8 Şubat 2019 Cuma

Sen misin Beni Eleştiren? *


Personeline "Ben nasılım? Olumlu olumsuz yönlerim nasıldır?" içerikli bir anket yapar bir amir. Aslında aslını inkar gibi bir şeydi bu. Çünkü bugüne kadar yapmadığı bir şeydi personeline sormak. Belki de personelini muhatap aldığı ilk geri dönüt idi bu. Ama mecburdu. Çünkü "Güneş çarığı sıkarsa çarık da ayağı sıkacaktı.

Emir yukarıdan gelmişti bir kere. Emir demiri keserdi zira. Ona kalsa sormazdı personeline böyle bir şeyi. Aman! Personel de eşek değil ya! Hazar anlayacaktır bunun formalite olduğunu, kendisiyle ilgili olumlu yönleri yazacaktır. Yoksa da uyduracaktır.

Personel anket formunu alır. Olumlu ve olumsuz yönlerini yazar. Birbirinden habersiz çoğunluk, sanki birbiriyle anlaşmışçasına ortak olumsuz yönlere yer verir. Hayda! Oldu mu ya, şimdi bu? Suç aslında sizde değil, o formu muhatap alıp da alın doldurun diye veren de. Bir insanın hiç mi iyi yönü olmaz? Ben bu kadar kötü müyüm yahu? Sonra köre kör dendiği nerede görülmüştür? Amiri eleştirmek ha! Görürsünüz siz! 

Tatil de iyi geldi. Düşünmeliyim. Ne yapabilirim? Eleştiriye eleştiri! Hatta suçlama. Zira en güzel savunma saldırıdır. Görsünler bakalım günlerini! Ama ne yapmalıydım? Düşünürken hemen imdadına şu fıkra yetişir. Şu anda sizin okuduğunuz fıkrayı bir daha bir daha okur. Neymiş bir bakalım?

"Amerikan büyükelçisi bir dizi ikili görüşme için Rusya'ya gider. Görüşme sonrası büyükelçiye Rus metrosu gösterilir. 'Bu metro, belirlenen vakitte gelir. Gecikmez. Gecikse gecikse en fazla 3 dakika gecikir' açıklaması yapılır. 

Beklenen tren, süresinden 5 dakika sonra gelir. Amerikan Büyükelçisi, '5 dakika gecikti' deyince Rus Büyükelçi, 'Ama efendim, siz de Kızılderilileri öldürdünüz' der."

Fıkra bu kadar. Hemen bu kıssadan hisse çıkarmalıydı. Hay aklınla bin yaşa Rus büyükelçi! Biliyorum senden dost olmaz ama şimdilik bu aklını senden satın alacağım. Senin, haddini bilmeyen ABD büyükelçisine gösterdiğin tepkiye benim de ihtiyacım var. Tıpkı senin çiftliğinde horozlanıp seni eleştirmeye kalkan ABD elçisi gibi benim emrim altında da haddini bilmeyenler az değil. Hemen iç hattan yardımcılarını olağanüstü bir toplantıya çağırır. Onlara "Biz bir ekibiz, bana yapılan size yapılmış demektir. Malumunuz ankette bizi yerden yere vurmuşlar. Şimdi vurma sırası bizde. Biz öyle onlar gibi vurup bırakmayacağız. Öyle bir şey yapmalıyız ki bakalım er mi yaman yoksa bey mi? Sizlerden istediğim müflis tüccarın eski defterleri karıştırdığı gibi siz de personelin cemaziyelevvelini didik didik edeceksiniz, onları yere serecek ne bulursanız kabulümdür. Öyle hatalarını bulacaksınız ki belgeli olacak. Bu eksikliklerini birbiri görecek şekilde gözlerine bakarak yüzlerine vuracaksınız. Öyle vuracaksınız ki bir daha bizi eleştirme  cüretini kendilerinde bulamayacaklar. Haydin aslanlarım! Gazanız mübarek olsun şimdiden!

