15 Haziran 2018 Cuma

Bu Ülkenin Yumuşak Karnı: Güneydoğu veya Arz-ı Mev'ud ***

İyice anlaşıldı ki I.Dünya Savaşının çıkış sebebi, Osmanlı dolayısıyla Ortadoğu'ya giremeyen emperyalistlerin Osmanlı'yı yok etmek suretiyle emellerine kavuşmalarından ibarettir. Osmanlı'nın toprağı olan her yeri işgal edip aralarında pay etmek için tüm Ortadoğu'yu lime lime edip miras gibi paylaşanlar, bize Türkiye'yi bırakmak suretiyle ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler. Bize niçin Türkiye'yi bıraktılar? Öyle zannediyorum, kime kalacağı konusunda aralarında anlaşamadıkları için şimdilik kalsın, kozlarımızı ileride paylaşırız diyerek etrafımızı düşmanla çevirmek suretiyle sonraya bırakmışlar. İleride alamasak bile sürekli zayıf düşürmek suretiyle parçalarız, Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e kırdırırız. Böylece bellerini doğrultamaz, istediğimiz zaman aramızda pay ederiz, demişler.

Osmanlı'dan kopardıkları her bir toprak parçasına iradesi olmayan, kendilerine bağımlı küçük küçük devletler kurdururlarken nedense Kürtlere toprak vermemiş, onlara bir devlet kuruvermemişler. Niçin? İleride durmadan kaşır, Türkiye dışarıya bakamaz, kendi içiyle uğraşır. Uğraşmalı ki düşen aslan yerinden kalkamamalı.

Biz ister açık, ister kapalı konuşalım, ister sümen altı edelim: Güneydoğu bizim yumuşak karnımız. Adına ister Güneydoğu, ister Kürt sorunu diyelim. Bizim böyle bir sorunumuz var. Aslında sorun Güneydoğu ve Kürt sorunundan da öte belki de "Arz-ı Mev'ud" sorunu Güneyimizde oynanan oyun. Çünkü Kürtlerin çoğunlukta olduğu Güneydoğunun büyük bir kısmı, Yahudilerin "Allah'ın kendilerine vadettiklerine" inandığı topraklardır. 1970'li yıllardan beri bizi birbirimize kırdırıp uğraştıran gücün esas niyeti, "Kırın birbirinizi! Bana iş bırakmayın, takatiniz kalmayınca buralara ben çörekleneceğim diyor.

Batı'nın, ABD'in ve İsrail'in niyeti bu iken biz ne yapıyoruz? Pansuman tedbirlerle sorunu çözüyoruz diyerek sorunu derinleştiriyor, kendi elimizle siyonizmin arzı mev'ud hayaline odun taşıyoruz. Şu iyice anlaşıldı ki Güneydoğu, yer altı maden yataklarıyla zengin. Türk ve Kürtlerden müteşekkil burası, Türk'e ve Kürt'e bırakılmayacak kadar önemlidir. Birbirimize kız alıp verdiğimiz, akraba ve et-tırnak olduğumuz bu ülkenin iki asli unsuru olan halkın arasına yani et ile tırnağın arasına içimizden devşirdikleri PKK kıymığını koymuşlar, bizi şimdilik bununla oyalıyorlar, kıymığı çıkartmıyorlar anlayacağınız. Bizde bu oyuna alet oluyoruz.

Türk'üyle, Kürt'üyle Güneydoğumuzda oynanan bu büyük oyunu bozmak zorundayız. Özellikle Kürtler bu oyuna gelmemeli. Kürtler şunu iyice düşünmeli ki sizi bizden kopararak size kurmanızı vaadettikleri devlet, asla sizin devletiniz olmayacaktır. Ortadoğu'da yüz yıl öncesi kurdurdukları devletler Arapların olmadığı gibi Güneydoğu'da da siz olmayacaksınız. Gelin bu oyunu birlikte bozalım. Biz bir ve beraber olursak asla içimize giremezler. Arzı Mev'ud hayalleri de ütopya olarak kalır. Yeter ki siz hayır deyin. 

