2 Temmuz 2019 Salı

Algılara Teslim Oluyoruz Hep

Hucurat süresi 6.ayette geçen "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." ayet mealini bilmeyenimiz yok. Hatta bildiğimizle kalmayız birbirimize de okuruz. Hem bilir hem okur hem inanırız ama iş amel etmeye gelince uygulamayız. 

Ne zaman bir haber duysak eğer haber işimize geliyorsa doğru mu yanlış mı demeden balıklama atlıyoruz ve bu haberi kendi düşüncemizi desteklemek için kullanır da kullanırız. Ne zamana kadar? Birileri bu haberle maksadına ulaşıncaya kadar bu haberle yatar kalkarız. Örnek mi istersiniz? 80 öncesi bu ülkede sol-sağ kavgası vardı. Her gün karşılıklı gençler ölüyordu. Milletçe bu akan kan nasıl durdurulacak? Yok mu bunun çıkış yolu derken asker yönetime el koydu. Ülkeyi yönetenlerin durduramadığı kan, bıçak keser gibi kesildi. Hele şükür, akan kan durdu derken 80 ihtilalının PKK ve FETÖ terör örgütlerinin neşvünema bulmasına zemin hazırladığını öğrendiğimizde iş işten geçmişti. Yine sol ve sağ kavgasında öldürülen gençlerin aynı silahtan çıkan mermi ile öldürüldüğü ortaya çıktı ve bu sol ve sağ kavgasının darbenin meşru şartlarının oluşması için yapıldığını öğrendik. Bizim bunları öğrenmemiz bize pahalıya patladı. Nice gencimiz cunta mahkemelerinde yargılanarak darağacını boyladı. Niceleri uzun süre mahpus yattı. 

Önümüze irtica paranoyası kondu. Gerici ve yobazlar bardağı taşırdı. Ülke ve laiklik elden gidiyor denerek 28 Şubat yapıldı. Niceleri hapsi boyladı. Hala içlerinde mahpustan çıkmayanlar var. Katsayı ucubesiyle gençlerin önü kesildi. Kamudan başörtüsü atıldı. Direnenler görevinden oldu. Üniversite kapısı başörtülüye haram oldu. 

Hizbullah çıktı. Domuz bağını tanıdık. Mezar evlerini duyduk. Yapılan operasyonlarda yakalananlar ve bu örgüte üye olanlar yargılandı. Çoğu ceza aldı. Kimi çıktı, kimi hala yatıyor. 

2007 yılına geldiğimizde Ergenekon terör örgütüyle tanıştırıldık. Ardından Balyoz operasyonları ve diğer bir dizi operasyonlar yapıldı. Çoğunluğu askerden oluşan yüzlerce kişi yargılandı, mahkum oldu. Çoğu tutuklu sanıklar ortalama beş yıl yattıktan sonra "kumpas var" dendi, içerdekiler salıverildi ve bu dava 12 yıl sonrasında bitti. Mahkeme "Ergenekon diye bir terör örgütünün varlığı tespit edilememiştir" diyerek yargılananların beratına karar verdi. Burada da mağduriyetler oluştu.

Şimdi 17-25 Aralık operasyonlarıyla yüzünü gösteren ve 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsüyle gerçek yüzünü gösteren FETÖ terör örgütü operasyonları ve yargılamaları var. Çatı davası bitmiş olmakla beraber bu örgüte iltisaklı olanlara karşı yapılan operasyonlar hala devam ediyor. Bu örgüte üyeliğinden veya ilişkisinden dolayı kamudan ihraç edilenlerin ve içeride yatanların sayısı da az değil. Kimi içeride kimi de yurt dışında elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Verdiğim örneklerle ne anlatmak istediğime gelince tüm bu olup bitenlerden, operasyonlardan ve yargılamalardan anladığım bu ülkede kim bir iş yapmak istiyorsa işe kendiliğinden kalkışmıyor. Önce toplumu bir güzel işliyor, yapacağı şeye halkın bir kısmını veya ekseriyetini inandırıyor. Yani kamuoyu oluşturuyor. Ardından operasyonlara ve yargılamalara başlıyor. Hedef ve maksadına ulaşıncaya kadar kafasına koyduğunu devam ettiriyor. İşi bittikten sonra bırakıyor. Çünkü maksat hasıl olmuş oluyor. Tüm bu olup bitenlerden anladığım bu ülkede her şey algılar üzerine yürüyor. Savaş da oluşturulan algılar üzerinden yapılıyor. Ergenekon davasının 12 yıl sonra pardon şeklinde bitmesi bana çok şey öğretti. Daha bitmedi ama FETÖ davası ne şekilde biter? Bittiği zaman ne konuşuruz bilmiyorum. Bunu da zaman gösterecek. Umarım FETÖ davaları ve operasyonları bittiği zaman önceki davalarda duyduğumuz pişmanlığı duymayız. Umarım bizi birileri yine oyuna getirmiyordur. Umarım doğru yoldayızdır.

