6 Ağustos 2018 Pazartesi

"İdam Cezası Gelsin" İstekleri Üzerine ***


Ne zaman ülkemizde toplumsal infiale sebebiyet veren menfur bir olay vuku bulsa "İdam isteriz, idam geri gelsin..." sesleri yükselir. İdam geri gelsin/gelmesin tartışmaları olur. 

Bir şehit cenazesinde "İdam isteriz" sesleri yükselince Cumhurbaşkanı, "İdam Meclisten geçip önüme gelsin, ben onaylarım" dedi. Bunun üzerine BBP Genel Başkanı "İdamın tekrar geri gelmesi için Meclise bir teklif vereceklerini" açıkladı. İdam cezası için 401 vekilin imzası gerekiyor. Ana Muhalefet "Bu durumda idama karşıyız" dedi. Meclise bu sefer girmiş partiden ses seda yok. Zira olağanüstü kongre var gündemlerinde. İstifa da eksik olmuyor partilerinde. Birkaç seçimdir barajı aşar/aşamaz denilen ve her defasında da barajı aşan/aştırılan ve Meclisin gediklisi olan partiden de ses seda yok. Hoş ses verseler de bu ülkenin insanlarıyla birlikte aynı karede buluşmazlar. Birkaç defadır sergiledikleri icraat bu ülkenin toprağına ait olmadıklarını gösterdi. Hiçbir memleket meselesinde yaralı parmağa işemediler çünkü. Hasılı bugünkü Meclis aritmetiğine göre idamın bu Meclisten çıkması mümkün değil. 

İdam çıkmaz bu ülkede. Çıksa da AB yasaları var karşımızda. Ama tartışması sürüp gideceğe benziyor. Pekiyi idam cezası çıksın mı? Ben de çıksın derim. Kim ne suç işlemişse aynıyla cezası vuku bulsun, adalet tecelli etsin, eden bulsun derim. Çünkü kısasta, aynıyla mukabelede hayat vardır. Hiçbir suç cezasız kalmamalı, hele hafifiyle yani müebbediyle hiç geçiştirilmemeli. Ceza dediğin caydırıcı olmalı. Geride kalanlara ibret olmalı.

İdam gelsin gelmeye. Ancak idamdan önce adaleti bu ülkede tesis etmemiz gerekiyor. Çünkü mevzubahis olan idamdır. İdam ettiğimiz kişiyi geriye getirme imkanımız yok. Geri gelsin diye idam etmiyoruz, elbette geri gelmeyecek diyebilirsiniz. Doğru, idamın amacı bu! Fakat yaşadığımız süreçte bu ülkede öyle yargılamalar oldu ve halen olmaya devam ediyor ki: Suçlu diye tutuklayıp yıllarca cezaevinde tuttuğumuz yıllar sonra "pardon" denip çıkarılıyor. Kimi suçlu hiç hapse girmeden dışarıda elini-kolunu sallayarak geziyor. Kimine ne ceza vereceğimize karar veremediğimiz için yargılamalar uzun süre devam ediyor. Yapılan yargılamalarda çoğu zaman kamu vicdanı rahatsız oluyor. Toplum nezdinde adalete bakışımız olumsuz. Adalete güven yüzde otuzlara gerilemiş durumda. 

Canlı bomba olup kendini patlatacak kadar gözü dönmüşlerin bol olduğu bu ülkede idam ne kadar çözüm ayrıca? 

Tekrar ediyorum, idam gelsin gelmeye. Ama idamı getirmeden önce adil, doğru, ve hızlı yargılamayı önce tesis edelim. Kendi adına ceza verilen millet, "Adalet yerini buldu, adalet dediğin böyle olmalı" desin. Bu ülkede benim adaletim, senin adaletin, benim suçlum, senin suçlun, benim kahramanım, senin kahramanın olmasın. Suçlu, herkese göre suçlu olsun. Bunlar olmadan onulmaz ve kapanmaz yaralar açmış oluruz. Aman dikkat!

