22 Haziran 2019 Cumartesi

Fiyatlarda Yeni Moda *

Günümüzün yeni modasından haberiniz vardır umarım. Fiyatların yükselmesiyle birlikte alışverişlerimize yarım kg'lık alışverişler girdi. Erik, çilek, yenidünya gibi meyvelerin yanında biber vb. sebzelerin satışı da aynı şekilde. Karpuzlar "kesmece" usulü dilimle satılmaya başlandı ilk çıktığı zaman. Çünkü bazı ürünleri kilo ile almak el yakar oldu. Bunun bir ileri aşaması Avrupa’da olduğu gibi meyvelerin tane ile satılması olacak gibi.

Burada garibime giden bazı esnafın fiyatı herkesin görebileceği şekilde yazmasına rağmen yarım kiloyu küçükçe yazması. İleriden fiyatı görünce fiyat makul görünüyor. Şuradan bir kilo alayım diyorsun. Esnaf tartıp sana uzatıyor. İstenen fiyat, gördüğünün iki katı oluyor. Fiyat hesap ettiğin gibi olmayıp biraz tuzlu gelse de kalsın, almayacağım deyip geri veremiyorsun. Moralin bozulup için yansa da mecburen ödemeyi yapıyorsun.

Bu kadarla kalsa iyi... Bu durum pastanelere de sirayet etmiş. Bir akşam ameliyat olmuş bir hasta yakınımı ziyaret etmek için yola çıktım. Hediye alayım diye bir pastaneye girdim. Gözüme gevrek ilişti. Fiyatını sordum. 7.5 lira dedi. Ver bir kutu dedim. Başka ne alayım diye kafamı sol tarafa çevirdim. Çeşit çeşit tatlı ve tuzlu pastalar gözüme ilişti. Bu bölümde aynı zamanda fiyat da yazıyordu: 16.25 TL. Karışık yarım kilo verir misin dedim. Tarttı. Cebimden 20 lira çıkardım. Ne kadar borcum dedim. 27 lira dedi. Kilosu ne kadardı? Burada 16.25 yazıyor dedim. Oradaki fiyat yarım kg fiyatı. Tatlı tuzlu karışık olunca fiyatı 35 lira dedi. Kafamdan 15-16 lira ödeme yapacağım diye hesap ettiğim pastaneden 27 lira ödeyip çıktım. 

Gördüğünüz gibi Matematiği iyi olmayan benim, pazarda tutmayan hesabım pastanede de tutmadı. Bundan sonra fiyatı yazılmış etiketi noktası virgülüne okumak, bir daha okumak boynumun borcu olsun. Tutmayan hesabımın üzerine yaptığım fazla ödemede değilim. Zira çok bir ehemmiyeti yok. Ama müşteriyi çekme uğruna gittikçe yaygınlaşan bu muameleyi hoş karşılamadığımı ifade etmek istiyorum.

Konu açılmışken yıllardır market ve mağazalarda uygulanan ve şimdilerde semt pazarlarına da sirayet eden fiyat etiketlerine değinmek istiyorum. Sonu 99 ile biten kuruşlu fiyatlar. Diyelim ki fiyatı düşük gibi göstermek suretiyle bu tür fiyatlandırmalarda müşteri çekme niyetleri var. Mağaza ve marketler bu yola başvuruyor. Müşterinin çoğu da nasılsa beğendiği ürünü alacağında ödeme için kredi kartını uzatıyor. Kuruşu kuruşuna çekiliyor. Para üstü derdine gerek kalmıyor. Ya semt pazarları... Özellikle muz satıcıları 5.99, 6.99 gibi fiyatlar yazıyorlar. 5 veya 6 büyük. Ta ileriden görüyorsun. Şunu tart deyip uzatınca fiyatın yanındaki 99'u da görüyorsun. Tartılıp poşete konan muz sana uzatılınca senden küsuratsız bir miktar talep ediliyor. Merak ettiğim sonu 99 kuruş ile biten bu ürünün fiyatının nasıl yuvarlandığı? Yine bir kuruşta değilim ama öyle mi deyip muzu tam bir kilo tarttırıp para üstü olarak esnaftan kuruşum da kuruşum deyip bir kuruşu istemek. Karşılığında al sana beş kuruş dese de kabul etmemek, illa bir kuruş demek herhalde bu tür esnafı yola getirir. Bir daha göz boyamaca fiyat yazmazlar.

