9 Ağustos 2019 Cuma

Biraz Kendimize Ayar Versek...

Ah! Nerede o eski nesil? Nesil değişti, çocuklar yaramazlaştı, söz dinlemiyorlar, büyüklere saygı kalmadı diyerek yeni yetişen nesle kızarız. Bu nesil niçin böyle oldu? Bunda biz büyüklerin payı nedir? Bunları nasıl kazanabilir, iyiye kanalize edebiliriz diye düşünmüyoruz.

Nesil elden gidiyor, değerlerimize yabancılaşıyor, çoğu deist oluyor diyoruz. Niçin deist olduklarına kafa yormuyor, bunda bizim sorumluluğumuz var mı demiyor, çözüm yolu üretmiyoruz.

Hadisler inkar ediliyor. Bunu yapanlar oryantalistlerin yerli uşaklarıdır diyor. Ardından hadisle, sünneti karıştırarak işi sünnete getiriyor, sünneti inkar edenin dinde yerinin olmadığını söylüyoruz. Ya hep ya hiç, diyoruz. Bazı insanlar hadislere niçin bu şekil bakıyor? Sorun bu bakış açısında mı yoksa bizim bakış açımızda bir sorun mu var demiyor. Bunun nedenleri üzerinde durmuyor. Temel kaynaklar konusunda niçin anlaşamıyoruz diyerekten kendimizi bir sorgulamaya tabi tutmuyoruz.

Sorun olarak gördüğümüz, dert edinmekten ve tartışmaktan öte bir şey yapamadığımız konular çok olmakla beraber biz verdiğimiz bu üç örnekle yetinelim ve verdiğimiz bu üç örnek üzerine beyin jimnastiği yapalım.

Yeni nesil bizden farklı. Nesil bizim yetiştiğimiz ortama göre değişmiş olmasına rağmen biz hala onları kendi yetiştiğimiz döneme göre yetiştirmeye kalkıyoruz. Başarısızlığımızın temelinde bu var. Yeni nesli ve gelmekte olan nesli kazanmak ve bizim gibi olmalarını istiyorsak öncelikle onların dilini anlamamız gerekiyor. Bu dili anlamadan başarının gelmesi mümkün değil. Teknoloji çağında bizden önce her türlü bilgiye ulaşan gençliğe bizim eski usül ve yöntemlerimiz sığ ve basit gelir. Bunun için çağı okuyarak işe başlamamız gerekiyor. Çünkü çocuk yaşadığımız çağa göre yetiştirilir.

Gençlerin deist ve ateist olmasına gelince bunun sırrı da gençliğin yetişmesiyle orantılı. Sorgulayan bir nesil varken verdiğimiz örnekleri bile yenilemiyoruz. Bir firma bile sürekli sattığı ürünün tadı aynı olmasına rağmen zaman zaman jelatinini yeniler. Biz ise eski bilgileri günümüze getirirken aynı şekilde koruyoruz. Günümüz vardır bundan bir hikmetten ziyade gördüğü ve duyduğunda mantık arıyor. Bizim açıkladıklarımıza yeni bir mantık ve bakış açısı getirmemiz lazım.

Temel kaynaklarla ilgili tartışmamız toplumun gözü önünde yanlış minval üzere yürüyor. Bu da insanımızın kafasını karıştırıyor. Kapalı ortamlarda tartışılarak pişirilip piyasaya sürülmesi gereken görüşler sosyal medya ve ekranlarda gırla gidiyor. Her iki görüşün sahipleri de taraftar toplama derdinde. Halkı kutuplaştırarak bir kesimi etrafımızda toplamanın karşıt kesimi sapıklık, şirk ve tekfir ile suçlamanın Müslümanlara faydası olmaz. Sadece taraflar birbirlerini itham ederek egolarını tatmin eder.

