24 Haziran 2018 Pazar

Sapasağlam Bu Evi Niye Yıkıyorsun Be Adam!

—Kardeş, ne yapıyorsun, kendinde misin sen?
—Yıkacağım bu evi.
—Sapasağlam evin neyini yıkacaksın?
—Sağlam olmaya sağlam, sıkıldım biraz, eskidi, yıprandı. 16 yıldır bana hizmet etti bu ev, yeter gayri.
—Hizmetinden memnun kalmadın mı?
—Memnun olmaz olur muyum? Rahat ve müreffehti. Sayesinde en mutlu günlerimi yaşadım. Minnet borçluyum doğrusunu söylemek gerekirse...Ama sıkıldım.
—Sıkıldım diye koca ev yıkılır mı? Yıkma yerine eksikliklerini tamamlasan...Macera bu seninki...
—Kafaya koydum, yıkacağım.
—Yıkmak kolaydır. Ama yapmak en zoru.
—Hele bir yıkayım.
—Haydi yıktın...kazancın ne olacak.
—Gerisini düşünmedim.
—Haydi yıktın diyelim.
—Yenisini yapacağım.
—İyi de yenisini yapmak için elinde ne imkânın ve malzemen var mı?
—Var biraz!
—Neyin var?
—Bende hepsi yok. Doğrusunu istersen 4-5 kişi bir araya geldik, birlikte yıkıp yenisini yapmaya karar verdik.
—Niye tek başına yapmıyorsun?
—Tek başına gücüm yetmez; etim ne, budum ne?
—Mevcut evin tek el tarafından yapılmış, sağlam bir bina idi. Aynısını veya en iyisini yapma imkânın yoksa bu güzelim evi niye yıkacaksın o zaman.
—Benim imkanım yok ama yolda bulduğum dostlarım var. Hepsiyle ortak yönüm, mevcut eve düşmanlık. Bizi bir araya getiren de bu zaten.
—İmkânım yok diyorsun.
—Bende var biraz kerpiç, yol arkadaşımın birinde tuğla, öbüründe briket, diğerinde taş varmış. Hepsini bir araya getirip yeni bir ev yapmak niyetimiz.
—Senin saydığın bu malzemeler birbirine benzemez yapı malzemesi. Birinin üzerine diğeri konmaz. Haydi koydunuz diyelim, heyula gibi bir yapıt çıkar ortaya. Çünkü birbirine düşman kardeş bunlar. Yamalı bohça gibi bir şey bu. Böyle bir bina olmaz. Olsa da uzun ömürlü olmaz. Siz eski binaya düşman olunca düşmanımın düşmanı dostumdur mantığından hareket ediyorsunuz. Bu, sağlıklı bir bakış açısı değil. Sizin gözünüzü düşmanlık bürümüş. Yapacağınız bu ev kimsenin hayrına değildir bilesiniz.
—Bizim ev yapmaya hakkımız yok mu?
—Var elbet. Ama hakkım var diye yapacağınız ev, evden ziyade olsa olsa bir ucube olur.
—Olsun deneyeceğiz. Denemeden bilemeyiz.
—Bir ev yapıyorsunuz. Çocuk oyuncağı değil bu. Denemeye gelmez.
—Çıktık bir kere yola. İlkeme bağlı kalmalıyım.
—Ne ilkesi? Bunun neresi ilke?
—Yıkma üzerine kurulu bir ilke.
—Haydi diyelim ki bu benzemez malzemelerle bir ev yaptınız. Çöker bu ya.
—Çöksün. Gerekirse çadırda kalırım.
—Sizin gözünüzü düşmanlık hırsı bürümüş, Allah size eskiyi yıkıp yeni bir ev yapmayı nasip etmesin. Hepinizi islah etsin. Akıl, izan, feraset ve basiret versin. Mühendislik hatası olarak görünen bu evinizde kalmayı göstermesin bana.



