25 Kasım 2018 Pazar

Belediye Başkan Adaylarını Belirlemede Kıstasımız

Türkiye’nin belediyecilik tarihi başarı ve başarısızlık örnekleriyle doludur. Çok geçmişe gitmeden halkımız 80’den sonra halkımız ANAP’ı tek başına iktidara getirdi. “Halka hizmet Hakka hizmet” parolasıyla yola çıkan bu partiyi belediyelerde de iktidara taşıdı. Bu partinin bazı belediyelerinin yolsuzluğa bulaştığı ayyuka çıkınca halk bunları indirerek “Sosyal belediyecilik” yapacağız diyen SHP’ye belediyeleri verdi. Ardından bu partiyi koalisyon ortağı yaptı. Bu parti belediyecilikte ve iktidarda fazla tutunamadı. Çünkü çöp yığınlarıyla anılır oldu ve İSKİ’de yapılan yolsuzluk patlak verdi. Hem belediyeleri hem de iktidarı kaybetti.

Küçük bir muhalefet partisi olmasına ve Mecliste temsil edilmemesine rağmen Şanlıurfa, Van, Kahramanmaraş, Konya ve Sivas belediyelerinde kendini ispatlayan RP’ini seçmen, 1994 mahalli seçimlerinde belediyelerin çoğunu bu partiye verdi ve 1996 yılında yapılan genel seçimlerde bu partiyi iktidarın büyük ortağı yaptı. Belleklerde Refah Belediyeciliği kaldı. Başarı dendi mi bu belediyeler akla geldi.

RP’inin ve ardından kurulan FP’inin kapatılmasıyla birlikte Milli Görüş çizgisinden gelen bu parti SP ve AK Parti şeklinde iki ayrı parti olarak siyaset arenasındaki yerini aldı. Mevcut belediye başkanlıklarının çoğu AK Partide siyaset yapmaya başladı. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yapılan hizmetler AK Partiyi iktidara taşıdı. 2002’den bu yana AK Parti ülke yönetiminde hem de belediyelerini çoğunda söz sahibi. Yani belediyelerin ekserisinde AK Belediyecilik hakim.

Anlatmak istediğim bugün AK Parti 2002’den beri hala iktidarda ise bu başarısında kendisinden olan belediyelerin, hizmetleriyle göz doldurmasının payı büyüktür.  

80 sonrası belediyeciliğine ve iktidarlarına kısaca değindim. Niçin? Çünkü Mart 2019’da şehrimizin belediye başkanını seçmek için sandığa gideceğiz. Adaylar bir bir ortaya çıkmaya başladı. Bazı illerin adayları şimdiden açıklandı. Diğer geri kalan şehirlerimizin adaylarının açıklanması eli kulağında. Herkeste “Acaba bir beş yıl şehrimi yönetecek kim olacak” diye bir bekleyiş hakim.  

Yaklaşmakta olan bu seçimler önemli. Seçimler kadar gösterilecek adaylar da. Çünkü eskilerin tabiriyle şehrimizin şehrül-eminini yani belediye başkanını seçeceğiz. Bir büyükşehir, bir il, bir ilçe ve bir beldede kim belediye başkanı seçilirse seçilsin o belediye başkanı o partinin ya yüz akı veya yüz karası olacaktır. Çünkü belediyeler partilerin mahallindeki vitrinleridir. Yaptıkları icraatlarla partisini vezir de yapar, rezil de. Yani partisini iktidardan da eder, iktidara da taşır ve uzun yıllar kalıcı da olur.
Burada amacım siyaset yapmak falan değil, bir durum tespiti yapmaktır. Bir vatandaş olarak bir seçmen olarak şehrimizin iğneden ipliğe her şeyiyle ilgilenen belediye başkanlarının kimler olacağını sorgulamak hepimizin hakkıdır diye düşünüyorum. Çünkü bir şehirde belediye başkanlığını göğüslemek için parti kadar belirlenen aday da önemlidir. Özellikle bu seçimde bu durum, daha da bir önem kazandı. Çünkü bu seçim partiler için özellikle belediyelerin çoğunu elinde bulunduran parti için kolay olmayacaktır. Bunun böyle olacağını kestirmek için çok öteye gitmeye gerek yok. Halk hem 07 Haziran hem de 24 Haziran seçimlerinde gerekli uyarısını yaptı, geçmişten bugüne bazı belediyeler iyi yönetilmediği için el değiştirdi. Bu seçimde de bazı belediyeler el değiştirebilir. Bu durumu bilen ve her seçimde oyunu düşürmeye başlayan partiler bulundukları yerde tutunmak için ittifaklarla ipi göğüslemeye çalışıyor. Bu tür ittifaklar geçici birer pansumandır. Tedbir alınmazsa ve doğru aday tercihi yapılmazsa bir müddet sonra ittifaklar da fayda vermeyecektir. Çünkü bu halk geçmişten günümüze özellikle seksenden sonra kolay kolay yanlışta isabet etmemiştir. Hemen hemen her zihniyetteki partiyi şu ya da bu şekilde iktidara ve belediyelere taşımıştır.