İleride olayların gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra pişmanlık duymak istemiyorsak,
*Duyduğumuz her habere ilk önce acaba mı demeliyiz. Haberi önce araştırmalıyız. Hucurat 6.ayetin gereğini yapmalıyız.
*Niyetimiz öç almak, intikam peşinde koşmak, birilerine had bildirmek değil, gerçeğin ortaya çıkması olmalı. Adaleti yanıltmamalı, yargıyı kendi süfli emellerimize alet etmemeliyiz. Yargıyı kendi haline bırakıp tarafsız olmayı bilmeliyiz. Görülmekte olan bir davanın biz ne hakimi ne savcısı ne de avukatı olmalıyız. Yargı bağımsız kararını geciktirmeden, mağduriyetler oluşturmadan vermeli. Verilen kararlarda kamu vicdanı rahatlamalı.
*Her daim soğukkanlılığımızı korumalıyız.
*Yanlış ve yanlı konuşan ve bu şekil karar veren müeyyide uygulanmalı.
*Görülmekte olan bir davada TV ve gazete aracılığıyla algı oluşturulmasına izin verilmemeli. Yayın yasağı konmalı.
*Bir işe kalkışılırken, birilerini yargılamaya kalkarken bu yargının bir gün kendimize de lazım olacağını bilmeliyiz.
*Pişman olmamak istiyorsak bin düşünüp bir hareket etmeliyiz. Çünkü son pişmanlık fayda vermez.





1 Temmuz 2019 Pazartesi

“Gençlik Nereye Gidiyor!” *

Her birimiz zaman zaman “Gençlik nereye gidiyor? Neslin gidişatı iyi değil. Gençler arasında ahlaksızlık aldı başını gidiyor…” şeklinde gençlikten dert yanarız. Bu soruya bir gencimiz cevap vermiş. Aynen aktarıyorum:

“Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum. Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhâlde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim. Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.

Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?

Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?

Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?

15 Temmuz’u planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?

Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?

Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?

Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?

Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?

Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.

Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?

Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.

Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.

Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.

Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.

Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.

Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.

Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!

Size bir şey söyleyeyim mi?

Yeni nesil pırıl pırıl. Hiçbir sıkıntı yok.

Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.

Son iki yılda kaç tane film çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor.

Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?

Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki. Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok! Kusura bakmayın! Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!

Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!

“Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın!

Evet, 21 yaşındayım.

Ama Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değilim.

Çünkü benim babam II. Murat değil, hocam da Akşemseddin değil.

Kalın sağlıcakla…” Erol çavdar (http://keyifhane.net/genclik-nereye-gidiyor/)

Birçok gencin derdine tercüman olan bu gencimiz haklı değil mi? Bence yerden göğe haklı bu genç…

*08/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Haziran 2019 Pazar

"Hız Sınırı 50" *

Aracınla şehir içi veya şehirlerarası bir yolculuğa çıkacaksan Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yürürlüğe konan trafik kurallarına uymak gerekiyor. Hızdan dolayı çoğu kimseyi yollara kurban ettiğimiz düşünülürse mutlaka hız sınırı olmalıdır. Çok araba kullanmayan biri olarak gördüğüm hız sınırları 50, 60, 70, 82, 90, 110 ve 120'dir. 90, 110 ve 120 hız sınırı şehirlerarası yollarda yolun durumuna göre belirlenmektedir. Diğerleri genellikle şehir içi yol ve caddelerde kullanılmaktadır.