Var mısınız böyle bir uğraşıya? Ne olur ne olmaz deyip korkmayın. Çünkü eskisi gibi pazarcı esnafında eski tartılar kalmadı. Hepsi elektronik terazi şimdi. Ne alaka demeyin. Eskiden kavgalarda tartıların bir ve iki kilogramlıkları kullanılırdı. 

*29/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

20 Haziran 2019 Perşembe

Seçim Vaatlerim (İstanbul'a Aday Olabilseydim)

İstanbul'da pazar günü yapılacak seçim yenilenen bir seçim olduğu için başkanlığa aday olamadım. Seçime katılan partilerden biri de adayını çekip beni aday göstermedi. Vardır bunda da bir hayır diyorum ve şayet aday olsaydım İstanbullu yaşayacaktı, daha doğrusu ihya olacaktı ve İstanbul, tüm Türkiye'ye model olacaktı. Neyse uzatmayayım. Vaatlerimden bazıları:
1.Şebeke suyunu kullanmamak şartıyla su bedava olacak. Nasıl olacak derseniz? Vatandaş; şebeke suyu dışında yağmur, dolu, kar vb. doğal yollardan su ihtiyacını gidermesi teşvik edilecek. Vatandaş evine ister su deposu kurar, ister balkonuna veya dışarıya leğen, helke koyar. Rahmet yağdıkça doldurur. Rahmet olmadığı zaman  vatandaş, su ihtiyacını belediyemiz tarafından belli noktalara kurulacak su istasyonlarından bedava temin edecektir. Bu durum su israfını da önleyecektir. Burada vatandaşın yapacağı tek masraf su doldurmak veya suyu biriktirmek için bir defa alacağı kap kacak olacaktır. Bu kadar da olsun. Vatandaş olmanın da bir bedeli olmalı değil mi? Hangi çağda yaşıyoruz, ben şebeke suyu kullanacağım diyen olursa şebeke suyundan hiçbir indirim yapılmadan kullanabilir. 
2.Elektrik ve ısınma bedava olacaktır. Vatandaşın bu ihtiyacı için bir defa masraf etmesi sağlanacaktır. Güneş enerjisinden bahsediyorum. Nasıl olacak derseniz? Vatandaş çatısına, balkonuna güneş enerjisi panelleri koyacaktır. Buradan elde edeceği enerjiyi aydınlatma ve ısınmada kullanacaktır. Yine uğraşamam diyen olursa bedeline katlanarak doğalgaz ve elektrikten faydalanmaya devam edecektir. Bunda da indirim olmayacağı gibi gelen zamlar da faturaya yansıtılacaktır.
3.Trafik sorunu kökten çözülecek. Trafikte o ilde devleti birinci derece temsil edenlerin dışında oto olmayacak. İşe, okula, gezmeye giden herkes toplu taşıma araçlarını kullanacak. Bu durumda mevcut yollar yeterli olacağı için yeni cadde ve sokaklara ihtiyaç olmayacak. Böylece okul servisciliği, ticari taksicilik sona erecektir. Yol ve caddelerde toplu taşımanın dışında araç olmayacağı için yollar çok çabuk yıpranmayacaktır. Şehirlerarası yollarda da otobüs ve trenle seyahat yapılacaktır. Bu yapacağım, seyahat hürriyetine engel denirse kim dedi özel oto ile yolculuğu yasaklayacağım? İsteyen şehir içinde ve dışında özel otosuyla seyahat edebilecek, tabii bedelini ödemek şartıyla. Bedelini sorarsanız şöyle efendim: Her bir özel otoya taksimetre takılacak. Araç ne kadar yol yaparsa devlete bedelini ödeyecektir.
4.Haberleşme konusunda çözümüme gelince her evde bir tane cep telefonu olacak. Bu telefonun dışında evlerde sabit telefonlara geri dönülecek. İnsanlar evinden aranacak. Her haneye aylık cüzi bir fatura gelecek. Gördüğünüz gibi burada da masraflar azalacak. Evin her ferdi ayrı ayrı telefon kullanmayacak. Sabit telefon için bir makine gerekli. Bu da zaten her evde var. Çıkarıp evin salonuna koyacağız.