Bunun için ne yapmalı denirse buna geçmeden kendisi siyasetçi olmamasına rağmen her iyinin yanında yer alan, ilkesel bir duruş sergileyen ve davasını dert edinen hizmet aşığı bir kardeşimizin bana gönderdiği mesajını buraya aynen aktarıyorum:

“STK, cemiyet, dernek, vakıf, düşünce kuruluşu, yazar, alim, dava adamı, fikir adamı kısaca bu ülkede kim varsa şu sorunun cevabını vermesi lazım: Liyakate göre mi görev verilecek? Yoksa 50 yılda kazandığımız kazanımlarımızı 2-3 güç zehirlenmesine uğramış koltuk sevdalısı şahısların isteklerine göre mi belirleyeceğiz? Şu an aday gösterilecek 3 büyükşehir belediye başkanı tescilli FETÖ’cü… Halen bazı yerlerde üç dönem vekillik yapmış kişileri aday olarak piyasaya sürmeye çalışıyorlar…Akıl tutulması yaşanıyor… Tayyip Bey’in etrafı çevrilmiş durumda…Birçok kardeşimiz, gazeteci, TV programcısı, aktivist bu durumdan şikayetçi…Bu ülkede sorumluluk sahibi olanlar bunu dert edinmeli…Bu durumu uygun bir dil ile nasıl yazıya dökeriz?”

Bana bu mesaj gönderen kardeşimizin hassasiyetini size bu şekilde aktarmış oldum. Bunun dışında başka hassasiyet ve endişelerini dile getirenler de var: “Belediyelerin israf ekonomisi uyguladıkları, parayı olur olmaz yerlere çarçur ettikleri, ihaleleri belirli kimselere verdikleri, halkın içerisine yeterince çıkmadıkları, halktan uzaklaştıkları, hesapsız icraatları dolayısıyla belediyeleri çok borçlandırdıkları…”şeklinde.

Vatandaşta var olan bu endişelerin ne kadarı doğrudur-yanlıştır bilmiyorum. Kim FETÖ’cü veya değil, böyle bir iddiam yok. Endişeler gerçeği yansıtmayabilir de. Fakat bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir. Bundan dolayı partiler kendilerini bir beş yıl temsil edecek belediye başkan adaylarını belirlerken yoğurdu üfleyerek yemelerinde fayda vardır.  Bunun için partilerin çok bir şey yapmasına gerek yok. Sadece adaylarını belirlerken ehliyet ve liyakati esas alsalar yeter. Partiler biz adayımızı belirlerken bunu esas aldık deseler de halkta ehliyet ve liyakatten öte kendisini pazarlayanların aday yapıldığı veya yapılacağı kanaati hakim. Özellikle şaibeli insanlardan uzak durulmasında fayda var. Unutmasınlar ki tanınır olmak, güçlü olmak veya kendisini iyi pazarlamak belediye başkanı olmak için yeterli değildir. Kendisini ispatlamış ve çevresine güven veren insanları bulup aday yapmak en doğru ve hakkaniyete uygun olanıdır diye düşünüyorum. Aman dikkat! 
25/11/2018
Barbaros ULU


21 Kasım 2018 Çarşamba

Belediye Başkanlığı İşi Olmayacak Gibi! ***


Mart 2019 mahalli seçiminde belediye başkanı olmak isteyenler istifasını verdi ve değişik partilerden aday olmak için adaylık başvurusunda bulundu. Adayların hepsi bir umut aday olup muratlarına ermeyi hedeflemektedir.

Seçilir veya seçilmez hepsi bir beklenti içerisindeyken adaylık başvurum olmamasına rağmen ben de bir beklenti içerisine girdim. İstedim ki bir parti çıksın "Sensiz olmaz, bizim adayımız sensin" desin. Diyen oldu mu? Maalesef! Şakasından bile herhangi bir teklif gelmedi.