Emri alan yardımcıları masalarının başına geçerler. Kendilerini düşman bilen personelin şeceresini didik didik ederler. Sonunda iki şeyi birbiriyle kıyas yaparak karşı eleştiriyi suçlama boyutuna getirmeye karar verirler. Bunu da en iyi istatistik bilimi yapardı. Çünkü yalanlar en güzel şekilde istatistiklere söyletilebilirdi. 

Her bir yardımcı, her bir personelin uhdesinde olan görevlerin birini diğerine kıyaslatmak suretiyle personelin başarısız olduklarını excel üzerinden gösterime hazırlar ve günü gelince ekrandan "Bak, sen burada başarısızsın, gerilemişsin" diyerek birer sunum yapar.  Bunu hazırlarlarken yoruldular ama değdi. Neyle suçlandığını gören personel oflayıp puflasa da durum aynen böyleydi. Çünkü Halep oradaysa arşın buradaydı, Güneş balçıkla sıvanamazdı. Hemen hemen çoğu personel böylece ağzının payını aldı. Bu da onların kulaklarına küpe olsun. Bir daha olur olmaz yere hiç hak etmediğimiz halde bizi eleştirmeye kalkmasınlar.

*Yazı, kişi ve kurumları bağlamaz. Hayal mahsulüdür.