*** 09/08/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.




İHL'lerin Kontenjanlarının Boş Kalmasının Nedenleri

28 Şubat sürecinde imam hatipleri boğmaya çalışan zihniyetin gücü yok olup İHL'lerin önü açılınca milli eğitimin taşra teşkilatındaki yöneticilerimiz, bazı cami görevlilerimiz, bazı okul müdürlerimiz, bazı STK yetkililerimiz İHL açma/açtırma yarışına girdi. Kimi hayırsever marifetiyle kimi devlet imkanıyla sıfırdan bina yaptı, kimi  de okul dönüştürmek suretiyle İHL açtı. Öğrenciler bu okulları tercih etsin diye azami gayret gösterildi.

Bir bölgede İHL’ye ihtiyaç olup olmadığını öğrenmek için taşra teşkilatındaki yöneticiler şubat ayında ortaokul son sınıf öğrencilerine okul müdürleri vasıtasıyla  "Ortaokulu bitirince İHL'de okumak ister misin" anketi yaptırdı. Ankette İHL istendiği ortaya çıkınca belli bölgelerde bir İHL açma arayışına girdiler. Okullar açıldı. Fakat anketten çıktığı sayıda bir öğrenci bu okulları tercih etmedi. Bu durum "Mahallemize, sokağımıza doğalgaz gelsin" diye kurum, kuruluş ve firmalara imza veren mahallelinin doğalgaz geçince "Biz şimdilik düşünmüyoruz" demesine benziyor.

İHL açma yarışına girenlerin büyük bir kısmı “Yeter ki açılsın, öğrenciler buraları tercih eder, buraya gelen öğrenciler bir Allah demeyi öğrense yeter” demek suretiyle samimiyetlerini göstermesine rağmen bir kısmı, bir yerlere İHL aşığı olduğu mesajını vermek için çaba gösterdi. Kimi de “açılsın da sonu ne olursa olsun” şeklinde bir görüntü verdi. Bazı İHL'ler dışında birçoğu maalesef kaliteyi yakalayamadı.

TEOG yerleştirmesiyle bu okullar düşük puanlı öğrencileri alsa da istenilen kaliteyi yakalayamasa da yüzde 90 oranında kontenjanlarını doldurdu. 2018-2019 öğretim yılında LGS ile birlikte yeni okul tercih döneminde ise bu okulların kontenjanları dolmadı, 107 bin kontenjan boş kaldı.

Burada amacım İHL’ler açılmasın değil. İHL'ler bu ülkenin bir gerçeği ve olmazsa olmazıdır, açılmalıdır ve öğrencinin kayıt yaptırması için teşvik de edilmelidir. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur.

1994 yılında Adıyaman Kahta İHL’de meslek dersleri öğretmeni olarak görev yaparken dersine girdiğim bazı öğrencilerin meslek derslerini başarmada zorlandıklarını görünce “Delikanlı! Bak zorlanıyorsun, üstelik bu dersten başarılı olmamak için çaba sarf ediyorsun. Burası İHL. Bu derslerin olduğunu bile bile bu okulu tercih ettin. Şimdi ne diye yapmamak için direniyorsun? İHL yerine niçin düz liseyi, Anadolu lisesini tercih etmedin? Keşke başka okullara gitseydin” dediğimde “Hocam, normalde bir Anadolu lisesini kazanmıştık. Ama Anadolu yerine İHL’yi tercih ettik. Çünkü bu okul Anadolu lisesinden daha kaliteliydi” açıklamasını yapmışlardı. Çalıştığım dönemde Kahta İHL ikili öğretim yapan bir okuldu. Anadolu Lisesi, Kahta Lisesi kendilerine verilen kontenjanlarını dolduramazken Kahta İHL yakaladığı kaliteden dolayı tercih edilen gözde bir okuldu.