Halbuki ne de hazırlamıştım kendimi. Aday olup kazanınca son model makam arabasının makam koltuğuna oturacaktım. Özel şoförüm sür dediğim yere sürecekti. Arabanın yakıt, bakım, sigorta, MTV, muayene, arıza, temizlik, yıkama vb. derdi olmayacaktı. Her şeyiyle şoförüm ilgilenecek, masraflar da devletten olacaktı. Ben elimi cebime atmayacaktım. Beni arabada ve her yerde bir gölge gibi takip edecek korumalarım da olacaktı. Arabanın kapısını açma-kapama gibi bir külfetim de olmayacaktı. Şoförüm emrimdeydi nasılsa.

Arabadan iner inmez bir başka yani esas makam koltuğum beni bekleyecekti. İşi yapacak ve takip edecek ekibimi belirledikten sonra günlerimi kabul ve ziyaretlere ayıracaktım. Gittiğim yerde en önde ve gözde yerlerde ağırlanacaktım. Şoför ve korumam dışarıda beklerken ben içeride keyif çatacaktım. Yediğim önümde yemediğim arkamda kalacaktı. 

Kabullerde bana gösterilen ilginin alasını misafirlerime gösterecektim. Cömertliğimde sınır olmayacaktı. Masrafları da temsil giderleri fonundan karşılayacaktım. 

Törenlerde ilk üçte yer alacaktım. Zaman zaman halkın arasına katılacaktım. Üstüme kapım her zaman açık, astıma ve halkıma ise kapalı olacaktı. Çünkü çalışmam gerekecekti. Sadece ayda bir halk günü veya beyaz masa adı altında halka kapımı açacaktım. Ben dinleyip sekreterim not alacaktı.

Misafir ve protokole cömert davranırken belediye encümenine de gözüm gibi bakacaktım. Maaşımı devletin belirlediği en üst limitten geçirmek için meclis üyeleri arasında kulis faaliyetlerine hız verecektim. Aldığım maaşa dokunmayacaktım. Biriksin dursun hesapta. Neye veya nereye harcayacaktım ki zaten? Nasılsa yol masrafım yok. Zira makam aracım getirip götürecekti beni. Ziyaret dolayısıyla gittiğim yerde karnımı doyuracaktım, geleni de doyururken ben de bir güzel nasiplenecektim. Anlayacağınız küçük bir harçlık bana yetecekti bir ay boyunca.

Hesabımda biriken parayı gayrimenkulde değerlendirmeyi düşünüyordum. Kaç tane evim olacaktı! Bir beş yıl bana yeter de artardı. İkinci beş yıl da aslında fena olmazdı. 

Herkes bana ortaokul ve lisedeki sınıf başkanlıklarımdan sonra "başkan" diyecekti. Başkanlığım bitse bile bana "başkanım" demeye devam edeceklerdi.

İçinizden "Sen başkanlığa hizmet için mi gelecektin yoksa kendini ihya etmek için mi" diye sorabilirsiniz. Almadan vermek Allah'a mahsus! Önce almalıyım ki sonra vereyim. Ki makamdan faydalanmak aynı zamanda moralimi yerine getireceğinden halka ve şehrime daha iyi hizmet edebilirdim.

Şehre hizmet için şehri yeniden keşfe gerek yok. Her başkanın yaptığı gibi yol, asfalt, kaldırım, alt yapı, su, ulaşım vb. icraatlara imza atacaktım. Ara ara da çocukları sevindirmek için projeler geliştirerek onlara bisiklet, bilgisayar, altın vb. hediyeler verecektim. 

Parayı nereden bulacaktın derseniz İller Bankasından gelen paranın yanında alacağım su ve atık parası, emlak vergisi vb. gelirleri kullanır, yetmezse halkıma hizmet için gerekirse kredi çekecektim. Benden sonra gelecek başkana enkaz pardon borç devredecektim.

Gördüğünüz gibi hayallerim büyüktü. Görünen bu başkan olma hayalim sanki başka bahara ötelenecek gibi. Çünkü şimdilik hayallerim suya düştü, ufukta bir adaylık bile görünmüyor. Acırım da halka hizmet edemeyeceğime üzülüyorum. Ne diyeyim? Bunca birikim, heves proje ve geniş ufkuma rağmen beni seçmeyen ve tercih etmeyenlerin Allah hayrını versin.




*** 27/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Kasım 2018 Salı

İlkokul Öğretmenim Öğretmeye Devam Ediyor *


19.11.2018 günü akşam 17.30 sularıydı. Altıncı saat dersime yeni girmiştim ki telefonum çaldı. Arayan kim ki diye telefonuma bir göz attım. Beni 4.sınıfa kadar okutan ilkokul öğretmenimdi arayan. 