Karayolları tecrübeli bir kurum. Düşüne, taşına ve tecrübeye dayanarak bu hız sınırlarını belirlemiştir. Fakat bazı yol ve caddelerin hız sınırlarını yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. Çünkü özellikle şehir içinin çoğu caddelerinde ve şehirlerarası yolların meskun mahallerinde uyulması gereken 50 hız sınırı araç sürücüleri için bir eziyet. Çoğu sürücü bu kurala uymuyor. Uyuyorsa da arabayı bağırtmaktan başka bir işe yaramıyor. Bitmek bilmeyen yol işkencesi de işin cabası. 

Trafiğin yoğun olduğu yerde zaten 50 ile bile gidemiyorsun. 30, 40, 50 ile yavaş yavaş, dur kalk ilerliyorsun. Bu durumda yapılacak bir şey yok. Elin mahkum! Şehrin kenarlarında fazla trafik yoğunluğunun olmadığı bazı müsait caddelerde de hız sınırı elli. Bence şehir içinde yolun durumuna göre hız sınırları 60, 70 şeklinde farklılık gösterebilmeli. 

Gelin sizinle Konya-Karaman yolculuğuna çıkalım. Şehrin içi olmasına rağmen Karaman Yolunda hız sınırı 70 iken(bu hız makul) yolun ikiye böldüğü Kaşınhanı ve İçeri Çumra mahallelerinden ve Kazım Karabekir ilçesinden geçerken hız sınırı elli. Bahsettiğim yerlerden yolculuk yapanlar bilir. Buralarda yol dolayısıyla yerleşim yerleri zorunlu olarak ikiye bölünmüş. Her iki tarafta halkın yoğunluğu göze çarpıyor. Yolda halkın esemesi yok. Yol ise şehirlerarası yol. Geçen, buralarda duraklamadan transit geçiyor. Işık varsa kırmızı da duruyor. 

Yerleşim yerlerinin ortasından şehirlerarası yolların geçtiği bu tür yerlerde hiç kimse belirlenen hız sınırına uymuyor. Doğru dürüst denetim de yok. Hızdan dolayı ceza yiyen araç sayısı da bir elin parmağını geçmez. Sen uygulamaya kalksan sürücüler, bu adam ne yapıyor diye garip garip bakıyor. Böyle yerlerde konan trafik kuralına uyulmuyorsa en uygunu bu hız sınırını uygulanabilir makul bir hız sınırına çekmektir. Pekala 70, 80 olabilir. Benim ki bir öneri. Karar verecek olan yine Karayolları Genel Müdürlüğüdür.

Burada değinmek istediğim bir diğer husus da hız sınırının kaç olduğuyla ilgili uyarıcı trafik levhalarının azlığı. Çoğu sürücü "Acaba bu yolda hız sınırı kaç acaba" tereddüdü yaşıyor. Çok mu zor hız sınırının başladığı ve bittiği yere hız sınırı levhasını koymak? Çoğu yerde hız sınırı 50 yazılı levhası nerede sona eriyor? Belli değil.

*10/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yalakasın Be Kardeşim!

Toplum olarak çoğumuzun dağarcığında fazla kelime yok. Pek az kelimeyle meramımızı anlatmaya ve anlaşmaya çalışıyoruz. Bu yüzeysel ve sığ kelime hazinemize rağmen konuştuğumuz kelimelerin çoğunun ne anlama da geldiğini bilmiyoruz. Hatta birbiriyle aynı anlama geldiğini sandığımız anlamca farklı kelimeleri de birbirinin yerine kullanıyoruz. Şiddete meyilli olmamızın temelinde belki de bu kıt kelime hazinemiz yatmaktadır.

Sözü fazla uzatmadan bir örnek vermek istiyorum. Birine "Falanın adamısın" demek ile "yalakasın" demek aynı anlama gelir mi? Biri veya birileri ile arası iyi olan, onlarla oturup kalkan biri için ben, arası iyi anlamında "falanın adamı" derim. Bu tip kişilere yalaka denir mi? Bana göre denmez. Çünkü yalaka halk ağzında "söz götürüp getiren, söz taşıyarak arabozan, dedikoducu, boşboğaz, sırnaşık, ikiyüzlü, dalkavuk, arsız, onursuz, sürtük (kimse), yalak " demektir. Birinin adamı ile yalaka, yerine göre birbirinin yerine kullanılabilen yakın anlamlı birer kelime olabilir ama asla ikisi eş anlamlı birer kelime değildir. Evet birinin adamı olan aynı zamanda yalaka kelimesinin anlamını kendisinde barındıran kişilere yalaka denebilir. Ama birinin adamı olan her kişiye asla yalaka denmez.

