22 Haziran 2018 Cuma

Cevabı Belli ya da Laf Olsun diye Sorular Sormak

Aramızda kadın yok, kız yok. İki kişi erkek erkeğe oturuyoruz. Daha doğrusu uzun oturuyorum. Yanımdaki ev sahibiyle ara ara laflıyorum. Televizyonda Arjantin-Hırvatistan maçı var. Ara ara gözümüz de televizyonda. Derken zil çaldı. Sohbetimize bir tanıdık daha dahil oldu. Hafif toparlanıp hoş geldin dedim. Ondan sonra cevabı belli sorular sordu peşi sıra.

Ne uzanın bu saatte? (Saat dediği akşam 21.00 suları. Sonra uzanmanın belli bir saati mi var? Neyse. Kocaman evin boşluklarını bıraktı. Ayağımı uzattığım yere oturdu. Sanki ev kalabalık gibi toplu bir şekilde oturdum. Sağ olsun, öteye de gitmedi.)

Spikerin sesinin yükselmesiyle birlikte gözüm ara ara maça kaydı.

Ne yapan, maça mı bakan? (Maça baktığımı biliyor, buna rağmen yüzüme bakıp cevap beklemesi yok mu? Ölür müsün, öldürür müsün? Hı deyip başımı salladım. Cevabı alınca gülmeye başladı, hem de gevrek gevrek.

Ara ara cep telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Mermi gibi geliyor bugünlerde. Malum seçim var pazar günü. Vatandaş sağdan soldan bulduğunu benim de haberim olsun diye gönderiyor sağ olsun. Kâh whatsappıma kâh messengerime. Bu gelen mesajları görünce bu adamlar benim bildiğim kadarıyla siyasetçi değil, aday hiç değil. Buna rağmen seçimle ilgili paylaşım veya bir bağlantı eki gönderiyorlar durmadan. Hem de aynı kişilerden. Sanki bu gönderdiklerini ben göremiyor muşum gibi gönderiyorlar. İşin garibi gönderme de diyemiyorsun. Arka arkaya gelen bu gönderileri görünce sanki seçim Türkiye’deki milyonlarca vatandaşa değil de benim için yapılıyor veya sadece ben oy kullanacağım. Ah, beni bir yola getirseler Türkiye rayına girecek ve bütün dertlerimiz bitecek. Ben kendilerine cevap vermedikçe sükut ikrardan deyip tekrar tekrar cep telefonuma misafir oluyorlar. Hiçbirini açmadığımı, okumadığımı, izlemediğimi keşke bir bilseler…

Gönderilen paylaşımların kuru, bayat, yavan olduğunu bile bile yine de kimden geldiğine bakıyorum. Çünkü olur ya düğün, cenaze vb önemli haberi atlamış olmayayım diye. İşte öylesine gelen mesajla bakarken bizimki yine sormaya başladı. Zaten televizyona da bakmadı. Yüzü hep bana dönük durdu. Hani televizyonun ilk çıktığı, Türkiye’de her evde olmadığı dönemlerde bazıları, misafirliğe gittiği zaman televizyon izlendiğini görünce televizyona sırtını dönük veya yan görecek şekilde dururdu ya, işte öyle.

Anlatıver sene, niye konuşuvermen? Ne var o telefonda?

Ne konuşalım?  İzliyoruz işte.

Bugün bir ses kaydı göndermişsin gruba.

Evet.

Bir de yazı göndermişsin cumhurbaşkanı adayı diye.

Öyle.

Seçim sonuçları ne olur? (Yahu ben ne bileyim. Ne anketçiyim ne siyasetçi ne de siyasetin nabzını tutan.)

O zaman “dilin kemiği yok” da yazdıklarından oku da dinleyelim. (Mübarek! dilinkemigiyok.blogspot.com’a yazılıp blogda paylaşılmış zaten. Ben yazdığımı ne diye okuyayım? Madem merak ediyorsun? Elinde telefon var, internetin de var, açıp okusan ya.)