Bugün devletler güçlerini birleştirerek bir araya gelip tek devlet olmaya çabalarken devlet kurma hayaliyle parçalanmayalım, birlikte iyi bir sinerji meydana getirelim, birbirimizi kırıp dökerek sadece emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Eğer aklımızı başımıza almaz, ülkenin üzerine oynanan oyunları birlikte bozmazsak bu ülke elden gittikten sonra  dökeceğimiz gözyaşının ve keşkelerin hiç faydası olmaz. 

Not: Burada Kürtler derken tüm Kürtlerin bölünmeyi istediği anlamı çıkmasın. PKK'nın arkasına takılan ve bölünmeyi isteyen Kürtleri kastediyorum. Genelleme hakkaniyete uygun düşmez. Çünkü nice Kürtler bilirim benimle aynı düşünen. 

*** 19/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

14 Haziran 2018 Perşembe

Samsun Belediyesi Ne Yaptığının Farkında mı?

İnternethaber sitesinin "Rus kadın bloggerler el attı. Türkiye'nin o ili ihya olacak" başlığıyla verdiği habere göre "Samsun Büyükşehir Belediyesinin özel davetlisi olarak kente gelen Rus kadın bloggerler, (ne demekse?) kaldıkları otellerde ve gezdikleri mekanlarda çekindikleri fotoğrafları sosyal medya hesaplarından paylaşarak kentin tanıtımını yapıyor." Haberin devamında Türkiye, geçen yıllara oranla bu yıl gelen turistten oldukça memnunmuş. Çünkü gelen turistler gündüz plajlarda, geceleri eğlence yerlerinde eğlenmek suretiyle ülkeye döviz bırakıp gidiyorlarmış.

Site, ballandıra ballandıra anlattığı bu olaya uzunca bir bölüm ayırmış, ardından Rus kadın bloggerlerin neredeyse anadan üryan çekinip paylaştıkları boy boy pozlarını sayfasına bir güzel yerleştirmiş.

Bacasız fabrika dedikleri şey malumunuz yurt dışından ülkeye gelen turistleri ve onların giderken ülkeye bıraktığı dövizi anlatmak için söylenir. Bu habere ne denir hayırlı olsun demekten başka. Bu arada ilgili belediye başkanını da "Kedi olalı bir fare tuttu" diye tebrik etmek lazım. Verilen habere göre iyi iş çıkarmış. Rusya'dan Rus kadın bloggerlere reklam yapsınlar, ülkenin tanıtımına katkı versinler, bunları görünce yurt dışındaki turistler ülkeye akın edip döviz bıraksınlar diye para vererek ülkeye getirtmek hangi belediye başkanının aklına gelir? Sonra ülkeye turist çekmek bizde memleket meselesi değil mi ayrıca? Bence yaptığı hizmetin unutulmaması için şehrin en işlek meydanına başkanı hep hatırlatacak bir kedinin fareyi tutuşunu temsil eden bir anıtını yaptırmakta fayda var. Memleketini bu kadar düşünen bu başkana bu ülkenin vefa borcu var. İlgililere duyurulur. 

Kadın bloggerlerin örf, adet ve geleneklerimize uymayan tarzda giyim ve kuşamlarıyla Samsun caddelerinde verdikleri pozları görünce ne demek istediğim daha iyi anlaşılır sanırım. Bu arada blogger diye kime dendiğini benim gibi bilmeyenlere kısaca tanımını vereyim: "Moda, yaşam vs alanlarında lider olan ve takipçilerine bir şeyler katmayı hedefleyen kişinin tam zamanlı işi... Yaratıcı ve lider özelliği olan..." Bir şeyin tanıtımı için birçok firma bloggerlerden faydalanma yoluna gidiyormuş. Başkana bir teşekkür de buradan ben gönderiyorum. Çünkü sayesinde bloggerin ne olduğunu öğrenmiş ve kelime dağarcığıma bir kelime daha katmış oldum.