Yapmamız gereken güzel bir üslupla geçmiş müktesebatımızı bu asrın idrakine sunmaktır. Bunu yapamazsak gençlik elden gitmeye devam eder, gençlerimiz deist olmaya yönelir, her hadis tartışması bizi bizden uzaklaştırır. İnsanlar temel kaynaklara mesafeli yaklaşmaya başlar. Burada değinmemiz gereken bir diğer husus da hep başkasına ayar vermeye çalışırken iyi örnek olmuyoruz. Biraz da kendimize ayar versek fena olmaz, diyorum.




8 Ağustos 2019 Perşembe

Müslümanca Tavır *

Müslümanca tavra insanca tavır da diyebilirsiniz. Nasıl olmalıdır sorusuna cevap aramaya çalışacağım:

*Etrafına güven vermelidir her şeyden önce.

*Hangi işi yaparsa yapsın işinin hakkını vermelidir. İşinde en iyi olmalıdır.

*Hal ve hareketiyle, konuşmasıyla çevresine örnek olmalıdır.

*Davranış ve konuşmasında nazik ve kibar olmalıdır.

*Kimsenin sözünü kesmemelidir. Karşı tarafı ön yargısız dinlemelidir. Söz sırası kendine geldiğinde konuşmalıdır.

*Olur olmaz her konuda fikrini söylememelidir. Bilmediği bir konuda bilmiyorum diyebilmelidir.

*Konuşurken emir verici, tepeden bakan bir tavır sergilememelidir.

*Farklı fikirlere tahammül etmelidir. Önce onları dinleyip anlamalıdır. Farklı fikir sergileyenlerin fikirleri yanlış ise onları doyurucu bilgi, güzel ve yumuşak bir üslupla ikna etmeye çalışmalıdır. Onlara hakaret etme yolunu seçmemelidir, kızıp bağırmamalı, hedef göstermemeli, dışlama yoluna gitmemelidir. Onları tekfir etmemelidir. Onlara sapık dememelidir. Onları müsteşriklerin yerli işbirlikçisi şeklinde itham yoluna gitmemelidir. İkna edemese bile onlarla iletişimi kesmemelidir. "Müslüman kardeşim bu konuda farklı düşünüyor" diyerekten kendimiz saygı beklediğimiz gibi onlara da saygı gösterilmelidir.

*Gündeme, sürekli anlaşamadığımız konuları getirip ayrışmayı körüklemektense, asgari müştereklerde anlaşabildiğimiz konularda bir araya gelmenin yolları aranmalıdır.

*Gizli ajandamız olmamalı. Kapalı kapılar ardında yaptığımız konuşma ile toplum nezdinde yaptığımız konuşma çelişmemelidir.

*Hata yapan, dili sürçen kişileri ayıplamamalı, tefe koymamalı. Beşerdir, şaşar. Bugün bu duruma o düşmüştür, yarın da ben düşebilirim demelidir. Yapılan açıklamayı yeterli bulmalı, öküz altında buzağı aramamalıdır. Niyet okuyuculuğu yapmamalıdır.

*Bir zaman birlikte çalıştıklarımızla yollarımız ayrıldığında, onların aleyhinde konuşmamalı, onlara yaptığımız iyilikler başa kakılmamalı. Kapı daima açık tutulmalı, onlardan hayırla bahsedilmeli.
*Hiçbir fikrin, görüşün fanatiği olmamalı. Daima orta yolu tutmalı.
*Görüşü, düşüncesi ne olursa olsun, mağdurun elinden tutmalı, mağrur ve zalime karşı koymalı.
*Irkçılık yapmamalı. Kendi ırkını aşırı yüceltip başka ırkları hor görmemeli.
*Aman dileyene, özür dileyene el kaldırmamalı. Suçlu ile mücadelede orantısız güç kullanmamalı. İnsanlara toptancı yaklaşmamalı. Amaç gözden çıkarma değil, kazanma olmalı.
*Gıybet yapmamalı, iftira atmamalı, laf taşımamalı.
*Gördüğü kötülüğü; eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle edebince düzeltmeli. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetmeli.
*Yardım yaparken en yakınlarından uzağa doğru bir yol izlemeli.
*Okumalı, düşünmeli, sorgulamalı, aklını kullanmalı. Aklını kişiye veya zümreye kiraya vermemeli. Kendini sürekli geliştirmeli.
*İşe yerleştirmede kendinden olanı değil, en ehil olanı seçmeli.
*Az konuşmalı, çok iş yapmalı, üreten olmalı.
*Her Allah, peygamber, vatan, millet, Sakarya diyene hemen güvenip teslim olmamalı. Allah ile aldatanı tespit etmeli. Güzel duyguları emellerine alet eden bu tiplere prim vermemeli.
*Her yönüyle kişiliği oturmuş bir birey olmalı, prensipleri olmalı. Makam, şöhretin değiştirdiği olmamalı.
*Kişileri görüşlerinden veya yaptıklarından dolayı eleştirirken, olayı kişiselleştirmeden, geçmiş defterleri açmadan onların onurlarını koruyarak yapmalı...