Verdiğim örnekten de anlaşılabileceği gibi bu okulları açmada mantar biter gibi okul açmaktan ziyade öncelik kaliteyi yakalamak olmalıdıydı. Bunun için bu okulların peyderpey açılmasıydı. Kaliteyi yakaladıkça talep olacak ve yeni okullar açma yoluna gidilecekti. İHL’lerin ardı arkasına açıldığı dönemde “Yanlış yapılıyor, talep var diye aynı anda çok miktarda bu okul türünden açmak bu okullara yapılabilecek en büyük kötülüktür, önceliğimiz kemiyetten ziyade keyfiyet olmalıdır” demiştim. Ama beni dinleyen kişiler “Bu adam ne biçim imam hatipli, üstelik hafız, bir de ilahiyatçı. Adam imam hatip düşmanı. Bu okulların çok açılmasından şikayetçi” demişler ardımdan. Keşke yüzüme karşı söyleyebileselerdi, keşke dediklerim konusunda ben yanlış çıksaydım. Ama görünen bu okulların yüzde elliye yakın kontenjanlarının boş kalması şeklinde cereyan etti.

Bugün İHL’lerin yaşadığı, içinde bulunduğu durum “Hele bir açalım, arkası gelir, yarına Allah kerim” iyi niyetinin bir sonucudur. Yani bu okullar iyi niyet kurbanıdır. Halbuki hiçbir kalite tesadüfi değildir. Bizim bu durumumuz, “Bakkal dükkanlarında iyi para dönüyor, yanına bir de biz açalım” demeye benzer. Bir mahalde bir-iki bakkal dükkanı iyi iş yaparken yanına onlarcasının açılması hepsini birden aşağıya çekti. Şimdi hemen hemen hepsi kepenk kapattı. Kalanlar da can çekişiyor.

Zamanında hesap kitap yapmadan İHL açma yarışına girenler bugünkü durum hakkında ne der acaba? İçlerinden bir tanesi çıkıp “Bizim fazlasıyla İHL açmamız yanlış bir tercihmiş, düşünememişiz” dese problemin kaynağının kendileri olduklarını kabul etse hepsinin alınlarından öpeceğim. Ama çoğu burnundan kıl aldırmaz ve üzerine de almaz.

Amacım suçlu aramak değil. Zaten bu aşamadan sonra faydası da yok. Acizane burada İHL’lerin niçin boş kaldığını maddeler halinde ifade etmeye çalışacağım: (Çünkü tek sebep yok bu konuda)

1.   Bu okullar iyi bir hesap ve kitap yapılmadan çok miktarda açılmıştır. Hele bazı yerlerde kontenjanının dolduramayacağını bile bile birbirine yakın şekilde açılmıştır.

2.   İstenen ve beklenen kalite bu okullarda yakalanamamıştır. Çünkü bu okullar düz lise görevi yapar hale gelmiştir. Devlet zamanında düz liselerden kurtulmak için onları Anadolu statüsüne dönüştürmüştü. Şimdi bu okullar İHL’lerin başına patladı.

3.  Bu okulları merkezi sınav puanı düşük öğrenciler tercih etmişlerdir. Fen, Sosyal Bilimler ve Anadolu Liselerinin çok gerisinde öğrenciler almıştır. Bu düşük puanlı öğrencilerin diğer yüksek okul türleriyle yarışması zaten mümkün değildi. Katsayı engelinden daha beter bir durum söz konusu.

4. İHL’lerde mevcut okuyan ve İHL müfredatını kaldırmakta zorlanan öğrenciler bu okullarla ilgili olumsuz reklam yapmışlardır: Bu okullarda ezber var, Arapça zor…gibi

5.   8.sınıf öğrencileri okul tercih aşamasında İHL’leri tercihe yanaşmamıştır: “Benim ezberim iyi değil, ben o okulun derslerini yapamam…”gibi. Akıl hocaları 4.maddedeki akıl hocaları idi.

6.  Mevcut İHL’lerde çalışan öğretmenlerin özellikle İHL Meslek Dersleri Öğretmenlerinin bir kısmının öğrencilere iyi bir rehberlik yapmaması, dersleri zorlaması, çocuklara kolaylık sağlamaması. Hatta bazılarının “Sen bu okulu yapamazsın, sen bu okuldan git” şeklinde çocukları okuldan soğutma yoluna gitmesi.

7.   Bu okullara velisinin zorlamasıyla kayıt yaptıran öğrencilerin bu okullarda okumamak için direnmesi.

8.  Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün direktifiyle bu okullarda sayısız proje, yarışma, toplantı ve etkinliğin yapılması. Bu okulların yönetimleri/öğretmenleri bu tür organizasyonları yapmaktan doğru-dürüst eğitim ve öğretime zaman ayıramamıştır. Eğitim ve öğretim dönemi etkinlikle geçen ve etkinlikten etkinliğe koşan öğrenciden sene sonunda akademik başarı beklenmesi.