Birinin adamı ile yalaka kelimesini yazı konusu edinmemin sebebi, bu iki kelimeyi bazı insanların karıştırmasından dolayıdır. Kalabalık bir ortamda bir grup arkadaşla otururken yanımıza yeni gelen her kim olursa “Hah falanın adamı geldi…Senin falanla aran iyi. Söylesen de şu meseleyi halletse veya şöyle yapsa…” der, o kimse de “Ben mi onun adamıyım” der, güleriz. Bunu ben veya yanımdaki arkadaşlardan biri her girene bu şekilde söyler dururuz zaman zaman. Hatta “Falanın adamı” dediğimiz kişilerden bazılarının kastettiğimiz kişiyle arası iyi olmayanlar da olabiliyor. Böyle yapmadaki amacımız muhabbetten başka bir şey değil. Ama biri var ki demek ki kendisine de “Falanın adamı” demişiz ki adam –sandığım- bu kişi “Efendim bize yalaka diyorlar. Bu yüzden yanınıza gelmeye çekiniyorum” demiş. Hoppala! Buyur, buradan yak şimdi. Bizim “Falanın adamı” tabiri, olmuş yalaka. Adamın yaptığı da tam bir yalakalık olmuş. Demek ki bu kişinin bir yarası var ki gocunmuş. Burada “Falanın adamı” kelimesini “yalaka” kelimesine dönüştüren bizden laf götüren mi yoksa makam sahibi kimse mi o kadarını bilemiyorum. Bildiğim bir şey var -adam sandığım bu kişi- yememiş, içmemiş, bizden laf götürmüş. Kendisine yalaka dediğimiz için bu kişi üzgün, efendisi de üzgün. Bana böyle demişsin diyen efendisine “Bak, beyefendi! Bir defa ben kimse için yalaka kelimesini kullanmam. Ancak ‘Falanın adamı’ tabirini kullanırım. Bu da muhabbetten öte bir anlam taşımaz. Sonra kim, niçin sizin yalakanız olsun? Bu dediğim falanın adamı sözü, sizin de zorunuza gitmişse bizden laf getireni dinlemeyeceksiniz. Bizim kendi aramızda konuştuğumuz kendi aramızda kalır. Böylece rahatsız olmazsınız. Eğer bizden laf getirenin ağzını lütfen deyip kapatmazsanız bu tipler, sizden de başkasına laf götürür" dedim. Konuyu kapattık.

Yalaka kelimesinin anlamına dönüp bir daha bakıyorum. Falanın adamı derken yalakalığı kastetmemiştim ama bu vesileyle laf taşıyıcı biri olduğunu öğrenince  ilk işim yalaka kelimesinin anlamına bir daha bakmak oldu ve yalaka kelimesinden öğrendiğime göre bu adamın yaptığı falanın adamlığı değil, katıksız bir yalakalık. Çünkü yapıp ettiği yalakalıktan başka bir şey değil. 

Be kardeşim! Madem bu mesleği yapıyorsun. Bari dediğimi aynen aktarsaydın. En azından laf taşıma özelliği var bu arkadaşın derdim. Ama sen birinin adamı değil, ancak yalakası olurum, adamlık benim neyime" deyip kendini aşmışsın. Ben de bu vesileyle yalakalığını öğrenmiş oldum. Umarım yalakalık mesleğinin sadece laf taşıyıcı özelliğini taşıyorsundur. Eğer diğer yönler de varsa vay haline! Ne diyeyim? Şayet miden götürüyor ve ahlakın el veriyorsa yalakalık mesleğin hayırlı olsun be kardeşim!