Seçim vaatlerim yukarıda yazdıklarımdan ibaret değil. Sadece nasıl yapacağımı göstermek için birkaç örnek verdim. Önerilerimin çoğu ortak kullanıma ve tasarrufa yönelik. Buna eskiye dönüş modeli de denebilir. Başkan olduğum takdirde vaatlerimin bir kısmı merkezi hükümet ile ortaklaşa yapılacaktır. Bu vaatlerim yerine getirildiği takdirde bugün fatura ödemekten başını kaşıyamayan ve ödemek için kara kara düşünen ailelerin parası cebinde kalacak. Aileler para harcayacak yer arayacaklardır. Çünkü müthiş tasarruf sağlanacaktır. Bu tasarruftan devlet de etkilenecektir. Dışa bağımlılığımız azalacaktır. Çünkü doğalgaz ve petrol tüketimi en asgari seviyeye inecek. Bu da cari açığı kapattığı gibi ithalat ve ihracat dengemizi sağlayacak. İhracatımız artacak. Cep telefonu gibi ithal ürünler için paramız dışarıya gitmeyecek. Devlet yeni yol ve cadde açmayacak. Elimizde cep telefonu olmadığı için kendimize yeni meşgaleler bulacağız. Kitap okumaya zaman ayıracağız. Devletin yapacağı tasarruftan dolayı bütçemiz fazla verecek. Devletin kasası para ile dolacak. Devlet, vatandaşına para verir noktaya gelecektir. Ne devlet borçlu olacak ne de vatandaş. Herkes peşin satan gibi olacaktır.
Patenti bana ait olan bu vaatlerimi  isteyen aday kullanabilir. Ben öyle benim vaatlerimi aldılar çiğliğini göstermem. Ha ben yapmışım ha başkası. Önemli olan ülke kazansın, vatandaş kazansın.
Not: Bu vaatlerde asla mizaha yer verilmemiştir. Belki de hiç olmadığım kadar ciddiyim. Vaatlerim uygulansın herkes görecek gününü.

19 Haziran 2019 Çarşamba

Mursi ve Dünyanın Sessizliği ***


Mursi mi öldü yoksa dünya mı? Bence Mursi'den ziyade ölen dünyadır. Mursi'nin kendisi tertemiz, başı dik bir şekilde giderken bize kirli bir dünya bıraktı. Çünkü utanacak bir şey yapmadı. Ne çaldı ne çırptı ne zulmetti ne kan akıttı ne de darbe yaptı. Yüzyıllar sonra insanlığın bulduğu ve en iyi yönetim şekli dediği demokrasinin foyasını ortaya çıkardı. Görün bulduğunuz demokrasinin defosunu/oyununu. Sandık, siyaset, seçilmişlik hepsi birer hikaye. Çünkü yönetmeye talip olurken yönetilmeyi, güdülmeyi, yerleşik düzenin dümen suyuna girmeyi, fincancı katırlarını ürkütmemeyi kabul etmek zorundasın. Kabul etmezsen ne olur? En hafifinden Mursi'nin başına gelen olur: Kansız ölüm. Adına da kalp krizi denir, olur biter. Çünkü ülkeler halkın seçtiği kişilere bırakılmayacak kadar önemlidir dünyayı yönetenler için.