Normal şartlarda telefonumu sessize alır, ders esnasında arayan telefonlara cevap vermem, zaten haberim de olmaz. Teneffüse çıkınca geri dönüş yaparım arayanlara. Ama bu arayan ilk okumamı yaptığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ilk öğretmenimdi. Kendisinden sonra ilk, orta, lise ve üniversitede nice öğretmen ve hocalarım oldu. Hepsinin ayrı bir yeri vardı yanımda ve gönlümde. Ama bu arayan başkaydı. Benim için özel mi özeldi.

Öğrencilere selam verip iyi dersler dedikten  sonra onları buyur ettim. Hemen telefonu elime alarak kapının önüne koridora çıktım. Telefonu açtım. Hal-hatırdan sonra "Gece için aradım, gürültü geliyor, sanırım dersin var, gecen bereketli olsun" dedi. Hayır dilekleriyle konuşmayı sonlandırdık.

Hemen sınıfıma geçtim. Derse koyuldum. Bir iştah, bir moral, bir motive! Dersin ne zaman bittiğini anlayamadım. Moralim tavan yaptı. Nasıl sevinmez, nasıl mutlu olmazsın ki? Sanki mübarek "Beş saat derse girdikten sonra bu hayırsız öğrencim yorulmuştur, şunu arayıp yorgunluğunu alayım" der gibi imdadıma yetişti.

Keyfim yerindeydi ama içimde buruk bir sevinç oluştu. Bu nasıl iş Ramazan, kıyametin alameti mi yoksa? Senin arayıp hal-hatır sorman, hayır duasını alman gerekirken öğretmenin seni arıyor dedim kendi kendime. Sağ olsun eli öpülesi bu öğretmenim birkaç defa aradı beni. Ararken de "Len hayırsız niye aramazsın" şeklinde hiç laf çakmadı, ezmediği gibi bir imada bile bulunmadı. Ama her defasında tarif edilmez bir sevincin yanında büyük mahcubiyet duydum. Çünkü bugün ihya ettiğimiz Mevlid-i Nebi dolayısıyla benim kendisini aramam gerekirken o beni aradı. 

Aslında birkaç gün sonra -bugün- kutlanacak öğretmenler gününde arayayım diyordum kendisini. Allah bilir ya benden çok yaşayacak ki o daha önce davrandı. Allah kendisinden sonsuz razı olsun.

Sahi sizin var mı böyle bir öğretmeniniz?  Tayininin çıkmasının ardından 44 koca bir yıl geçmiş, o hala bana öğretmeye devam ediyor: Büyükler unutulmaz, yapılan iyilik unutulmaz, hele bir harf öğreten hiç unutulmaz; öğretmenlik ders başlayınca başlayan, ders bitince sona eren; öğrenci mezun olunca unutulan, öğretmen tayini çıkınca hatırlanmayan değildir anlamında vefayı öğretiyor. Küçük aramazsa büyük arasın ama aradaki hukuk devam etsin dercesine alçakgönüllülüğü öğretiyor. Sanki bana "Beşikten mezara ilim öğrenmeye devam Ramazan! Öyle ben de öğretmen oldum, 55 yaşındayım demeye kalkma, benden öğreneceğin daha çok şey var, ben emekli olsam da senin emekliliğin gelse de benden öğrenmeye devam edeceksin. Çünkü benim öğretmenliğim bitmedi" diyor. Büyüyüp çoluk-çocuk sahibi ve öğretmen oldum, emekliliğim geldi ama anlaşılan daha öğrenciliğim bitmemiş. İyi ki bitmemiş. Ondan görgüyü, nezaketi, sevgiyi, saygıyı, hatır bilmeyi, hatırda tutmayı öğreniyorum hala!

Allah ondan ebeden razı olsun, ömrü uzun ve bereketli olsun, benim gibi hayırsız öğrencisine ve çevresinde ulaşabildiklerine hayatı öğretmeye devam etsin. Allah sayısını çoğaltsın. 

İyi ki tanımışım! İyi ki öğretmenim olmuşsun, öğretmenliği ve insanlığı ölmez  Mustafa VAREL öğretmenim! Sen çok  yaşa, çok var ol e mi! Öğretmenler günün kutlu olsun değeri ölçülmez öğretmenim! Ellerinden öperim.

* 24/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde " İlkokul Öğretmenim Aradı Beni" başlığıyla yayımlanmıştır.
                                             



19 Kasım 2018 Pazartesi

Hz Muhammed’e Gerçek Sevgimizi Göstermenin Yolu ***

Mevlid-i Nebi dolayısıyla "Alemlere rahmet olarak gönderilen" Hz Muhammed'i dün gece bir kez daha andık, milletçe hayırla yad ettik. Gerçi bir günlük değil onu anmamız. Her daim anıyoruz desem mübalağa etmiş olmam.