Neyse bu akşam maalesef hoş bir sohbet olmadı. Cevabı belli sorular olunca tat vermedi. Hani iki kişi bir araya gelince konuşacak bir şeyleri yoksa “Da da ne var ne yok” derler ya öyle idi dense yanlış olmaz.

Bazı oturmalarda konu çıkmaz, insanlar formunda olmaz. Bunu anlarım. Ama insanların cevabı kendince belli olan ve bilinen soruları, damarına basa basa sorması yok mu? Kahrolmamak elde değil. Haydi sordu. Bir de yüzüne bakıp ciddi ciddi cevap bekliyor. Hani bir hocanın, emsallerine göre dersini ciddi ciddi dinleyen bir öğrencisi varmış. Öğrencisinin bu sessiz duruşu çok da hoşuna gidermiş. Diğer arkadaşları soru sorarken bu öğrenci soru da sormazmış. Bir gün hoca, “Yavrum, bak arkadaşların ne güzel sorular soruyorlar. Sen niye sormuyorsun,” demiş. Az sonra öğrencisi parmak kaldırıp “İftar ne zaman olacak” demiş. Hocası, “Güneş batınca yavrum,” demiş. Öğrenci ikinci defa tekrar parmak kaldırıp söz almış, “Hocam, ya Güneş batmazsa” deyince hocası, “Otur yavrum otur. Bazılarının soru sormaması sormasından daha iyi” demiş. O hesap, ah bu kimse de bana bildik sorular sormasaydı, ne güzel olurdu. Tıpkı dersi dinleyen ve soru sormayan öğrenci gibi konuşulanları dinlese dursaydı. Olur muydu? Amacı beni öldürmek olunca niye sussun ki.

 Allah hayrını versin böylelerinin.

21 Haziran 2018 Perşembe

Vekil Dediğin Böyle S.çmalı!

Seçim sathı mailine girildikten sonra siyasi partiler veya adaylar hakkında çıkan video, ses kaydı ve haberlere pek itibar etmem. Çünkü algı amaçlı olduğuna inanırım. Fakat bugün whatsappıma bir milletvekiline ait olduğu söylenen bir telefon konuşması düştü. Bu şekil gönderileri çoğu zaman açıp da seyredip dinlemem. Nedense bugün açasım geldi. Açtığıma açacağıma pişman oldum. 1,5 dakikalık konuşma yenilir yutulur cinsten değildi. Ağza alınmayacak hakaret ve küfür doluydu konuşma. Dinlerken utandım. Buyurun beraber okuyalım: (eğer okuyabilirseniz)

—Beşiktaş mı?
—Evet efendim buyrun!
—Yav benim korumayı bıraktırmayan sen misin?
---Tamam efendim, şey onay geldi.
---Senin ağzına s.çacağım ulan! Ulan it…
---Benimle alakası yok sayın vekilim.
---Senin ağzına s.çacağım, it oğlu it. Lan sen kimsin lan bana böyle pislik yapıyorsun.
---Sayın vekilim! Ben sizi çok seviyorum efendim. Yapmayın bana böyle…
---Senin ağzına s.çarım ben. Eşşek oğlu eşek. Seni var ya yarın seni bütün işim gücüm seninle uğraşmak olacak.
---Yapmayın sayın vekilim! Ben sizin çok hayranınızım…
---Sen nasıl bıraktırmıyorsun lan orda.
---Sayın vekilim valla benimle alakası yok. Saygılar sunarım.
---İt oğlu it! Lan seni kimsin? Lan oğlum o polis memuru Meclisin polisi…
---Ben bilmez olur muyum sayın vekilim?
---Niye bıraktırmıyorsun lan?
---Sayın vekilim vallahi benimle alakası yok…Sayın vekilim.
--- Ben sana söyledim değil mi telefonda. Değil mi?
---Tamam vekilim onay geldi, buyursun gelsin…
---Niye bıraktırmıyorsun lan sen. Sen kimsin ulan. İt oğlu it. Sen kendini ne zannediyorsun lan?
---Sayın vekilim biz kimiz ki burada bir emir kuluyuz sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Ara lan o polisi oradan.
---Tamam sayın vekilim!
---Ara lan!
---Hemen arıyorum sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Eşşek oğlu eşeğe bak ya!