23 Haziran 2018 Cumartesi

Bereketli Karpuz

—Bu aldığın karpuzun rengi güzel görünüyor.
—Kan kırmızısı maşallah!
—Tadı bir işe yaramıyor ama.
—Deme ya!
—Bu sefer iyi seçememişsin.
—Seçerken tın tın ötmüştü. Tam benim istediğim karpuz demiştim. Demek ki tın tın ötmesi ben sana sofrada gösteririm demekmiş. Ama vardır bunda da bir hayır.
—Neresi hayır bunun?
—Bereket demektir. Aynı zamanda tasarruf demektir.
—Nasıl yani?
—Tadı yokmuş diye alıp atamayacağımıza göre -çünkü nimettir- akşam-sabah soframıza konacak, tadımlık olarak bir dilim yiyenin iştahı ve yeme zevki kaçacak ve yavaşça çatalı sofraya koyacak. Bu durum günlerce böyle devam edecek. Bu demektir ki bu karpuz bitmeden yeni karpuz almak için markete gidilmeyecek ve para cepte kalacak. Bu karpuz aynı zamanda sofrayı kurmanda senin için de bir kolaylık olacak.
—Ne kolaylığı?
—Tabağa kestiğin karpuz bitmeyince kalanı dolaba koyup diğer yemekte yeniden çıkarıp sofraya koyacaksın. Yani yeni karpuz dilimleme yoluna gitmeyeceksin. Daha başka faydaları da var.
—Ne gibi?
—Bu karpuz nefsimizi terbiye edecek. Çünkü daha az yemeyi, iyiymiş deyip kana kana yememeyi, sofradaki diğer insanlar yesin deyip diğerkâmlık yapmayı öğretecek.
—...
—Yesin de bitsin diye herkesin gözüne bakacaksın. Ama alan yememe orucuna başlayacak.
—...
—Tadı olmadığı için kimse tadından ağzını şapırdatmayacak, karpuzun suyunu akıtmayacak. Böylece yeme adabını hatırlayacak.
—Başka yok mu?
—Olmaz olur mu?
—Fazla wc ihtiyacı olmayacak bunu yiyenin. Çünkü karpuzu fazla yemek kişiyi tuvalete fazla götürür. Tuvalete gitmeyince fazla su kullanılmayacak. Bu yönüyle de ev bütçesine katkı sağlayacak.
—Bitti mi?
—Bitmez de... Haydi bitti diyelim.
—Ha adam gibi bir karpuz alsaydın olmaz mıydı?
—İçine girip baktım mı? Kesmeyince bilinmez. Dışından hepsi yuvarlak ve yeşil bunların. Şansına artık! Bir de böylesi nedense çekiyor beni. Ben istemesem de o gelir, beni bulur. Ne kadar kaldı karpuz?
—Daha öylece duruyor?
—Oh oh! Dursun bakalım. Bu gidişle hem midemiz küçülecek, hem de karpuz almaya gitmekten ve para harcamaktan kurtulacağım.


Seçim Sonuçlarından Uzak Bir Yazı *


Bu yazıyı okuduğunuz zaman aylardır ne olur diye hepimizin beklediği seçim sonuçları çoktan açıklanmış, sizin gibi ben de dün akşamdan kesin olmayan geçici sonuçları öğrenmiş olacağım. Sonuçlardan haberi olmayan sadece benim bu yazı olacak. Yazımın gazetede yayınlanması için mecburen seçimden önce kaleme alınıp gönderildi. 

Günümüz teknoloji ve iletişiminin bir sonucu olarak yazılıp kaleme dökülen ve yayımlanan her yazı güncelliğini kaybediyor. Çünkü sürekli gündem değişiyor, yeni gündemin ortaya çıkmasıyla ele aldığımız gündem de güncelliğini kaybetmiş oluyor. Başka şeylerimizi kaybetmeyelim de güncelliğini kaybeden tek şey varsın gündem olsun, bizim yazı olsun.

