11 Ağustos 2018 Cumartesi

Ağzımın Tadı Kaçmasın İstiyorsan Al Sana Reçete! **


1.Haber izlemeyeceksin,
2.Gazete okumayacaksın,
3.Sosyal medyayı ve internet gazeteciliğini takip etmeyeceksin,
4.Whatsapp kullanmaya ara vereceksin,
5.Gündeme dair konuşan insanlardan uzak duracaksın,
6.Televizyon izlemeyeceksin, izleyeceksen ekranın altında haber vb. bilgi paylaşmayan televizyon bulup film, sinema ve belgesel izleyeceksin,
7.Radyoya kulak vermeyeceksin,
8.Zaruri ihtiyaçlar dışında alışveriş yapmayacaksın, yaparken fiyat etiketlerine bakmayacaksın,
9.Toplumdan uzak duracaksın, toplum içine çıkmak ve toplu taşımaya binmek zorunda kalırsan etraftaki konuşmaları işitmemek için kulaklık marifetiyle müzik dinleyeceksin. "Kafam götürmez, ayrıca mizacıma ters" dersen kulaklarına pamuk tıkayacaksın,
10."Ben toplum içerisine çıkmazsam rahat edemem, çatlar ölürüm, yalnızlık Allah'a mahsus" diyorsan siyaset, ekonomi gibi konuların dışında eften-püften, havadan-sudan konuşmaların yapıldığı ortamlara (eğer kaldıysa) gireceksin. Laf arasında kazara biri "Ne olacak bu memleketin hali" veya "Dolar şu kadar olmuş" diyen olursa önce "Lütfen" diyeceksin. Baktın hala devam etmeye kalkarsa "Bak arkadaş! Şurada güzel bir sohbet yapıyoruz, sohbetin içine edip ağzımızın tadını bozma" diyeceksin. Adam hala densizliğine devam ediyor, bana müsaade deyip uzaklaşacaksın, hatta izin almadan oradan kaçacaksın,
11.Hasta ziyareti yapacaksın, cenazelere katılacaksın. Biri ne var ne yok demeye kalkarsa "Burası yeri değil" diyeceksin,
12.Telefonun bile çekmediği ıssız yerlere pikniğe gideceksin,
13.Alabildiğine uzun uyuyacaksın,
14. Kendini kitap okumaya vereceksin,
15.Bol bol ibadete zaman ayıracaksın. Namazları mümkün olduğunca evde tek başına kılacaksın. "Cemaat sevabı almak istiyorum" dersen camiye erken gitmeyeceksin. Herkes namaza başladıktan sonra varıp tespihi çekmeden çıkacaksın. Seninle beraber çıkan olur da seninle konuşmaya kalkarsa "Allah kabul etsin" deyip ayrılacaksın. Baktın adam peşinden geliyor, seni lafa tutacak; kusura bakma, acelem var deyip sıvışacaksın,
16.Herhangi bir kimseye telefon açman gerekiyorsa ya da sana biri telefon açmışsa sadece meramını anlatıp “da da ne var, ne yok” (daha daha ne var ne yok) demesine fırsat vermeden telefonu kapatacaksın. İşler nasıl diye sormayacaksın,
17.Yol üzerinde tanıdık biriyle karşılaşırsan selam verip uzaklaşacaksın, hal-hatır sormasına imkan vermeyeceksin...

Bu dediklerimi her kim uygularsa kendisine huzur gelir, rahatı kaçmaz, ağzının tadı gelir, yüzde yüz mutlu olur. Bence bu günlerde denemeye değer...



** 11/08/2018 tarihinde kahtasoz.com adresinde yayımlanmıştır.


10 Ağustos 2018 Cuma

Beni Getirecekler Ekonominin Başına...*


Ülkemiz bugüne kadar görülmemiş bir ekonomik krizle karşı karşıya. Buna 15 Temmuz'un devamı bir savaş da denebilir. Bir yerde duracak mı? ABD, "Yeter bu kadar" der mi? Sanmam. 