Telefonda kendisine hakaretler yağdırılan bir polisin nezaket ve edebine bakın, bir de vekilin ağza alınmayacak küfürlerine. Takdir sizin!

Yazıyı buraya aktarmak için nezaket timsali vekilimizin sesini defalarca dinlemiş oldum. Kısa bir şoktan sonra muziplik ya, “vekil dediğin böyle olmalı, asıla küfretmeli, s.çmalı…” dedim. O koskoca vekil. S.çmak için illa tuvalet mi arayacak? İstediği yere, istediği kişiye pisler. Yediği önünde, yemediği ardında olan bir kimse o kadar yediğini nereye boşaltacak? Demek ki ağza pislemek hobileri arasında! Bunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Allah karşılaştırmasın, eğer karşılaşırsak en azından ağzımızı kapatırız. Çünkü böyle birinin ne yapacağı, ne edeceği belli olmaz. Korumasını almayan polis memuru da hak etmiş anlayacağınız. Sen kim oluyorsun da onun korumasına yer bulmazsın. Çünkü o, koskoca bir vekil.

Böyle bir konuşmayı buraya yazdığım için hepinizden özür diliyorum. Zira bu tür konuşma paylaşılacak gibi değil. Siyasetimizde çamur atma, algı oluşturma olduğunu biliyordum da seviyesinin bu kadar düştüğünü bilmiyordum. Vekilimiz arka arkaya, ağzını doldura doldura küfrettiğine göre bu işte epey tecrübeli görünüyor. Bugüne kadar kaç kişinin ağzına bu şekil s.çtı kim bilir?

Meydanlarda ne kadar centilmen, ne kadar nazik ve kibar konuşan bu kişi, telefonda su koyvermekle kalmıyor, s.ıçıyor. Bu milletvekilinin halen vekil olduğu ve ülke yönetmek için en üst perdeden aday olduğu  ve meydan meydan gezip miting yaptığı söyleniyor. Yazıklar olsun! Bulunduğu makamı bu şekil kötüye kullanan edebin "e"sinden nasibi olmayan böylelerine bırakın ülke yönetmesini; Allah vekillik, muhtarlık… bile nasip etmesin. Maazallah ülke pislikten geçilmezdi, her yer kokardı.

Sana da yuh olsun polis! Adam sana ağzına geleni söylüyor, küfrediyor, s.çıp sıvıyor. Sen hala ona hayran olduğundan bahsediyorsun. Yağmur yağıyor mu sandın adam sana bir bir küfürler sıralarken? Yazık sana da.








Yapanın Yanına Kar Kaldığı Dünya


Başka ülkeleri bilmem, bizim ülkemizde hemen hemen her seçim öncesi değişik adlar verilse de vatandaşa af gelir. Kah imar affı, kah vergi borçlarını yapılandırma, borçların faizlerini silme, kah taksitlendirme, kah trafik cezalarının ana parasını yatırma vb aflar gelir. Örneklerini verdiğim bir kısım bu aflara dikkat edersek görevini yapmayan, kurallara uymayan kişilere af var, onları koruyup kollama var. Farkındaysanız zamanında borcunu ödeyen, vergisini veren, evini-barkını belediyesinden izin almak suretiyle yapan, aracını trafik kurallarına göre süren, ceza aldığı zaman zamanında yatıran vatandaş yok bu aflarda.

Benim bu aflardan anladığım günümüz devletleri, en azından kendi devletim kanun ve kural tanımayanları koruma görevi yapıyor. Vatandaş olarak zamanında yapması gerekenleri yapmayan kişileri koruyup kolluyor. Sanki dürüst vatandaşa, “Sende kural tanımasaydın, bugün seni de gözetirdim, bir daha sen de böyle yap. Vergini zamanında yatırma, evini kaçak yap, otobandan para ödemeden kaç…senin de yanında olurum” demek istiyor. Çünkü bunun Türkçesi bu.