Dünyanın ayıbı saymakla bitmez. Halkının yüzde 52 oyla seçtiği cumhurbaşkanının bir darbeyle indirilmesine sessiz kalan dünya, Mursi’nin haksız yere 6 yıldır Mısır zindanlarında tutuklu kalmasına da sesini kaldığı gibi şüpheli bir şekilde ölümüne de sessiz kaldı maalesef. Haydi diyelim ki İslam dünyası “Kendi muhtacı himmet dede, kime himmet ede” sözü gereği aciz ve gücü yok. Başlarına örülen çoraplarla uğraşıyor ve birbirini yiyor. Demokrasinin beşiği diyebileceğimiz İngiltere ve diğer Batı ülkeleri niçin sessiz? Demek ki onların demokrasiden anladıkları, demokrasinin tüm kurallarıyla sadece kendi ülkelerine hizmet etmesi… Görünen o ki İslam ülkelerine bu demokrasi denen yönetim tarzının her yönüyle gelmesi muhaldir.

Yaşadığımız dünyayı yaşanmaz kılan ve her geçen gün iyice yaşanmaz kılacak olan insanlığın sessizliğidir. Maalesef güce tapan, güce boyun eğen bir dünya ile karşı karşıyayız. Bu dünyada mağdurun ve mazlumun ne söz hakkı var ne de yaşama hakkı. Kim, ben doğuştan gelen en doğal haklarımla adam gibi yaşayacağım, kimseye eyvallah demeyeceğim derse bedelini tıpkı Mursi gibi bedeniyle öder. Aslında Mursi’nin bu şekilde ölümü/öldürülmesine sessizlik, arkadan gelen ve “Ben Mursi gibi olacağım” diyenlere bir gözdağıdır aynı zamanda. “Boyunduruğumuza girmezseniz Mursi gibi olursunuz. O yüzden otur oturduğunuz yerde, haddinizi bilin” demektir. “Size öyle bir ölüm tattırırız ki cesedine bile dokunamaz ve son göreviniz olan tekfin, teçhiz ve defin işlerini bile yapamazsınız” derler.

Yusuf peygamber gibi nahak yere suçlanarak gömleği arkadan yırtılan Mursi, önce zindanı şimdi de ölümü tattı ve bu kirli dünyadan kurtuldu. Bakalım biz ne yapacağız? Çünkü iyilerin çoğunlukta olduğu bu dünyayı iyi günler beklemiyor. Bu sessizliğimiz başımıza nice gaileler açacak, bekleyip göreceğiz. Çünkü  Lut Kavmi içinde 80.000 kişi gece namaz kılardı. İçlerindeki ahlaksız 33 kişiye tepki göstermedikleri için hepsi helâk oldular” rivayetinde olduğu gibi dünya, “sarı inekleri” bu şekil verip sessizliğe büründükçe giden sarı ineklerin ardı arkası gelmeyecektir. Yerleşik düzen tekrar tekrar kan isteyecektir, doymayacaktır. Çünkü yedikleri içtikleri kan ve gözyaşıdır, tıpkı vampirler gibi. İnsan görünümlü bu yaratıklar karınlarını doyurmadan nasıl yaşayacaklar? Sesini çıkaranın kanını emip günlerini gün edecekler.

Mahkeme salonundaki son sözü “Ülkemin güvenliği, selameti ve egemenliği için benimle mezara gidecek sırlarım var" olan Mursi, “İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir” ayeti gereği görevini bihakkın yerine getirmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun! Ölümü Mısır’ın kurtuluşuna vesile olur inşallah!

***20/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Haziran 2019 Salı

Cennet mi Büyük Yoksa Cehennem mi?