* 23 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

 

 

Yönetim Anlayışımızda Kurum Kültürünün Yerleşmesi

Bu ülkede en büyük sorun kurum, kuruluşlarımızda ve devlet yönetiminde kurum kültürünün gelişmemiş ve oturmamış olmasıdır. Aynı zamanda aidiyet duygusunun oluşmamasıdır. 

Devlet adına iş yapan nerede bir kurum varsa hatta devlet yönetimimiz bile kişilere endekslidir. Kurum ve kuruluşlarımız ay sahibine göre kişner mantığıyla çalışır. Nereye kim gelirse orayı ilk önce hallaç pamuğu gibi altına üstüne getirir. Sayesinde birileri ihya olurken birileri de mağdur olur. Yönetim değişti mi ihya olan mağdur, mağdur olan ihya olur. 

Kişilere bağlı bu yönetim tarzımız klasik Doğu toplumu olmamızın tipik bir göstergesidir. Batı da olduğu gibi kurum kültürümüz yoktur. Batı da ülkenin ve kurumların yönetimş kişilere göre değişmez iken bizde her şey tersine döner. Bundandır ki bizde seçimler ölüm kalım meselesidir hep. Seçimlere katılım da yüksektir. Batı da seçimlere katılım oranı düşüktür. Çünkü hangi parti iktidara gelirse gelsin, bir kurumun başına kim gelirse gelsin sivil insanların ve çalışan insanların hayatı alt üst olmaz. Her halükarda insanlar işinin başında. Batı da devletin tüm kurum ve kurallarıyla oturmuş bir hafızası varken bizde iktidara gelen öncekini yok eder veya görmezden gelir. Yönetmeye sıfırdan başlar. Batı da bürokrasi her daim siyasi iktidarın emrindedir. Gelen siyasi iktidara direnmez. Bizde bürokratın kimin zamanında atandığının çetelesi tutulur, istenen veya istenmeyen adam ilan edilir.

Bu ülke gelişmek istiyorsa her şeyden önce yönetim anlayışlarımızı değiştirip yönetimde kurum kültürünü yerleştirmemiz lazım. Kurum kültürü yerleşirse kurumlar kişiselleştirilmez, laçkalaşmaz. Kurumlar kendi içinde birbirini denetler. Kaytaran, suç işleyen korunmaz. İşleyişte tıkanma meydana gelmez. Kurumun yöneticisi veya iktidar el değiştirirse dünyanın sonu değildir. Yerine gelen aksama olmadan kaldığı yerden devam eder. Çünkü böyle yerlerde kişilerin değil, kurum kültürünün ağırlığı vardır. Kişiler kurumun önüne geçmez. Gelişim ve gerileme kişilerle orantılı değildir.

Her şeyimizle Batılı gibi yaşıyoruz ama yönetim anlayışımızda bir türlü Batılı olamadık. Bize düşen kişileri değil, kurumları öncelememizdir. Kurumun öncelendiği yerde kişiler gelip geçicidir. 