Herkes "Ne olacak bu paramızın durumu" derken fırsatçı olan ben, bu krizi ganimet bildim. Bu ülkeyi ekonomik krizden olsa olsa ancak ben düzeltirim dedim. Gördüğünüz gibi çıktım meydana. Yeter ki halk beni yetkilendirsin, ya da halkın yetki verdiği kişi yetki versin. Ekonomide sen tek yetkilisin desin. Neyse böyle bir şey yok. Ama yine de ben kendimi tanıtayım. Olmaz olmaz demeyin. Şayet ben olamasam da bakarsınız bakan olan yapacaklarımı uygular. Önemli olan ekonominin düzelmesi değil mi? Ha ben, ha başkası!


Neler mi yapacağım? Neler yapmayacağım ki! Cari açığı sıfırlayıp ithalat-ihracat dengesini kuruncaya kadar yapacaklarım:

-Üretmeden tüketilmeyecek, 

-Milli ekonomiye geçilecek,

-Bir ürün/mal ülkede varsa ithalata izin verilmeyecek,

-Petrol ürünlerinin ithalatına sınır getirilecek, zorunlu yerlerde kullanılacak,

-Halk toplu taşımaya zorunlu teşvik edilecek, "Ben toplu taşımaya binmem" diyene bisiklete binmesi önerilecek ya da yürüyerek gidip gelmesi kendisine tavsiye edilecek,

-Makam aracı tahsisi ve makam şoförü uygulaması Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, bakanlar, Genel Kurmay Başkanı, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürleri vb ile sınırlandırılacak, diğer amirler iş saatleri içerisinde toplantı vb yerlere giderken “Resmi hizmete mahsus” aracını kullanacaktır,

-Başta belediyeler olmak üzere kamuya ait kurumlar yabancı sefir ve misafirler dışında -ramazan dahil- yemek vb organizasyon yapamayacak,

-Belediyelerde sıkı bir mali disiplin uygulanacak, belediyeler masraf gerektiren hiçbir etkinlikte görev almayacak ve sponsor olmayacak, her belediye ayağını yorganına uzatacak şekilde kendi kendine yetecek bir bütçe disiplinine geçecek, "Nereye harcadın" denilecek,

-Siyasi partilere bütçeden verilen paraya son verilecek, ayrıca seçimlerde yardım yapılmayacak, 

-Siyasi partilerin miting yapmasının önüne geçilecek, isteyen propagandasını TV'den yapabilecektir,

-Maaşı veya geliri 4 bin liranın üzerindeki kişilerin maaş veya gelirlerinden yüzde beş kesintiye gidilecek. Yapılan kesinti kriz atlatıldıktan sonra kesinti yapanın lehine olacak şekilde geri iade edilecek,
-Devlet veya özel sektör asla dışarıdan kredi/borç alamayacak, bunun yerine parası olan zenginler kar-zarar ortaklığına dayalı olarak devlete borç verecektir,

-Kazanılmış hak çerçevesinde eski görev maaşını aldığı halde herhangi bir yerde istihdam edilmeyen bankamatik memuru denilen devlet memurlarına iş seçeneği sunulacak ya da emeklilikleri istenecek,

-Vekillerin imkanları sadece maaşıyla sınırlandırılacak. Vekiller harcırah, telefon vb giderini kendi cebinden karşılayacaktır,

-Cep telefonu vb teknolojik ürünlerin ithalatına izin verilmeyecek, İletişim için sabit telefonlar yaygınlaştırılacaktır…

Başlangıç aşamasında yapacaklarım şimdilik bu kadar. Eğer icraatlarımın arkasını merak ediyorsanız biraz bekleyeceksiniz. Bu daha benim gülen yüzüm, esas yüzümü göreve geldikten sonra görecek ve eski bakanlar bundan daha iyiydi diyeceksiniz. Aklın yolu birdir. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Demedi demeyin.



* 15/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Paramızın Erimesinde ABD'nin Uyguladığı Yaptırımların Etkisi Büyük. Ama...


Önce 17-25, ardından 15 Temmuz hain ve kanlı darbesinde hedefine ulaşamayan ABD, son kozunu oynuyor: Bir ekonomik savaşla karşı karşıyayız. Evet bunun adı bir savaş. İçinde silah olmayan bir savaş. ABD'nin tek taraflı dayatmalarına karşı bu savaşı ya kazanacağız, ya kazanacağız. Aksini düşünmek bile istemiyorum.