Tanımdan anladığıma göre bloggerler takipçilerine bir şeyler katıyormuş. Başkanın sayesinde Samsun'a ayak basan bu Rus kadınları umarım aldıkları reklam parasını bir yılda Samsun'a geri kazandırırlar da en azından sıfır sıfır berabere oluruz. Ederinden fazla giderin olduğu düşünülen bu şeyler için bizde "Hakı b.kunu kurtarmaz" denir. İnşallah ben yanılmış olurum. Dilerim başta Samsun olmak üzere ülkemiz imha değil, ihya olur.

Turist gelsin elbet, bu ülkeye döviz bıraksın. Başkanın bu yaptığı tanıtımla ülke belki turiste doyacak, paraya para demeyeceğiz. Ama her şey para mı? Bu ülkeye turist gelmesi için tanıtımda illaki birilerinin soyunması mı gerekiyor? Bu iş sonucunda uğrayacağımız ahlâki erozyon acaba sayın başkan tarafından hesaba katıldı mı? Haydi diyelim ki ülke ekonomik bir darboğazda. Turizm gelirleri önemli. Buna da tamam diyelim. Peki bu işi bir belediye mi üstlenmeli idi? Turizm acenteleri veya özel firmalar ne güne duruyor?

Sonunun hayır olmayacağı işin başında kullanılan Rus kadın bloggerlerden belli olan icraatlarından dolayı bu işe ön ayak olan ve para döken belediye başkanını kınıyorum. Zira bayram arifesinde mübarek ramazan ayının manevi iklimine de ters bu icraat hiç yakışık almamıştır. Unutmayalım ki bir şeyi yaparken bir şeyler yıkılmaz. Kemalat, kem âlât ile hiç olmaz. 14.06.2018


Allah Rızası İçin Bana Özel Bir Bağlantı Gönderme!

Bazıları işi-gücü bıraktı, Messenger aracılığıyla bir bağlantı gönderiyor. Amaçları, niyetleri nedir bilmiyorum. Çünkü bağlantımız sanal. Özelde yüz yüze gelip iki kelam etmiyoruz. Ama her gün, hatta bazı günler günün her saatinde benimle beraber. İkiye bir telefonumun ekranına "Falan sana bir bağlantı gönderdi" şeklinde bir uyarı alıyorum.

Bana gelen bu bağlantı öyle zannediyorum çoğunuza da geliyordur. Çünkü bu tip kişiler kopyalayıp profilinde kayıtlı olan herkese bir tuş ile gönderiyor. Bana gelen bu tip gönderilerin hemen hemen hiçbirini açmıyorum. Hatta bu yüzden telefonumdaki messenger uygulamasını kaç defa kaldırdım. Ne zaman ki bende cep telefonu  kaydı bulunmayan biriyle özel bir iletişime geçmek zorunda kaldığım zaman mecburen yeniden yükledim. Ama gel gör ki özel iletişim için telefonumda yüklü bulundurduğum bu sanal iletişim, bağlantı göndermeyi  kendine meslek edinmiş kişilerin yol geçen hanına döndü. İşin garibi bu şekil iletişime dönüş de yapmıyorum. Yani benim bu tip arkadaşlarla iletişimim kapalı veya kör bir iletişimden ibaret. Fakat gel gör ki vatandaşın bana gönderdiği tek taraflı iletişim bitmiyor. Ses çıkarmadıkça, tepki vermedikçe daha bir iştaha geliyor. Bu tip gelen mesajların çoğu da "Allah rızası için paylaş...Müslümansan zaten paylaşırsın...Bu mesajı şu kadar kişiye yayalım...Bana da tekrar gönder ki sevdiğin anlaşılsın...Paylaş ki herkes gerçeği görsün..." başlıklarını taşıyor. 