Meclisin Boğaz Harbi ***

TBMM başkanı iken taşı toprağı altın kabul edilen İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığına aday olan Son Başbakan Sayın Binali Yıldırım, yaptığı bir açıklamada TBMM lokantasında 550 çeşitten fazla yemeğin olduğunu, bu kadar yemek çeşidinin kaliteyi düşürdüğünü, azaltılması gerektiğini söylemiş. Böylece Meclisimizde ne kadar yemek çeşidinin olduğunu öğrenmiş olduk. 
Öğrenmenin yaşı olmazmış. Gözümle görüp tatmasam da en azından 550'den fazla yemeğin olduğu bilgisine bu vesileyle ulaşmış oldum. Bilgi bilgidir. Nasıl ki zenginin parası züğürdün ağzını yoruyorsa görmesem de, tatmasam da bu kadar yemek iştahımı kabartacak. Bir düşüncedir aldı beni şimdiden. Kör talihime kızmaya başladım. Ufukta bir milletvekili seçimi de yok ki oraya kapağı atmak için şansımı deneyeyim. Daha önce bu kadar yemeğin olduğunu bilmiş olsaydım bu yolu her seçimde denerdim. Vekil olmak için uğraşıp didinenlerin bir bildikleri varmış demek ki. Ama bunu bana bugüne kadar seçilip gidenler hiç söylemedi. Hep hizmet dediler bana. Nedense seçilen bir daha bir daha seçilmek için uğraştı, oradan çıkmamak için varını yoğunu ortaya koydu. Seçilemeyeler ise tekrar tekrar denedi. Sakın tüm bu uğraş Meclisteki bu yemekler için olmasın. Bir gün bahtım açılır da Allah yürü ya kulum derse ben vekil maaşı falan istemem. Nasılsa orada cennet misali her türlü yemek varmış. Yediğim önümde, yemediğim arkamda kalırdı. Can boğazdan gelir deyip yedikçe yerdim.
Yaşım elli beş. Yokluk içerisinden geldim bugüne. Bugünden düne geçirdiğim yarım asrı deviren geçmişimi daha doğrusu yediğim, içtiğimi gözümün önüne getirdim. Ne kadar çeşidini yesem de bir elin parmaklarını geçmemiş yediğim içtiğim. Bıkmadan usanmadan birkaç çeşit yemek çeşidini yiyip içerek ömrümü geçirmişim. Kendime değil de midem adına üzüldüm doğrusu. Benim bahtsızlığım yüzünden midem de bayram edemedi hiç. Evet Allah'ın bize verdiği nimetler say say bitmez, bunu biliyorum ama yediğimi, yemediğimi saysam herhalde 50 çeşidi geçmez bildiğim yemek çeşidi. Kazara Meclise gitsem garson yanıma gelip "Efendim! Ne alırdınız" dese herhalde "şundan" derdim. Çünkü bu kadar yemeğin adını bilmeme imkan yok. Belki de yemek çeşitlerini bilmediğim için Meclisin kapısı açılmadı bana bugüne. Doğru ya! Yemek kültürü olmayan bir cahilin ne işi vardı o yüce Mecliste?
Geç de olsa öğrendiğim bu kadar yemek çeşidinden sonra iştahım kabarmıştı ki Meclis başkanlığına veda etmeye hazırlanan Başkan, maalesef iştahımı kursağımda bıraktı. Azaltacakmış yemek çeşidini. Ölür müsün öldürür müsün? Tam layığımı bulacağım derken yemek çeşidini azaltmak da neyin nesi? Ben de Binali Beyi yeniliklere açık biri sanırdım. Yemek çeşidini en azından 600'e çıkartmak için kafa yoracağı yerde indirecekmiş. Niçin 600 derseniz? Efendim malumunuz Meclisin vekil sayısı bu dönem 600'e çıktı. Her vekil için bir yemek çeşidi bence çok iyi olurdu. Hatta her bir yemeğe her bir vekilin ismi verilebilirdi. Birbirlerinin yemeğini yiyerek vekiller arasında bir uhuvvet meydana gelebilirdi. Meclis kürsüsünde ve dışarıda birbirlerini yemek için uğraşacaklarına isimleriyle müsemma yemeklerden yiyerek hem karınlarını doyurmuş hem de göründüğü kadar kötü değilmiş, lezzetiymiş, en azından kendi kötü ama Allah var, yemeği güzelmiş derlerdi. Hatta hınçlarını, kavga etmeden birbirlerinin yemeklerinden yiyerek  çıkarabilirlerdi.
Merak ettiğim, Binali Başkanın 550 çeşit yemeğe niçin taktığı? Çokluktan ne zarar gelmiştir bugüne? Yokluktan değil mi bizim hep çektiğimiz! Yemek çeşidinde Binali Bey'in görmediği bir incelik var. Neden 550? Çünkü daha önce Meclisin vekil sayısı 550 idi. Vekil sayısınca bir yemek çeşidi yani. Zamanında kim düşündüyse iyi düşünmüş. Binali'ye de bu aşamada düşen,  giderayak eski köye yeni adet getirmek değil; madem iyilik yapacak, bıraksın yemek çeşidini azaltmayı, yemek çeşidini 600'e çıkarsın. Çünkü gelenekler böyle yaşatılır. Lütfen pişmiş aşa su katmasın. Birileri bunu Binali Bey'e söylesin. Çünkü bu iş İDO müdürlüğü, vekillik, bakanlık, başbakanlık, Meclis ve Belediye başkanlığı yapmaya benzemez. Mevzubahis ettiği boğaz harbidir. 
Aman dikkat Binali Bey! Milletin vekili vekilin yemeğiyle oynama!
***16/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Göle Maya Çalma Partisi ***