Paramızın döviz kuru karşısında özellikle dolar cinsinden un ufak olmasında ABD'nin ülkemize uyguladığı yaptırımların etkisi büyük. ABD'nin isteklerine boyun eğmeyen Türkiye "stratejik ortağımız" tarafından cezalandırılıyor. Ülkeyi içeriden silahla satın alamayan ABD, bu sefer kansız silahına başvuruyor. Bu tespitte öyle zannediyorum hem fikiriz. Bu kısım çuvaldız kısmı.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İşin iğne kısmına gelelim. Yani iğneyi kendimize batıralım. Ekonominin mevcut durumundan, paramızın sürekli erimesinden bizim hiç mi suçumuz yok?  Olmaz olur mu? Belki de suçun büyüğü bizde. Her ne kadar ABD bizim için stratejik ortak, müttefikimiz dese de ne zamandır cami duvarına işemenin de ötesine geçip pislemeye başlamıştı. Aklı sıra bizi terbiye edecek ve bu yüzden son kozu olan ekonomik savaşı başlattı. Pekiyi biz bu savaşa hazırlıklı mıydık? Görünen hazırlıklı olmadığımız ortaya çıktı. Bize savaş açan ABD ise savaşa çok iyi hazırlanmış, zayıf noktalarımız, gediklerimiz neresi iyi etüt etmiş. Biz ise düşmanın bile bildiği deliklerimizi kapatma ve tedbir alma yoluna gitmemişiz. Hiç ABD'ye falan kızmayalım. Bu bir savaşsa düşman, senin zayıf noktandan vuracak. Cari açığa çözüm bulmamışız, ihracat ve ithalat dengesini sağlayamamışız, üstelik bazı gıda ürünlerini bile ithal etmeye başlamışız, kendi kendimize yeten değil, dışa açık ve onlara muhtaç yaşamaya alışmışız, tüketimden üretime geçememişiz, sıcak paraya dayalı ekonomi ile işi döndürebileceğimizi düşünmüşüz, ülkemizde paradan para kazanan sıcak parayı tutamamışız, kriz ben geliyorum demesine rağmen kamuda tasarruf tedbirleri almaya başvurmamışız, rahatımızdan hiç ödün vermeden israf ekonomisinin ekmeğine yağ sürmeye devam etmişiz, devletler arası ilişkilerde kazan kazan politikası izleyerek ve diplomatik bir dil kullanarak masada işi bitirmeye çalışmaktan ziyade meydanlarda restleşme yoluna gitmişiz, meydan okumuşuz ve ABD savaşı başlatmış, arka arkaya yaptırım kararı almış; ekonomimizde sorun yok, güçlü bir bankacılık sistemimiz var diyen yetkililer, kurun tepetaklak olması karşısında acziyet içerisinde oldukları imajını verdi ve piyasayı rahatlatmak için ellerinde fazla bir seçeneğin olmadığı ortaya çıktı. Ne de olsa "stratejik ortağımız" gidip görüşelim diye gönderdiğimiz heyet eli boş döndü. Hükümetin bir şey yapmayacağını veya yapamayacağını anlayan piyasa, ekonominin geleceğine dair güven duymadığı için TL, dolar karşısında nakavt olmuş durumda. Merkez Bankası faiz artırıyor; olmuyor, dolar ihtiyacını karşılamak için piyasaya dolar sürüyor; olmuyor, Ekonomi Bakanı paket açıklaması yapıyor; olmuyor, olmuyor oğlu olmuyor. Çünkü ekonomimizdeki delikler su almaya devam ediyor. 

Şimdi soralım kendi kendimize. Esas suçlu kim? Bu savaşta maalesef suçumuz büyük. Yapmamız gerekenleri zamanında yapmadık. Su uyur, düşman uyumaz sözünü çabuk unuttuk, bizim bizden başka dostumuz yok sözü sadece dilimizde kaldı. Rakibe sahamızda top çevirecek alan vermeyecektik. Eceli gelen köpek, ne yapacağını bilemez durumda sağa-sola saldırır. ABD'nin yaptığı da budur. Kızıp köpürmede ABD'ye kızarken daha fazla kendimize kızalım. Kızarken de soğukkanlılığı elden bırakmayalım, kalıcı tedbirler alalım. Özellikle devlet israf ekonomisinin önüne geçmeli, önce kendisi uymalı buna. Borç batağında olmasına rağmen üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokan, para harcamada hesap-kitap yapmayan, israf ekonomisinin zirvesini yaşayan, durmadan yap-boz, tekrar boz-yap mantığıyla ne yaptığını kendisi de bilmeyen belediyelerin kulaklarını çekmesi gerekir. Mali disiplinden ödün vermeden öncelikli olmayan yatırımlar için frene basmalıdır. Hükümetin bize operasyon çekiliyor demeyi bir tarafa bırakıp herkes gibi seyretmemesi, karar almada acziyet göstermemesi gerekir. 