Anlaşılan bu tipler boş ve avare. Kendilerine eğlence veya vakit geçirecek birini arıyor. Boşluktan sıkılıyor, kendini sanal iletişime veriyor. Allah kimseyi yalnızlıkla imtihan etmesin, gece-gündüz birilerini rahatsız etmemeyi öğrenme feraset ve basireti versin.

Diyelim ki bu arkadaşlar samimi. El hak  samimiyetlerinden şüphem yok. Bir şeyleri dert edinmiş belli. Gönderdikleri de önemlidir. İyi de bu arkadaşlar, önemli gördüğü bu tip paylaşımları twitter, facebook gibi sayfalarında paylaşsalar, herkes görse, istifade etse daha iyi olmaz mı? Niçin bu kadar bencil düşünüyorlar? Eğer gerçekten amaçları üzüm yemek, bağcıyı dövmemek ise yapmaları gereken de bu. Yoksa bu yaptıklarını bire bir tebliğ vazifesi mi görüyorlar? Haydi her şeyden geçtim, bıkıp usanmadan gönderdikleri, kendi emeklerinin mahsulü olsa gam yemeyeceğim. Gönderilenlerin tamamı sosyal medyadan veya sanal alemden kes-kopyala-yapıştır ve gönder butonuna basmaktan ibaret. Yani üreten değil, iyi bir nakilci. Hazır yiyici de denebilir. Hatta tüketici. Hele bir de "Allah rızası için paylaş, Müslüman isen zaten paylaşırsın" demek, yaptığı işe Allah'ı alet etmek ve Müslümanlığımı sorgulamak anlamına da gelir. Çünkü bu tür paylaşımın mefhumu muhalifini düşünürsek "Paylaşmadığım takdirde Allah'ın rızasını gözetmediğim ve hatta Müslüman olmadığım veya Müslümanlığımın sorgulandığı anlamına da gelir. Buna kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Mübarek madem önemli gördün, paylaşıyorsun; işine Allah'ı niçin karıştırıyorsun? Gönder; isteyen okusun, isteyen paylaşsın. Burada "İşine Allah'ı niçin karıştırıyorsun" sözüm yanlış anlaşılmasın. Allah elbette her şeyimize karışacak. Allah'ı alet etmeyelim demek istiyorum.

Sözün özü, bana messenger vasıtasıyla klasik, bayat ve bildik mesajları gönderenlere  kendi üsluplarınca "Arkadaş! Allah'ını seversen...Müslüman isen...Allah rızası için...ne olur, bana böyle mesajlar, bağlantılar gönderme!" demek istiyorum. Tekraren: Allah rızası için bana özel bir bağlantı gönderme! Nokta...

13 Haziran 2018 Çarşamba

Bundan Sonrasını Bu Çocuğun Gittiği Okul Düşünsün!


İki yıldır dersine girdiğim bir öğrencinin annesini her gün okulda gördüm. Çocuğuyla haftada bir derste karşı karşıya geldim. Annesiyle ise hemen hemen her gün.  Veliyi her gün gördüm okulda. Her gördüğümde bir öğretmenle görüşür buldum. Beni gördüğü zaman da sağ olsun beni hiç es geçmedi. Ya çocuğunun durumunu anlattı, ya çocuğunun durumunu sordu. Zaman zaman çocuğunun dersimle ilgili soru çözmediğini, bunun için ne yapması gerektiğini hatta bazen daha da ileriye gidip derste soru çözmem ve  eba’ya soru göndermem gerektiğini de hissettirdi. Bazen de hangi test kitabını kaynak olarak alması gerektiğini sordu. Sınav tarihiyle ilgili kendince bir sıkıntı görmüşse oğlundan önce kadın beni buldu: “Hocam sınav tarihini şu güne alsak, çocukların o gün şu dersten sınavı var, üstelik o gün okul deneme yapacakmış, çocuklar için puan önemli biliyorsunuz” gibi taleplerde bulundu. Beni öğretmen odasına bulamamışsa dışarıdan buldu. Önümde çocuğu mu okudu, kadın mı bilemedim gitti.