Güya soyu kesilecek, adı-sanı duyulmayacak, unutulup gidecekti. Bu yüzden kendisine ebter denmişti. Ona ebter diyenlerin Kevser süresinde olduğu gibi soyları kesildi, adları ve sanları unutuldu. Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibi unutulmayanları varsa da hayırla yad edilmiyorlar bugün.

Asırlar geçmesine rağmen onu her daim, her vesileyle hayırla anmaya devam ediyoruz. Bitmez tükenmez bir sevgidir ona beslediğimiz. Dün andık, bugün de anıyoruz, yarınlarda da anmaya devam edeceğiz. Çünkü hayatımızın bir parçasıdır o. "Yer ve gök ehli tarafından övülmüş" anlamına gelen Muhammed ismi geçtiğinde hemen elimizi kalbimize götürerek ona destek anlamında salavat getiririz. Çocuklarımıza onun isimleri olan Ahmet, Muhammed, Mustafa, Mahmut isimlerini veririz. Muhammed ile aynı kökten ve aynı anlama gelen Mehmet ismini de biz bulmuşuz. Askerimize Muhammed'in ordusu anlamında Mehmetçik adını vermişiz. Yine asker ocağını peygamber ocağı kabul ederiz.

Günde beş vakit minarelerimizden yükselen ezanda onun adına yer veririz. Namazda Tahiyyat duasını olurken ona selam verir, ona dua ederiz. Okuduğu Kur'an'ı okur, onu anlamaya ve yaşantımızda uygulamaya çabalarız. Onun yaptıklarını sünnet kabul eder, hayatımıza tatbik ederiz. Sözlerini emir telakki ederiz. Çünkü O, hevasından konuşan biri değildir.

Onu övmek, onu anmak ve ona olan duygularımızı anlatmak amacıyla adına naat dediğimiz bir nazım türü edebiyatımızda yerini almıştır.

Hz Muhammed’i anarken anma programları düzenlerken amacımız onun yolundan gitmektir. Çünkü o bizim için en güzel örnektir. Ama bu kadar sevdiğimiz ve sürekli andığımız kişinin yolundan tam gidebildiğimiz söylenebilir mi? Anmada sorunumuz yok ama onun izinden gitmede sorunumuz var. Özellikle onun ahlakını kendi hayatımıza tatbik etmede çelişkiler yaşıyoruz.

Bu vesileyle bugünkü hali pürmelalimizi bir kıyaslayalım diye onun hayatından bizim için olmazsa olmaz birkaç ahlaki ilkelerinden örnek vermek istiyorum:
Zayıf ve güçsüzlerin korunması, onların can ve mal emniyetinin sağlanması ve zulmün önlenmesi amacıyla genç yaştayken altına imzasını attığı Erdemliler Sözleşmesi, “Suç işleyen kızım Fatıma da olsa cezasını veririm” demesi adil olmasına bir örnektir. Bugün kaçımız mağdur ve mazlumun safında yer alıyor ve suç işleyen çocuğumuzu adalete kendi elimizle teslim ediyoruz? Kabe Hakemliğini tereyağından kıl çeker gibi halletmesi, ölümle burun buruna geldiği bir anda kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları sahiplerine vermesi çevresine güven telkin ettiğinin bir göstergesidir. Kaçımız bizi öldürmeye gelenin malını-mülkünü kendisine vermeye çalışırız? Hicret esnasında kendisine kılavuzluk yapsın diye paralı tuttuğu kılavuzu Abdullah bin Uraykıt bir müşrik idi. Ben müşrikle iş tutmam demedi. İşinin ehli olduğu için Abdullah’ı seçti. Kaçımız bir yere birini alacağımızda o işin en iyisini bulmaya çalışırız?

Sayfamın darlığı dolayısıyla burada sadece adalet, güvenilir ve işi ehline verme ahlaki özelliklerine yer verebildim. Diğer örneklikleri saymakla bitmez. Biz hepsini değil, sadece bu üç özelliğini hayatımıza düstur edinsek dünyada herkesin parmakla gösterdiği örnek bir toplum oluruz. Kendimiz dönüştüğümüz gibi dünyayı da dönüştürürüz.

Bence peygamberi sevmek onu sadece anmak değildir, sadece salavat getirmek değildir. Ahlakı Kur’an olan ahlakını ne zaman ki hayatımıza tatbik ederiz; işte gerçek sevgi, gerçek anma o zaman olur. Onun yolundan gitmeyi Allah hepimize nasip etsin.