—Efendim! Yıllardır her yolu denedin, ya tutarsa deyip her göle maya çaldın, maya tutsun diye bekledin. Bekleyen derviş muradına ermiş misali sanki bu defa olacak gibi!
—Ne demek istediğini anlayamadım. Biraz açar mısın?
—Malum bir siyasi partinin başındasın. Üstelik genel başkanlığını yaptığın parti Türkiye'nin en köklü partisi. Ama partiniz hep müzmin muhalif kaldı bugüne kadar. Kurtarıcı diye size bel bağlamıştı partilileriniz. Çünkü seçmeniniz yıllar yılı iktidar olamamanın, her seçimden yenik çıkmanın psikolojisini yaşıyor her seçim. Bu durum düne kadar böyleydi. Bugün rüzgar sizden yana esiyor. 
—Nasıl?
—Efendim! Siz siyasetin duayenlerindensiniz. Piyasayı bir koklayın. Ülkeyi 16 yıldır yöneten iktidarda bir yıpranma söz konusu. Seçmen güvenilir bir liman arıyor. Bu yerel seçimler sizin için bir fırsat. Çünkü yerelde rüştünü ispatlayan bir siyasi partiyi seçmen en yakın genel seçimde iktidara taşıyor. Bence sizin için bir fırsat bu. Sevinmelisiniz bu duruma. Böylece seçmeninizin yüzü gülecek. Sizin de çaldığınız mayalar meyvesini verecek. Nihayet yenile yenile yenmeyi öğrendiniz. Şimdi yapacağınız tek şey iyi ve doğru belediye başkanı adaylarıyla bu seçime asılmak.
—Deme ya! Bize iktidar yolu göründü mü? Böyle bir şeyi beklemiyordum. Halbuki bu ülkenin muhalefete de ihtiyacı var. Zira demokrasinin olmazsa olmazıdır bu. Biz kendimizi sürekli muhalif kalacak şekilde konumlandırmıştık. Tecrübelerimizden bu millet faydalanmalıdır. Ülkeye hizmet sadece iktidarda iken yapılmaz.
—Anladığım kadarıyla rüzgarın size doğru esmesinden pek memnun olmamış görünüyorsun. Siyasi partiler niçin vardır? İktidar olmak için değil mi? Sanki siz iktidara talip değilsiniz. Meydan ve toplantılarda esip gürlediğinizi görünce iktidarı çok istediğinizi sanmıştım.
—İstemek ayrı efendim! Mecburen istiyoruz. Değilse seçmen bize niye oy versin? Ama iktidar olmayı kolay mı sanırsın? Çünkü iktidar olmak sorumluluk ister. Halbuki muhalefette iken bol keseden atıyor, hükümetin yaptığı her şeyi eleştiriyorduk. İktidar olunca biz kimi eleştireceğiz?  Çünkü biz aka kara demeden rahat edemeyiz. 
—Şimdi ne düşünüyorsun? 
—Ne düşüneceğim? Yapacağım belli. Partimi iktidara taşıyacak belediyeleri almamak için bir taktik geliştireceğim. Partililerin beklemediği ve istemediği adayları aday yapacağım. Yani partimi kaynatacağım. Ne yapıyorsun diyenlere de "Bu, parti içi demokrasi" diyeceğim. Kimi küsecek, kimi darılacak, kimi bizden kaçacak. Bizdeki parti içi demokrasiyi gören, bize yönelmek isteyen seçmen bizden kaçacaktır. Kaçsın! Benim de istediğim bu.  Çünkü ben genel bir başarı istemiyorum. Partim küçük olsun, benim olsun istiyorum. Sonra ben ne yaparsam yapayım bu ülkenin 1/4 seçmeni hep bana oy veriyor. Bunların verdiği oylarla bazı belediyeler bizde kalıyor. Ötesini de istemiyorum. Hepsine talip olup da niye ağrımaz başımı ağrıtayım?
—İlginç! Sizi anlamıyorum efendim.
—Boş ver, anlama daha iyi. Ben kendimi, partim kendisini bugüne kadar anlamadı ki sen anlayabilesin. Zaten biz de anlaşılsın diye yapmıyoruz bu siyaseti.
—Bu siyasetin adını söyle bari!
—Herkesi memnun etmeye çalışan ama kimseyi memnun edemeyen siyaset.
—Bu durumda partinizin adını değiştirin bari!
—Ne olsun?
—Göle maya çalma partisi.
—Niye böyle bir ismi layık gördün bize?
—Çünkü yaptığınız hiçbir şey tutmuyor da ondan.
—Bence yanılıyorsun. Biz başarılıyız. Çünkü yaptığımız her şey başarılı olmamak üzerine kurulu. İşte bizim başarımız da bu. Başarısızlıktır bizim başarımız.
—İşte ben de bu yüzden partinizin adını "Göle Maya Çalma Partisi" koyun diyorum. Niye dersen? Nasrettin Hoca da “ya tutarsa” deyip göle maya çalmış, ama göl maya tutmamış, tıpkı sizin yaptığınız gibi.

***19/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Omuz/Kas Ağrısı


Omuz ağrısı deyip de geçmeyin. Girdi mi vücuda geçinceye kadar rahat ettirmiyor. Ne elini kaldırabiliyor ne de vücudunu oynatabiliyorsun. Boyun dersen zaten döndüremezsin. Döndürmek istersen tüm vücutla birlikte dönmen gerekiyor.