Seçimin dün yapılmış olduğunu, bugün kazanan ve kaybedenlerin belli olduğunu farz ederek seçim sonuçları hakkında genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Öncelikle seçimin tüm sonuçlarıyla ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Kazananları tebrik eder, kaybedenlere de geçmiş olsun diyorum. Sonucun bu şekil çıkmasının kazanan ve kaybedenler tarafından "Demek ki hayır olan bu imiş" şeklinde değerlendirilmesini ve seçmenin takdirine saygı gösterilmesini arzu ediyorum.

Umarım seçmen sandıkta net konuşmuş, hakemliğini iyi konuşturmuş, yeni bir seçimin kapısını aralamamış, ikinci tura bırakmadan bu işi ilk turda bitirmiş; haydi aranızda anlaşın, uzlaşın dememiştir. Eğer böyle derse işimiz küldür. Çünkü bu görünen kırılganlığıyla ekonomimiz yeni bir seçimi kaldırmaz. Kaldırsa bile bu ülkenin kaybedecek zamanı yoktur. Zira her yeni seçim biriken sorunların daha da ötelenmesine sebep olur. Bu ülke kah referandum, kah mahalli seçimler, kah genel seçimler, kah cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla ortalama yılda bir seçim yapmaktan bıkıp usanmış, gına gelmiştir iyice.

Kazanan zafer sarhoşluğuna kapılmasın, kaybeden ülke elden gitti tellallığı yapmaya, seçimde şaibe var demeye kalkmasın. Kimsenin seçimi tartışmaya ve kafaları karıştırmaya hakkı yoktur. 

Kazanan, millet bize yetki verdi, yükümüz ağırlaştı, bu emaneti en güzel şekilde yerine getirmemiz gerekiyor, demeli. Kaybeden de kimseyi suçlamadan, herhangi bir mazeretin arkasına sığınmadan niçin kaybettiğinin özeleştirisini yaparak sonuçları bir güzel analiz etmelidir. 

Seçimden sonra iktidar, iktidar olmanın; muhalefet de muhalefet olmanın gereği ne ise onu yapmalıdır. 

İktidar olan -kendisine oy versin/vermesin- herkese hizmet etmesi gerektiğini bilmeli, rakiplerini ezmeye çalışmamalı, kimseyi küçümseyip horlamamalı. Kaybeden de kendisine oy vermeyenleri düşman gibi görmemeli.

İktidara gelenin yapacağı ilk icraat tansiyonu düşürmek, birlik ve beraberliği sağlamak, toplumsal barışı tesis etmek ve güven ortamını sağlamak olmalıdır.

* 25/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






22 Haziran 2018 Cuma

24 Haziran Seçim Öncesi Piyasalar

Nasrettin Hoca, iki kızını gurbete gelin etmiş. Zaman şimdiki gibi değil, kolay kolay gidip gelme olmaz, iletişim ise olsa olsa mektupla olur o zamanlarda. Hanımı, “Hoca! Şu kızlarıma git, bir ziyaretlerini yap, ne yerler ne içerler bir bak gel” demiş. Hanımı diyecek de hoca gitmeyecek öyle mi? Bırakın hocayı hangi koca yapmaz hanımının dediğini. Zira emir demiri keser ne de olsa.

Hoca çıkar yola. Önce büyük kızının yanına varır. Hoşbeşten sonra Hoca, “Kızım! Ne yer ne içersiniz, ekonomik durumunuz nasıl” der. Kızı, “Sorma babacığım. Yüz dönüm ekin ektik. Geçimimizin iyi olması ve mahsulün bol olması rahmete bağlı. Şimdi karı-koca durmadan gece gündüz yağmur bekliyoruz. Şayet bu süreçte yağmur yağmazsa anamız ağlar” cevabı verir. “Kızım, Allah yardımcınız olsun, inşallah yağmur yağar, size bol kazançlar” diyerek öbür kızının yanına gitmek için yola çıkar hoca.