Türkiye Bu Genci Konuşuyor *

29/06/2019 Cumartesi akşamı ATV televizyonunda “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına yarışmacı olarak katılan Arda AYTEN isimli genci konuşuyor. Arda’yı haber konusu yapan, bir milyonluk soruyu görme başarısını gösteren ender kişilerden biri olması. Hakkında fazla bir detay öğrenemediğim bu gencimiz kimdir?
*19 yaşında tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisi,
* Bu yaşında dört kitabın yazarı,
*Yılda 150’ye yakın kitap okuyan biri,
*Parası olduğu takdirde hedefleri arasında;
·         Okuduğu kitap sayısını artırmak,
·         Çok sayıda dil öğrenmek,
·         Bilimsel araştırma yapmak,
·         Edebiyat, müzik ve felsefe ile ilgilenmek,
·         Ölene dek üniversitede okumak,
*En büyük hayali ise okuduğu kitapları kendi dillerinde okumak…

Kabarık, kıvırcık, peruk gibi saçlarını görünce hiçbir hedefi olmayan, derbeder bir insan imajı veren bu gencimizi biraz dinleyince dolu dolu biri olduğu, çizdiği ve inandığı yolda gitmeye çalıştığı, Allah’ın verdiği nefesi boşa harcamadığı görülecektir. Bir milyonluk soruya da tesadüfen gelmediğini, kalitenin tesadüfi olmadığını da bu gence bakarak anlayabiliriz.

Birden çok hedefi olan ama tüm hedefleri kitaplarda düğümlenen kitap manyağı bu gence biz; süper çocuk, harika çocuk, kitap -manyağı bir çocuk, aykırı bir çocuk, ultra ultra bir çocuk, ayaklı kütüphane, uzaylı bir çocuk mu deriz; hangisini dersek diyelim karşımızda özel mi özel bir çocuk var. Gençliğinin baharında, bu yaşta gösterdiği bu başarıya ve hedeflerine ancak şapka çıkarılır.

Gencin bu başarısında okuduğu kitapların etkili olduğu görülmektedir. Demek ki uzmanlar sınava hazırlanan öğrencilere bol bol kitap okuyun diye boşuna söylemiyorlarmış. Gerçi kitap okumayı hepimiz söylüyoruz da söylediğimizle kalıyoruz. Bizim okumadığımız/okuyamadığımız kitapları bu genç okuyor. Öyle ya konuşmak varken niye kitap okuyalım?

Yılda yaklaşık 150 kitap okumak demek, ayda 12,5 kitap okumak demektir. Demek ki bu gencimiz 2,5 günde bir kitap okuyup bitiriyor. Bu genç bu şekil okumaya devam eder, hedefinden şaşmazsa ülke araştırmacı, mucit, üreten bir beyinle karşı karşıya demektir. Çünkü zeka ile zekat aynı kökten gelir. Zekat verdikçe mal bereketlenirken zeka da kullandıkça gelişir.

Ülkemiz için bir kazanım olan bu gencimize devlet ve milletiyle sahip çıkmamız, tüm imkanlarımızı buna ve bunun gibilere sunmamız lazım. İnşallah ileride birçok bilim insanımız gibi beyin göçüyle karşı karşıya kalmaz. Bu şekil kitap okuma sevdalısı bu gence verebileceğimiz en güzel destek, daha fazla kitap okumasını sağlamaktır. Çünkü bu gencin gıdası okumaktır. Kitaplardan besleniyor. Bu genç hangi kitapçıya girer, hangi kitabı almak isterse bırakalım istediği kitabı seçip alsın. Ödeme yapacağı zaman da “Senin paran burada geçmez…dükkan senin” deyip kitabı ücretsiz verelim.

Bir milyonluk soruyu bilmesini canı gönülden arzu ettiğim, kazandığı takdirde kendim kazanmış gibi sevineceğim bu gencin Allah önünü açsın. Bizim okuyamadığımız bütün kitapları okusun. Allah nazarlardan saklasın. Allah sayılarını artırsın.