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Yel Değirmenleriyle Savaşmak

Kim yel değirmenleriyle savaşmaya yeltenirse akıbetini göz önünde bulundurmasına fayda vardır. Çünkü yel değirmenleriyle savaşa kalkışmanın hazin sonu hep tek taraflı mağlubiyettir. Aşağıda bir kısmını yazacağım kişi ve gruplar da yel değirmenleriyle savaşmayı aratmazlar. Hatta yel değirmenlerini mumla aratırlar.
*Sana ve savunduğun fikrine karşı peşin hükümlü olanlar,
*Söylediğin her sözde öküz altında buzağı arayanlar,
*Sözünden ziyade niyet okuyuculuğu yapanlar,
*Sözünde bir şey bulamadığı zaman geçmişinden bir şey aramaya kalkanlar,
*Sözünü ve ne demek istediğini anlamak istemeyenler,
*Ne dediğini anlayacak kapasitesi olmadığı halde anlayamadığını kabul etmeyenler,
*Yeniliğe, değişime, yeni görüşe kapalı olanlar,
*Bir yere bağlı olup özgür iradesini kullanamayan ve komutla hareket edenler,
*Sırtını bir güce dayayanlar,
*Kendini güç sahiplerine göstermek isteyenler,
*Sadece kendi görüşünün doğru olduğunu savunanlar,
*Her sözüne karşı savunma veya saldırıya geçenler,
*Ne olur, ne olmaz, başım belaya girer düşüncesiyle yanında görünmek istemeyenler,
*Bir yerlerden beklentisi olanlar,
*Bir şeyi savunarak veya birilerine vurarak prim yapmak isteyenler,
*Parmakla gösterdiğin yere değil de parmağına bakanlar,
*Mevcudu korumayı kolay bir yol ve geçer akçe kabul edenler,
*Mevcudun devamından nemalananlar ve güç devşirenler,
*Sloganlara bağlı yaşayanlar,
*Hayata at gözlüğüyle bakanlar,





Söz ve Yazıya, Maksadının Dışında Anlamlar Yüklenmesi *

Şimdilerde biraz esnetilmiş olsa da sabah derse girmeden önce öğrenciler okullarda sıraya alınır. Nöbetçi müdür yardımcısı ve nöbetçi öğretmenlerin önünden öğrenciler tek tek içeriye alınır. Kılık kıyafet ve saç kontrolü yapılır. Bayrak töreni yoksa öğrenciler mutat bir şekilde niçin sıraya alınır ve fiziki kontrol yapılır, çok mantıklı gelmese de konan kuralı kendi başımıza değiştirme durumumuz yok. Bu kuralı uygulayanlar da öncekilerden gördüklerini yapıyorlar. Sorumluluk aldığım zamanlarda da içime sinmese de aynı kervanın yolcusu oldum. Saç, sakal, bıyık, giyim ve kuşam kontrolü yaptım. Tüm bunların boş şeyler olduğunu anladım ama iş işten geçti. 

Güneydoğu illerimizden birinde çalışırken 1996-1997 öğretim yılında nöbetçi olduğum bir gün öğrencileri içeriye alıyorum. Öğrenciler tek tek önümüzden geçiyor. Dersine girdiğim bir öğrenci, eline 33'lük tespihini almış, sallayıp geliyor. Önümden geçerken tespihi cebine koymasını söyledim. Tamam, dedi öğrenci. Cebine koymaya davranan öğrenci önümden geçtikten sonra tekrar tespihini sallamaya devam etti. Ses tonumu biraz yükselterek oğlum, kat şu tespihi cebine dedim. Son sınıf olmuş delikanlının zoruna gitti bu durum. Çünkü arkadaşlarının içinde uyarılmaktan kim hoşlanır? Öğrenci bana, "Sürekli bize kızıyorsunuz ve hakaret ediyorsunuz" dedi suç bastırırcasına. Kızmayı anladım. Çünkü şu anda sana kızıyorum. Çünkü ilk uyarıdan sonra aynı harekete devam etmen hoş olmadı. Öfkelendim. Haliyle sesimi yükselttim. Hakarete gelince, ne alaka dedim. "Hep yapıyorsunuz. Geçen hafta bizim sınıfta yaptınız ya" dedi. Ne dedim, dediğimde "11/A sınıfı öğrencilerine 'top' dediniz" dedi. Yavrum, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ben böyle bir şey söylemedim, söylemem de. Hem top ne anlama gelir, bilir misin dedim. "Evet biliyorum. Tüm sınıf şahit" dedi. İyi o zaman, haydi sınıfa gidelim. Nasıl hakaret ettiğime sınıf şahitlik yapsın, ben de yaptığım hakareti bu vesileyle öğrenmiş olayım dedim. 