Hal-hatırdan sonra hoca bu kızına da ne yiyip ne içtiklerini, geçimlerini nasıl sağladıklarını sorar. Kızı, “Babacığım! Biz karı-koca çömlekçilik yapıyoruz. Şu anda bir yıllık geçimimizi sağlayacak şekilde çömleği kalıba döktük, kurumasını bekliyoruz. Bu yaptığımız çanak-çömleği satıp geçimimizi sağlayacağız. Eğer bu süreçte bizim çanak ve çömlek kurumadan bir yağmur yağarsa tüm emeklerimiz boşa çıkacak. İşte o zaman ekonomik darboğaza gireriz. Dua et ki yağmur yağmasın, yoksa anamız ağlar” der. “Kızım! Allah yardımcınız olsun, umarım bu süreçte yağmur yağmaz, haydi kalın sağlıcakla” diyerek köyüne, hanımının yanına yollanır.

Dönüşte hanımı, “E bey! Haydi söyle bakalım, kızlarım nasıl? Ne yer ne içerler, geçim ve dirlikleri ne alemde” diye soru sorar. Hoca, “Hanım! Bildiğim bir şey var; yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmasa da…Çünkü kızların öyle dedi” der.

Fıkra bu. Şimdi gelelim günümüze. Daha doğrusu seçim öncesi piyasalara…

Semt pazarına gidip geldim az önce. Çoğu pazarcının gelmediği pazarda az sayıda satıcı var. Açılan tezgâhların önüne gelip fiyat soran sayılı müşteri var. Pazarın tadı yok gördüğüm kadarıyla. Çünkü patates ve soğanın başını çektiği fiyatlar çok uçuk ve kaçık. Yaprak kıpırdamıyor dense yeridir.

Marketlere gidince mutfak gibi zaruri ihtiyaçlar alınmakta sadece. Çünkü buralarda da bir durgunluk var.

Zaruri ihtiyaçlarda bile bir kesatlık varsa varın siz diğer esnafı; orta ve dar gelirli tüketici kesimi düşünün.

Alınan onca tedbire rağmen dövizin ateşi bir türlü sönmedi.

Seçim ne getirir, ne götürür bilinmez ama gördüğüm kadarıyla piyasalar seçimi okuyamıyor ve önünü göremiyor. Koma durumu sanki! Benim bu piyasaların ahvalinden anladığım piyasa mevcut hükümete rezerv koymuş ama muhalefete de güvenmiyor. Ne iktidarın gitmesini istiyor, ne de muhalefetin gelmesini. Sanki piyasa, "Ne sensiz olur, ne de sen ile" diyor. Çünkü piyasa biliyor ki iktidar yıprandı, kendini yenileyemedi, patinaj yapıyor. Yenilik istiyor. Ama yamalı bohça görünümlü muhalefeti süzüyor o değilden. Bunlarla hiç olmaz diyor. Çünkü hiçbiri ne tek başına, ne de hep birlikte iktidar alternatifi.

Niyetim şuna oy verin, buna vermeyin değil; bir durum tespiti yapmaktır. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama bizi iyi günler beklemiyor. Tedirginlik ve durgunluk da bundan sanırım. Veya piyasa seçimi okuyamıyor, önünü göremiyor. Seçimi bıçak sırtında görüyor. Görüntü, 07 Haziran seçimleri öncesi görünümünde. Hatta ondan daha beter bir durumda.

Seçimler inşallah bu durgunluğa bir merhem olur, piyasalar yeniden coşar. Birçok vatandaşta oluşan karamsarlık yerini iyimserliğe bırakır. Yoksa yağmurun yağıp yağmamasına bağlı hocanın kızlarının mutlulukları gibi ekonomimiz bu görüntüsüyle seçimden sonra bizim epey bir canımızı acıtacağa benziyor. Umarım komaya girmiş olan ekonomi ve piyasa, seçim sonrası felce dönüşmez. Silkinip ayağa kalkar.


Gelin düğünlere bu sefer patates ve soğan götürelim...

Ramazan dolayısıyla ara verilen düğünler bayram sonrası yeniden başlıyor. Düğün demek külfet, maliyet demektir. Aynı zamanda hediye demektir. Büyük-küçük, az veya çok demeden mutlaka bir hediye götürülür. Bu düğün sezonunda düğünlere hediye olarak ne götürelim?