Kendisine ne okul ne şahsım bugüne kadar hiç kusur işlemedik. Ne sorduysa cevap verdik, ne istediyse yerine getirmeye ya da izah etmeye çalıştık. Ah keşke annede olan bu okuma azim ve gayretinin milyonda biri üzerinde titrediği oğlunda olsaydı. Göremedim hiç. Çocuk dersimde ya uyudu, ya da etkisiz bir eleman gibi durdu ders boyunca.

Şükür ki çocuk bizden mezun oldu. Aslında karneyi çocuğa değil, annesine vermek lazımdı. Çünkü çocuk okumadı, anne okudu. Maşallah ne hastalandı, ne de işi çıktı. Ömrünü çocuğuna hasretmiş bir veliydi benim gözümde. Çünkü okula, okulun bir personeliymiş gibi geldi durdu. Ne bıktı, ne usandı. Nazik ve kibardı üstelik. Ama fazla naz veya ilgi aşığı usandırıyorsa beni de usandırdı. Sadece bana mı bu ilgi diye dersine giren öğretmenlerden bazılarına sordum. Çocuğu söyler söylemez adını duyan dişleri görünürcesine gülümsedi. Tüm öğretmenler aynı durumdan muzdaripti. Üstelik onlar benden bir ileri derecedeydi, velinin adını da biliyorlardı. Ben nedense iki yıldır adını sormayı düşünememişim.

Gelelim bundan sonrasına…Çünkü biz bu çocuğu mezun ettik. Çocuğu LGS’de ne yapar ne eder bilmiyorum ama her halükarda bu çocuk lisenin birine devam edecek. Ama sınavlı ama kayıt alanına göre bir lisede. Bundan sonrasını biz değil, çocuğun kayıt yaptırdığı lisenin müdürü, yardımcısı, güvenliği ve öğretmeni düşünsün. Dile kolay dört yıl onların öğrencisi olacak, pardon velisi. Allah çocuğun gittiği lisenin iç paydaşlarına yardım etsin...

Annenin tek çocuğuymuş öğrendiğime göre. Duyunca “Keşke bu kadının birkaç çocuğu olsaydı en azından okula birkaç günde bir gelirdi” dedim. Çünkü her bir çocuğuna bir gün ayırsa bize birkaç günde bir sıra gelirdi. Belki de yeterince ilgi gösteremem diye birden fazla çocuğun olmasını istemedi.

Bu kadının durumunu görünce Aytaç AÇIKALIN’ın anlattığı bir anekdot geldi aklıma. Bir seminerinde, “Arkadaşlar! Velinin ne işi var okulun içinde? Siz hiç ameliyata giren bir hastanın yanında hasta yakınının da girdiğini gördünüz mü? Nasıl ki doktor hastayı aldıktan sonra hasta doktora emanet ise ve ameliyathaneye hasta yakını giremiyorsa okullarda da böyle olması gerekir. Yani veli, çocuğunu okula teslim ettikten sonra olur olmaz her şeye karışmaması gerekir” demişti.

Kulakları çınlasın Aytaç AÇIKALIN hocamın…

Ahlakı Olmayan Müslümanlık Bizimkisi ya da Kaporta Müslümanlığı


Kadir gecesi günü Kadıköy'de bir iş yerine hırsızlık yapmak amacıyla giren üç kişiden biri masaları karıştırırken eline gelen bir Kur'an-ı Kerim'i alnına götürüp öptükten sonra hırsızlığına kaldığı yerden devam ediyor. Bu görüntü, iş yerinin güvenlik kamerası tarafından saniye saniye görüntüleniyor. Ne dersiniz bu hırsızlık şekline? Ya bu hırsıza ne dersiniz? Hırsızlık ve Kur'an'a saygı... bağdaştırabiliyor muyuz bu durumu? Ya da "Aferin hırsıza! Müslümanmış" mı deriz?

