmayın. Zira kazın ayağı öyle değil. Bilin ki benim yönetim kurulu üyeliğim, mevcut yönetim kurulu üyeliği yapanlardan farklı olacaktır. Beni okumaya devam edin ki farkı görün.

Yönetim kurulu üyeliğine geçtiğim zaman ben, birden fazla yerden maaş almayacağım. Asıl mesleğim olan öğretmenlikten tahakkuk ettirilen maaşa elimi bile sürmeyeceğim. Olduğu gibi hazineye geri vereceğim. Hazine “olmaz, böyle bir usulün mevzuatta yeri yok” derse ilgili kanun değişikliği için yönetim kurulu üyeliğimi kullanarak tanıdığım vekiller aracılığıyla Meclis'e kanun teklifi verdireceğim. Diyelim ki Meclis, "Kötü emsal olmaz" dedi, teklifi reddetti. Bu durumda yönetim kurulu üyeliği dışında kalan asıl maaşımı -kuruşuna bile dokunmadan- ya öğrencilere burs vereceğim ya mağdurlara yardım edeceğim. 

Gördüğünüz gibi kendim için bir şey istemiyorum. Parolam, devlete hizmet etmek. Bu durumu bilin, sonra iş işten geçtikten sonra timsah gözyaşı dökmeyin, derim. Burada kendimi anlatırken sizi de unutmuş değilim. Bana bu konuda vereceğiniz destek, aynı zamanda sizin de önünüzü açacaktır. Her biriniz yönetim kurulu üyesi olmak için beklenti içerisine girecek, o yaptıysa biz hayli hayli yaparız, diyeceksiniz. Bu kıyağımı da unutmayın.


16 Ağustos 2019 Cuma

Bezdiren İnternet Siteleri *

Bir haber sitesinin bir haberi nasıl verdiğini, sadede ne vakit geldiğini, haber diye yazdığının incir çekirdeğini doldurmadığını dikkatinize sunmak istiyorum:

Haber başlığı: Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
Alt başlık: Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
I/16: FLAŞ GELİŞME 
Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
2/16: Milli Eğitim bakanı ziya Selçuk önemli açıklamalarına devam etti.
3/16: Dün verdiğimiz flaş açıklamaların ardından bugün de Selçuk'tan flaş açıklamalar geldi.
4/16: Bakan Selçuk, gündeme ilişkin değerlendirmeleri ile birlikte eğitime dair önemli bir konuyu gündeme getirdi.
5/16: Selçuk, yeni okutulacak ders için detayları verdi.
6/16: İşte Bakan Selçuk'un yeni okutulacak dersle ilgili açıklamaları ve gelişmenin detayları:
7/16: Bakan Selçuk'un sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar:
8/16: Bakan Selçuk'tan Sosyal Medya Okuryazarlığı Dersi Açıklaması
9/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, kişisel twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada sosyal medya okuryazarlığı dersi ve SERÇEV Engelsiz MTA Lisesi'nden bahsetti.
10/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ''Sosyal medya okuryazarlığı dersini okullarımıza ilaveten Halk Eğitim Merkezlerinin programına da aldık. 
11/16: Siber zorbalık, siber bağımlılık, kişisel bilgilerin korunması, sosyal medyada nezaket dili,
12/16: doğru ve sınırlı kullanım konularında verilecek derslere katılım ücretsiz olacak.'' dedi.
13/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ''SERÇEV Engelsiz MTA Lisesi, bir tersine kaynaştırma okulumuz.
14/16: Normal gelişim gösteren öğrencilerle, serebral palsili öğrencilerimizin birlikte eğitim aldığı meslek lisemiz bu yıl ilk mezunlarını üniversiteye gönderdi.
15/16: Gençlerin azimlerinin tüm çocuklarımıza örnek olması dileğiyle.'' dedi.
16/16: (Ziya Selçuk'a ait bir fotoğraf)

16 sayfalık haberde Sayın Ziya Selçuk'a ait birbirine benzer 15 resim ve 9 reklam var. Verdiği haber de yukarıda. Takdirlerinize sunuyorum. Allah aşkına soruyorum, bu haber kaç cümlelik bir haber, ne kadar yer kaplamış? Maalesef bu şekil haber yapan internet sitelerinin sayısı da az değil. Sadede gelmiyorlar bir türlü. Haberi hazırlayıp yayıma veren, aynı cümleyi tekrar tekrar kopya ediyor. İnsan utanır da aynı cümleyi farklı şekilde bari ifade eder. 