Altının yanına varılmaz biliyorsunuz. Gümüşse para etmiyor. En iyisi para vermek. Çünkü düğün sahibinin maliyetlerine biraz da olsa katkı olur. Ama yok bizde düğünde hediye demek kap kacak demektir. Ben küçük mutfak eşyası götüreceğim: Ya stokumda vardır, bana daha önceden gelen, ya da züccaciyeciden satın alacağım denirse o zaman kap kacağın özellikle borcamın içine biraz patates ya da soğan koyup vermek en güzeli gibi sanki. Çünkü bu iki ürünü şimdi aynı anda paraya çevirebilir düğün sahibi. Paraya çevirmese de düğün sahibi, damat ve gelin belli bir süre patates-soğan alma derdinden kurtulmuş olur. Zira şu sıralar bu muhteşem ikilinin yanına varılacak gibi değil. Altından daha değerli dense yeridir.

Alın size benden bir öneri. İster uyar, ister uymazsınız. Öneri öneridir. Beğenip beğenmeme hakkına sahipsiniz.

Cevabı Belli ya da Laf Olsun diye Sorular Sormak

Aramızda kadın yok, kız yok. İki kişi erkek erkeğe oturuyoruz. Daha doğrusu uzun oturuyorum. Yanımdaki ev sahibiyle ara ara laflıyorum. Televizyonda Arjantin-Hırvatistan maçı var. Ara ara gözümüz de televizyonda. Derken zil çaldı. Sohbetimize bir tanıdık daha dahil oldu. Hafif toparlanıp hoş geldin dedim. Ondan sonra cevabı belli sorular sordu peşi sıra.

Ne uzanın bu saatte? (Saat dediği akşam 21.00 suları. Sonra uzanmanın belli bir saati mi var? Neyse. Kocaman evin boşluklarını bıraktı. Ayağımı uzattığım yere oturdu. Sanki ev kalabalık gibi toplu bir şekilde oturdum. Sağ olsun, öteye de gitmedi.)

Spikerin sesinin yükselmesiyle birlikte gözüm ara ara maça kaydı.

Ne yapan, maça mı bakan? (Maça baktığımı biliyor, buna rağmen yüzüme bakıp cevap beklemesi yok mu? Ölür müsün, öldürür müsün? Hı deyip başımı salladım. Cevabı alınca gülmeye başladı, hem de gevrek gevrek.

Ara ara cep telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Mermi gibi geliyor bugünlerde. Malum seçim var pazar günü. Vatandaş sağdan soldan bulduğunu benim de haberim olsun diye gönderiyor sağ olsun. Kâh whatsappıma kâh messengerime. Bu gelen mesajları görünce bu adamlar benim bildiğim kadarıyla siyasetçi değil, aday hiç değil. Buna rağmen seçimle ilgili paylaşım veya bir bağlantı eki gönderiyorlar durmadan. Hem de aynı kişilerden. Sanki bu gönderdiklerini ben göremiyor muşum gibi gönderiyorlar. İşin garibi gönderme de diyemiyorsun. Arka arkaya gelen bu gönderileri görünce sanki seçim Türkiye’deki milyonlarca vatandaşa değil de benim için yapılıyor veya sadece ben oy kullanacağım. Ah, beni bir yola getirseler Türkiye rayına girecek ve bütün dertlerimiz bitecek. Ben kendilerine cevap vermedikçe sükut ikrardan deyip tekrar tekrar cep telefonuma misafir oluyorlar. Hiçbirini açmadığımı, okumadığımı, izlemediğimi keşke bir bilseler…

Gönderilen paylaşımların kuru, bayat, yavan olduğunu bile bile yine de kimden geldiğine bakıyorum. Çünkü olur ya düğün, cenaze vb önemli haberi atlamış olmayayım diye. İşte öylesine gelen mesajla bakarken bizimki yine sormaya başladı. Zaten televizyona da bakmadı. Yüzü hep bana dönük durdu. Hani televizyonun ilk çıktığı, Türkiye’de her evde olmadığı dönemlerde bazıları, misafirliğe gittiği zaman televizyon izlendiğini görünce televizyona sırtını dönük veya yan görecek şekilde dururdu ya, işte öyle.