Bu hastalık diğer hastalıklara benzemiyor. Nasıl bir hastalık ise rahat ettirmiyor. Ne yatırıyor ne de kaldırıyor. Yattığından ve kalktığından zevk almıyorsun. Buna yakalanan rapor alıp istirahat de etmiyor. İşine yine devam ediyor ama kolay kolay işe kendini veremiyor. 

Halk arasında kulunç diye bilinen bu ağrıya şimdilerde kas ağrısı deniyor. Birden de gidivermiyor. Kemiklerine varıncaya kadar sızlatıyor. Ne attığın hapın faydası var ne çiğnetmenin ne de tutturmanın. Çekiyorsun günlerce. Ne zamana kadar devam ediyor? Vücudun yumuşayıncaya kadar devam ediyor. Ne zaman ki elini çenene tutup başını sağa sola çevirip kulunç kırılmaya başlayınca yavaş yavaş rahatlamaya başlıyorsun, küt küt kırıldıkça rahatlıyorsun ama birden bırakıp gitmiyor.

Kas tutulması ve diğer hastalıklara yakalanmamak en güzeli. Kişi kendisinin doktoru olması gerekir. Hastalanmadan önce hastalanmamak en iyisi. Ama olmuyor. Bazı hastalıklar geliyorum, dikkat et, dese de kas tutulması geliyorum demiyor. Sen farkına vardığın zaman bu hastalık istenmeyen misafir olarak vücuduna yerleşmiş oluyor. Yeter ki terledikten sonra kendini dışarıya veya soğuğa at, cereyana kapıl, yatarken üzerini örtmeden yat veya üzerini aç. Sinsi bir şekilde vücuduna girer ve vücudunu kütük gibi yapar. Tedavisi sana bir müddet çektirmek ve sürüm sürüm süründürmek. Ne öldürür ne de ondurur.

Nereden mi biliyorum bu kas ağrısını? Çekiyorum şu anda. Bunu ancak çeken bilir. Üstelik bendeki bu kas ağrısı vücuduma misafir olalı üçüncü haftaya girdi. Sol tarafım yumuşadı, sağ tarafım ise direniyor. Atlattım galiba, bak yumuşamış diyorum. Ama bir müddet sonra sevincimi kursağımda bırakacak şekilde daha buralıyım, hemen sevinme diyor. Zaman zaman da bu bendeki, kas ağrısının dışında bir başka hastalık mı dedirtiyor insana. Bu kas ağrısı başka gidecek yer bulamamış gibi vücudumdan gitmemek üzere inatlaştıkça ben de inadına inat! Ben de bunun için doktora gitmeyeceğim diyorum.

Allah kimseye hiçbir hastalık vermesin ama doğru dürüst hastalık kabul edilmeyen omuz/kas ağrısını da vermesin kimseye. 


6 Şubat 2019 Çarşamba

Muhtar Çakmağı


Küçüklüğümde sigara içenler başta olmak üzere evlerin mutfağında genelde üzerinde "Vasati 40 çöp" yazılı kibritler olurdu. Az sayıda varlıklı insanlarda çakmak olurdu. Beyaz tütün tabakasıyla birlikte özene bezene saklarlardı çakmağı. Demek ki ya bu çakmaklar yaygın değildi ya da pahalıydı. Milletin alım gücü yoktu. 