Merak ettiğim bu tür haber sitesinde çalışanlar ne mezunu? Önüne gelen çalışıyor mu buralarda? Eğer bu haberi hazırlayan okulda olsa kesintisiz sınıf tekrarına kalır. Yazık gerçekten! Yoksa benim bilmediğim bu tür haber şeklinde bir hinoğlu hinlik mi var?

*18/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Hükümetin Zam Teklifi Gözlerimi Yaşarttı *


2020, 2021 yıllarına ait kamu işçisine yüzde 8+4+3+3+enflasyon farkı ve maaşı 3500 TL'nin altında kalan işçiler için 150 TL seyyanen zam veren hükümet, memurlara 3.5+3+3+2.5+enflasyon farkı önerdi. 

Verilen ve teklif edilen zamda değilim. İşçiye verilen ve üzerinde anlaşma sağlanan zamda da gözüm yok. Az veya çok demiyorum. Hükümet, teklif ettiği zam oranını ne kadar yukarı çeker? Doğrusu hiç umurumda değil. Garibime giden ve merak ettiğim, işçi ile memur aynı ülkede yaşamıyor mu? Bu iki kesim ekonomik verilerden aynı oranda etkilenmiyor mu? Her ikisi de bordro mahkumu değil mi? Her ikisinin de maaşı genel bütçeden verilmiyor mu? Aynı dönemleri kapsayan zam yüzdesi niçin birinde farklı, diğerinde farklı olur?  

Ne zaman verilen zam yüzdesi gündeme gelse bir de kümülatif zamdan bahsederler. Kümülatifi bir tarafa bırakıp verilen ve teklif edilen zam oranına bir bakarsak işçi ile memur arasında yüzde 6'lık bir fark var. Acaba bu yüzde 6'lık fark birinin grev hakkının olması, diğerinin olmaması mı?

Burada yanlış anlaşılmasın. İşçiye çok verildi, memura az teklif verildi, bu haksızlık iddiasında falan değilim. Aslında aynı dönemi kapsayan zam görüşmelerinde bir emsal olması gerektiğini düşünüyorum. Memur fazla istese "Kusura bakmayın, biz işçiye bu kadar verdik, yukarısını veremeyiz" denebilirdi. Buna da kimsenin itirazı olmazdı. Yine işçi ile yapılan zam görüşmesinde anlaşma sağlanınca "Kamu emekçisine verilen zam yüzdesi belli oldu. Bu zam oranları memurları da bağlar" denebilir, ayrıca bir görüşmeye ve sözleşmeye ihtiyaç kalmazdı.

Kimse kusura bakmasın, teklif edilen bu zam komedisini anlamış değilim. İşçi-memur arasındaki yüzdelik farkın hikmetini de aynı şekilde anlayamadım.

5.dönemi yapılmakta olan toplu sözleşme görüşmeleri niçin yapılır, hükümet ile Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti her iki yılda bir, ağustos ayı boyunca niçin bir araya gelir? Nasılsa beş dönemdir aynı komedi devam ediyor. Kamu sendikaları yüksekten uçuyor, beklentilerini açıklıyor, hükümet ise zırnık koklatmıyor. Bir ay boyunca otur, kalk; sonuç, imam bildiğini okur misali hükümet de kendi dediğini dayatıyor. 

Merak ettiğim, Kamu Görevlileri Sendika Heyeti zam pazarlığı için niçin hazırlık yapıp hükümetin karşısına geçer, niçin kendisini yıpratır? İki yılda bir tekrarlanan bu bildik sahnenin figürü olmamalı. Ne takdir ediyorsan o olsun, hatta hiç vermeyebilirsin demeli. Gerçekten hiç vermese daha iyi. Memurla eğlenir gibi teklif veriyor. Hatta hükümet, önemli vaktini memura falan harcamamalı. Kanuna "Memura, enflasyonun üzerinde bir puan refah payı verilir" maddesi ekleyerek yoluna devam etmeli. Beğenmeyene "Sen bilirsin, daha kapı orada" demeli.

Bu durumda hükümet "Türkiye gerçekleri bir puanlık zammı kaldırmaz" desin. İnanın çalışanlar bunu daha makul görebilir. Yeter ki tüm çalışanlara eşit ve adil davransın. Kamu Görevlileri adına masada oturan heyet de  "Buyur, kendin çal, kendin oyna" deyip bir daha geri dönmeyecek şekilde görüşme masasını terk etmeli.

*19/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.