"Güler misin yoksa ağlar mısın" deriz herhalde ilk önce.  Çünkü hırsızımız, ne emeğe saygısızlık ve haksız kazanç olan hırsızlığından vazgeçiyor, ne de Kur'an'a saygıda kusur ediyor.  Hırsızın bu yaptığına "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demenin tam zamanı sanki! Aslında bu gördüğümüz manzarayı Ömer Hayyam:
"Bir elimizde kadeh, bir elimizde Kur'an/Bir helaldir işimiz, bir de haram,
Şu yarım yamalak dünyada/Ne tam kafiriz, ne de tam Müslüman." demek suretiyle dokuz asır öncesi yazdığı bu şiiriyle Müslümanların içinde bulunduğu çelişkisine dikkat çekmiş. Mekanı cennet olsun.

Gülünecek değil, ağlanacak halimiz bu. Zira bu, içi boşaltılmış bir Müslümanlıktır, ahlakı olmayan Müslümanlık veya şekilde, görüntüde Müslümanlık ya da kaporta Müslümanlığı da denebilir. Yine bu görüntümüz bana bir papaz hikayesini aklıma getirmiştir: “Kilisede görevli bir papaz, kilisenin çanına her gün pisleyen bir kuştan muzdariptir. Her yolu denemiş ama kuşun pislediği çanı temizlemekten kurtulamamış. Bir gün farklı bir yöntem uygulamak aklına gelmiş. ‘Çanın yanına bir şarap koyayım, kuş içkiyi içsin, çana pislemesin’ istemiş. Ertesi gün papaz çanın yanına şarabı koyar, beklemeye koyulur. Az sonra kuş gelir, önce içkiyi içer, iyice sarhoş olduktan sonra kuş, çanın üzerine konarak tekrar pisler. Bulduğu bu yöntemin de işe yaramadığını gören papaz, 'Ey kuş! Nesin, kimsin, necisin, hırlı mısın yoksa hırsız mısın? Müslüman olsan içki içmezsin, Hıristiyan olsan çana pislemezsin' demek suretiyle isyanını dile getirir.

Şimdi bu hırsızın yaptığına gelelim. Bu adamın yaptığı hırsızlık Müslümanlığa sığmaz, çünkü yasaktır. Zira hırsızlıkla İslam, ya da Kur’an bir arada bulunamaz. Hırsızın yaptığı çelişkinin onlarcasını gündelik hayatta kendini Müslüman kabul eden milyonlarımız yapmıyor muyuz? Her birimizin nezdinde “Kur’an’a saygı göstermek, belden aşağıya indirmemek, abdestsiz dokunmamak, Kur’an’ı diz çökerek okumak, Kur’an’ı evimizin en müstesna yerinde kılıfında korumaya almak…gibi hassasiyetlerimiz var. Tamam saygıya amenna! Çünkü Allah kelamıdır. Fakat çelişkimiz bundan sonra başlıyor: Şekline saygı gösterdiğimiz Kur’an’ın sayfalarını şöyle hızlı bir şekilde çevirsek orada ‘Hırsızlık yapma’ diyor; biz hırsızlık yapmaya devam ediyoruz. ‘İçki içme’ diyor; biz içki içmeye devam ediyoruz. ‘Yalan söyleme’ diyor; biz yalana ve talana devam ediyoruz. ‘Faiz yeme’ diyor; biz faiz alıp vermede bir sakınca görmüyoruz.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu demektir ki Kur’an’ın şekline gösterdiğimiz saygıyı içinde yapmamızı emreden ve kaçınmamızı isteyen ayetlere göstermiyoruz. Kur’an’la taban tabana zıt bir yaşantımız var. Belki de geri kalmışlığımızın, toplumlar nezdinde bir itibarımızın olmamasının nedeni de budur. Yani içeriğine “Sem’an ve tâaten” (işittik ve itaat ettik) demediğimiz “Semi’nâ ve asaynâ” (işittik ve isyan ettik” dediğimiz müddetçe inandığımız bu İslam veya şekline saygı gösterdiğimiz bu Kur’an bizi rezil etmeye devam edecektir.