Günümüzde kibritten ziyade çakmak kullanmak daha yaygın. Bir ara taşı ve gazı biten çakmakları doldurtmak modaydı. Çarşı merkezlerinin çoğu köşe başlarında bu işi yapan kimseler eksik olmazdı. Şimdilerde çakmağına hava dolduran pek kalmadı. Havası bitince atılan, yerine yenisi alınan kullan-at çakmakları daha çok kullanılıyor. Bir çakmak çeşidi var ki kullanılıp atılmıyor. Havası bitince tekrar tekrar kullanılan çakmaktır bu. Adı da muhtar çakmağı. Bu çakmağı üretip piyasaya sürenin bu çakmağa muhtar çakmağı adını vermediğini, diğer çakmak çeşitlerine göre pahalı olduğunu biliyorum.  Ama bu çakmağa niçin muhtar çakmağı dendi, bu adı kim verdi bilmiyorum. Sanal alemde basit bir araştırma yapınca bu çakmakla ilgili “Almanya’dan izinli gelen gurbetçilerin köyün ileri gelenlerine bu çakmağı hediye ettikleri, çakmağın bu şekilde yaygınlaştığı” bilgisine ulaştım. Bir diğer bilgi de “Köyün muhtarlarının şehre sık sık gidip gelmesi nedeniyle dönüşte bu çakmağı satın alıp geldikleri, genelde bu çakmağı muhtarlar kullandığı için halkın bu çakmağa muhtar çakmağı adı verdikleri” şeklindedir. Verdiğim bu bilgileri yaşı biraz ilerlemiş herkes bilir.

Garibime giden bu çakmağa niçin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, başkan çakmağı denmedi de muhtar çakmağı dendiği? Bunu da anlamak zor olmasa gerek. Çünkü köylünün sürekli gördüğü, bir işi için uğradığı en büyük devlet yetkilisi muhtardır. O günün şartlarında daha büyük bir makam sahibini görmesi çok zor. Ama çakmağa muhtar çakmağı adı vererek halkımız yüksek öngörüsünü göstermiş. Çünkü muhtarlık bugün son yıllarda hiç olmadığı kadar revaçta ve önemli hale geldi. Hiçbir bütçesi olmamasına rağmen her seçimde mahallesine muhtar olmak isteyenlerin sayısı da az değil. Hatta çoğu yerlerde en büyük tartışma ve rekabetler muhtarlık seçimlerinde olmaktadır. Eskiye oranla imkanları artırıldı. Hiç olmadığı kadar itibarları da var muhtarların. En büyük itibarı da Sayın Cumhurbaşkanı verdi: Kah Beştepe’de misafir ediyor, kah İspanya’ya gönderiyor, kah umreye. Önümüzdeki günlerde bahtlarına nereler çıkacak bilmiyoruz. Seçildiği mahallede kullanabileceği bir bütçesi ve sorumluluğu olmamasına rağmen vali, kaymakam, belediye gibi yerlere rahat bir şekilde randevu alıp gidebiliyorlar. Her türlü davet ve toplantıda boy gösterebiliyorlar. Üstüne de kendi yaptıkları iş, ticaret ne varsa yapmaya devam ediyorlar. Bir yerde bulunmaları gerekmiyor, mesai kavramları da yok.

Tüm bunlara ilave olarak adamların kendi adlarına bir de çakmakları var. Hangi faniye, hangi makam sahibine, hangi şöhret sahibine nasip olur böylesi nimetler? Allah yürü ya kulum demiş sanki! Adlarıyla anılan çakmaklar da kaliteli ve pahalı. Çakar çakmaz çakan çakmak gibi. Üstelik kullanılıp gazı bitince atılmıyor, eskimiyor da. Çünkü sağlam mı sağlam. Taş yerinde ağır misali diğer çakmaklara oranla biraz kaba ve ağır.

Tüm bu yazdıklarımdan “Senin muhtar olasın var, galiba” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Muhtarlardaki bu imkanları ve çalışma şekillerini görünce insanın muhtar olası geliyor. Ben şimdilik muhtarlık özlemimi bir dostumun hediye ettiği muhtar çakmağını kullanarak gideriyorum. Belki muhtar olamadım ama çakmağım var. Adı da muhtar çakmağı.




5 Şubat 2019 Salı

Tek Umudum Trump'ın Venezualla Modeli Artık! ***


Beni izleyip takip edenler bilir, hayatım boyunca bir köy, bir kasaba olmak için çabaladım. Muhtarlıktan cumhurbaşkanlığına kadar bir koltuk isteyerek bu ülkeye bir çivi çakmak istedim. Ama ne köy olabildim ne de kasaba. Üstelik büyükşehir yasası ile birlikte köy ve kasabalar da kalktı. Sanki benden dolayı kaldırılmış gibi.