9.   28 Şubat mimarlarının bu okullara getirdiği katsayı engelinin belleklerden hala silinmemesi: Bu okullar başarılı değil, buralardan mezun olanlar iyi bölümlere gidemiyor, çoğu açıkta kalıyor…gibi.

 

5 Ağustos 2018 Pazar

Acınası Amerika! *

Bana dünyada en acınası devlet hangisi dense ABD derim. Niçin derseniz ki sen dünyanın en güçlü devleti ol, nice devletleri bir bir sıraya getir; istediğini yap, sana kimse ne yapıyorsun demesin. Bir emriyle arkasında el pençe sayısız devlet olsun. Suyumu bulandırdın diyerek istediği devleti işgal etsin, istediği terör devletini desteklesin, istediği ülkede terör yaptırsın, istediği yere istediği dizaynı versin. İstediği ülkeye silah satsın, istediğine ambargo uygulasın. Aleyhine olan bir karar olduğu zaman BM’in beş daimi üyesinden biri olarak veto edip uygulatmasın. Aldığı her kararda dünya etkilensin. Kimse ona bir şey diyemesin.

Bir eli yağda, diğeri yağda, güllük ve gülistan bir şekilde hep kazanan bir ülke iken birçok ülke gibi avucunun içinde olan, her yerde emir eri gibi kullandığı Türkiye; avucunun içinden çıkıp gidiyor. İşte bu yüzden çıldırıyor. Tekrar avucunun içine almak ve istediği şekilde kullanmak için her yolu deniyor. Kah 15 Temmuz gibi bir darbenin en göbeğinde rol alıyor, kah dövizle oynuyor, kah yaptırımlarla Türkiye’yi tehdit ediyor, kah bizim ülkemizin insanını kendi ülkesinde yargılıyor, kah bakanların mal varlıklarına el koyuyor, içimizde terör yaptırıyor, PKK’ya, İŞİD’e operasyon yaptırıyor. Neler yapmıyor neler! Denemediği yol kalmadı. ABD’nin tüm yaptırım ve yaptıklarına rağmen avucunun içine girmemekte direnen ve diklenen bir Türkiye kendisini çıldırtıyor. Nasıl çıldırmasın ki! Eti ne, budu ne bu Türkiye’nin! Daha düne kadar ABD’nin her kararında gönüllü ve gönülsüz safında yer alan bir Türkiye, kendisine biçilen rolden çıkmaya çalışıyor. Kah “Ona minute” diyor, kah “Dünya beşten büyüktür” diyor. Çıldırmayıp da ne yapsın ABD laf anlamayan, söz dinlemeyen, başına buyruk hareket eden, yeri geldiği zaman “Sende kimsin, ben istediğim silahı dilediğim yerden alırım” diyen, “Burnumuzu sürtmek, geri adım attırmak, korkutmak, cezalandırmak…” amacıyla bize karşı uygulamaya kalktığın yaptırımlarına aynıyla yaptırım, aynıyla iade” deyip adrese teslim iş yapan bir Türkiye var karşılarında. Türkiye, kaba kuvvetle her ülkeye had bildiren dünyanın en güçlü devletine dünyanın sessiz çoğunluğuna rağmen meydan okuyor.  ABD çıldırmayıp da ne yapsın! Gücü-kuvveti arkasındaki halk desteğinden, birlik ve beraberliğinden ibaret bir Türkiye’ye karşı acziyet içerisinde ABD. Ne yapacağını bilemiyor. Saldırdıkça saldırıyor.