Ekonomimizde cereyan tüm olumsuzluklar canlı yayında olup biterken biri hariç muhalefetin hükümetin yanında olduğunu açıklaması, vatandaşın soğukkanlılığını devam ettirmesi, birlik ve beraberlik mesajı vermesi içimizi rahatlatan iyi yönlerimizdir. Vatandaşın ekseriyeti bu hükümete 16 yıldır iktidar imkanı sundu. Vatandaş siyasi istikrarı sağladı, hükümet de ekonomik istikrarını önce sağlamalı, ardından sürdürmelidir.

Çıldıran Dolar mı?

"Dolar çıldırdı" yazıyor yazılı medya. Çıldıran dolar değil;
-insanlığımızdır,
-çok kazanma hırsımızdır,
-kaprisimizdir,
-gözümüzün dönmüşlüğüdür,
-içimizdeki kinimizdir,
-intikam duygumuzdur,
-birilerinin meydanı boş bulmasıdır,
-dünyanın beceriksizliği yüzünden hep kazanmaya alışmış birinin kudurmasıdır,
-eceline susayanın cami duvarına işemesidir,
-kendi çıkarı için dünyayı ateşe vermesidir,
-kendi çıkarı için dünyanın bir hiç olduğudur,
-kaybetmeye namzet birinin elindeki bütün kozları sürmesidir...

Ondaki Koltuk Sevdası Bende Olsaydı!


Öğretmenlikte ilk atamam Nizip İHL’ye yapıldı. 2,5 yıl orada çalıştıktan sonra zorunlu hizmetimi yapayım istedim. O zamanlarda Nizip mecburi hizmete tabi değildi. Çünkü Gaziantep, büyükşehir olduğu için büyükşehirler zorunlu hizmet kapsamında değildi.   Komşusu Adıyaman’a tayin istedim. Kahta İHL’ye atamam yapıldı. Zorunlu hizmete gittiğimde zamanın hükümeti “Üç yıl zorunlu hizmet yapan istediği bölgeye, dört yıl görev yapan istediği ile atanacak” demişti. Kendi kendime 4 yıl çalışır, ardından kendi memleketime giderim diye düşündüm. Siyasette bir günün bile uzun sayıldığını unuttum ve 4 yılın sonunda tayin istedim olmadı. Her yıl tayin istedim, yine olmadı. Sonunda memleketime biraz yakın olsun diye Adana’ya tayin istedim. Bu arada ikinci bir tayin hakkım daha olsun diye okul müdürlük sınavına girdim. Müdür olarak atanırsam memleketime vardıktan sonra kısa bir süre sonra öğretmenliğe dönerim diye düşündüm. Çünkü müdürlük ve koltuk mizacıma tersti.

Adana’da üç buçuk yıl çalıştıktan sonra girdiğim müdürlük sınav sonucuna göre Konya’nın Sarayönü ilçesine atamam yapıldı. Konya’dan gidiş-geliş yapıyorum. Her atama döneminde öğretmen olarak tayin istedim, yine olmadı. 28 Şubat süreci ve katsayı dolayısıyla İHL’lerin önü kesilip normumda ihtiyaç olmayınca merkeze öğretmen olarak gelemedim. Bugün-yarın derken değişik okul türlerinde şaka maka 11 yıl müdür olarak görev yaptım. Müdürlüğü çok iyi yaptığım iddiasında değilim. Zaten amirim mesabesindeki koltuk sahipleriyle çok iyi geçindiğim de söylenemez. Bunda doğru-yanlış, dilimin kemiğinin olmamasının etkisi büyük.