—Azizim! Cennet mi büyük yoksa cehennem mi?
—Hayırdır, nereden çıktı bu soru?
—Hiç...merak ettim.
—Ne bileyim ben?
—Bir görüşün vardır mutlaka.
—Var elbet! Ama şundan eminim ki cennette herkese yetebilecek kadar yer vardır. Yeter ki orayı garantile. Cehennemde de herkese yetecek kadar yer var. Ama hiç tavsiye etmem orayı.
—Yuvarlak bir açıklama oldu. Tam cevabımı alamadım.
—Cehennem daha büyük olacak diye düşünüyorum.
—O niye ki? Bu öngörüye nereden vardın? 
—Cehennemin daha geniş olduğunu bilmek için bir öngörüye veya bilgiye ihtiyaç yok. 
—İyi de, bunu nereden çıkardın? Cennet niye daha büyük olmasın? Ki o Allah merhamet sahibidir, gafurun rahimdir. Merhameti gazabından daha geniştir. Öyle değil mi?
—Aynen dediğin gibi. Böyle olduğuna yürekten inanıyorum. Ama ben cehennemin daha büyük olacağını düşünüyorum. Niye dersen? Dünyada olup bitenlere bak, çevrene bak. Haksızlık, hukuksuzluk, zulüm, işkence, her türlü kötülük diz boyu. Kan, gözyaşı hakeza. Tüm bunları yapanların sayısı da üç, beş, on değil; sürüyle. Bu demektir ki bu dünyada iyiler daha azınlıkta. İyilerin sayısı fazla olsa bile haksızlığa karşı sessiz kalınması, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, aman ne olur ne olmaz düşüncesinin hayat düsturu olarak benimsenmesi zulmün ve haksızlığa sessiz destektir. Kötülerin sayısını bilmiyorum ama iyilere göre sesleri daha gür çıkıyor, dünyayı yakıp yıkıyorlar ve dünyaya hakimler. Hasılı kötüler ve kötülere dolaylı veya dolaysız destek olanların sayısı da az değil. Tüm bunlardan çıkardığım cehennemin daha geniş olacağı. Çünkü müşterisi fazla gibi. Cehennem daha küçük olacak. Çünkü hak eden daha az olacak gibi.
—İlginç!
—Öyle zannediyorum cennet ve cehennemin büyüklüğü hak edenlerin sayısına göre düzenlenecek. Allah cenneti hak edenlerden eylesin. 
—Amin.
—Bu dünyada bile bile haksızlık yapanlar ve kendi menfaatleri için dünyayı yaşanmaz kılanlar için de iyi ki cehennem var. Cehennemden uzak olacak şekilde cennete gidecek amel işleyenlere ne mutlu!

17 Haziran 2019 Pazartesi

Mursi'nin Ardından *


2012 yılında yapılan seçimde yüzde 52 oy alarak Mısır'ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu.
2013 yılında bir askeri darbe ile koltuğundan indirildi.
Cezaevine gönderildi. Altı yıldır Mısır zindanlarında ölüme terk edildi. 
Casuslukla suçlandı ve idamla yargılandı.
Mahkeme salonunda yargılanırken geçirdiği baygınlık sonucunda 17/06/2019 günü 68 yaşında iken yaşamını yitirdi. Nur içinde yatsın. Mekanı cennet olsun.