Türkiye azim ve gayret içerisinde akıllıca hareket ederek pes etmesin. Bu tavrı ABD’nin -gücünün- sonunu getirecektir. Çünkü pes etmeyen ve diklenen bir Türkiye, ABD’nin hegemonyasından ve kıskacından kurtulursa tüm dünyaya örnek olacaktır. Her ülke “Bu, inancın zaferi” diyecektir ve kendileri de ABD baskısından kurtulmaya çalışacaktır. İşte o zaman ABD’nin haksız yere Türkiye’ye yaptıklarına seslerini çıkarmadıkları için utanacaklardır. Aslında dünya ödlekliği, bana dokunmayan bin yaşasın sessizliğini bir tarafa bırakıp “Türkiye’ye karşı yapılan yaptırımları tasvip etmiyor ve onaylamıyoruz” desin; ABD’nin gücü daha erken havlu atar. Ama dünya haklının yanında yer almıyor, alamıyor. Çünkü “ya iktidarımız elden giderse” diye korkuyorlar ve ABD’nin korku imparatorluğuna boyun eğmiş durumdalar. Zaten insanın zoruna giden de dünyanın bu aymazlığı.


Dünya değişik saiklerle sessizliğine devam etsin, Türkiye bu duruşunu değiştirmesin. Bu onurlu direnişi er veya geç ABD’nin dişlerinin döküldüğünü tüm dünyaya gösterecektir. Belki de ABD, şimdiden sonuna hayıflanıyor: “Daha dün ben ne idim bu dünyada” diye.



* 13/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Ağustos 2018 Perşembe

Ekonomide Gidişat Hayra Alamet Değil *


Faiz, döviz ve borsa üçgenine veya kıskacına bağlı 'üçkâğıt' ekonomisi piyasayı istediği şekilde dizayn ediyor. Yani bozuyor. Kimini batırıp kimini çıkarırken bu üçkâğıt ekonomisini elinde bulunduran güç, paraya para demeden kazanmaya devam ediyor. Nedense hep kendi kazanıyor. Olan da alın teriyle evine ekmek götürmeye çalışan orta ve dar gelirli insana oluyor.

Dolar, borsa ve faiz piyasaya göre şekilleneceği yerde piyasayı bu üçkâğıt belirliyor. Daha doğrusu yıkıp geçiyor.  Dolardaki kritik eşik aşıldı diyor görsel medya. Kaç kritik eşik aşıldı bugüne kadar.

Bir yerde dursun artık diyoruz. Fakat o, almış başını gidiyor. Kronometre çalışır gibi yukarı doğru bir trend izliyor durmadan. 

Zam görmeyen ürün kalmadı, hem de kaç defa. Zaten döviz oynamayı görsün, zam kapıda demektir. Çünkü yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, bindiğimiz, kullandığımız her şey dövize endeksli. Kara kara düşünüyoruz şimdi. Çünkü elimizi, ayağımızı her şeyimizi bağlıyor. 8-10 senedir fiyatların artmadığı, hatta düştüğü tek haneli enflasyon döneminden sonra yeniden çift haneli enflasyonlu hayatı yeniden yaşamaya başladık. Bu demektir ki cebimiz daha fazla yanacak. Merkez Bankası yüzde 8 olan enflasyon tahminini 5 puan birden artırarak yüzde 13,4'e çıkardı. Ardı arkasına gelen zamların etkisi açıklanan tahminin çok üstünde.

Dövizin yükselmesiyle birlikte akaryakıta arka arkaya gelen zamlar dolayısıyla hükümet, vatandaş etkilenmesin diye akaryakıt zammını yansıtmadı. Çözümü de akaryakıttan dolayı devlete ödenmesi gereken vergiden kesintiye giderek buldu. Bu da bütçenin daha fazla açık vermesi anlamına geliyor. Zamlardan 1 Ağustos'tan itibaren elektrik ve doğalgaz da nasibini aldı.

Son yılların en kırılgan ekonomi hayatını yaşıyoruz. ABD'nin olur olmaz yaptırımlar alması ve arkasının gelecek olması dövizi fırlatıyor. Dış güçlerin özellikle ABD'nin burnumuzu sürtmek için elindeki para kozunu oynuyor. Derdi ekonomimiz sürdürülemez olsun, batsın ki Türkiye'nin burnu sürtülsün. Çıkar yol bulunmaz tedbir alınmaz, piyasalara güven verilmez, sıcak para bulunmaz ise bizi ekonomiyle vurmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüş olacağız.