Toplumsal barış veya vatandaşa kolaylık olsun diye yapılan bu tür aflar bırakın toplumsal barışı sağlamayı, dürüst vatandaşı kaybetmeye namzettir. Bu, devletin şanına, adalet anlayışına terstir, kötüyü korumaktır. Zamanında görevini yapmayan bir devlet anlayışını göstermektedir. Verenden alan, vermeyenden almayan devlettir bu. Devletin bu yaptığını görünce “Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz” sözünün havada kaldığını görüyorum ben. Maalesef kim ne yapmışsa yanına kar kaldığı gibi ödüllendiriyor. Sanırım bu söz “Sen bu dünyada ne yaparsan yap, istersen bunu kar say, öbür dünyada görürsün gününü” anlamında öbür dünya için söylenir. Adaleti olmayan bu dünyada gördüğüm, bu dünyada yapanın  yanına kar kaldığı şeklinde…

Siyasilerimiz seçimlere giderken verecekleri affı versin, bir defa da kurallara uyan, ceza almayan, vergisini zamanında veren, devlete borcu olmayan vatandaşlar için bir şeyler yapsalar onların alınlarından öpeceğim, helal olsun size diyeceğim. Bir tanesi çıkıp dese ki “Vergi borcu olmayan vatandaşa şu kadar ödül veriyorum, onlara önümüzdeki yıl ödeyecekleri vergiden yüzde şu kadar indirim yapıyorum…” dese işte benim devletim, işte benim siyasim, işte bizim adalet anlayışımız diyeceğim. Maalesef bugüne kadar böyle bir şey ne duydum, ne işittim, ne de olacağa benziyor.

Gönlümdeki devlet; devleti kandırmayan, devlete karşı yükümlülüklerini yerine getiren iyi vatandaşı koruması, nefesini kural tanımazların ensesinde hissettirmesidir. Böyle yapmazsa insanların adalete olan güvenleri sarsılır. Devleti veya devleti yöneten siyasilerimizde bu duyarlılığı görür müyüz bir gün? Ancak balık kavağa çıkarsa belki… Biz yine “Adaletin bu mu dünya?” demeye devam edeceğiz bu gidiş ve bu anlayışımızla...


20 Haziran 2018 Çarşamba

Dünya Mülteciler Günü mü yoksa Utanç Günü mü?


Belirli gün ve haftaların sayısını bilmiyorum. Zira her güne mahsus bir gün var. Bazı gün ve haftaların kutlanmasını ve anılmasını anlıyorum.  Bazılarının ismini duyunca böyle de gün mü olur diyesi geliyor insanın. En azından ben öyle diyorum. Mesela Dünya Mülteciler Günü. Bugün haberleri izlerken kulağıma çaldı böyle bir gün. Cehaletime verin. 2001 yılından beri her yıl 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak anılmakta olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum. Az bir araştırmayla daha ne günlerimiz olduğunu -şayet siz de benim gibi bilmiyorsanız- öğrenmiş olursunuz. Neyse konum tüm günler değil. Gelelim mülteciler gününe…

“Dünyadaki mültecilerin durumunu, problemlerini kamuoyuyla paylaşmak ve bu konuda bir bilinç oluşturmak için 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak belirlenmiş. Zira BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre dünyada mülteci sayısı 65,3 milyona ulaşmış. Rakama bakıp hizaya gelelim. Birçok ülkenin nüfusundan daha fazla bir nüfus dünyanın değişik ülkelerinde memleketlerinden uzak mülteci durumunda.