Anlatıver sene, niye konuşuvermen? Ne var o telefonda?

Ne konuşalım?  İzliyoruz işte.

Bugün bir ses kaydı göndermişsin gruba.

Evet.

Bir de yazı göndermişsin cumhurbaşkanı adayı diye.

Öyle.

Seçim sonuçları ne olur? (Yahu ben ne bileyim. Ne anketçiyim ne siyasetçi ne de siyasetin nabzını tutan.)

O zaman “dilin kemiği yok” da yazdıklarından oku da dinleyelim. (Mübarek! dilinkemigiyok.blogspot.com’a yazılıp blogda paylaşılmış zaten. Ben yazdığımı ne diye okuyayım? Madem merak ediyorsun? Elinde telefon var, internetin de var, açıp okusan ya.)

 

Neyse bu akşam maalesef hoş bir sohbet olmadı. Cevabı belli sorular olunca tat vermedi. Hani iki kişi bir araya gelince konuşacak bir şeyleri yoksa “Da da ne var ne yok” derler ya öyle idi dense yanlış olmaz.

Bazı oturmalarda konu çıkmaz, insanlar formunda olmaz. Bunu anlarım. Ama insanların cevabı kendince belli olan ve bilinen soruları, damarına basa basa sorması yok mu? Kahrolmamak elde değil. Haydi sordu. Bir de yüzüne bakıp ciddi ciddi cevap bekliyor. Hani bir hocanın, emsallerine göre dersini ciddi ciddi dinleyen bir öğrencisi varmış. Öğrencisinin bu sessiz duruşu çok da hoşuna gidermiş. Diğer arkadaşları soru sorarken bu öğrenci soru da sormazmış. Bir gün hoca, “Yavrum, bak arkadaşların ne güzel sorular soruyorlar. Sen niye sormuyorsun,” demiş. Az sonra öğrencisi parmak kaldırıp “İftar ne zaman olacak” demiş. Hocası, “Güneş batınca yavrum,” demiş. Öğrenci ikinci defa tekrar parmak kaldırıp söz almış, “Hocam, ya Güneş batmazsa” deyince hocası, “Otur yavrum otur. Bazılarının soru sormaması sormasından daha iyi” demiş. O hesap, ah bu kimse de bana bildik sorular sormasaydı, ne güzel olurdu. Tıpkı dersi dinleyen ve soru sormayan öğrenci gibi konuşulanları dinlese dursaydı. Olur muydu? Amacı beni öldürmek olunca niye sussun ki.

 Allah hayrını versin böylelerinin.

 

 


21 Haziran 2018 Perşembe

Vekil Dediğin Böyle S.çmalı!

Seçim sathı mailine girildikten sonra siyasi partiler veya adaylar hakkında çıkan video, ses kaydı ve haberlere pek itibar etmem. Çünkü algı amaçlı olduğuna inanırım. Fakat bugün whatsappıma bir milletvekiline ait olduğu söylenen bir telefon konuşması düştü. Bu şekil gönderileri çoğu zaman açıp da seyredip dinlemem. Nedense bugün açasım geldi. Açtığıma açacağıma pişman oldum. 1,5 dakikalık konuşma yenilir yutulur cinsten değildi. Ağza alınmayacak hakaret ve küfür doluydu konuşma. Dinlerken utandım. Buyurun beraber okuyalım: (eğer okuyabilirseniz)