Olağanüstü bir durum var şu an karşımızda. Milletçe ne bedel ödenecekse kararı alınsın, yeter ki dövizin ateşi söndürülsün. Umarım ekonomideki bu çalkantı durulur/durdurulur, iflaslar görmeyiz, paramız iyice pul olmaz, likidite sıkıntısı yaşanmaz, cari açık iyice açılıp bizi zora sokmaz. Dış borçların ödenmesi, piyasaların rahatlaması/rahatlatılması veya dışarıdan yeni borç alınmaması için Malezya'da olduğu gibi devlet vatandaştan bağış alma yoluna gidebilir.

* 08/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Pazarcı Esnafı ve Maarif Sistemimiz

Son yıllarda uygulanmakta olan eğitim ve öğretim sistemimizin durumunu semt pazarlarında esnaflık yapan pazarcı esnafının durumuna benzetirim. İçinizden ne alaka diyebilirsiniz. Görüntüsü ve iş alanları itibariyle bir bağlantı göremeyebiliriz. Her ikisinin de sattığı/ortaya çıkardığı ürün dolayısıyla aradaki bağlantıyı anlatmaya çalışayım efendim! Önce pazarcı esnafı kimdir, özelliği nedir sorusuna cevap arayalım. Bilenler için tekrar olsun. Hemen hemen her ilimizde semt pazarları kurulur. Ben burada Konya semt pazar esnafından bahsetmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim anlatacağım pazarcı esnafının istisnaları var. Kastım hepsi değil. Ama bir algıyı ortaya koymaya çalışacağım.

Pazarcı esnafı her gün satacağı meyve veya sebzeyi pazarın kurulacağı semte taşır. Sabahın erken vaktinde tezgahını açar, görenleri hayran bırakacak şekilde tezgahını bir güzel istifler. En öne ürünün en iyisini koyar. Satış yapmaya başlar. Müşteri öndeki ürüne bakar, malı beğenir, pazarcı tezgahın arkasından verir. Çünkü seçmece yoktur. Müşteri ön taraftan istese de pazarcıya göre önü de aynı, arkası da aynı malın.

Pazarcı, müşterinin istediği kiloyu vermek için poşete malı koyar, arka taraftaki terazi ile tartar ve poşetin ağzını -onca işinin arasında- bir güzel bağlayarak sana teslim eder. Beğendiğin ürünü en uygun fiyata alarak -üstelik- senin doldurmana imkan vermeden kendi doldurup bir de poşetin ağzını kapatması seni memnun eder. İyi alışveriş yaptım diye evinin yolunu tutar, mutfağa koyarsın. Yorgunluğu atmak için hafifçe uzanırsın. Az sonra eşinin çığlığını duyarsın. Hanım, ne oldu demeye kalmadan. Poşetten çıkan ürünleri gösterir: “Şuna bak! Ne kadar çürük çarık varsa doldurmuş içine, görmedin mi alırken…” der eşin. Görmek ne mümkün efendim! El çabukluğuyla tezgahın ardından öyle itina ile poşete koyar ki sen birinci sınıf malı aldım sanırsın. Üstelik pazarcı yalan söyleyecek değil ya. Ona göre hepsi aynı.

Anlatmak istediğim; pazarcı, halden aldığı sebze ve meyvenin ezik ve çürük çarığını, irili ve ufaklı olduğunu ayırmadan akşama kadar müşteriye satar. Elindeki malı tüketerek kalan çöpü -nasılsa belediye temizliyor diyerek- olduğu yere boşaltır ve evinin yolunu tutar. Farkındaysanız pazarcı; malın eziği çürüğü diğer sağlamları çürütür, bozar demeden hepsini satar. (Hakkını yemeyelim, üç-beş ezik ve çürüğün yanında birkaç tane de sağlam koyuyor. Milli servet atılır mı? Ya da daha düşük fiyata verilir mi?)