Beklentilerimin gerçekleşmemesine rağmen ümidimi hiç yitirmedim. Çünkü karamsarlık bana yakışmazdı. Bir gün keserin dönüp sapından tutacağıma dair inancımı hep korudum. İmdadıma Trump’ın Venezuela modeli yetişecek gibi. Malumunuz Trump, Venezuella’nın seçilmiş meşru devlet başkanını iktidardan indirmek için ülke muhalefet liderini meşru devlet başkanı olarak tanıdığını açıkladı. Trump’ın bu açıklamasına destek açıklaması yapan ülkelerin sayısı da az değil. Onlar da seçimi kazanamamış bir muhalefet liderini ülkenin meşru başkanı olarak kabul ettiklerini ilan ettier. Demokrasinin doğup dünyaya yayıldığı AB ülkeleri bile toplanarak muhalefet liderini meşru olarak tanıma tartışması yaptı. İtalya karşı çıkmasaydı herhalde AB de bugün seçilmiş başkanın karşısında seçim kazanamamış muhalefet liderini devlet başkanı olarak tanıyacaktı.

Burada niyetim Venezuella’yı anlatmak değil. Hangisi haklı-haksız tespiti de yapmayacağım. Benim amacım kıssadan hisse çıkarma misali buradan kendime pay çıkarmak. Venezuella’nın başına gelen niçin benim ülkemin başına gelmesin. Malumunuz ülkeyi 17 yıldır tek başına bir hükümet yönetiyor. Çünkü girdiği bütün seçimleri kazandı bugüne kadar. Görünen, bundan sonraki seçimleri de kazanacağıdır. Sayın Trump, Venezuella’ya yaptığı bu iyiliği öyle zannediyorum bizim ülkeye de yapacak ve bizim ülkede de Ana Muhalefet liderini ülkenin meşru Cumhurbaşkanı olarak ilan edecektir. Bunun için önce Trump’ın Venezuella modelinin başarılı olmasını beklemek lazım. Trump’a kalsa bizde de hemen muhalefet liderini meşru başkan olarak ilan edecek. Ama bizim Ana Muhalefet kendi iş işleriyle boğuşuyor. Yani Trump kara kara ülkeyi teslim edeceği birini arıyor. Aslında Trump’ın düşünmesine gerek yok. Bu ülkede bu iş başarıya ulaşır. Çünkü bu model, Venezuella’dan önce 99 yılında bu ülkede denenmekle kalmadı, uygulandı. Bu ülke, 28 Şubat sürecinde iktidardaki Refah-Yol hükümetini indirdikten sonra Meclis’te vekil sayısı bakımından 4. sırada olan yavru muhalefet liderine hükümeti kurma görevi verdi ve ülkede 56.azınlık hükümeti kuruldu. Yani Trump, Venezuella modelini bizden kopya etmiş. Baktı ki bizde bu maya tuttu, bunu Latin Amerika ülkesinde de denemek istiyor.

Bu modelden bana ne pay çıkacak, nerede bu kıssadan hisse derseniz, bizim ülkedeki Ana Muhalefet ve muhalefet partilerinin durumu belli. Kendi iç meseleleriyle boğuşuyorlar. Bu durumda Trump ne yapacak? Oturup muhalefetin kendi sorunlarını halletmesini mi bekleyecek? Çünkü iktidarın el değiştirmesi acillik arz ediyor. Bu durumda eceline susayan Trump ne yapacak? Kuvvetle muhtemel beni görecek ve beni ülkenin tek meşru devlet başkanı olarak ilan edecek. Niçin görüp ilan etmesin? Çünkü her seçimde her koltuk ve makama kendimi hazırlayan biriyim. Benden iyisini mi bulacak? Sonra maksat bir türlü iktidardan indirilemeyen hükümeti indirmek değil mi? İşte ülkenin eline geçen bir fırsat! Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Tek amacım bu ülkeye hizmet etmek.