En son çalıştığım okul müdürlüğünden öğretmenliğe dönmek için karar verdiğimde isteyerek oturduğum, severek yapmadığım koltuk tüm stresine rağmen bana tatlı gelmeye başlamıştı. Ama tatlı gelse de kafaya koymuştum. İHL’lerde 10 yıl boyunca çalıştım, emekliliğim öncesi yine İHL’lerde çalışayım istedim. O da ne! İHL’lere tayin isteyemiyorum. Çünkü benim branşım Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi imiş. İHL’de çalışmak için İHL Meslek Dersleri branşından olmam gerekiyormuş. TTKB böyle ucube bir karara nasıl imza attıysa aynı okulda, aynı sırada, aynı dersleri birlikte gördüğümüz arkadaşlarımızın bir kısmı İHL Meslek Dersleri, benimki Din Kültürü branşı. Yani İHL’ye gitmem için alan değişikliğine müracaat etmem gerekiyor, onu da bakanlık birkaç yıldır açmaz oldu.

İHL olmuyorsa diğer okul türlerine gideyim dedim. Bunu da eş-dost ortamlarında dillendirdim. Dedim ama içimden bir ses “Ramazan! Sen koltuğa alıştın, derslerden uzaklaştın, öğretmenliğe geçince günde 7-8 saat derse nasıl gireceksin” demeye başladı. İçim ve dışım birbirine uyumlu değildi, zira kendi kendime çelişkiye düştüğümü düşünmeye başladım: “Ramazan! Herkese öğretmenliğe döneceğini söyledin, ama hala duruyorsun” dedim. Sonunda koltuk mu öğretmenlik mi verdiğin söz mü derken imdadıma bir okul müdürü yetişti: “Ağabey, öğretmenlerim takviye ve yetiştirme kurslarını tercih ettiği için okulumda hafta sonu yapmam gereken açık lise yüz yüze eğitim dersine talep yok. Girer misin” dedi. “Öğretmenlerin niye talep etmiyor” dedim. Takviye kursunun ek ders ücreti, açık lise ücretinin iki katı imiş. Mesele anlaşıldı dedim, kabul ettim. Bir dönem boyunca pazar günleri arka arkaya sekiz saat ders verdim. Baktım ders anlatmamda sorun yok, ben bu işi becereceğim dedim. İl içi tayin dönemi açılınca koltuğu bırakarak öğretmenliğe döndüm. İki yıldır da öğretmenliğe koltuksuz bir şekilde devam ediyorum.  

Şimdi sadede geleyim. Niyetim kendimi anlatmak değil, koltuk idi. Ama gördüğünüz gibi bir koltuk nelere kadir! Bir sayfayı doldurdu. Beğensem de beğenmesem de asli görevim olmayan müdürlük koltuğuna yapışmaya başlamıştım. Hatta müdürlük yaparken bir de şube müdürlüğü sınavına girmiş ve kazanmama rağmen gitmemiştim.  Şimdi düşünüyorum da kılavuz olarak kendimi değil de dokuz seçim kaybetmesine rağmen hiçbir kurultayda parti genel başkanlığını kaybetmeyen Sayın Genel Başkanı kılavuz olarak seçmiş olsaydım bugün öğretmen değil, başarısız bile olsam koltukta oturur olurdum. Aslında öğrenmenin yaşı yok derler. Keşke kendisinin dizlerinin önüne çökseydim de biraz ders alsaydım. Düşünemedim, ya da düşündüysem de ayağına gitmeyi kibrime yediremedim belki de. Siz siz olun, bir koltuğa sahip olmak ve o koltukta ölünceye kadar kalmak isterseniz beni değil, Sayın Genel Başkanı örnek alın.

"Doların Durumu Malum" *

İki terlik almak için bir ayakkabıcıya girdim. 17,50 TL dedi bir çiftine. On beş olmaz mı dedim. "Olmaz, doların durumu malum" dedi. Sağ olsun 50 kuruş indirim yaparak çiftine 34 lira verip çıktım.