*03/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




28 Haziran 2019 Cuma

Espriyi Kime Yapıp Kime Yapmayacaksın? *

—Efendim, espriyi kime yapayım, kime yapmayayım?
*Anlamayana yapmayacaksın bir defa. Espri yapacağın kişi leb demeden leblebiyi anlamalı.
Konuştuğun zaman yüzüne bön bön bakıyorsa hiç espri yapmayacağın gibi mümkünse uzaklaşacaksın.
*Alıngan ve her şeyden nem kapan tipe de şaka yapmayacaksın. Merhaba, merhabadan öte bir iletişim kurmamalısın. Çünkü ne zaman, neye alınacağı belli olmaz. Bence hiç başını ağrıtma.
*Çocuk gibi küsene hakeza… Başına iş açma.
*Espri yaptığını anlıyor ama ters anlıyorsa düzeltmeye çalışırken çeneni yorarsın. Zaten bu durumda espri, espri olmaktan çıkar. Buna da yapma.
*Konuşmandaki mizah ile gerçekliği ayırt edemiyorsa yorma kendini.
*Bakışından şaka yaptım demek zorunda kalacağın kimseye de şaka yapma. Ardından anlıyorum diyenin anladığına inanma. Çünkü o seni yine anlamamıştır.
*Düz kontak ise hiç şaka yapma.
*Şakayı anlamadan anlamış gibi yapıp diğer gülenler gibi gülmeye çalışıyorsa ne adama eziyet et ne de kendine. Burada sana bir fıkra anlatayım: Adamın biri üç kişiye bir fıkra anlatır. Adı üzerinde fıkra. İkisi anlatılan fıkraya güler. Üçüncüsü gülmez. Sen niye gülmedin? Fıkrayı komik bulmadın mı derler. Adam, anlamadım der. Tekrar anlatılır. Yine ikisi güler, üçüncü kişi gülmez. Yine anlamadım der. Üçüncü defa adam fıkrayı tekrar anlatınca fıkraya daha önce gülen iki kişi gülmeyi bırakır, daha önce anlamadığını söyleyen kişi katıla katıla güler. Adama, arkadaş fıkra bu kadar komik mi? Niye bu kadar güldün dediklerinde adam “Ben yine anlamadım, yine anlamadım” cevabını verir.
*Esprin üzerine yorum yapmaya kalkıyor, esprideki mantığı sorguluyorsa izah etmeye kalkma. Sus ve yenilgiyi kabul et. 
*Hayatına hiç espri girmemiş, mecaz nedir bilmiyor, hep ciddi olan, espriden zevk almayan biri ise yine espri yapmaya kalkma.
*Tamamen sayısal zekadan ibaret biri ise buna da şaka yapma. Buna espri yapacağına koy önüne rakamlardan ibaret bir problemi. Çözüp dursun.
*Yaptığın espriyi birbiriyle aynı anlama gelmeyen başka kelimeyle karıştırıp bir başkasına aktarıyorsa yani laf taşıyorsa buna da hiç espri yapma. Git kiminle ilgili espri yapıyorsan onun yüzüne konuş.
*Seni yarım ağız dinleyene de espri yapma. Çünkü bu tip adam yarım dinleyerek esprideki inceliği anlamaz.
—Baya çokmuş espri yapmayacağım kişi. Bu kadar beklemiyordum. O zaman kime yapacağım?
—Bunların dışında kalanlara… Sayıları az da olsa var. Bu tipleri buluncaya kadar çoğu kimseyi kırar dökersin. Çünkü anlamayan için mizah kırıcı olabiliyor. Unutma ki espriyi zeki insan yapar, espriden de zeki insan anlar.

*28/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sanırım Birlik Zamanı


Yetişkinlerin ağzında 32 diş bulunur. Her biri birbirine kenetlenmiş bir şekilde yan yana dururlar. Kimine köpek dişi, kimine azı dişi, kimine kesici diş adı verdiğimiz bu dişlerin her birinin ayrı görevleri var. Kimi parçalar, kimi çiğner. Bu görevlerini yaparken de aralarına bir yabancı almamaya özen gösterirler. Çünkü ne zaman aralarına bir yabancı girse huzursuz olurlar ve işlevlerini tam yerine getiremezler. Vefalı bir yol arkadaşlığıdır bunlardaki işlev ve görüntü.

Dişçiye gidersin şu dişim sancı yapıyor, çekiver diye. Hiçbir dişçinin aklına ilk önce o dişi çekmek gelmez. Muayenesini yaptıktan sonra önce diş ağrısını durdurmak ve ağızdaki şişkinliği indirmek için ilaç tedavisi önerir. Ağrı ve sızı kesildikten sonra dişin çürüyen yerlerini temizler, dolgu yapar. Umudunu kestiğin diş yeniden diğer yol arkadaşlarıyla birlikte görevini ifa etmeye devam eder. Bu diş bir müddet görevini yaptıktan sonra tekrar sancı yapar ve yeni bir dolgu işlevini yerine getiremeyecekse bu sefer diş hekimi kanal tedavisi uygular. Bu tedaviden sonra dişi korumak için gerekirse kaplama yapar. Diş tedavisi sadece bu anlattıklarımdan ibaret değil. Diş etlerinde sıkıntı varsa diş hekimleri hakeza tedavi uygular. Her diş hekimi dişleri korumak için doğru fırçalamanın nasıl olması gerektiğini hastasına uygulamalı olarak da gösterir. 