Allah bizi İslam ile şereflendirmiştir, onunla ölmeyi nasip etsin. Bize gönderdiği eşsiz eserinin dışına gösterdiğimiz saygıyı içine de göstermeyi nasip etsin. Hepimize samimiyet versin.



Selamlaşmaya İdeolojik Yaklaşmak


—Selamün aleyküm!
—Günaydın!
*
—Günaydın!
—Aleyküm selam!
*
—Aleyküm selam!
*
—Selamün aleyküm!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Hoş geldiniz!
*
—Günaydın!
—Günaydın!
*
—İyi günler!
—İyi günler!
*
—Merhaba!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Aleyküm selam!

Ülkemizde selam verme çeşitlerinden bir kısmını yukarıda yazdım. Sizce selam verme veya selam alma çeşitlerimizin bir kısmı normal mi?

Selam çeşitlerinden önce selam üzerinde durmak istiyorum. Selam, selam veren ve alan kişinin aynıyla iyi dilek temennisinde bulunmasıdır. Bu şekil selam vermede bir sorun yok. Olması gereken de bu zaten. Kişi ne şekilde selam veriyorsa asıl olan aynıyla mukabelede bulunmaktır. Çünkü selam iyi dilek ve temenninin yanında bir iletişim aracıdır.

Muhatabınla konuşma öncesi konuşmak için bir yoldur. Verdiğin selama farklı bir selam çeşidiyle karşılık vermek iletişimi baştan kapatmak veya açılışı sorunlu hale getirmek şeklinde anlıyorum. Bu şekil selamına kapalıyım demektir.

Yukarıdaki ilk beş selam şekli sorun, son dördü ise olması gereken selam şeklidir. Karşılaştığım insana "selamün aleyküm" şeklinde hitap etmeyi tercih etmekle beraber "günaydın, iyi günler, merhaba..." şeklinde söylenen sözleri de yadırgamıyorum. Amaç, iletişim kurma olunca söze ne ile başlamak çok önemli değil. Fakat bazılarımız karşılıklı iyi dilek temennisi demek olan selam çeşitlerini kullanmak suretiyle işe sloganik veya ideolojik yaklaşmayı tercih etmektedir. Bu şekil bir selamlaşmanın kime ne faydası var? Kafalarda bir soru işareti oluşturmanın ötesinde hiçbir amaca hizmet etmez. 

Hasılı, iletişimin vazgeçilmezi olan selamlaşmada günaydın diyene günaydın, iyi günler diyene iyi günler, merhaba diyene merhaba, selamün aleyküm diyene aleyküm selam demek suretiyle mukabelede bulunmak gerekir. Herkesin tercihine saygıda bulunmak ancak ayniyle mümkün olur. 


Müftünün Yediği Herzeye Bakın!

Mısır müftüsü Şevki Allam, "Vatandaşın parasını bankalara yatırmasının ekonomiye bir destek olacağını; bunun da hem dini, hem de bir vatandaşlık görevi olduğunu, bankaların vereceği faizin haram olmayacağını; çünkü bankaların tüzel bir kişilik sayıldığını, İslam'ın yasakladığı faizin gerçek kişiler arasında olduğunu" açıklayan bir fetva vermiş. 

Fetvayı okuyunca "Helal olsun sana müftü" dedim. Çünkü zaman İslam'a uymuyorsa İslam'ı zamana uydurmak gerekiyordu. Müftümüz de bunu yapmış ve bir güzel "Allah ve Rasulüne savaş açmanın" tetikçiliğini ve teşvikçiliğini yaparak kendisine yakışanı yapmış...

Hasılı müftü! Sisi seninle gurur duyuyor. İstediğin de bu değil miydi zaten... Bu dünyan nasıl olur bilmem ama o eğip büktüğün ayet, seni mezardaki makamından şeytan çarpmış gibi kaldırsın inşallah!