Sadede gelelim…pazarcı esnafının satışının maarifimizle alakasına. Türk Milli Eğitim sistemine okumak için giren her bir öğrenci; ana sınıfından liseyi bitirinceye kadar hedefi olsun veya olmasın, notu yüksek olsun veya olmasın, dersi zayıf olsun veya olmasın, sorumlu olsun veya olmasın, okulun beyefendisi/hanımefendisi olsun, okulun altını üstüne getirsin… aynı sınıf ortamında fire vermeden hepsi mezun olur. Yani bizim eğitim sistemimiz çürüğü çarığı, eziği, sorumlulara zarar vereni, ders yaptırmayanı da mezun eder. Herkese diploma verir ve üniversite kapısına yığar. Hoş üniversiteye girenler de kolay kolay sınıfta kalmaz. Sonra hepsi birden şu okuldan diplomam var deyip toplum içerisine çıkar.

Sanırım derdimi anlatabildim. Pazarcı da tüm ürününü satar, cebini ve mutfağını yakar. Okullar da önüne gelen herkesi kapasite ve yeteneğine bakmadan, bilgisini doğru dürüst ölçmeden piyasaya sürer. Piyasa ehil veya değil, işe yarar veya yaramaz diplomalı insanla dolu. Pazardan aldığın üründen kolay kolay yemek olmaz. Okullarımızdan mezun olanlara da kolay kolay iş veremezsin. Öyle zannediyorum toplum hem pazardan aldığı üründen, hem de herkesi diplomalı yapan insan kaynağından şikayetçi. Ne zaman farkına varacağız pazardan alınan malın içindeki çürüklerin sağlam ürünlere zarar verdiğini…Ne zaman kafamıza dank edecek okullarda okumam/okumayacağım diye direnenlerin, sorumluluğunu bilen öğrencilere zarar verdiğini…   

Semt pazarlarını ve esnafını beğenmesek de pazarlara alışverişe gitmeye devam ediyoruz. Maarifimizin içinde bulunduğu durumu, okullarını ve mezun ettiği öğrencileri beğenmesek de okullara çocuklarımızı göndermeye devam ediyoruz. Büyük çoğunluğumuz bu durumdayız. Çok azımız pazar yerine manav ve marketlerden alışveriş yapar, çünkü imkanı yerindedir. Yine çok azımız çocuğunu alıp özel okulda okutuyor. 

İşte ben pazarcı esnafıyla maarif sistemimiz arasında böyle bir bağlantı kurabildim. Çok mu zorlama oldu yoksa?


1 Ağustos 2018 Çarşamba

Niçin Hep PKK'ya Kızıyoruz?

Hakkari'de görev yapan bir astsubayımız terör örgütünün yola tuzakladıkları  bombayı patlatmaları sonucu eşini ve on bir aylık çocuğunu teröre kurban verdi. Aynı anda iki canını kaybeden astsubayımızın başı sağ olsun. "Vatan sağ olsun" diyerek metanetini koruyan astsubayımızı tebrik ediyorum. Allah kendisine yeni hayırlı bir eş ve çocuklar versin. İnşallah bu menfur olayın benzeriyle Rabbim insanımızı  bir daha karşı karşıya getirmez.

Terör genelde asker ve polisimizi hedef alır. Sıkıştı mı çoluk çocuk demeden pusu kurar. İşte bu defa da elinde silahı olmayan bir kadını ve on bir aylık yavrusunu hedef aldı. Gözü dönmüş, kalleş ve kahpe bir örgütten de başkası beklenmez zaten. Mert değildir bir defa. Görünür değildir. Ne zaman, nerede, kimi vuracağı belli olmaz. 

Bu menfur olay olduğu zaman da tıpkı diğerleri gibi milletçe kenetlendik, teröre lanet ettik. Başka da elimizden bir şey gelmiyor.  Kızdık, kızmaya devam ediyoruz. "Ne isterler kadından ve on bir aylık çocuğundan" diyoruz. Kime kızıyoruz? Başkasının maşası taşeron bir örgüte kızıyoruz. Bence bu örgüte kızmaktan ziyade bu örgütü besleyen, üzerimize salan arkasındaki güce kızmamız lazım. Çünkü hiçbir terör örgütü arkasında bir devlet olmadan operasyon yapamaz ve yaşayamaz. 