Öğrencilerin tören alanından içeriye alınması bittikten sonra öğrenci ile birlikte 11/B sınıfına çıktık. Sınıfa, gençler! Arkadaşınız, geçen haftaki derste 11/A sınıfına hakaret ettiğimi, onlara top dediğimi söylüyor. Ben böyle bir şey söyledim mi, Allah’ınız aşkına söyleyin, dedim. Hepsi birden "Ne hakareti? Yok, böyle bir şey" dediler. O zaman sen anlat hakaretimi dedim öğrenciye. "Arkadaşlar, 11/A sınıfına hepimizin içinde hakaret etti. Ne çabuk unuttunuz. Sizi anlamıyorum. Ne biçim arkadaşsınız" dedi ve arkadaşlarına kızarak yerine geçip oturdu.

Sınıfa, gençler! Geçen haftaki dersimde, 11/A sınıfıyla futbol maçımız var, dediniz. Ben de "11/A'yı banko yenersiniz. Zira rakibiniz olan sınıf, başını kaldırmadan teneffüslerde bile üniversite sınavına hazırlanıyor. Onlar toptan ne anlar? Ayrıca o sınıfın 19'u kız, geriye kalan 11’i erkek. Takım oluşturmakta bile zorlanırlar. 11/A ve top birbirine çok yabancı. Sizin 30'unuz da erkek, sürekli top oynuyorsunuz ve onlar kadar derste gözünüz yok, demedim mi dedim. "Evet, aynen böyle dediniz" dediler. O zaman bu sözlerimde bir hakaret var mı dedim. Hayır, yok dediler. Hakaret yaptığımı söyleyen öğrenciye döndüm. Delikanlı! Var mı diyeceğin? Gördüğün gibi şahit dediğin sınıf da sana şahitlik yapmadı. Yine her zamanki gibi yanlış anlamışsın ve koca sınıfta böyle anlayan tek kişi de sensin, dedim. "Var hakaret, siz top dediniz. Ben bilmem mi” dedi tekrar. Bunun üzerine, Allah senin hayrını versin, varsın sen hakaret var bil, diyerek sınıftan ayrıldım.

Yazdıklarımdan siz ne anladınız, evet hakaret etmişsiniz dediniz mi bilmiyorum. Ama hakaret ettiğimi söyleyen öğrenci, söylediklerinde samimiydi. Çünkü anladığı bu kadardı. Söylediğim cümleleri doğru anlayacak bir kapasitesi de yoktu. Düz mantık biriydi. Espri, benzetme, mecaz nedir bilmezdi. Bu yüzden daha da kızmadım öğrenciye.

Aradan 25 sene geçmiş, bu olayı hatırlamamın sebebi, son günlerde ve zaman zaman irticalen söylenen sözlere ve yazılan yazılara farklı anlamlar yüklenmesi ve bir bardak suda fırtına kopar-ıl-mak istenmesidir. Aslında derdimiz, söylenen ve yazılan sözün ötesinde, o kimselere karşı içimizde biriktirdiğimiz kin ve nefret duygusunun dışavurumundan ibarettir. Söz ve yazıdan önce içimizle yüzleşmemiz ve niyet okuyuculuğunu bırakmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

*12/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 


6 Ağustos 2019 Salı

Belde Belediyeleri Niçin Var?