Anlatmak istediğim bir diş hekimi asıl dişi korumak için her yol ve yöntemi uygular. En son çare dişin çekilmesine karar verir. Hasta bu şekil dişleri çekildikçe yeni diş yaptırır ama ağza sonradan giren hiçbir diş önceki dişlerin yerini tutmaz.

Aralarında müthiş bir iş bölümü olan dişleri görünce nedense hep aklıma birlik ve beraberlik gelir. Anca beraber kanca beraber derler. Bir hastalıktan dolayı dişlerden biri işlevini yerine getiremezse diğerleri onun görevini üstlenerek yardımcı olur. Dişin birinde bir ağrı, bir sızı meydana geldi mi diğerleri oh olsun demez, onunla beraber aynı acıyı duyarlar. Küsüp bana ne deyip çekip gitmezler. İyi günde de kötü günde de beraberler.

Gelelim bize. Birbirine kırılan, küsen, kavga eden insanoğluna dişlerimiz ve dişleri bir arada tutmak, son ana kadar onlardan faydalanmak için çaba üstüne çaba gösteren diş hekimleri en güzel örnek. Biz ne yapıyoruz? En ufak bir şeyde kapıyı çarpıp gidiyoruz.

İzin verirseniz işi siyasete getireceğim. Bir zamanlar tıpkı dişlerimiz gibi bir ve beraber olan, iyi günde kötü günde birbirine sırt veren, birbirlerinin eksikliklerini kapatan bir ekip vardı. Rakipleri gıpta ederdi bunların birbirlerine olan kenetlenmesini. Bu sayede çok güzel hizmetlere imza attılar. Dişler gibi yol arkadaşlığı yapan bu ekip nerede şimdi? Birliklerinde yeller esiyor. Çünkü her biri 32 diş ile birlikte yolculuk yapacağına, etrafına kotardıkları birtakım dişlerle birlikte baş olma yolunda. Kopan kopana, kaçan kaçana… Merak ettiğim tek başına işlevini yerine getiremeyecek ve gücünü zayıflatacak bu hareket kimin işine yarar? Bu kişiler fikirde, düşüncede ayrışsalar başka çare yok. Herkes başının çaresine baksın diyeceğim. Aynı düşünce yapısına sahip olmalarına rağmen eskisi gibi bir araya gelemiyor, sırt sırta veremiyor. Etrafımızın ateş çemberi olduğu, ülke siyasetinde kendilerinin daha önce içinde yer aldığı hareketi bitirmeye azmetmiş siyasi gruplar bir araya gelerek son vuruşu yapmaya çalıştıkları bir ortamda bu ayrılık ve gayrılık olsa olsa bir akıl tutulması olur. Rakipleri farklı partilerde olsa bile, düşünceleri tam uyuşmamasına rağmen bir araya gelebiliyor iken bu aynı düşüncenin insanları eski gibi bir araya gelip sırt sırta vereceği yerde her biri baş olma sevdasına düşüyorlar. Merak ettiğim parçalanarak ülke yönetiminde söz sahibi olabilirler mi?

Yapmaları gereken tüm anlaşmazlıkları ve kırgınlıkları bir tarafa bırakarak yeniden bir araya gelmeleri. Tıpkı dişlerimiz gibi yan yana dizilmeleri. "Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap var" hadisini düstur edinerek birlikte hareket etmeleri. Bir araya gelme iradesini gösteren, sevenlerinin gözünde taht kurduğu gibi bu uğurda ilk adımı atan dinen sevap bile kazanır. Bu aşamada lidere düşen, diş hekimliği görevidir.  Hiçbir dişi söküp atmayacak. Diğerlerine düşen görev ise tıpkı dişler gibi yan yana dizilmeleri ve verilen görevleri yapmaları. Bunların bir araya gelip birlik olmaları farzı ayın gibi bir şey. Yoksa bu ayrılık kendilerini bitirdiği gibi inandıkları davalarını da bitirir. Benden söylemesi.