Polisimiz ve askerimiz bizim huzurumuz için bu alçak ve hain sürüsüyle uğraşırken devlet aklı, bu örgütü üzerimize salan gücü tespit ederek işi masada halletmesi lazım. PKK'nın bu alçaklığı ne ilk ne de son olacağa benziyor. Her olaydan sonra "Kanı yerde kalmayacak, bu terör örgütü bunun bedelini ödeyecek" demek ve operasyon üzerine operasyon yapmak çözüm değildir. 

Askeriye ve polisiye tedbirlerle devlet terörün rahat operasyon yapmasının önünü kesti. Bitirebilir mi? Bitmez. PKK, pes der mi? Demez. Çünkü PKK'nın elinde bir irade yoktur. Ne zamanki nefretimiz ve oklar PKK'ya değil de arkasındaki güce yönelirse bir mesafe kat ederiz. Yoksa her olaydan sonra şimdi olduğu gibi bir maşaya kızar dururuz. Bu da bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisineklerle uğraşmaya benzer.

Allah bu milleti terör belasından kurtarsın. Bu ülkeye karşı kötü emelleri olanların tuzaklarını kursaklarında bıraksın, birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Terör en kısa zamanda köpeklerini üzerimize salanların boynuna dolansın, tıpkı bumerang gibi. Allah bu milletin yardımcısı olsun.

Öğrenci ve Öğretmen Karnemiz *



ÖSYM, 2017 KPSS ÖABT (Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi) sınavının ortalamasını yani öğretmen olmak için öğretmen adaylarının her birinin kendi branşından yaptığı net sayısını yayımladı. Her adaya ÖABT ile ilgili 50 soru sorulmuş ve dersler bazında (yuvarlama yapılmıştır) ortalama şu şekildedir:
Rehber öğretmenler 35,
Türkçe 30,
Din Kültürü ve Okul Öncesi 29,
Coğrafya, Sosyal Bilgiler ve İngilizce 24,
Sınıf Öğretmenliği 23, Biyoloji ve Tarih 21,
Türk Dili 18,
İlköğretim Matematik 17,
Fizik 16,
Kimya 14,
Lise Matematik ve Fen Bilimleri 12,
-Bu istatistiklere göre üniversitelerimiz sınıfta kalmıştır.

ÖSYM, 2018 TYT(Temel Yetenek Testi) sonuçlarını açıkladı:
Türkçe 40 soruda 16,179 ortalama, 
Sosyal bilimler 20 soruda 6,003 ortalama, 
Temel matematik 40 soruda 5,642 ortalama, 
Fen bilimleri 20 soruda 2,828 ortalama.
ÖSYM, 2018 AYT(Alan Yeterlilik Testi) sonuçlarını açıkladı:
Türk dili ve edebiyatı 24 soruda 4,743 ortalama, 
Tarih-1 10 soruda 1,617 ortalama, 
Coğrafya-1 6 soruda 2,271 ortalama, 
Tarih-2 11 soruda 1,465 ortalama, 
Coğrafya-2 11 soruda 2,856 ortalama, 
Felsefe grubu testinde 12 soruda 2,017 ortalama, D
Din kültürü ve ahlak bilgisi veya ek felsefe grubu testinde 6 soruda ortalama 2,098,
Matematik 40 soruda ortalama 3,923, 
Fizik 14 soruda 0,467 ortalama, 
Kimya 13 soruda 1,109 ortalama, 
Biyoloji 13 soruda 1,669 ortalama.
-Bu istatistiklere göre liselerimiz de sınıf tekrarıdır.

İstatistikler bize sınav odaklı ders çalışan, eğitim ve öğretim yapan üniversite adaylarımızın ve üniversiteden öğretmen olmak için mezun olan öğretmen adaylarımızın karnesini gösteriyor. 2018 yılında yapılan LGS (Liselere Geçiş Sınav” istatistiklerini MEB yayımlamadığı için ortaokulların ortalamasını veremiyorum. Bu kademede de durumun çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Öğretmen adaylarına kendi branşlarından yapılan sınavdan bir tane de mevcut öğretmenlere yapılsa ortalamanın ne olacağını sizin takdirlerinize bırakıyorum. Gördüğümüz gibi öğrenci ve öğretmeniyle karnemiz zayıf. Bir yerde hata yapıyoruz ama nerede?

* 06/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.