*** 20/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.




















18 Kasım 2018 Pazar

Kimdir O? *


Doğduğu anda “Yer ve gök ehli tarafından övülsün” diye dedesi tarafından kendisine Muhammed ismi verilmiş biridir.

Babasını görmeden dünyaya gelmiş, annesini de 6 yaşında kaybetmiş, küçük yaşta iken hem yetim hem de öksüz kalmış biridir.

Çocukluğundan itibaren aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalışma yolunu seçmiş, kimseye yük olmamış; kah çobanlık yapmış, kah ticaretle uğraşmış biridir.

Kimden bir iyilik görmüşse gördüğü iyiliği fazlasıyla vermiş vefalı biridir.

Çocukluğunda bile kötülüklerden uzak durmuş, kötülüklerle mücadele etmiş biridir.

Haksızlığa karşı çıkmak, mazlumların yanında yer almak amacıyla kurulan Hılf’ul Fudül’e imza koyarak genç yaşta iken safını belirlemiş biridir.

35 yaşlarında daha peygamber olmadan önce Ka’be hakemliği yapmak suretiyle problemi çözebilecek yetenekte olduğunu göstermiş aynı zamanda güvenilir ve adil olma yönünden herkese güven telkin etmiş biridir. (Bugün adalet ve güven telkin etmeyen bizlere duyurulur.)

Ölümle burun buruna geldiği bir esnada kendisini öldürmeye gelen düşmanlarının daha önce kendisine emanet ettiği kıymetli eşyalarını kendilerine geri vermek için Hz Ali’yi görevlendirecek kadar emin biridir.

Hicret esnasında düşmanı yanıltmak amacıyla yaptığı taktiklerle ne büyük bir zekaya sahip olduğunu cümle aleme göstermiş biridir.

Hicret esnasında kılavuzluk yapsın diye seçtiği kişinin inancına bakmamış, müşrik biri olmasına rağmen Abdullah b. Uraykıt’ı kendisine kılavuz seçmiş biridir. (Sırf bu örnek bile emanet, ehliyet ve liyakata ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Ehliyet ve liyakatta sınıfta kalanlara özellikle duyurulur.)

“O söylüyorsa mutlaka doğrudur” denecek kadar dostunun, “Muhammed asla yalan söylemez” denecek kadar düşmanlarının güvenini kazanmış ve kendisine bizzat düşmanları tarafından “el Emin” denmiş biridir. (Güven telkin etmeyen günümüz biz Müslümanlarına duyurulur.)

Hep konuşan bir kâl ehli Muhammed yerine sürekli çalışmayı seçmek suretiyle hâl ehli olduğunu göstermiş biridir. (Kan davası, faiz gibi kötülükleri kaldırırken ilk önce akrabalarındaki kötülükleri kaldırarak başlamıştır. Ele talkın verirken kendisi ve akrabaları salkımı yutma yolunu tercih etmemiştir.)

Büyükle büyük, küçükle küçük olmuş; herkese nazik ve kibar davranmayı ölçü kabul etmiş ve kimseyi incitmemiş biridir.

Lügatinde yalana yer olmayan, söz verdi mi sözünü yerine getiren sözünün eri biridir.

23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde her türlü kötülüğün kol gezdiği Cahiliye diye bilinen bir dönemi Asrı Saadet yani mutluluk çağına dönüştürmüş biridir.

Doğumunun üzerinden asırlar geçmesine rağmen ismi unutulmayan, yaptıkları sevenleri tarafından yerine getirilmeye çalışılan, ismi geçtiği zaman destek anlamında kendisine salavat getirilen biridir.

Doğum günü, kimsenin kimseye baskı yapmadan gönüllülük esasına dayalı olarak değişik aktivitelerle anılan biridir.

Erkek çocukları vefat edince düşmanlarının soyu kesik anlamında ebter dediği kimse olmasına rağmen soyu kesilmediği gibi adı ve şanı unutulmamış, asırlardır anılan ve anılmaya devam edecek olan ender bir kişidir.

Doğumu dolayısıyla bu akşam hayırla yad edeceğimiz peygamberin yolundan gitmeyi, onun gibi emin-güvenilir ve sözünün eri olmayı, emanet ve ehliyeti ehline vermeyi Allah bizlere nasip etsin!

* 19/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
                                          

Vatana İhanet İthamından Nasıl Aklandım?