Merak ediyorum bugüne mülteciler günü mü denmeli, yoksa utanç günü mü? Bence utanç günü daha uygun, eğer böyle bir gün olacak ve anılacaksa. Sonra neyin bilinci oluşturulacak böyle bir gün vesilesiyle? Kiminle paylaşılacak mültecilerin durumu? 65 milyon insanı mülteci durumuna düşüren egemen güçler “Biz savaş vb nedenlerle bu kadar kişiyi mülteci durumuna düşürdük, daha fazlasına gücümüz yetmedi. Haydi böyle bir durumu anın” demektir bu. Eğer bir bilinç oluşacaksa bu savaşları çıkartanların, ülkeleri kaos ve iç savaşa sürükleyen egemen güçlerde böyle bir bilinç oluşturmak lazım. Çünkü halkların ne suçu var? Sonra halk bilinçlenince ne olacak? Halkların elince mültecilerin durumunu çözmek için sihirli değnek yok: Ne imkanları var, ne de güçleri! Bu işi çözecekse yine dünyayı modern kavimler göçü haline getiren süper devletler çözecek.

Ne ala dünyada yaşıyoruz. Önce ülkelerde savaş çıkartıp insanları mülteci haline getiriyor, ardından onları anmak için gün ihdas ediyoruz. İsterseniz diğer bazı gün ve haftalara da bir göz atalım. İnanın bugünden farklı değil.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününü ele alalım. Bugün de mülteciler günü gibi. Önce insanlara eziyet ve işkence yapıyoruz. Sonra günlerini icat ediyoruz. Tütün ve sigarayı piyasaya sürüyor, insanları bağımlı hale getiriyoruz. Sonra gelsin 31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü. 4 Ekim’de de Dünya Hayvanları Koruma Günü olarak anılıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Verdiğim birkaç örnekten anlaşılacağı gibi her türlü eziyet ve kötülüğün elebaşı insanın kendisi. Önce kendi eliyle sorun üretiyor. Sonra ihdas ettiği günler dolayısıyla laf olsun diye anma programları yapıyor, beyanatlar veriyor.

Bir an için diyelim ki bugünler vasıtasıyla kötülük ve işkence yapan insanoğlu hatalarıyla yüzleşiyor, pişmanlık duyuyor. Eğer böyle bir niyet varsa buna eyvallah derim. Ama gördüğüm kadarıyla kendi ellerimizle ürettiğimiz problemleri çözmekten ziyade sadece anıyoruz. Eğer devletler samimi ise 2001’den beri Dünya Mültecileri anlıyormuş. Bugüne kadar kaç tane mülteciyi memleketine geri gönderdik? Maalesef gönderilmediği gibi her yıl mülteci durumuna düşen insanların sayısı kartopu gibi artıyor. O yüzden bugüne bırakalım Mülteciler Günü değil de Utanç Günü denmeli…


Ya "Doğduğun Güne Lanet Olsun" Denirse

—Dikkatimi çekti, hangi gün doğduğunu bilmiyorum, sosyal medyada da görmedim. Doğduğun gün belli değil mi yoksa? Ya da kutlanmasına karşı mısın?
—Güne gün yazdırdığını söylüyor babam. Ama yıldan emin değilim.
—Önemli olan gün değil mi? Kutla gitsin!
Sade bir kutlama benimki. Çok dışa açılmıyorum.
—Kiminle kutluyorsun, aile içinde mi?
—(Geçici) dostlar arasında diyelim.
—Yani?
—Maaş aldığım banka, kullandığım GSM operatörüm, kredi kartını kullandığım banka, alışveriş yaptığım firmalar, bir de Bakan kutlar.
—Bakan?
—Milli Eğitim Bakanı. Sağ olsun hiç sektirmez.
—Başka?
—Başka yok.
—Sosyal medyada da yoksun.
—Evet yokum. Yani gizli.
—Niçin gizliyorsun?
—İhtiyaç görmedim. Zira sayfamdaki arkadaşlara "Falanın bugün doğum günü. Haydi kutla" diyerek emri vaki yapıyor.
—Olsun, ne zararı var. Hatırlatıyor işte!
—Olsun olmaya. Ya doğum günümü gören "Lanet olsun doğduğun güne, lanet olsun seni tanıdığım güne!" şeklinde bir temenni pardon bedduada bulunursa...
—İyi valla! Şu aklına gelene bak! Kim yapar bunu?
—Sen yeter ki cins adam ara toplumda, şekil A da görüldüğü gibi.
—Allah hayrını versin senin!
—Cümlemizin.