Kim olduğunu bildiniz sanırım. Muhammed Mursi'den bahsediyorum. Ölüm nedenini darbeci Sisi, ne tür bir açıklama yaptırtır bilmiyorum. Kalp krizi dedirtebilir ama bu ölüm şüpheli bir ölüm olarak belleklerdeki yerini alacaktır. Çünkü 6 yıldır zindan hayatı yaşayan Mursi'ye ne yedirdiler ne içirdiler bilmiyoruz. Belki de yavaş yavaş ölsün diye zehir verdiler. Olur mu olur? Çünkü burası Mısır, buradan çıkış yok. Seçilmiş ilk cumhurbaşkanı ve mahkeme salonunda vefat eden ilk kişi olarak tarihe geçen Mursi'ye gelinceye kadar Mısır zindanları kimlere mezar oldu kimlere... Kimler darağacında sallandı, kimler idama çarptırıldı kimler... Abdulkadir Udeh, Seyyit Kutup, Hasan Hudaybi, Muhammed Hamid Ebu Nasr, Muhammed Mehdi Akif, Muhammed Bedii, Hayrat Şatır gibi ünlü isimlerin yanında nice isimsiz kahramanlar... Çünkü burası Firavunların memleketi… Mısır denince akla Firavun ve zindan akla gelir. Bir yerde Firavun ve zindan olur da kan, gözyaşı, zulüm, işkence olmaz mı? Maalesef Mısır denince aklıma bunlardan başkası gelmiyor. Belki de Mısır zindanına girip de girdiği zindanı Medreseyi Yusufiye’ye dönüştüren ve oradan kurtulan ender kişilerden biridir Hz Yusuf. Dün ve bugün bu zindanlara girip can verenlerin kahir ekseriyeti, tıpkı Hz Yusuf gibi gömleği arkadan yırtılanlardır. Mursi de bunlardan biridir. Tüm dünya kamuoyu gibi biz buna şahitlik ederiz.

Ülkesinin seçilmiş ilk ve tek cumhurbaşkanı olan Mursi'nin tek suçu, seçildikten sonra Mısır'a biçilen rolün dışına çıkmak istemesi, kimseden emir almaması, ABD'nin, Batı'nın ve Suudi Arabistan'ın politikalarına uymaması ve darbeye direnmesidir. Mursi'nin 2019'da öldüğüne bakmayalım. Çünkü onun kalemi cumhurbaşkanı seçilip bir darbeyle indirildiği zaman kırılmış ve 2013 yılından itibaren cezaevine gönderildiği zaman ölüme terk edilmişti. Sadece nasıl, ne zaman, ne şekilde, hangi gerekçeyle öldürelim diye bekletildi. Şükür ki onların kirli ellerine gerek kalmadan mahkeme salonunda iken Hakk'a yürüdü.

Bu ölüm, tüm Müslümanları ve mazlumların yanında yer alanları derinden bir üzüntüye gark ederken bu adamdan nasıl kurtulurum, dünya kamuoyu ne der, bir ölse de kurtulsam diye el ovuşturan darbeci Sisi'yi fazlasıyla sevindirmiştir. Çünkü haksız yere indirdiği Mursi'nin koltuğunda silah gücü ile oturuyor. Güya cumhurbaşkanlığı yapıyor. Yaptığı, birilerinin uşaklığı aslında… Köpek bile yediği kaba pislemez ama Sisi, pislemiştir. Nisan ayında yaptırdığı anayasa değişikliği ile 2030'a kadar cumhurbaşkanı kalmayı garantilemişti. Ama rahat etmesi ve derin bir oh çekmesi için başının belası Mursi'nin de ölmesi gerekiyordu. Bunu da kansız hallettiği için artık rahat bir nefes alır. Önünde bir engel kalmadığına göre pislediği koltukta 2030'dan sonra da oturabilir. Çünkü hak etti ve efendilerinin gözüne girdi. Midesi ve cibilliyeti götürdükten sonra niçin olmasın?
Suyu bulandırdığı için kalemi kırılan ve öldürüleceğini bilmesine rağmen kimseye boyun eğmeden darı bekaya başı dik bir şekilde giden Mursi’nin gömleğinin arkadan yırtıldığına şahitlik ediyor ve ona Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum. Ölümü inşallah sebep olanlara dünyayı dar eder.

*19/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


"Nankör Olma" Oğlum!