Evimin yolunu tutarken satıcının "Doların durumu malum" sözüne kafam takıldı.  Takmamak mümkün değil zaten bugünlerde. Kime gitsen, nereye uğrasan, ne alsan herkesin gözü dolarda. Herkes satışını dolara endekslemiş durumda. Tv izleyenlerin gözü ekranların sağında sürekli değişen dolarda. Çay içmek için bir araya gelmiş iki kişinin olmazsa olmaz konusu yine döviz. Piyasadaki dolar muhabbetinden sosyal medya da nasibini alanlardan. Kimi doların geçmişten günümüze yıllık bazda seyrini paylaşıyor, kimi dolar beş değil, on lira da olsa teslim olmayacağız, teslim etmeyeceğiz diye yazıyor, kimi yaptırım uygulayan ABD'ye meydan okuyor, kimi de dolar yükseldikçe neredeyse zil takıp oynayacak bir görüntü veriyor. Kimi de doların nasıl ineceğine dair yorum yazıyor, görüş bildiriyor. Hatta nasıl TL basıyorsak dolar da basarız diyen yıldızımız bile var. Büyük bir çoğunluk ise ne olacak bu ekonominin hali, gidişat hayra alâmet değil dercesine kara kara düşünüyor.

Hasılı millet olarak dolarla yatıp dolarla kalkıyoruz. Ne o bizi bırakıyor, ne biz onu. Onunla da olmuyor, onsuz da. Bizden bir parça olmuş sanki! Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız dolara endeksli. Bu ülkenin yüzde yüz yerli ürününün alım ve satımında bile dolar etkili. Hele şu günlerde aldı başını gidiyor. Eskiden kur gündüz değişir, mesai bittikten ertesi sabaha kadar yerinde dururdu. Hafta sonu ve resmi tatillerde yerinde sayardı. Hatta Ecevit'in başbakan olduğu dönemde Anayasa Mahkemesi bir karar açıklayacağında piyasalar olumsuz etkilenmesin diye cuma 17.00'den sonra açıklama yapardı. Şimdi resmi tatil, hafta sonu tatili, mesai bitimi falan dinlemiyor. Gece bile alıp başını gidiyor. Aslında alıp başını giden dolar değil, bizim paramız. Yani paramız dolar karşısında pul oluyor, eriyor. Daha doğrusu gece-gündüz demeden paramızın alım gücü düşüyor, yani çalınıyor. Bunun adı resmi soygun. İşin garibi TL, dolar karşısında değer kaybetmeyip yerinde saysa ekonomistler, Türk Lirası aşırı değerlendi diye dert yanıyor. Hasılı şu günlerde durmadan değer kaybeden paramız dolar karşısında erise de sorun, değerlense de.

Şimdi gelelim tekrar "Doların durumu malum" sözüne. İçimiz, dışımız, her şeyimiz karşılığı olmayan dolara endeksli ise göbeğimizden bağlı isek milli paramız TL hep dolar karşısında değer kaybedecek ve biz onu koruyamayacak isek ithalat ve ihracatımız dolarla olacaksa yerli ürünlerin piyasasını bile dolar belirleyecekse biz bu Türk Lirasını niçin basar, niçin cebimizde taşır, niçin alışverişte kullanır, niçin altı sıfır atar, niçin korumaya çalışırız? "Para dediğin insanın elinin kiri" deyip kendi milli paramızı kaldırıp dolar kullanalım. Hiç olmazsa dolar indi-çıktı, doların durumu malum demez, dolar almaya-satmaya kalkmayız.

Biliyorum içinizden "Sen kendinde misin, böyle absürt teklif mi olur? Bir milletin bağımsızlığının simgesidir milli para" deyip bana kızacaksınız. Umarım serzenişim böyle anlaşılmamıştır. Farz edelim ki kızdınız. Kızmakta haklısınız. Bana kızarken çağımızın belası dolara bizi zamanında göbekten bağlayanlara da  bir güzel kızalım. Unutmayalım ki ekonomide bağımsızlık elde edilmeden tam bağımsızlıktan söz edilemez. Ayrıca kızmak çözüm mü? Paramızın hali pürmelali ortada değil mi? Allah "dost ülke, müttefik ülke, stratejik ortak" denilen (ne demekse) ABD ve onun kirli parası dolardan bizi kurtarsın. İnşallah bir gün dış etkenlerden etkilenmeyen, kendi kendine yeten, ihracat ve ithalât dengesi olan, kendi kendine yeten, üretime dayalı, kırılgan olmayan milli ve bağımsız bir ekonomiye kavuşur ve tam bağımsız bir ülke oluruz.