19 Haziran 2018 Salı

Acı Soğan Cebimi de Acıttı

Sebze fiyatları zirve yapmış, ben soğan ve domates almaya gittim. Soğanın fiyatını görünce telefona sarılıp evi aradım, soğan hiç mi kalmadı diye. "Yok" cevabı alınca çaresiz poşete davrandım. Elin mahkum, mecburen alacaksın. Çünkü yemek onsuz pişmiyormuş. Bereket indirimli hali imiş bu! Ya bir de indirimsiz fiyatı? Aklıma bile getirmek istemiyorum.

Kilosu 5.49 olan soğanı görünce doğrusu şok geçirmedim. Çünkü sosyal medyada bir iki gündür soğan ve patatesin fiyatlarının yüksekliğinden bahsediliyordu. Gerçi biraz abartıyorlar dedim. Ama değilmiş. Sağ olsun onlar önledi kısa bir şok geçirmemi. İyi ki böyle oldu. Yoksa soğan yüzünden gitti denme durumum da vardı.

Fiyatı anormal olan sadece soğan mı, diğerleri nasıl diye bir göz attım. Sivri biber 5.99, domates 6,5 lira. Patateste etiket yoktu. Çalışana sordum, 5 lira dedi.

Bayramdan birkaç gün önce soğan ve patatesin üç kilosu 5 lira civarında iken ne oldu da fiyatlar bu şekilde uçmuş. Bir anormallik var ama ne? Ya da nereden, kimden kaynaklanıyor. Doğrusu işin iç yüzünü bilmiyorum. Bildiğim tek şey fiyatı uçuk olan soğan ve domatesin benim evimde bittiğidir. Yine bildiğim bir şey var, 5-6 yıldır patates ve soğanın fiyatı hep bir istikrar abidesi idi. Altın indi-çıktı; çıktı-indi. Nedense bu iki sebzenin fiyatı market, pazar ve manavda standart ürünlerimizdendi. İşin garibi serbest piyasa ve rekabet hiç olmadı bu iki üründe. Tekel malı gibiydi sanki! 

Bir ay öncesinde patates ve soğan elde kaldı haberleri okumuştum. Ne oldu da elde kalan bu ürünler dövizden beter yükseldi bu şekil. İhracat mı var? Duymadım. Çürüdü mü? Sanmam. Dolu mu vurdu? Hayır. Çiftçi bu yıl az mı ekti? Değil. Bayram dolayısıyla hal vb yerler kapalı da ondan mı? Sanmam. O zaman ne?

Anormalin anormali bir durum var orta yerde. İnşallah çiftçi kazanmıştır diyeceğim. Ama bu hiç olmaz bizim ülkemizde. Çünkü çiftçiden veya üreticinden yok bahasına alınan ürün tüketiciye gelinceye kadar ateş bahası oldu bugüne kadar. Aklıma gelen tek şey bu sektörde bir tekelciliğin olması. Fiyatı belirleyen, malı piyasaya sürmeyip stoklayan ve istediği fiyatı dayatan ve paraya para demeyen de bu. Eğer böyleyse kazandığı burnundan fitil fitil gelsin, gözünü toprak doyursun.

Umarım patates ve soğandaki bu astronomik yükseliş ve fahiş fiyat geçicidir. Yoksa işimiz kül.

Bu arada evinde soğan ve patatesi olanlar veya yemek yapmada soğan kullanmayanlar çok şanslı. Keşke yemek pişirecek kadar evimde birkaç soğanım olsaydı ben de o şanslı kişilerden biri olacaktım. Hasılı yemesi acı olan soğan, bugün cebimi de acıttı.

Sağ Olsun, Sevap Kazanmamızı İster Hep!