—Beşiktaş mı?
—Evet efendim buyrun!
—Yav benim korumayı bıraktırmayan sen misin?
---Tamam efendim, şey onay geldi.
---Senin ağzına s.çacağım ulan! Ulan it…
---Benimle alakası yok sayın vekilim.
---Senin ağzına s.çacağım, it oğlu it. Lan sen kimsin lan bana böyle pislik yapıyorsun.
---Sayın vekilim! Ben sizi çok seviyorum efendim. Yapmayın bana böyle…
---Senin ağzına s.çarım ben. Eşşek oğlu eşek. Seni var ya yarın seni bütün işim gücüm seninle uğraşmak olacak.
---Yapmayın sayın vekilim! Ben sizin çok hayranınızım…
---Sen nasıl bıraktırmıyorsun lan orda.
---Sayın vekilim valla benimle alakası yok. Saygılar sunarım.
---İt oğlu it! Lan seni kimsin? Lan oğlum o polis memuru Meclisin polisi…
---Ben bilmez olur muyum sayın vekilim?
---Niye bıraktırmıyorsun lan?
---Sayın vekilim vallahi benimle alakası yok…Sayın vekilim.
--- Ben sana söyledim değil mi telefonda. Değil mi?
---Tamam vekilim onay geldi, buyursun gelsin…
---Niye bıraktırmıyorsun lan sen. Sen kimsin ulan. İt oğlu it. Sen kendini ne zannediyorsun lan?
---Sayın vekilim biz kimiz ki burada bir emir kuluyuz sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Ara lan o polisi oradan.
---Tamam sayın vekilim!
---Ara lan!
---Hemen arıyorum sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Eşşek oğlu eşeğe bak ya!

Telefonda kendisine hakaretler yağdırılan bir polisin nezaket ve edebine bakın, bir de vekilin ağza alınmayacak küfürlerine. Takdir sizin!

Yazıyı buraya aktarmak için nezaket timsali vekilimizin sesini defalarca dinlemiş oldum. Kısa bir şoktan sonra muziplik ya, “vekil dediğin böyle olmalı, asıla küfretmeli, s.çmalı…” dedim. O koskoca vekil. S.çmak için illa tuvalet mi arayacak? İstediği yere, istediği kişiye pisler. Yediği önünde, yemediği ardında olan bir kimse o kadar yediğini nereye boşaltacak? Demek ki ağza pislemek hobileri arasında! Bunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Allah karşılaştırmasın, eğer karşılaşırsak en azından ağzımızı kapatırız. Çünkü böyle birinin ne yapacağı, ne edeceği belli olmaz. Korumasını almayan polis memuru da hak etmiş anlayacağınız. Sen kim oluyorsun da onun korumasına yer bulmazsın. Çünkü o, koskoca bir vekil.

Böyle bir konuşmayı buraya yazdığım için hepinizden özür diliyorum. Zira bu tür konuşma paylaşılacak gibi değil. Siyasetimizde çamur atma, algı oluşturma olduğunu biliyordum da seviyesinin bu kadar düştüğünü bilmiyordum. Vekilimiz arka arkaya, ağzını doldura doldura küfrettiğine göre bu işte epey tecrübeli görünüyor. Bugüne kadar kaç kişinin ağzına bu şekil s.çtı kim bilir?

Meydanlarda ne kadar centilmen, ne kadar nazik ve kibar konuşan bu kişi, telefonda su koyvermekle kalmıyor, s.ıçıyor. Bu milletvekilinin halen vekil olduğu ve ülke yönetmek için en üst perdeden aday olduğu  ve meydan meydan gezip miting yaptığı söyleniyor. Yazıklar olsun! Bulunduğu makamı bu şekil kötüye kullanan edebin "e"sinden nasibi olmayan böylelerine bırakın ülke yönetmesini; Allah vekillik, muhtarlık… bile nasip etmesin. Maazallah ülke pislikten geçilmezdi, her yer kokardı.

Sana da yuh olsun polis! Adam sana ağzına geleni söylüyor, küfrediyor, s.çıp sıvıyor. Sen hala ona hayran olduğundan bahsediyorsun. Yağmur yağıyor mu sandın adam sana bir bir küfürler sıralarken? Yazık sana da.