Bu durum benim içime sinecek mi? Niye sinmesin? Sonra siz bendeki mideyi bilmiyorsunuz. O kadar kişi Venezuella’yı içine sindiriyor, midelerinde bir sorun olmuyor da benim midem de mi sorun olacak? Gidin işinize!

***07.02.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

HDP=PKK ise ***


Halkın büyük bir çoğunluğunda, bugün siyasi bir parti olarak Mecliste grubu bulunan HDP ile yıllardır yaptığı terörle kan dökmekten başka bir şey yapmayan bölücü terör örgütü PKK arasında hem organik hem de inorganik bir bağ var. Bu durumu devleti yönetenler de HDP eşittir PKK şeklinde ifade ediyorlar. Bu bağı, HDP yetkilileri de inkar etmediği gibi partilerinin PKK ile yan yana anılmasından da rahatsız değiller.

HDP hakkında devlet-siyaset ve halkta terörle bağını koparmamış kanaati var. Garip olan "terörün odağı" olduğu iddiasıyla bu partiyle ilgili bir kapatma davasının açılmamış olması. Ne ilgili Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçiyor, partiye dava açıyor ne siyasi partilerden bir suç duyurusu var. Üstelik dava açmak ve suç duyurusunda bulunmak için bu partinin parti başkanından, vekil ve belediye başkanlarına varıncaya kadar teröre destek vermekten ceza alanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Bugün teröre desteğinden dolayı kayyuma devredilen belediye başkanı sayısı az değildir. Parti genel başkanının teşvik ve tahrikiyle meydana gelen ve elliden fazla vatandaşımızın ölümüne sebebiyet veren 6-8 Ekim olayları bile bu partinin kaç defa kapatılması için yeter de artar bile.

Partinin terör destekçisi olduğu ayan beyan belli iken partinin halen siyasi faaliyetlerini sürdürebilmesi anlaşılır gibi değil. Kapatılsın tartışılmasının yapılmaması bile garip geliyor bana. Yetkili ve sorumluların terör odağı olduğu belli bir parti hakkında sessizliğe bürünmesi hayra alamet değil. Biz bu partiyi kapatırsak ülke daha büyük olaylara gebe olur diye mi düşünüyorlar? AB'den mi çekiniyorlar? Yapılan Anayasa değişikliklerinde parti kapatma zorlaştı, bunu biliyorum. Acaba parti kapatma kaldırıldı da benim haberim mi yok? Gücümüz mü yok bu partiyi kapatmak için? Karnımız mı genişledi?

Parti kapatma konusunda çok iştahlısın, diyebilirsiniz. Öyle bir niyetim yok. Üstelik parti kapatmak sorunu çözmüyor, bir partinin tabanı varsa değişik isimlerle tekrar karşımıza çıkabiliyor. Benim isyanım çifte standarda. Bu ülkede iktidarın büyük koalisyon ortağı olan RP, "irticaın odağı" olduğu gerekçesiyle kapatıldı, aynı partinin devamı FP hakeza aynı gerekçeyle kapısına kilit vuruldu. Halen iktidar olan AK Parti, tek başına iktidar iken yine aynı gerekçe ile kapatılmaktan gücün kurtuldu. Aslında 6'ya 5 bir çoğunluk oyuyla kapatılmasına karar verildi. Fakat nitelikli çoğunluk olmadığı için kapatılamadı. AK Parti postu deldirmekten bir oy ile kurtuldu. Sonuç 7'ye 4 olsaydı, Parti kapatılmış olacaktı. Buna rağmen Parti bir süre hazine yardımından mahrum bırakıldı. Hem RP, hem FP, hem de AK Parti'nin kapatılma gerekçeleri gazete kupürlerinden ibaretti. Birkaç partilinin beyanları irticaın odağı kabul edildi. HDP sorumlularının çoğu mahkeme kararıyla terör destekçisi olmaktan ceza almasına rağmen halen yoluna devam ediyor.

Ülke bu çifte standarttan kurtulmalı, adalet duygusunu iyice zedelenmemeli.  



***09/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.