Kaplıcası olan bir beldede beş gün kaldım. Kaplıca dolayısıyla beldede işletme amaçlı yüksek binalar yapıldığından belde, orta büyüklükte bir ilçe görünümünde.

Akşama doğru adımlarken gözüme belediye binası ilişti. Beldenin en işlek caddesinde bulunan belediyenin karşısında, içinde belediyeye ait hurdaya çıkmış araçların konduğu büyükçe bir arazi var. İçi ateş atılıverse hemen tutuşacak sararmış otlarla dolu. Hazineye ait olması kuvvetle muhtemel bu arazi "Ben bakımsızım, bana bakan yok arkadaş" diye haykırıyor.

Beldenin eski yerleşim yerlerine doğru adımladığımda kilitli taş döşenmiş yollar köstebek yuvası gibi. Taşlar çökmüş vaziyette. Araç geçerken "Ne olur, bana eziyet etme, Allah'ını seversen buradan geçme" der gibi.

Belediyeye yakın -belki de belediyenindir- bir çay bahçesine oturdum. Çayı beklerken gözüm ağaçlara bağlanmış içi su dolu beyaz poşetlere ilişti. Garsona, bu poşetleri niye astınız, dedim. "Işığa gelen sineklerden korunmak için" dedi. Ne alaka dediğimde "Işıkla beraber aydınlığa gelen sinekler, ışığın vurmasıyla birlikte şeffaf poşet daha parlak göründüğünden sinekler poşete konuyor" açıklamasını yaptı.

Çaydan sonra kaldığım termale gittim. Sular kesikti. Biraz bekledikten sonra geldi. Suyu açınca pat pat şeklinde ses çıkarıp fışkıran suyun normale dönmesi ve bu esnada akan sarı suyun gitmesini beklemek de zaman aldı. Suyun kesilmesi Allah'ın emri gibiydi sanki. Beş gün boyunca saati ve vakti belli olmaksızın kapımızı çaldı. Kah sabah, kah akşam, kah gece.

Elektrik kesintisine iki defa rastladım. Alışveriş yaptığım esnafa göre elektrik ve suyun kesilmesi olağanmış beldede.

Beş gün kaldığım beldede gözlemlerime göre belediye, binasının karşısındaki mezbelelik yeri düzenlemekten aciz. Türkiye'nin her bir yerinden kaplıca için gelenlere reklamını yaparcasına 24 saat kesintisiz su veremiyor. Yolları, bana bak başkan dercesine bakımsız. Haşereyle mücadele yok.

Tüm bunları gözümün önüne getirince sahi bu belde belediyeleri niçin var? Niçin buralara belediyelik verilmiş, niçin seçim yapılıyor, bir beldenin köyden hiç farkı olmayacaksa buralara niçin başkan seçilir, köy olarak kalsa daha iyi olmaz mı? Hem devlet boşu boşuna masraf etmemiş olur. 

Size gördüğüm bir beldeyi anlatmaya çalıştım. Daha bu belde gibi nice belde ve küçük ilçelerimiz var bu şekilde. Buralardaki belediyelerin kendilerine hayrı yok ki belde ve ilçesine hizmet etsinler. Bence böyle belediye olunacağına buralar belediyesiz kalsın daha iyi. 