2008 yılı olsa gerek. Lisede yöneticilik yaparken yaz dönemiydi. Odam üçüncü kattaydı. Odamda oturuyorum.
Aşağı merdivenlerden "müdür bey" diye seslenen bir ses işittim. Sese cevap vermek için odamdan çıktım, kapıda biriyle karşılaştım. Buyurun dedim. "Ben bakanlık müfettişi falan" dedi.
Odama aldım, kendisine hoş geldin dedim. Benden not defterleri, öğretmenler kurulu toplantı gündemi vs. bazı evraklar istedi. Aklımda kaldığı kadarıyla bir de zümre örneği istedi. Hangi zümre örneğini getireyim dedim. "Ben felsefesiyim, diğerlerinden anlamam. Siz bana felsefe zümresini getirin" dedi. Tamam hocam derken başka bir ilçeden çocuğunu nakil getirmek isteyen bir veli geldi. Kendisine az bekleyebilir misin, içeride müfettiş bey var, onun incelemek için istediği evrakı hazırlamam lazım dedim. Dışarıda kapı önünde bu konuşmayı işiten müfettiş "Müdür bey! Veliyi bekletmeyelim, ben beklerim" dedi.
Veli ile yan odada görüşürken müfettiş "Müdür bey! Ben gecikeceğim, daha evrakı incelemem lazım. Veli bize biraz müsaade etse de siz bana istediğim evrakları getirseniz, ben gerekli incelememi yaparken siz görüşmeye devam edin" dedi. Olur dedim. Hemen istediği evrakları hazırlayıp önüne koydum. Ardından velinin yanına geçerek görüşmeye devam ettim.
Veliyi gönderdikten sonra müfettişin yanına geldim. Aramızda şu diyalog geçti:
—Müdür bey! Bir kişilik sınıfın mı var?
—Evet var.
—Nasıl açtın?
—Yönetmeliğe göre açtım.
—Ben böyle bir yönetmelik maddesi bilmiyorum. Zaten böyle bir madde olmaz. Bu yaptığınız vatana ihanetle eşdeğer dedi.
—2005'te yapılan bir değişiklik var hocam dedim.
—Bana gösterebilir misin o maddeyi dedi.
—Elbette hocam dedim.
Dolaptan klasörü çıkardım. Yönetmeliğin ilgili maddesini bulup önüne koydum.
—İşte şu madde hocam, dedim.
Gösterdiğim maddeyi okudu.
—Müdür bey! Yönetmeliğin bu maddesine göre bir kişiye sınıf açmakla çok iyi ve doğru olanı yapmışsınız. Sizi tebrik ederim. Şayet açmasaydın eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdin. Allah Allah! Bu maddeyi ben atlamışım dedi.
Müfettiş diğer evrakları da inceledikten sonra müsaade alarak ayrıldı.
Kamuda çalışanlar denetim amaçlı müfettişlerle karşılaşmıştır. Ben de çok karşılaştım. Bazısında, bir kibir, tepeden bakma, eksik bulmaya ve ezmeye çalışma izlenimi edindim. Adını unuttuğum bu müfettişi çok mütevazı gördüm. Mütevazı sahibi olduğunu odaya gelirken gösterdi. Çoğu müfettiş kapıda karşılanmayı beklerken bu müfettiş sessiz sedasız okula girip benim odamı aramış. Ardından veliyi bekletmeyelim demesi, yönetmelik maddesini atladığını, felsefe dışında diğer zümrelerden anlamadığını söylemesi tevazu sahibi olduğuna bir örnektir.
Sahi siz böyle bir müfettişle karşılaştınız mı?
Bu denetimde aklımda kalan bir diğer husus da bir kişilik sınıf açmakla, önce vatana ihanetle eşdeğerle itham edildim. Az sonra da açmakla iyi yapmışsın demek suretiyle tebrik edildim. Bu durum bana, önce hakkında idam ya da müebbet istenen sanığın berat almasına benzer.
Not: Sahi bir kişiye nasıl sınıf açtınız diyebilirsiniz. Eskiden liselerde 9.sınıf bitiminde alan seçilirdi. Bu alanlar fen bilimleri, Türkçe matematik, sözel ve yabancı dil alanları idi. Bir alanın açılabilmesi için yanlış hatırlamıyorsam sınıf mevcudunun 8 olması gerekirdi. Bu sayı oluşmazsa, öğrencinin kaydı okulda kalmak suretiyle başka okulda açılan o alanın sınıfında okurdu öğrenci. İl merkezinde böyle idi. Çalıştığım yer ilçe merkezi idi. Tek Anadolu lisesi idi. İlçe sınırları içinde öğrencinin, alanında okuyabileceği gidebileceği okul yoksa, ilçe milli eğitime yazı yazılmak suretiyle ilçenin tedbir alması istenirdi. İlçeden de "İlçe sınırları içerisinde öğrencinin bir başka okulda alanında okuması mümkün olmadığından, yönetmeliği ilgi maddesine göre sayıya bakılmaksızın açılır" maddesine atıf yapılmak suretiyle "okulunuzda ilgili alanın açılması" şeklinde gönderilen yazı ile o alan açılabiliyordu. 