Konya'da yaşayanlar bilir, 11 Haziran günü akşam saatlerinde yağan yağmur sel baskınlarına sebebiyet verdiği gibi önüne kattığı araçları sürükledi, bodrum katları su bastı, kanalizasyon borularından geri tepen sular rögarlardan dışarıya verdi. Resimde gördüğünüz duvar da sel baskınından nasibini aldı ve göçtü. Yanındaki araba az bir hasarla kurtuldu. Bayram öncesi olan bu olayın akabinde hane sahibi bir usta bularak duvarı yeniden yaptırdı. Eksik olmasın. Ki sorumluluk da bunu gerektiriyor. Nedense yıkıntı kalıntıları ve bahçesinden aşağıya dökülen topraklar gördüğünüz gibi öylece kaldı.

Usta, duvarı ördükten sonra molozu toprağını bir tarafa, taşlarını da bir tarafa istifleyerek bırakıp gitti. Sanırım ustaya, "Senin görevin sadece duvarı örmektir, molozlarına karışmak değil" demiş
olmalı. Ya da "Buradaki döküntüleri götür git dedi, usta kabul etmedi veya bayram öncesi molozu taşıtacak bir araç bulamadı.  Yoksa hane sahibi, "Bu sel baskını her zaman olmaz. Bu millet balık hafızalı. Çabuk unutur. En iyisi selin yıkıntısı burada kalmalı ki gelip geçen görsün ve ibret alsın" şeklinde düşünmüş olmasın. Ya da "Benden bu kadar, gerisini de buradan gelip geçenler bir el atsın, hepsini ben mi yaptıracağım" dedi. Ki buradan caddeye geçiş var nasılsa. Nasılsa görecekler, "Yahu bu molozların yeri burası değil, haydin taşın altına elimizi uzatalım, bunda da bizim bir katkımız olsun, biz de biraz sevap kazanalım" diyeceklerdir şeklinde düşünmüş olmalı. Millet eşek ya. Bunu yapacaktır zahir. Bu paylaşımcılık yönüne ancak şapka çıkarılır. Keşke herkes onun gibi paylaşımcı olsa bu dünyada... Daha önce budadığı ağacın dallarını da duvar kenarına aynı şekilde istiflemişti. Kendisine haber vermeden çöpe götürüp atmıştım. Umarım kızmamıştır.

Hane sahibi haklı. Hepsini o yapacak değil ya. Alacağı sevabı aldı, biraz da buradan gelip geçenler faydalansın o sevaptan. Çünkü sadece bu dünyalık için yaşanmaz. Ne de olsa bu dünyanın bir de ötesi var. Yok ahireti düşünerek sevap almak istemez ve sadece dünyalık düşünürlerse bir yolunu bulup eşek gibi yapacaklar. Çünkü göre göre "Bu böyle olmayacak" diyecekler. Sonra kendisi o merdiveni kullanarak caddeye çıkmıyor üstelik. Zaten çıksa da kendisi yeni bir ev alarak çekti gitti. Kiracısı ne yaparsa yapsın.

Hoş kiracısının öyle bir derdi yok. Herkes bakıyor onlar da bakıyor. Şu teknoloji biraz daha ilerlese de bakma ile bu işlerin de olabileceğini bize göstermiş olsaydı keşke! Bakarsınız teknoloji denen kolaylık buna da bir çözüm bulur. Yeter ki biz beklemesini, molozların yanından geçerken bakmaya devam edelim. Bu işler sabır ister, mide ister ayrıca. 

Duvarı yıkılan ve sorumluluğu gereği duvarını yaptıran hane sahibinin bu yaptığı, duvarın yanından geçenler için hem bir jest, hem de bir nimettir. Ya yaptırmasaydı ne olacaktı. Duvar yıkık bir şekilde tehlike saçmaya devam edecek ve görüntüsü de hoş olmayacaktı. Kimse eline küreği alıp iş elbisesini giymesini beklemesin. Ki o ilmin zirvesine doğru çıkmaya devam edecek. Ayrıca bu işlere ayıracak zamanı yok. nasılsa bıkıp usanan, bu böyle olmayacak, iş başa düştü, sen yeter ki eşek ol, mutlaka bir semer vurulur diyen çıkacaktır.