* 11/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




9 Ağustos 2018 Perşembe

Ne Sakalım Vardı, Ne de Bıyığım

1984-1985 yılı olsa gerek. Lise üçüncü sınıf talebesiyim. ABD'nin her şeyimize karıştığı dönemdi yine. Gerçi karışmadığı, bizi bize bıraktığı bir dönemi hatırlamıyorum ya, neyse. ABD'nin başında da baba Bush vardı yanlış hatırlamıyorsam. Bizim ülkenin başında ise 6 Ocak 1980 kararlarının mimarı rahmetli Özal vardı. (Baba Bush ile Özal'ın arasından su sızmazdı. Özal dostum derdi. Sık sık ABD'ye gidip geldiği gibi Bush ile çokça telefon görüşmesi yapardı.) 12 Eylül Harekatının üzerinden 4-5 yıl geçmesine rağmen ihtilalin izleri etkisini fazlasıyla sürdürüyordu hala. Gerçi bugün bile hala ABD'nin "Endişeye mahal yok, bizim çocuklar Türkiye'de ihtilal yaptı" dediği 12 Eylül hala etkisini devam ettiriyor. Daha o dönemin yamalı bohça Anayasası dimdik ayakta duruyor. 12 Eylül öyle bir dönem ki FETÖ'nün, PKK'nın, Oktarların neşvünema bulduğu bir evredir. Bunu da geçelim. Zira konum 12 Eylül değil zaten.

Dersimiz Coğrafya, hocamız Akın Koçtekin idi. Dersimizle alakası yok ama konu döndü, dolaştı, Türk-Amerikan ilişkilerine geldi. Öğrenciler sordu, hocamız cevapladı. Parmak kaldırdım, söz verdi. Kendisine "Hocam! Ülke olarak ABD'nin bir eyaleti olsak nasıl olur, böylece onların dolarını kullanırız, döviz bulma derdimiz olmaz, paramızın değeri de düşmez, her şeye olur olmaz zam gelmez. Nasılsa her dediklerini yapıyoruz, zorluk da çekmeyiz. Zaten bağımsız bir devlet gibi durmuyoruz" demiştim. Sorum da hem bir ironi vardı, hem de muziplik. Zaten arkadaşlar da gülmüşlerdi. Böyle bir soru sorduğuma göre yine ya bir gerginlik vardı aramızda, ya her şeyimize karışan, bize direktifler veren, bize bir şeyleri dayatan bir ABD vardı yine karşımızda. Veya enflasyonun başını alıp gittiği, paramızın pul olduğu, dövizin yükselmesinden dolayı sık sık fiyat ayarlamasının yapıldığı bir dönemdi. Döviz büroları da yeni yeni açılmaya başlamıştı. Hocamız, "Biz Türkler, bir başka devletin egemenliği altına girmeyiz. Tarih boyunca böyle olmuştur, yine öyle olacağız" demişti.

17-25'den beri Türkiye'nin burnunu sürtmek için darbe dahil her yolu deneyen ABD, son kozunu ambargolar uygulamak suretiyle ekonomimizi batırmaya oynuyor. Hepimizin bildiği gibi döviz fırladı, paramız pul oldu, altından kalkabilirsek tek haneli rakamlara inmek için bizi yine kemer sıkma ve enflasyonla mücadele bekliyor. Dövizin ekonomimizi berbat etmesini görünce nedense 18 yıl önce Coğrafya dersinde geçen bu anekdot geldi aklıma. Bana kızacaksınız ama sahi ABD'nin bir eyaleti olsak nasıl olur? Böylece TL'nin değeri düştü diye bir derdimiz olmaz. Döviz alma, döviz bozdurma diye bir sorunumuz olmaz. O zamanlarda sakal ve bıyığım olmadığı için ne hocamızı, ne de sınıfı ikna edebilmiştim. Şimdi ne dersiniz?

İşin şakası bir tarafa. İnşallah Türkiye, kendisine biçilen rolü değiştirecek ve zincirlerini kıracaktır. Bugünkü sıkıntılarımız doğum öncesi sancıya benziyor. Bu karanlık gecelerin sabahı mutlaka olacaktır.

Bu ülkeyi göbekten bağlı olacak şekilde ABD'ye teslim eden siyasilerimizi bu millet ve tarih asla affetmeyecektir.