—Baba, biraz harçlık verir misin? Çarşıya çıkacağım.
—Vereyim evlat ama cebimde nakit yok. Bugün günlerden ne?
—Cumartesi.
—İyi o zaman. Bugün ayın 15'i. Maaş yatmıştır. Sen şu kartı al. Parkın oradaki bankamatikten maaşımı çek gel. Bu arada senin de harçlığını vereyim.
—Tamam baba!
*
—Baba al kartını.
—Maaş?
—Çekemedim.
—Niye? Bankamatik mi bozuk?
—Hayır, 8-10 kadar sıra var.
—Sıraya girip bekleseydin.
—Kim bekleyecek baba bu sıcağın altında. Nereden baksan bana yarım saat sonra sıra gelir.
—Ne yapacağız ya şimdi?
—Gitmeyiveririm çarşıya.
—Seni anlamıyorum. Daha doğrusu bu yeni nesli.
—Niyeymiş o? Ne yaptı yeni nesil?
—Sıkıntıya gelmiyor, beklemeye gelmiyor. Armut pişecek, ağzınıza düşecek.
—Şimdi biz mi suçlu olduk? Banka, yakınına bir ATM daha koysaydı olmaz mıydı? Bu çağda sıra mı beklenir?
—Ah oğlum ah!
—Ne oldu yine, bu ah neyin nesi?
—Hiç, eskiye gittim.
—Eski nasıldı?
—Eskiden ATM'ler yoktu. Maaşımızı mutemetten alırdık. Maaş günü cumartesi, pazar veya resmi tatil gününe denk geldiğinde maaşımızı ilk iş gününde alırdık. Yani hafta sonuna denk gelince maaşımız iki gün sonra ancak elimize geçerdi. Şimdi ne var! Hafta sonu, resmi tatil demeden maaşımız hemen yatıyor ve gidip çekiyoruz. Maaşımızı bankadan almaya başladığımız zamanlarda da yine maaşımız tatillerde yapmaz, ilk iş gününü beklerdik. Fazla ATM olmadığı için maaşı çekeceğimizde uzun kuyruklar oluşur, üşenmeden, bıkmadan bekler, sıramız gelince çekerdik. Hatta bazen tam bana sıra geldiğinde ATM ya arızalanır ya da makinede para biterdi.
—Eee...?
—O zamanlar böyleydi işte.
—İyi de bana niye anlattın şimdi bunu?
—Hiç, aklıma geldi nedense...
—İyi de baba, şimdi hangi çağda yaşıyoruz? Bir de ben ne zaman bir şeyden dert yansam geçmişten örnek veriyor, günümüzle kıyaslıyorsun hep. Günümüze gelmek lazım.
—Gelelim gelmeye de…dünü de unutmamak lazım.
—Tamam baba unutmayalım. Ama eleştirdiğim için niye nankör oluyorum? Bizim eleştirimizi eleştirebilir, hatta geçmişle kıyaslayabilirsin. Ama nankörlükle itham edilmeyi kabul etmiyorum. Çağın imkanlardan daha fazlayı istemek niye nankörlük olsun? Beni öldür ama asla nankör deme.
—Ama görmüyorsunuz oğlum!
—Görüyoruz baba. Daha fazlasını istemek niye nankörlük olsun.



16 Haziran 2019 Pazar

“Dur Bakalım Pişmanlar mı?”


Hepimiz faniyiz bu dünyada. Bize biçilen zaman kadar oyalanıp gideceğiz. Bu zaman diliminde esas imtihan için yapmamız gerekenlerle mükellefiz. Çoğumuz bunun bilincinde olmamız gerektiğine inandığımız halde çoğu zaman bize biçilen hayatın içinde isteyerek veya istemeyerek ama büyük ama küçük ama affedilir ama affedilmez hata ve yanlışlar yaptık, yapıyoruz, yapacağız. Kimimiz bir müddet sonra nedamet duyarak bu gayya kuyusundan kurtulmaya çalışır, kimimiz hatasıyla yüzleşmek istemez, burnunun dikine gider.

Kimseyi ayıplamaya gelmez bu dünya. Bu dünya öyle bir dünya ki yaptıklarımızdan dolayı hem kendimize zarar verirken hem de başkalarına hayatı dar ediyoruz. Bu durum dostu üzerken düşmanı sevindiren bir durumdur. Ama ne edersin ki dünyanın cilvesi bu. Madem bu dünyaya geldik, bu hamamda terleyeceğiz.