17 Kasım 2018 Cumartesi

Ah Şu Dolmuşlar Biraz Daha Geniş Olsa! *


Ne zaman birilerini bir iş üzere görsem şimdiki mesleğimi icra etmiyor olsaydım acaba bu işi yapabilir miydim, hatta keşke bu işi yapsaydım derim. Esnafı görsem esnaf, işçiyi görsem işçi, belediye çalışanını görsem belediyeci, siyasetçiyi görsem siyasetçi vs olmaya kalkar, zihnen de olsa bir an için o işi yapar, hevesimi alırım. İş konusunda maymun iştahlıyım desem yanlış olmaz. 

Cumartesi günü bir akraba ziyareti yapayım diye otobüs durağına geçtim. Baktım otobüsün gelmesine 17 dakika var, dolmuşa bineyim dedim. Az sonra dolmuş geldi. Bekleşenlerin binmesiyle birlikte dolmuş ilk durakta doldu. Arkalarından  ben de bindim. Ayakta dört-beş yolcu vardı. İyi beklemez, hemen hareket eder deyip dolmuşa atladım. Minibüste oturan yolcuların ekseriyeti kadın, kadınların yarıya yakını da Suriyeli idi. Hem giyimlerinden hem de konuşmalarından belli idi Suriyeli oldukları. Ödemeyi de yaptım, geçip bir yere tutundum. Benden sonra 5-6 kişi daha bindi. Fazlanın fazlası olan dolmuş kalkmadı bir türlü. Demek ki yeterli değildi binen müşterilerin sayısı. Göz ucuyla ayaktaki yolcuları görebildiğim kadarıyla saydım: Benimle beraber ayakta 13 kişi vardı.  Nihayet kaptan lütfetti, yürüdü.

Minibüsün hareketiyle beraber aklıma bu sefer minibüsçülük mesleğini icra etmek geldi. Keşke dolmuşçuluk yapsaydım dedim. Dedim ama bu sefer içimden keşke şu minibüs biraz daha geniş olsaydı daha fazla yolcu alır, paraya para demezdim dedim. Yine tüh az daha dursaydım bir iki yolcu daha sıkıştırırdım dedim içimden. Niye almayacağım ki? Nasılsa ben ayakta gitmem diyen yolcu yok, niye fazla yolcu aldın diyen trafik yok, dolu diyen şoför yok, içerideki yolculardan daha nereye alacaksın diyen yok, minibüsçünün bağlı olduğu meslek grubu nedir bu yaptığın dediği yok. Doldur doldurabildiğin kadar. Benden sonra sırası gelen minibüsün yolcusunu almışım önemli değil. Zaten o da yapıyor yeri geldiği zaman. Gelsin paralar! Su akarken testini dolduracaksın değil mi?

Kafamdaki minibüs işletmeciliği inince bitti. Hevesimi aldım. Yeter bu kadar minibüsçülük ve kazandığım para.

Misafir olduğum eve girerken işi daha da büyüttüm. En iyisi devlet olayım dedim. Gerek yok minibüsçülüğe falan. Kim uğraşacak müşteriden gelecek bozuk parayla. Devlet oldum mu yapacağım iş halk uysun diye kanun çıkarmak, yeterli gelmezse yönetmelik çıkarmak ve devleti yönetmek, aynı zamanda halka hizmet etmek için vergi koymak. Ötesi de beni pek ilgilendirmez. Çıkardığım kanun ve yönetmeliğe halk uymamış umurumda değil. Çünkü benim halkım işini bilir. Ne zamana kadar umursamam? Ta ki bir olay oluncaya kadar! Vukuat durumuna ve halkın tepkisine göre birkaç sorumluyu görevden alır, olaya sebebiyet verenlere de bir ceza yazdırırım, olur biter.

Gerçekten hoş bu son görevim. Kedi olalı bir fare tuttum nihayet. Niye ilk başta aklıma gelmedi bu devlet olma fikri de hep diğer mesleklere gıpta ile baktım hep? Neyse gecikmiş de olsa devlet olma fikri iyi fikir! Diğerlerini kim yaparsa yapsın?

* 26/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.