Biraz da Çocuklardan Öğüt Alalım! *

Genelde büyükler küçüklere öğüt verir. Bu yazımda, çocuğun anne ve babasına öğüt verdiği bir alıntıya yer vereceğim. Çocuğun verdiği öğüt bizim garibimize gidebilir. Ama çocuğum başarılı olsun diye doktor doktor dolaşan, hastanelerin psikiyatri bölümüne gidip test yaptıran, okulların rehberlik servisinden çıkmayan ve oyun çağındaki minnacık çocuklarına okul dersinin dışında özel ders aldırmak için çırpınan anne babaların sayısı az değil. Tüm bunları yaparken çocuğumuzun o an hissettiği psikolojiyi de hesaba katmak gerek. Elbette her ebeveyn çocuklarının başarılı olmasını ister ama çocuğun gelişimini, yaşını ve kapasitesini göz ardı etmemek şartıyla. İzninizle yazıyı paylaşıyorum. Belki çocuk yetiştirmede bir yanlışımız vardır ve bu çocuğun öğüdünden alacağımız bir pay olabilir.

"BİR ÇOCUKTAN BÜYÜKLERE ÖĞÜTLER"

"Londra'da bir hastanenin çocuk psikiyatrisi servisinde yatan 'Kevin Hickey' isimli çocuk, anne ve babası tarafından akli dengesinin yerinde olmadığı kuşkusuyla hastaneye yatırılmak isteniyordu. Ancak doktorun yaptığı testlerin sonucu, çocuğun akli dengesinin yerinde olduğunu gösterecekti. Halbuki Kevin Hickey isimli çocuk, tamamen yanlış eğitimin kurbanıydı.

Çoğu kez anne ve babaların, her birinin birer psikolog edasıyla çocuğuna yaklaşıp henüz oyun oynama çağında olan, oyun oynamak isteyen çocuğu için 'çocuğumun psikolojisi bozuldu; çünkü çocuğum ders çalışmak istemiyor', şikâyetiyle öğretmen, idarecilere, hatta kendi           -başına buyruk- psikiyatri kliniklerine başvurduklarına şahit olmaktayız. Anne babaların çocuğuna karşı bu tutum ve yaklaşımı tamamen yanlış eğitimden kaynaklanmaktadır.

Tıpkı Kevin adındaki öğrencide olduğu gibi, velilerin çocukları için yanıldığı ve isabetli davranmadıkları zamanlar da olmaktadır.

Biraz rahatsız olan Kevin, durumu düzeldiğinde bir doktorun tavsiyesine uyup her anne-babanın kulağına küpe olması gerekecek şu on üç altın öğüdü kaleme aldı:

*Beni şımartmayın. Her istediğim şeyi elde edemeyeceğimi biliyorum. Sadece sizi deniyorum.
*Bana tatlı-sert davranmaktan çekinmeyin. Bunu tercih ederim. Bu durum kendimi daha güvenli hissetmemi sağlar.
*Kötü huylar edinmemi önleyin. Bunların erkenden ortaya çıkarılmasında ve önlenmesinde sizin bana yardımcı olacağınızı umuyorum.
*Hatalarımı başkalarının önünde söylemeyin. Benimle yalnız konuşursanız, söylediklerinizi *daha iyi anlar ve kendime çeki düzen veririm.
*Sizden nefret ettiğimi ve sizi sevmediğimi söyleyince üzülmeyin. Aslında sizden nefret ediyor değilim; beni engelleme gücünüzden nefret ediyorum.
*Herhangi bir şeyin sonucundan beni kurtarmaya çalışmayın. Bazen acı veren yollarla öğrenirim.
*Küçük hastalıklarımı büyütmeyin. Bunları yenecek güçteyim.
*Bana yerine getiremeyeceğiniz şeyleri söz vermeyin. Bu sözler yerine getirilmeyince çok kırıldığımı unutmayın.
*Kendimi, istediğim kadar iyi anlatamadığımı unutmayın. Beni anlamaya çalışın.
*Dürüstlüğümü fazla zorlamayın. Korkup yalan söyleme eğilimi gösterebilirim.
*Tutarsız olmayın. Bu benim kafamı iyice karıştırır ve size olan güvenimi sarsar.
*Benden özür dilemeyecek kadar gururlu olmayın. İçten bir özür, beni size daha da *yaklaştırabilir.
*Büyümek için sizin anlayış ve sevginize muhtacım. Ama bunu size söylemem gerekmez, değil mi?"

*16/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.