Bu dünyadan kimler gelip geçmedi... Kimler hata yapmadı kimler... İçlerinde peygamber de var, ins-ü cinni de var. Başta Adem olmak üzere yaptığı hata ile yüzleşti, gönülden özür diledi. Allah'ın affı daha geniş geldi. Adem, affedildiği gibi üstüne üstlük peygamber oldu. Diğer birçok peygamber hakeza… Allah, yarattığı ilk insanın bu yönüne işaret eder. Çünkü insan demek zelle, hata, yanlış, suç, kabahat demektir. Yani nefis taşır. Nefsi de kötülüğü emreder. Nefsinden dolayı suça belenip ardından tövbe edip özür dileyen eşrefi mahlukat olmaya devam ediyor. Allah meleklerin özelliklerini anlatır ama melek olmamızı istemez. Hatanızdan dolayı hatanızla yüzleşip makamıma yönünüzü çevirirseniz kabulümdür der. Bu arada Adem ve eşini suça iten cinnilerin başı İblis'i de örnek verir. İblis'e gittiğin yol, yol değil, gel tövbe et, kibrinden dolayı burnunun dikine gitme der. Ama İblis, tövbe edeceği yerde savunmaya ve saldırıya geçerek suç makinesi olmaya ve insanları yolunda gitmeye uğraştı hep. İblis, seçtiği bu yol ile şeytanlaşırken iflah olmaz bir yola girdi ve Allah'ın lanetine uğradı. İlk hatayı yaparak suça bulaşan Hz Adem ise insanlığın yolunda kaldı.

Dünyanın daha başlangıcında bu işler olup biterken Allah kimseyi dışlamadı. Git ne halin varsa gör, sen samimisin veya değilsin demedi. Kapısına geleni geri çevirmedi. Bilmesine rağmen kimsenin niyetini sorgulamadı. Bir daha bir daha şans verdi.

Ya bugün biz neredeyiz? İnsan olup da hata işlemeyen yok mu? Olmaz olur mu? Hem de hepimiz birden. Kimimizin hatası insanlar nezdinde göründü, kimimizin ki Rab katında gizli kaldı. Bazılarının işlediği suç yüzünden devlet peşine düştü, yakasına yapıştı. Bazıları ise bu dünyada yırttı. Suç işleyenlerden bazıları tövbe dedi, suçunu itiraf etti. Bu durumda biz ne yaptık? İtiraf ve pişmanlığıyla kendisini bırakmadık ve hatasıyla yüzleşmek bir erdemliliktir demedik. Bu tür suça katılanları bu aşamadan sonra yaptığı ve konuştuğuyla değerlendiriyoruz. Niyetlerini sorguluyoruz. Dur bakalım, pişman mı diyoruz. Böyle bir hakkımız var mı bizim? Sahi suça karışanlar başka ne yapmalı ki bize güven verebilsinler veya biz onlara güvenelim? Allah, bir daha şans vermeseydi Adem, peygamber olabilecek miydi veya diğer zelle diyebileceğimiz hataları yapan peygamberler, peygamber olabilecekler miydi?

Bilelim ki Allah suça karışan hiçbir insanı ölüme, yokluğa terk etmedi. Tekrar tekrar şans verdi. Ki böyle de olması lazım. Çünkü her hata yapanı yok etseydi, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Hasılı Allah bize melek olun demiyor. Çünkü meleklerin nefsi yok. Melekler gibi olun diyor. İblis olmayın demiyor, onun yolunu takip etmeyin, şeytanlaşmayın, onun gibi olmayın diyor. Sonuç olarak biz bu dünyada suç işleyenlere ne yaparsak yapalım. İstersek yok edelim. Ama Allah herkese tekrar tekrar imkan veriyor, bilesiniz. Umarım suçundan dolayı pişman olanların nedametlerine inanmadığımız için bir gün pişmanlık duymayız.